Taşın Sırrı


 01 Mart 2025

Bir zamanlar bir ormanda kocaman bir kaya varmış. Kalbi pek katıymış. Kaşlarını çatar, öyle bakarmış sabahtan akşama Allah’ın her günü. Ona buna kızar, kendi kendine söylenir dururmuş hep... Herkese söylendiği için de yanına pek kimse gelmezmiş. Yalnız, bir kızılkuyruk serçe hariçmiş. Bu kuş, kayanın dediklerine bakmaz, onun en tepesine konup etrafına bakar, bir taraftan da içli içli ötermiş.  Günler böyle geçer dururmuş. Ara sıra kayanın da kuşa eşlik edesi gelirmiş ama etraftan da utanırmış. Şuna bak, herkese kaba saba davranıp el kadarcık kuşa bir şey demiyor. Onunla da yetinmeyip bir de şarkı söylüyor, diyecekler diye...

Günlerden bir gün yine kızılkuyruk serçe gelmiş, içli içli ötüp gitmiş. Öyle içli ötmüş ki az kalsın koca kaya yumuşayıp “Nasılsın, neyin var!” diyecek olmuş. Olmuş ama yine kendine yedirememiş yumuşak kalpli davranmayı... Gece boyu hep kızılkuyruk serçeyi düşünmüş, hep iç geçirmiş sabaha kadar… Bir an bile uykuya dalamamış onu merak etmekten. 

Ertesi gün sabah olmuş, öğle olmuş, ikindi olmuş, derken güneş batmış ve akşam da olmuş. Ormanda herkes kendi köşesine çekilmiş ama kızılkuyruk o gün hiç gelmemiş. Kocaman kaya herkesten utanmasa “Kızılkuyruk serçeyi gördünüz mü?” diye soracakmış tüm orman ahalisinden ama utandığı için yine kimseye bir şey diyememiş. Ağlayacak olmuş, yine sesi duyulur da ona gülerler, diye ağlayamamış da… Günler geçip durmuş böyle ama kaya hep için için ağlamış, gözyaşları kalbine kalbine akmış. O ağladıkça içinde gözyaşları birikmiş. Derken günlerden bir gün artık bu gözyaşları içine sığmayıp içinden dışına taşmış. Onu bu halde görenler şaşırmış ve adını “Ağlayan Kaya” koymuşlar, onun durumuna gülerek ama ağlamasının sebebini hiç sormamışlar. Onun niçin ağladığını hiç kimse merak etmemiş, çünkü kimse onun bir serçe için böyle üzüleceğini tahmin etmezmiş. Zaten onu taş kalpli bilirlermiş. Kimseyi de umursamadığını sanırlarmış.

Bir gün ormanda bir fırtına çıkmış, ağaçlar yerlere kadar eğilmiş, bütün hayvanlar kovuklara saklanmış ama koca kaya nereye gitsin…  Başını hangi kovuğa sığdırsın… Diğerleri onun kuytu köşelerine sığınmış ama o sığınacak bir yer bulamamış, öylece kalakalmış. Rüzgâr gelip gelip vurmuş bağrına… Bir an kaya sanki yerle bir olacağını sanmış. Şimdi bu zirveden aşağı yuvarlanacağım, toza toprağa karışacağım, unutulup gideceğim öylece, demiş içinden. Böyle düşünürken, içten içe konuşurken fırtına bir parça koparmış kocaman kayadan. Kaya elini uzatmış kopan parçasını yakalamak için ama nafile. O fırtına onun kalbini yerinden söküp almış bir hışımla ve önüne katıp götürmüş. O günden sonra kayanın ağlayacak gücü de kalmamış, kollarını kavuşturup küskün küskün akşam sabah etmiş…

Fırtına, önüne kattıklarını gücü yettiğince götürüp günlerce oradan oraya sürüklemiş, kayanın kalbini de günler sonra bir pınarın başında tozun toprağın içine bırakıvermiş. Kayanın kalbi olan bu taş parçası bu yabancı yerde ne yapacağını bilememiş. Üstündeki toprağı birazcık aralayıp başını yukarı çıkarmış, pınarın şırıltısına kulak vermiş. Sonra kaderine razı olup oraya yerleşmiş.

 Bir gün ormandaki bu pınarı yakınlarına bir insanoğlu gelmiş. Elinde bir kafes tutuyormuş. İçinde üzüntüden ölmek üzere olan bir kızılkuyruk serçe varmış. Bu insanoğlu daha önce ötüşüne hayran kaldığı için yakalayıp kafese koymuş bu kuşu. Ama tutsaklığın kederinden bu kuş o kafeste bir defa bile ötmemiş. Sonunda onun ölmek üzere olduğunu anlayan bu kişi “Kendi bencilliğim yüzünden onun yaşamını elinden aldım, bari kafeste değil de ormanda hür olarak ölsün.” diyerek onu yakaladığı ormana geri getirip bu pınarın başında kafesten çıkarmış, biraz su içirip buraya bırakıvermiş. Günün ortasına doğru kendine gelen kuşun kulağına tanıdık bir ses gelmiş. Bir de bakmış ki bu üzerine konup öttüğü kayanın kalbi… Kaya, serçeye bir şey söylemese bile serçe onun bütün konuştuklarını duyarmış meğer. Bu yüzden o da kayaya âşıkmış içten içe. Kayanın aşkı karşılıksız değilmiş ama kızılkuyruk onu sevdiğini söylemeye fırsat bulamadan avcının eline düşmüş. Kaya onun aşkını bilmezmiş ama o, kayanın kendine âşık olduğunu bilirmiş içten içe. Bu yüzden de kayanın kalbini tanıyıvermiş hemen. Kızılkuyruk, kayanın kalbi olan taşın yanında birkaç gün kalmış, serin sulardan da içerek kendine gelmiş. Böylece uçabilecek güce kavuşmuş kısa sürede.

 Bir sabah erkenden; daha ormandakiler yeni uyanırken kızılkuyruk serçe pınarın kenarında duran kaya parçasını ağzına alıp kayanın yanına götürmüş ve onu koptuğu yere geri yerleştirmiş. Üzüntüden geceyi gündüze karıştırmış olan kaya önce bir şaşırmış, ne olduğunu anlayamamış… Sonrasında içinde bir huzur duymuş önce ve elini fırtınada kopan kalbinin boş kalan yerine uzatmış gayri ihtiyari ama kalbinin yerinde olduğunu anlayınca uykulu gözleri açılmış birdenbire… Bir de ne görsün, kızılkuyruk tepesine konmuş güneşin doğuşuna karşı kanatlarını düzeltiyor.  Aylardır yüzü gülmeyen kaya, gülümsemiş. Serçe de önce sağ kanadını açıp sağ ayağını uzatarak bir gerinmiş güneşe karşı. Sonra da sol kanadını ve sol ayağını uzatıp yol yorgunluğunu gidermiş iyice. Arkasından da gülümseyerek kayaya bir şarkı söylemeye başlamış. Usulcacık, kimse duymadan…

Kaya sevinçle gürüldemiş, çatırdamış. Bu sefer bütün ormana duyurmak istemiş sesini… Kızılkuyruk serçenin aksine o, şarkısını yüksek sesle söylemek istemiş… Tam o anda kayanın bağrından bir pınar fışkırmış aniden ve gürüldeyerek akmaya başlamış. Bu pınardan öyle çok su çıkıyormuş ki kocaman bir şelale oluvermiş birden ve çağıldamaya başlamış.  O günden sonra serçe, kayanın kulağına fısıldamış bütün şarkılarını… Kaya ise bütün ormana duyurmak istedikçe kalbinin sesini, bağrından akan su daha da güçlü çağıldamış… Bu sular, zirveden aşağı köpük köpük aktıkça koca bir ırmağa dönüşmüş ve geçtiği her yere götürmüş bu şarkıları, ırmak. Kayanın kızılkuyruk serçeye olan aşkını bilmeyen kalmamış etrafta… Ama yine de kızılkuyruk aşkını sadece kaya bilsin istermiş ve sevgisini onun kulağına fısıldarmış hep, kaya ise kızılkuyruğa olan aşkını bütün aleme duyurmak istermiş. Bu yüzden işte serçelerin sesi az çıkarmış. Kayaların ise bağrından çıkan sular gürül gürül akarmış, zaman da hep kızılkuyruk serçe ile kayanın aşkının şahitliğini yaparmış…

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 219. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 219. Sayı