Tatar Yazar Ayaz Gıylecev’in Eserlerinde Türkiye


 01 Temmuz 2019


Romancı, hikâye, dram, güncel sosyal ve politik konular, deneme yazarı, güçlü bir eleştirmen Ayaz Mirseyit oğlu Gıylecev’in fevkalade geniş çaplı, çok katmanlı, tür çeşitliliği ve konu yönüyle son derece zengin edebi yapıtları, XX. yüzyıl Tatar yaşantısının kronik yapıtı olarak okunmaktadırlar. Onun eserleri, yalnızca milli edebiyatımızın değil; dünya edebiyatı gelişiminin de bir parçasıdır.[1] Abdullah Tukay ve Rusya Federasyonu Maksim Gorki Devlet ödüllerine, “Tataristan’ın Halk Yazarı”  adına layık bulunan, Ayaz Gıylecev, her şeyden önce nesir ve dram ustası olarak tanındı. “Terezeler” (“Pencereler” 1960), “Ügi Ana Yafrakları” (“Üvey Ana Yaprakları” 1964) adlı hikâyeleri, “Dürtev” (“Dört Kişi” 1958), “Bérev ”(“Birisi” 1959), “Öç Arşın Cir” (“Bir Avuç Toprak” 1962), “Ortaklıkta” (1969), “Kızlar Yazgan Xatlar” (“Kızların Yazdığı Mektuplar” 1971), “Yazgı Kervanlar” (“Bahar Kervanları” 1972), “Comga Kön Kiç Bélen” (“Cuma Günü Akşam…” 1979), “Eteç Méngen Çitenge” (“Horoz Binmiş Çite” 1980), “Yara” (1988) adlı öykü ve “Uramnar Artında Yeşél Bolın” (“Sokakların Arkasında Yeşil Çayır” 1969), “Balta Kémneñ Kulında?” (“Balta Kimin Elinde?” 1989), “Eydegéz, Bér Doga!” (“Haydi, Bir Dua!” 1995) adlı romanlarında insanların zor ve çelişkili kaderi, gönül dünyası, o dönemde yaşanan hayatın en güncel meseleleriyle bir arada izlendi.

“Kiyék Kaz Yulı” (“Samanyou”), “Cirge Tapşırılgan Sérler” (“Toprağa Emanet Edilen Sırlar”), “Kitmegéz, Tırgaylar” (“Gitmeyiniz Turgaylar”) ve “Yugalgan Kön” (“Kaybolan Gün”) gibi dram eserlerinde ise yazar, insanın doğduğu toprağa olan bağını, sadakatini ve gönül zenginliğini anlattı.[2]

Fatih Kutlu’nun yorgunluk nedir bilmeden Kazan Tatar yazar Ayaz Gıylecev’in (1928-2002) Tatar Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktardığı “Öç Arşın Cir” (“Bir Avuç Toprak”), “Comga Kön Kiç Belen…” (“Cuma Günü Akşam…”), “Yara”, “Yazgı Kervannar” (“Bahar Kervanları”) adlı kitapları, Türk okurlarının zihin ve kalplerini fethetmeye devam ediyor. Peki, Tatar yazarın eserlerinde Türkiye ve Türkler nasıl kaleme alındı, yazarın eserlerinde nasıl canlandırıldı?

XX. yy. ikinci yarısında Tataristan ve Türkiye arasında olan kültürel bağların kuvvetlenmesinde Tatar Sovyet yazarların Türkiye’yi ve Türklerin Tataristan’ı ziyaret etmeleri önemli rol oynadı. Ayaz Gıylecev’in Türkiye’ye ilk ziyareti 1970 yılının Mayıs ayında gerçekleşti ve Moskova delegeleri ile birlikte 20 kişiden oluşan bu ziyaret, yazarı edebiyat alanındaki kazançları için bir nevi ödüllendirme idi. Ayaz Gıylecev’in 1962 yılında yazdığı  “Öç Arşın Cir” (“Bir Avuç Toprak”) adlı öyküsü 1963 yılında Moskova’da yayımlanan “Drujba Narodov” (“Halkların Dostluğu”) adlı dergi tarafından gerçekleştirilen yarışmada 2. Ödülü almaya hak kazandı. Moskova’da yayımlanan “Znamya” (“Bayrak”) adlı diğer bir dergide bu eser eleştiriciler tarafından ünlü Rus yazar Mihail Şolohov’un “Podnyataya Tselina” (“Don Kıyısında Hasat”) adlı meşhur eseri ile aynı hizaya koyuldu.

1970 yılında Türkiye’yi ziyaret öncesi Ayaz Gıylecev’i KGB görüşmeye çağırıyor. Çünkü yazar 58. Madde gereği 6 yıl Stalin kamplarında hapis yatmıştı.  KGB memurlarının dikkatini çeken unsur, neden Ayaz Gıylecev Küba gibi bir ülkeye değil de Türkiye’ye gitmek istiyor?..

Ayaz Gıylecev Türkiye ile ilgili hatıralarını “Törkiyenen Türene Ük Uzdık” (“Türkiye’nin Başköşesine Kadar Geçtik.”) adlı hatıratında (1999-2000) kaleme aldı. Bu eserde anlatılan olaylar, yazar tarafından 1970 ve 1998 yıllarında Türkiye’ye ziyareti sırasında gerçekleşmiştir. Daha önceden gördüklerini daha sonraki yıllarda aktardığında yazar detaylar üzerinde durmak istemiyor. Bir taraftan, nedeni çok açık: “Törkiyenen Türene Ük Uzdık” (“Türkiye’nin Başköşesine Kadar Geçtik.”) adlı hatırat kaleme ilk ziyaretten 30 yıl geçince alınır. Diğer taraftan yazar kendi bakış açısını şöyle açıklar: “Ben Türkiye’yi anlamak için boş geçen zamanda ansiklopedileri karıştırıp, gazete dergileri gözden geçirip bu ülke ile ilgili birçok bilgi edinebilirdim. Ama ben özellikle Türkiye’yi diğer kaynaklardan öğrenmek istemedim. Kendi gördüklerim, Türkiye’yi kendim kabullenmem daha değerli benim için.”[3].

Ayaz Gıylecev’in Türkiye hakkında hatıraları, yazarın kendisi ve zamandaşları, kendi ülkesi ve dünya ile ilgili bağımsız düşüncelerinden ibaret. Aklında kalan birçok olaydan yazar kardeş halka olan ilgi ve münasebetini bildiren ve kendi halkının – Tatarların-  varlığı ve kültürel değerlerini paylaşan detayları seçiyor. Siyasi ve kültürel olaylar Ayaz Gıylecev için kendi duygu ve endişelerini bildirmek için sadece bir fon görevini üstleniyor ve yazar yaşadıklarını anlatmak için retrospektif –dünden bugüne- anlatım usulüne başvuruyor.

KGB hizmetlileri yurtdışına çıkmak için toplanan yazarlara her ne kadar Türkiye’nin “en fakir, en zayıf ve tehlikeli ülkelerden biri” olduğunu anlatmaya çalışsalar da[4], bu ülke Tatar yazarı için her şeyden önce Türk ve Müslüman kültürünü taşıyan kardeş ülke, İstanbul ve Ankara da Doğunun başkentleridir. Türkiye’ye beraber geldiği Rus yazarlarından farklı olarak Ayaz Gıylecev cami ve sarayların ihtişamında yabancı bir kültürü değil Sovyet devleti tarafından gerçekleştirilen milletlere karşı siyaset sonucu Tatarlar tarafından neredeyse kaybedilen öz kültürünü görüyor. Yazarın Türkiye ile ilgili hatıralarında apaçık otobiyografik bakış açısı görünüyor. Çünkü Türkiye, aynı zamanda Ayaz Gıylecev’in atalarının muhacirliğe gittiği topraktır.

Kompozisyon açısından hatıratlar, otobiyografik düşüncelerle birleştirilen iki bölümden oluşuyor. Anlatıma gelince antitez usulüne başvurulmuştur. Yani Ayaz Gıylecev, 30 yıl aralıkla gerçekleşen 2 ziyaretin hatıralarını kıyaslayarak anlatmaya çalışıyor.  Bu hatıralar biri diğerinden sadece içerik olarak değil, ahenk olarak da farklılıklar gösteriyor. Eğer 1970 yılında yazar Türkiye’ye korku, endişe ve merak duyguları içinde geliyorsa (“ödümüz patlayarak gelmiştik”, “ne yapacağımıza şaşırmıştık”[5]), 1998 yılında o artık kardeş ülkenin ekonomik krizden başarı ve kazançla çıkmasını ve kendi milli özünü koruyarak Avrupa’ya yüz tutmasını sevinç ve hayranlıkla karşılıyor.

Ayaz Gıylecev’in hatıralarında anlattığı gibi Sovyet ideolojisi her şeyden önce insanların zihninde Türkiye’ye ve Türklere karşı düşmanca duygular ve saygısızlık uyandırmak istedi. Örneğin, sinemada Türkler karikatür olarak çarpık ayaklı, ellerinde eğri kılıçla dolaşan kana susayan bir halk olarak gösterildi. Tarihi araştırmalarda Türkler her daim  “tembel, tasasız kıt bir halk” olarak anlatıldı. (“Türkiye’de işsizlik son safha. Türkler, tembel ve tasasız bir halk.”[6]). 1917 Devrimi sonrası Sovyet toplumunda Türkiye, vatanını Devrim ve İç Savaş sırasında terk eden hain muhacirlerin sığınağı olarak kabul edildi. Ayaz Gıylecev’in Türkiye ile ilgili şahsi izlenimleri, devlet ideolojisi tarafından oluşturulan toplum görüşünün barometresi niteliğinde oldu. Yazar hemen ilk ziyareti esnasında bu ideolojinin koca bir yalan olduğunu anladı. 

Tatar yazar hatıralarını aktarırken izlenimlerini kronolojik bir şekilde veriyor. Bu yöntem, ona hatıraları kendi düşünceleri ile kronolojik bir çerçeve içinde sunma imkânı tanıyor. Bir olaydan diğerine doğru hareket ederken de Ayaz Gıylecev onları ustaca bir bütün olarak bir birine bağlıyor.

Ayırt ettiği lirik düşüncelerinde Tatar yazar kendi biyografisinde yer alan Türk izlerini de kaleme alıyor. Ayaz Gıylecev’in dedesinin babası Gıylezetdin ХIХ. yüzyılda ailesi ile Türkiye’ye göç ediyor. Memleketinde sadece 20 yaşında olan oğlu Sahabetdin kalıyor. Sahabetdin’in ise memleketini terk etmek istememesinin sebebi, Kafkasya’da askerlik görevini tam 6 yıl alay imamı olarak yaparken gurbette yaşadığı memleket özlemidir. Böylece o, ailesine bir gurbeti daha kaldıramayacağını bildiriyor. Sahabetdin, daha sonraki yıllarda memleketinde cami imamı olarak görev yapar ve 1930 yılında Stalin siyaseti kurbanı olarak Yelabuga şehri hapishanesinde işkence görerek ölür. 1938 yılına kadar ailesi Türkiye’de yaşayan akrabalarından mektuplar alır fakat daha sonraki yıllarda mektuplaşma kesilir. Ayaz Gıylecev’in yazdığı gibi, 1970 yılında yazar tam olarak kendine de anlatamıyordu neden ziyaret için Türkiye’yi seçtiğini. Tabii ki o yıllarda Türkiye’de yaşayan akrabalarını bulma ve onlarla görüşme imkânsızdı.  

Türkiye’ye ilk gelişinde Ayaz İshaki İstanbul’ı ve Ankara’yı görür. Başkentin camilerinden birinde okunan ezan sesi yazarı çok derinden etkiler. Ayaz Gıylecev camilerden hayranlıkla bahseder: “Ankara, yedi tepe üzerine kurulmuş. Camiler çok burada. Ezanı hoparlörlerden yüksek sesle okuyorlar. Ezan, camilerin birinde okunup bitince diğerinde okunmaya başlıyor. Kendi ülkemizde hiç duyamıyoruz ya ezanı. Bir taraftan gönlü allak bullak ediyor, diğer taraftan korkuyu unutturuyor.”[7] 

Yazar tarafından ezan, Müslüman olan halkların milli bilincinin bir parçası, birliğin simgesi olarak algılanıyor. (Ezan Arapça أذان‎ “ilan, davet” anlamına gelmekte. İslam’da, zaruri namaza çağrıdır.) Gece yarısı duyulan ezan turistlere ideoloji tarafından zorla yüklenen korkuyu aşma imkânı sunuyor, gönüllerine huzur veriyor.  Aynı zamanda Ayaz Gıylecev, gece ezanını dinleyerek acıklı bir şekilde Sovyetler Birliğinde yaşayan Tatarların hukuklarının ne kadar kısıtlı olmasını düşünerek üzülüyor. Onlar hatta atalarının hayat tarzı olan ezanı duymaktan bile mahrum! Ezan, Ayaz Gıylecev için gönülleri yumuşatan ve aydınlatan çok özel bir unsur. 

Ankara ile ilgili hatıralar, yazar için her şeyden önce gezilen yerlerle ilgili. En güzel hatıraların birisi, Atatürk’ün yattığı Anıtkabir’in ziyareti ile ilgilidir. Aya Sofya’yı, Topkapı’yı ziyaret eden yazarlar daha sonraki günlerde Afyon’daki gelincik kırlarına, İzmir’in bağlarına hayranlıkla bakar ve Pamukkale’de Cleopatra’nın körpe tenini yıkadığı kaplıcalarda da dinlenirler.[8]

Ayaz Gıylecev okurların dikkatini Sovyetlerde devlet propagandasının yalana kurulu olduğuna çekiyor. Delege olarak giden yazarlar hemen anlarlar ki her iki ülke –Türkiye ve SSCB- arasında ilişkiler hiç de iyi değildir. Yazarların konakladıkları otelin masasında NATO ülkelerinin bayrakları boy gösteriyor. Fakat SSCB’nin tek bir bayrağı yok!..

Çok az zaman içerisinde yazarlar, Sovyetlerde yaygın olan “Türk ise mutlaka feslidir”, “Türkler, eğitimsizdir” gibi stereotipin bir mit olduğunu anlarlar. Ayaz Gıylecev aynı zamanda Türkiye’de yaşadıkları ilginç durumları da anlatır. Örneğin, kendisi ile beraber gelen başka bir Tatar yazar Hasan Saryan, başında Tatarların milli şapkası olan siyah tübetey ile gezer. Yabancı turistler ise onu görür görmez koşarak yanına gelir ve “gerçek bir Türk” ile hatıra resim çekilmek isterler...

Sovyet yazarlar bu seyahat esnasında Türkiye’nin ekonomik sıkıntılara rağmen kültürel mirasını korumak için para bulabilmesine de şaşırıyorlar. Aynı zamanda misafirler kitap raflarında Lenin’in, Hitler’in ve Vladimir Mayakovski’nin Türkçeye çevrilmiş eserlerini görünce de şaşkınlık içinde kalıyorlar. Ama onlar için en ilginç olanı, bazı üniversiteli Türk gençlerinin Moskova diye bir şehrin olduğundan bile habersiz yaşamaları! 

Ayaz Gıylecev, Türkiye’ye gelen Sovyet delegelerinin sinir bozucu bir takip altında bulunmaları hakkında da yazar. Örneğin, böyle bir korku altında kalan Tatar yazarları Ayaz İshaki’nin kızı Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Bölümü Profesörü Sadet Çağatay’ın davetine de gidemiyorlar. (Onun ile görüşmeyi ancak Kazan Devlet Üniversitesi Doçenti Süleyman Daişev göze alabiliyor.) Neden? Çünkü onlara uygulanan turistik program Türkiye aydınlarıyla görüşmeyi, konuşmayı içermiyordu. Kendi başına buyruk bir görüşme ve konuşma aklın ucundan bile geçemezdi! KGB tarafından bir sıkıntı çıkmasın diye Ayaz Gıylecev memleketine dönünce kimseye Türkiye ile ilgili izlenimlerini anlatmayı bile cesaret edemiyor. 

Ayaz Gıylecev’in Türkiye’yi ikinci ziyareti 1999 yılının eylül ayında gerçekleşti. Onu buraya “Turan” fondu başkanı Turan Yazgan ve Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Öner davet eder. Mevcut şahıslar ile Ayaz Gıylecev’i  1998 yılında Tatar yazar Rinat Muhammediyev tanıştırıyor. Böylece Ayaz Gıylecev 22 Eylül 1999 yılında iki haftalığına Türkiye’ye geliyor ve Uluslararası Türk Dünyası Sempozyumu’na katılıyor.  

Hatıratların ikinci kısmında A. Gıylecev dikkati artık mimari yapıtlara değil Türkiye’nin Türk halklarını bir araya getirme çabasına çekiyor: “Biz burada kaynaşan Türk dünyasını gördük.”[9]. Tatar yazar Türk Dünyası toplumunun çalışmalarını anlatıyor. Etkinliklere eski Sovyetlerde yaşayan Türk halkları da davet ediliyor. Ayaz Gıylecev Kazak yazar A. Nurpeisov, Kırım Tatar şair A. Gadel ve Türkiye’ye staj için gelen Tatar iş adamları ile gerçekleşen görüşmelerini anlatıyor.  Hatıratta en büyük yeri Turan Yazgan şahsı kapsıyor. Profesör Nadir Devlet’in anlattığı gibi, Turan Yazgan romantik ruhlu idealist bir şahıstı. Onun tek hayali, Türk dünyasını bir araya getirmekti[10].

Ayaz Gıylecev Avrupa’yı benimseyen Türkiye’deki hayat tarzına da hayran kalıyor: “Türkiye’nin neresinde olursak olalım ben her daim sabırla, sessizlikle insanların bir birine gösterdiği saygıya şaşırdım ve hayran kaldım.”[11]. Tatar yazar Türklerin bir birleriyle ve yabancılarla olan ilişkilerde her zaman saygılı ve ilgili olmalarını defalarca vurguluyor. Dikkatini çektiği bir detay daha var: Türk halkının kaynayan kanını bu topraklarda ancak Şeriat kanunları bastırıyor. Ayrıca, Ayaz Gıylecev Türkleri çalışkan ve istikbali parlak bir millet olarak anlatıyor. 

Türklerin misafirperverliği Ayaz Gıylecev’i ayrı bir etkiliyor ve hayranlık içinde bırakıyor. Yazar bu konuya değinmişken Türk mutfağının özelliklerini de kaleme almadan geçemiyor. 

Yazarı hayran bırakan sadece Türkiye’de yaşayan insanlar değil, aynı zamanda deniz ve dağ manzaraları da. O sürekli Türkiye’nin doğası ile Tataristan’ın kendi doğup büyüdüğü Zey (Zainsk) ve Sarman ilçeleri arasında kıyaslama yapıyor. 

Hatıratın sonunda yazar Türkiye’ye olan bakış açısını bir araya toplamaya çalışıyor. Onun için Türkiye  

  • Bütün Türk boylarına yardım eli uzatan kardeş Türk Cumhuriyeti;
  • Sovyetlerden kaçan muhacirlerin güvenli sığınağı;
  • İçkisiz hayat süren ayık insanlar ülkesi; (“Türkiye, ayık ülke.”)[12].
  • Dinine sahip çıkan («Türkiye, dini ülke»)[13], milli şuuru ve gururu olan bir ülke. (“Türkiye, imanlı ülke. Kendi topraklarına, kendi ülkesine saygılı ülke.”[14]. 

Otuz yıl içinde yaşanan değişikleri değerlendirerek Ayaz Gıylecev Türklerin Avrupai tarzı benimsediklerini yazıyor: Türk kadınlarının çoğu hicabı Avrupa tarzı elbiselere değiştirmiş, kız öğrenciler arasında kendi aralarında Almanca konuşanlar da var vb.  

Hakikate sadık kalan yazar tabii ki Türkiye’yi idealleştirmekten uzak. Ülkenin ekonomik sıkıntıları, bürokratik anlamda olumsuz gelişmeler onu endişelendiriyor. Ayrıca, hangi konuda Türkiye ile Rusya’yı kıyaslarsa kıyaslasın sonuç hiçbir zaman Rusya için olumlu olmuyor…

Sonuç olarak şunu bildirmek gerekir, Ayaz Gıylecev hayatının sonuna kadar kalbinde Türkiye ile ilgili güzel hatıralar taşıyan bir Tatar yazarı. Hem devlete hem onun vatandaşlarına saygıyla baktı. Türkiye’nin en güzel temsilcileri olan aydınları ile şahsen tanışmış olması ile gurur duydu ve bir gün kardeş halkın onun eserlerini okuyacağı hayali ile göçtü bu dünyadan. 

 

Kaynakça:

  1. Gıylecev A. M. “Törkiyenen Türene Uzdık” // Gıylecev A.M. Saylanma Eserler 6 T. – T.6. – Kazan: Tatar.kit.neşr., 2017.
  2. Habutdinova, Milevşe. “Hayatın Manasını Millete Hizmette Gören Edip”// Kardeş Kalemler, Yıl: 6/Sayı: 69/ Eylül 2012. 
  3. Kormaş, A. “Törki Dönyanı Tanıtuçı Turan Yazgan Vafat.” URL: https://www.azatliq.org/a/24779243.html (erişim tarihi: 12.05.2017).
  4. Zaripova Çetin, Çulpan. “XX. Yüzyıl Kazan Tatar Edebiyatı. Ayaz Gıylecev.” // Türk Dünyası Çağdaş Edebiyatları El Kitabı. İstanbul, Kesit Yayınları, 2018, s. 711-714.

 

[1] Habutdinova, Milevşe. “Hayatın Manasını Millete Hizmette Gören Edip”/ Kardeş Kalemler, Yıl: 6/Sayı: 69/ Eylül 2012. 

[2] Zaripova Çetin, Çulpan. “XX. Yüzyıl Kazan Tatar Edebiyatı. Ayaz Gıylecev.” /Türk Dünyası Çağdaş Edebiyatları El Kitabı. İstanbul, Kesit Yayınları, 2018, s. 711-714.

[3] Gıylecev A.M. “Törkiyenen Türene Uzdık” // Gıylecev A.M. Saylanma Eserler 6 T. – T.6. – Kazan: Tatar.kit.neşr., 2017. s. 55-83.

[4] A.g.e., s. 57.

[5] A. g.e., s. 57.

[6] A.g.e., s. 55.

[7] A.g.e., s. 57.

[8] A.g.e., s. 57-58.

[9] A.g.e., s. 61.

[10] Kormaş, A. Törki Dönyanı Tanıtuçı Turan Yazgan Vafat. URL: https://www.azatliq.org/a/24779243.html (erişim tarihi: 12.05.2017).

[11] Gıylecev., a.g.e., s. 61.

[12] A.g.e., s. 80.

[13] A.g.e., s. 80.

[14] A.g.e., s. 80.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 151. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 151. Sayı