HaftanınÇok Okunanları
Ayşe Solmaz 1
KEMAL BOZOK 2
MUHİTTİN GÜMÜŞ 3
FEYZA TUĞÇE FIRAT 4
HİDAYET ORUÇOV 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
Kardeş Kalemler 7
Bir ülkenin kadınlarından bahsetmek, o ülkenin nüfusunun en az yarısından ya da Kırgızistan gibi ülkelerde nüfusun çoğundan bahsetmek demektir. Eğer bir ülke halkının yarısından çoğu huzurlu ve mutluysa ve o ülkenin sayıca az olan kesimi tarafından hakları çiğnenmiyorsa, o ülkede refah ve adaletin hüküm sürdüğünden söz edilebilir. Orada eşitlik vardır, kanunlar iyi çalışır, çocuklar mutlu, aile sağlam ve hayat güzeldir.
Aile, ülkenin küçültülmüş çekirdeği derler. Ailede anneler sıkıntısız, kaygısız, huzurlu bir ortamda yaşıyorsa, onların bu ruh hali bütün diğer aile fertlerine, etrafındakilere yansır, dolayısıyla ülkenin sosyokültürel hayatında olumlu bir hava eser. Ailedeki huzurlu ortam, annenin rahatlığı, ülkenin durumunun en bariz göstergesidir. Kadın haklarından mahrum bırakılan, eğitimine, kültürüne engeller konulan, erkekler tarafından aşağılanan, şiddet gören ülke, başka yönleri ile ne kadar övünürse övünsün sosyal açıdan gelişmiş bir ülke sayılmaz.
Fikrimizce, toplumda kadının yeri veya rolünden söz edilirken o toplumun hukuk sistemi, insan haklarının korunmasına yön veren siyasi irade, toplumun inancı ve kültüründen kaynaklanan alışkanlıklarını da içeren birçok kriter göz ününde bulundurulması lazımdır. Onlar, o toplumda kadına verilen değer, devletin ona sağladığı haklar; o haklarını kullanabilmeleri için devletin sağladığı olanaklar; eğitimde ve değişik iş alanlarında kadınların belli oranı tutturması; kadınların çocuk yetiştirmekle beraber toplumun erkeklerle eşit bireyi olabilmeleri için devletin bilinçli olarak belli imtiyazları sağlaması ülkede kadınlar konumunun ana ölçütlerdir.
Kırgız kadının durumundan söz ederken, onların geçmişten günümüze uzanan tarihinin farklı devirlerinde yukarıda sözü edilen kriterler farklı sergilendiğini belirtmeliyiz. Genel olarak bu devirleri, 1) 20.yüzyıla, yani Sovyet dönemine kadar; 2) Sovyet dönemi; 3) Sovyet dönemi sonrası diye ayırabiliriz.
20.yüzyıla kadar olan dönemde Kırgız kadınının durumundan bahsettiğimizde genelde göçebe hayat sürdüren ve resmi haklarından ziyade eski Türk törelerine, inançlarına, göçebe hayat tarzına, coğrafik şartlara göre davranılan genel bir yaklaşım söz konusu olabilir.
Göçebe Kırgız, Kazaklarda diğer yerleşik Türk boylarına nazaran kadının özerkliğinin daha güçlü olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kadın-erkek iş paylaşımında olsun, karar alma mekanizmasında olsun yerleşik hayat sürdüren kadınlara nazaran göçebe kadınların toplum hayatına katılım oranının daha fazla olduğu gözlemlenir. Çünkü göçebe otağının içinde kadını erkeklerden ayrı tutamazsınız, daire şeklindeki otağın sağ tarafı evci (kadın), sol tarafı er (erkek) tarafıdır. Yani eşyaların yerleştirilmesinden, yemekte veya aile meclisindeki oturduğu yere kadar evin sağ tarafı kesinlikle kadına aittir. Hayatının çoğunu at üstünde rüzgar gibi estirerek geçiren Kırgız kadını hareketlerini kısıtlamayan kıyafetler giymiştir, her an başına gelebilecek tabiat sürprizlerine karşı tetikte olması için her türlü bilgiye ve kabiliyete de sahiptir. Duruma göre otağını hemen toplamaya, başka bir yere taşıyıp hemen oracıkta tekrar kurmaya, hayvanlarını gütmeyi bildiği kadar onları yabanî hayvanlardan korumaya da hazırlıklı olması icap etmiştir. Yeri geldiğinde avlanmayı, hatta düşmana karşı savaşmak için silah kullanmasını da bilmesi gerekirdi. Kırgızların Cañıl Mırza Destanı nişancılığı ve yürekliliği ile kendi boyuna bakan ve düşmanlarından koruyan kahraman Cañıl adlı kız hakkındadır. Cañıl sadece erkeklere verilen Mırza (Beyzade) unvanını kendi marifetleri, yiğitliği ile kazanmıştır. Son zamanlarda sıkça başvurulan eski döneme hitabeden Türk televizyon dizilerinden de izleyebildiğiniz gibi göçebe Türk kadını toplumun aktif ve yeterince bağımsız bir bireyidir.
Kırgızların 1000 yıllık tarihinin eşsiz yadigârı, bütün geçmişinin, ideallerinin ruhanî hazinesi olan Manas Destanı’nda Kırgız kadınlarının hiç de küçümsenmeyen, aksine olabildiğine yüceltilmiş portrelerine rastlanmaktadır. Örneğin, kimsenin cesaret edip karşısına çıkamadığı Alp Manas’ı daha ilk görüşünde hançer ile yaralamaya cüret eden tek kişi eşi Kanıkey’dir. Manas’ı at üstünden mızrakla az kalsın yere indirecek kadar güçlü diğer bir kahraman da Kız Saykal’dır. Manas ile Kız Saykal arasında geçen bu mücadele şöyle anlatılmaktadır: Bir toyda mızrak müsabakaları yapılıyormuş, bir önceki müsabakayı Kırgızlardan bir yiğit kazanmış. Bu seferki teke tek dövüşe Kalmuklardan kahramanlığıyla ün kazanmış Kız Saykal isimli bir kadın çıkmış, ancak Kırgızlardan hiç kimse yenilip rezil olma korkusuyla bu kadının karşısına çıkmaya cesaret edememiş. Bu esnada Manas’ın atı Akkula, at yarışlarına katılmış olmasına rağmen Kız Saykal’ın karşısına kimsenin çıkmadığını gören Manas başka bir ata binerek ortaya çıkmış. Manas, Kız Saykal’a yaklaşınca yüzünü görüp güzelliğinden çok etkilenmiş, vay bea benim evleneceğim kızmış, ben buna iyisi fazla zarar vermeyeyim derken Kız Saykal Manas’a saldırmış ve bir mızrak darbesi indirmiş. Manas’ın bu düşüncesine karşın Kız Saykal’ın niyeti kötüymüş. Amacı sadece teke tekte güç göstermek değil, içinden “Demek Manas dedikleri buymuş, önce onu öldüreyim, sonra diğerlerinin işini bitireyim” diyormuş. Manas aldığı darbeyle atından düşecekken yakın silah arkadaşı Akbalta’nın Çubak’ı yetişmiş ve onu ebedi rezillikten kurtarmış. Manas bu duruma çok kızmış, kızı tekrar teke tek dövüşe çağırmış. Kız, korkusundan Manas’ın karşısına çıkamamış bu yüzden Kalmuklar diyet olarak kızın atını Manas’a vermek zorunda kalmışlar. O sırada ancak on yedi yaşında olan Kız Saykal hiç evlenmemiş, Manas’ın vasiyeti doğrultusunda eşi Kanıkey onu cenazeye getirtip yasını tutturmuş, ağıtını yaptırmış.
Destan Kanıkey’i güzellik ile aklın, bilgelik ile hamaratlığın, kahramanlık ile sadakatin en güzel uyumu olarak tasvir eder ve bir halk önderine yakışan eşin en güzel örneğini sunar. Destanda eleştirisel biçimde anlatılan Alp Manas’ın hatalarının çoğu, hatta ölümüne götüren olaylar bile onun Kanıkey’in tavsiyelerine uymamasına bağlanır. Manas’ı öz akrabaları zehirlediğinde kaçırarak mağarada otlarla tedavi eden tabipliği, kırk yiğidine ok geçirmez zırhları hazırlayan ustalığı, ordunun altı aylık uzun yoluna yetecek bozulmaz azık hazırlatan maharetli aşçılığı, Manas’ın Çin seferinde seferin yönüne müdahale edecek kadar ön görüşlü bilge olarak resmedilen Kanıkey tiplemesi ile Kırgız kadınının ideal tipi yaratılmıştır.
Aynı yaklaşımı diğer Kırgız destanlarından, atasözlerinden da görmekteyiz. Ak Möör, Cañıl Mırza destanlarının başkahramanlarının aynı isimleri taşıyan kadınlar olması da bunun göstergesidir. Destanlarda genelde Kırgızların İslam inancına tabii olmalarından önceki dönemlere ait olaylar olduğu dikkate alınırsa, İslam’a daha geç tabii olan Kırgızların kadına bakış açısı sonra değişti mi sorusu akla gelebilir. Fazla değişmediğini söyleyebiliriz. Çünkü aile ve toplum kuralları hala eski Türk törelerine göre yürütüldüğünün ve kadının aktif konumunun devam ettiğini “Alay Kraliçesi” lakaplı Kurmancan Datka örneğinden görmekteyiz.
Yakın tarihte, yani 19.asır ortasında yaşayan Kurmancan Datka, 19.yüzyılda İslam dininin daha baskın olduğu Kırgızistan’ın güney bölgesinin neredeyse tamamına hükmeden bir kadın idareciydi. Onun döneminde Avrasya bölgesinin hiçbir yerinde onun kadar etki etmiş bir kadının olmadığını hem Rus hem Avrupa basınında yer alan haberlerden öğreniyoruz. Kurmancan Datka’nın adalet anlayışını öz oğlunun hak ettiği idam cezasına karşı çıkmayışından, hatta ceza infazına bizzat katılarak ip boynuna çekildiğinde eğilen çocuğuna: “Ölümüne dik bak, oğlum” demesi, eşi benzeri görülmemiş cesaret örneği olarak dillere destan olmuştur. Kırgız halkının, adını büyük takdirle yaşattığı Kurmancan Datka anısına yaptığı film, yabancı film dalında 2015 Oscar Ödüllerine aday adayı olarak gösterilmiştir.
Sovyetler Birliği dönemine gelince,
Kadın hakları Sovyetler Birliği’nin sosyal açıdan en önem verdiği ve kadın eşitliğinin ve özgürlüğünün en iyi şekilde sağlandığı bir dönemdir. Eğitime ve sosyal haklara verilen önem sayesinde Kırgız kadını bütün tarihi boyunca erişemediği sosyal haklara, bu dönemde sahip olmuştur. Sovyet döneminde kadınların sahip olduğu haklar özet olarak şu şekilde sıralanabilir:
Bütün bu anlattıklarım belki Sovyet dönemini över gibi olsa da Kırgız kadınının Sovyetlerden önceki ve sonraki durumunu kıyasladığımızda kadına özel önemin verildiği, haklarının ve anneliğinin en iyi şekilde korunduğu o dönemin şahidi ve onun nimetlerinden yararlanan bir akademisyen olarak hakkını vermem gerektiğine inandığımdandır.
Elbette, bağımsızlık bir milletin isteyebileceği, bağımlı durumda ise de savaşıp, kan dökerek, can verip alabileceği en büyük nimettir. Sovyetlerin çökmesi onun terkibindeki diğer 15 cumhuriyet kadar Kırgızistan’ı da kansız, savaşsız şekilde bir özgürlüğe kavuşturmuştur. Fakat birbirine bağımlı tek vücut şeklinde kurulan Sovyet ekonomisinden ayrılan devletler içinde elinde dış dünyaya satabileceği petrol, gaz gibi doğal zenginlikleri olanlar durumlarını biraz daha çabuk toparladılar, ulusal ekonomisini rayına oturtabildiler. Kırgızistan’ın da içinde olduğu doğal zenginliklere fazla sahip olmayanlar ise hala da arayış içinde emekleme dönemini geçiriyorlar.
Bağımsızlık döneminde de Kırgızistan’da devletin ve toplumun kadına olan yaklaşımı pek değiştiği söylenemez. Bunun bariz örneği olarak iki kere halk ayaklanması geçiren ve yolsuzluklara karışan cumhurbaşkanlarını sınır dışı eden Kırgızistan’da 3. Cumhurbaşkanının kadın olmasından da görebiliyoruz. Kendisi bir felsefe profesörü olan Roza Otunbayeva, halkın isteği üzerine gelen Geçici Hükümet’in Cumhurbaşkanlığını yaptıktan sonra tekrar aday olmamış, seçilmiş cumhurbaşkanına görevini devretmişti. Onun görevini bırakacağı gün millet “Roza’ya Bin Roza (Gül)” sloganı ile Devlet Binasının önüne 1000 tane gül bırakmıştı.
Kırgızistan, bugün de ekonomik durumunun elverdiği kadar eskiden kullanılagelmiş kadın haklarını korumaya çalışıyor. Fakat maaşların düşüklüğü, işsizlik, toplumda zengin-fakir ayrımının gittikçe artması, çocukları günümüz koşullarına göre yetiştirme olanaklarından yoksuz kalınması, toplumun duyarlı üyesi olarak en çok da kadınlarda sıkıntı yaratıyor ve onları arayış içine sürüklüyor. Bu durumdan çıkış yolu olarak onlar dışarıdan iş arama zorluğuna giriyorlar. Şu anda Kırgızistan’da çalışmak için ailesini bırakıp Rusya’ya, Türkiye’ye, Kore’ye, İtalya’ya, Birleşik Arap Emirliklerine giden kadınların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bir üniversite diplomalı doktor, öğretmen, mühendis, hemşire kadının gül gibi ülkesini, çocuklarını bırakıp yabancı bir ülkede çocuk, hasta ya da yaşlı bakmaya ve o durumda olmanın bütün zorluklarına katlanmaya razı olması ne kadar iç acıtıcı durum olduğunu herhalde tahmin edebiliyorsunuzdur.
Yine bir 8 Mart yaklaşırken Kadınlar Günü ya da Bayramı diye ayırmaksızın bütün Türk kadınlarını bu güzel bahar bayramları ile kutluyorum. Kırgızistan’da iş başına gelen yeni yönetime de, ona %80 oy kazandıran halkın çoğunu oluşturan kadınların, annelerin umut, hayallerini boşa çıkarmamasını, sonraki 8 Martların hepsini her anne aile ve çocuklarının yanında kendi yuvasında mutlu mesut geçirmesine olanak sağlamasını dilerim.