HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
MUHİTTİN GÜMÜŞ 2
ERKUT DİNÇ 3
HİDAYET ORUÇOV 4
Yakup Ömeroğlu 5
Ali Akbaş 6
TAHAVİ AHTANOV 7
Kökleri ile çok eski dönemlere dayanan Tatar edebiyatı başlangıcında nazım olarak gelişmiş olsa da XIX. yüzyıldan bu yana Tatar edebiyatında nesir türü üstünlük almaya başladı. Tatar nesri 1990’lı yıllardan bugüne üç kolda gelişti: 1. Gazetecilik ruhunda yazılan nesir; 2.Otobiyografi, hatırat şeklinde yazılan nesir. 3. Gerçek, saf edebiyat olarak nitelendirilen nesir (roman, öykü, hikâye). XIX.-XX. yüzyıllarda üçüncü tür üstünlük ederken son yıllarda ilk ikisine ilgi daha çok artmış durumda. Çünkü hayat ve edebiyat bir birinden başka asla düşünülemez, ne gibi vaka ve tarihi değişiklikler yapılırsa yapılsın onlar mutlaka yazarların vakaname olarak nitelendirdiğimiz eserlerinde yer alır.
Tatar yazarı Rafael Sibat’ın sözleriyle söylenecek olursa, “1990’lı yılların temel özelliği, onun millî duygularla yoğrulmuş olmasıdır. Bu dönemde yazılan eserlerde, millî bilinç, millî can ve millî onur hissedilmekte. Bu devirde Tatar tarihi, bütün gerçekleriyle ortaya konuldu. Tatar milleti, köklerinin ne kadar derin olduğunu gördü.” 1990’lı yıllardan bu yana gelişen Tatar edebiyatı, artık gerçekten özgür bir edebiyat olarak tanımlanabilir. Çünkü Sovyetler dağılınca edebiyat için uygulanan metotlar ve sansür ortadan kalktı. Artık Tatar yazarları, en özel konuları dahi açıkça kaleme alıp, tarihi olayları istedikleri gibi anlatabilme imkânını elde ettiler. Ama bunun için yazarlar, bu olayların içinde olup onları bizzat kendileri yaşamış olmalı ve bunun sonucu olarak olayları içten gelen bir heyecanla tasvir etmeliydiler. Yoksa söylemek istedikleri şeyler, halkın dikkatini yeterli derecede çekmeyebilirdi. Muhammet Mehdiyev, Ayaz Gıylecev, İbrahim Salahov gibi muhterem edipler bu işi en güzel şekilde başardılar. Yazarlar, eserleri geçmişe dönerek tarihi kaynakları araştırıp, çeşitli tarihi konuları ele alarak yazdılar. Tatar edebiyatı 1990’lı yıllarda hatırat ve belgesel eserlerle de zenginleşti, derinleşti. Emirhan Yeniki, Muhammet Mehdiyev ve Ayaz Gıylecev’in başlattığı geleneğin devam ettiğini 1990’lı yıllarda Arif Ahunov’un “Timerhannıñ Avıl Yulları” (“Timerhan’ın Köy Yolları”), Tufan Minnullin’in “Utırıp Uylar Uyladım”(“Oturup Düşünceler Düşündüm”), Rinat Muhammadiyev’in “Utlı Taba Östénde” (“Ateşli Tavanın Üzerinde”) ve Marsel Galiyev’in “Dualı Yıllar” adlı eserleri misalinde görmek mümkündür.
1990’lı yıllar, Sovyetler Birliğine ait olan birçok Türk boyu için bir kalkınma ve millî özüne dönüş noktası oldu. Tatar Türkleri için de durum aynıydı. Fakat bu tarihi kalkınma, edebiyatta henüz yeterli derecede aydınlatılmadı. Örneğin, Tatar Türklerinin asırlarca gurbet acısı çekerek dünyaya serpilip yaşamaya mecbur olduklarını konu alan eserler yok derecede. Geçen asrın 20’li yıllarında Mahmut Galev tarafından “Muhacirler” adlı romanında ele alınan mevcut konu, 1990’lı yıllarda Mirgazıyan Yunus’un “Béznéŋ Öy Öyenkèler Astında İdè”(“Bizim Ev Söğütlerin Altındaydı”) adlı hikâyesi hariç Tatar edebiyatında hâlâ kendi yerini alamadı. Ancak son birkaç yıl içinde millî hareket lideri ve ünlü yazar Fevziye Bayramova, Tataristan’dan uzakta çeşitli illerde yaşayan Tatarlarla yakından görüşüp, onların yaşadıklarını kaleme almaya başladı. Fevziye Bayramova, “Bézné Onıtmagız” (“Bizi Unutmayınız”), “Tegeri Kitté Yomgagım” (“Yere Düştü Yumağım”), “Karurman”(“Karanlık Orman”) adlı eserleriyle 1990’lı yıllar Tatar edebiyatına kendi damgasını vurdu. 2005 yılından bu yana yazarın “Kırk Sırt”, “Karabolak”, “Soŋgı Namaz” (“Son Namaz”), “Kuçum Han”, “Hicret” ve “Güleyza” adlı romanları da dünya gördü.
5 Aralık 1950 tarihinde Tataristan’ın Saba ilçesinin Sabay köyünde 10 çocuklu bir ailenin 5. çocuğu olarak dünyaya gelen Fevziye Evhedi kızı Beyremova, çeşitli yıllarda Tataristan’ın bütün önemli gazete ve dergilerinde çalıştı. 1983 yılında “Bolın”(“Çayır”) adlı ilk romanı yayımlandı ve aynı yıl SSCB Yazarlar Birliği üyesi oldu. Daha sonra Fevziye Beyremova’nın “Çakrım Baganaları” (“Yol Direkleri” 1983), “Bitlék”(“Maske”1983), “Kim?”(1984), “Göl Balığı”(1984), “Kıñgırav” (“Gökçiçeği”1987) ve “Kanatsız Akçarlaklar” (“Kanatsız Martılar” 1988) gibi Tatar milletinin kaderine düşen feci durumları, şahsın özünü, özgürlüğünü, namusunu koruyabilmek için gerçek hayatta ne gibi sınavlara maruz kaldığını anlatan öyküleri yayımlandı.[1] Aslında Fevziye Beyremova 1980’li yıllarda felsefi-ahlaki içerikli “Allalar Yalgışı, Yeki Yaña Matriarhat” (“Tanrıların Yanlışı veya Yeni Anaerkil” 1981) adlı piyesi, “Herkémge Bér Koyaş” (Herkese Tek Güneş” 1982) adlı trajedisi, XX. Yy. 20’li yıllarında yaşayan ve eserler yazan ünlü Tatar şairi Hadi Taktaş’ın şahıs ve edip olarak hayat faciasını, yaşadığı devrin çelişkili muhitini ele alan “Atılgan Yoldız” (“Kayan Yıldız” 1985), Afganistan’da gerçekleşen adaletsiz savaşta şehit olan Tatar gençlerinin hatırasına yazılan “Sandugaç Balaları” (“Bülbülün Yavruları” 1988), repressiya afetini bizzat geçiren kadınların acıklı kaderini anlatan “Bézné Onıtmagız” (“Bizi Unutmayınız” 1988) adlı dram eserleri ile dram alanında da ciddi bir başarıya imza attı.[2] Ayrıca, F. Beyremova’nın 1980’li yıllarda yazdığı eserleri, lirizm ve psikolojiyle yoğrulmuş olması ve bilhassa Tatar kadınının iç dünyası ve psikolojisini usta bir şekilde ele almasıyla dikkat çekmektedir. Örneğin, yazarın “Bolın” (“Çayır”) adlı öyküsünde çevrenin insan hayatında, iç dünyasında ne kadar etkili olduğu vurgulanmıştır.[3] “Kıñgırav” (“Gökçiçeği”) adlı öyküde anlatılan olaylar ise 1937 ve 1987 yıllarında geçer. Güzellik peşinde koşan, Stalin döneminde şahıs kültü değirmeninde “elenen” duygusal Aysılu, aşkını yavrusunu ve geleceğe bağladığı umutlarını kaybeder. Fakat bütün zorluklara rağmen insan olup kalmayı başarır. Zayıf ama doğasında kötülük olmayan Tatar kadını, kaderine yazılan bütün zorlukları sabırla kabul edip onlara göğüs germekte. Artık hayattan hiçbir beklentisi kalmadığı, yaşamın anlamını yitirdiği zaman bile o, annesine ve yetim kalan üç çocuğa sahip çıkar. “Bitlék” (“Maske”) adlı eserinde yazar, güçsüz insanın kötü ve acımasız birisine dönüşümünü, “maske” takarak yaşama tarihçesini verir. Her insan yalnızdır. Ama kimisi bu yalnızlığı ruhen zenginleşmek için, düşünmek için kullanır, kimisi de taş kesilir, şefkatten yoksul kalır. Eserin kahramanı Reşide, maske takarak yaşamanın bir hata olduğunu hayatının sonunda anlar ama hayatı değiştirmek için artık çok geçtir.[4]
1990’lı yıllarda Fevziye Beyremova “Sanat Dünyasına Seyahat” (1989), “Moñ” (“Hüzün” 1991), “Meydan Tatarlarnı Köte” (“Meydan Tatarları Bekliyor” 1992), “Kara Urman” (“Karanlık Orman” 1997), “Bézné Onıtmagız” (“Bizi Unutmayınız” 1998) ve “Devérler Küçéşénde” (“Devirlerin Geçidinde” 1998), “Soñgı Namaz” (“Son Namaz” 2000) adlı eserler de yazdı. “Kara Urman”(“Karanlık Orman”) adlı eserinde köy hayatında yer alan adaletsizlik, ahlaksızlık anlatılmakta. Aynı zamanda milletin yaşadığı hayatın en feci tarafı, iman ile imansızlık, haram dünya ile namaza başlayan halk arasındaki amansız çatışma manzaraları, tarihi-belgesel temelde tasvir edilmekte. “Soñgı Namaz” (“Son Namaz”) adlı romanı ise yazarın edebi yaratıcılığında yeni bir kazanç olarak değerlendirildi. Mevcut romanda F. Bayramova Rus-Çeçen savaşı konusunu ele alıp o dönemin dehşetini Tatar ailelerinin feci kaderi misalinde anlattı. Tabut içinde dönen gencecik Tatar yiğitleri, onların arkasından gözyaşı döken anne babaları, zamansız yaşlanan eşleri, beşikteyken yetim kalan yavruları vb. “Kara Urman” (“Karanlık Orman”) ve “Soñgı Namaz” (“Son Namaz”) adlı romanları için F. Beyremova’ya 2001 yılında Tataristan Yazarlar Birliği’nin Ayaz İshaki ödülü verildi.[5]
Tatar, Rus ve Alman dillerinde yayımlanan toplam otuz üç kitabı olan F. Beyremova, yazar, şair, dram yazarı olmanın yanı sıra siyasi yazılar da yazmakta. Yaptığı çalışmalarından dolayı Tataristan’da Ayaz İshaki ve Hadi Atlasi ödüllerine layık göründü. Fevziye Beyremova, Tatar tarihiyle ilgili araştırmalar da yaptı, konuyla ilgili birçok makale ve kitaplar yazdı. “Turan İli” (2008), “Zaman. Millet. Kişi.” (2000), “Millet ve Devlet” (2009), “Altın Urdam, Altın Toprağım” (2006), “Kırık Sırt” (“Kırk Sıradağ” 2005), “Soŋgı Turançı” (“Son Turncı”) kitapları bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, Fevziye Beyremova’nın cihatçı molla Batırşa hakkında “Bahadir Şah” (2006), Sibirya’nın son hanı hakkında “Küçüm Han”(2007) adlı tarihi romanları, Tatar edebiyatına yenilik getirdi. Tatar halkının milli mücadele lideri Batırşa hakkında olan roman, o dönemin gizli kalan feci taraflarını açar. Eserde Rus-Tatar münasebetleri, Tatarları zorla Hıristiyan dinine geçirme siyaseti, Rusya İmparatorluğunun Tatar Türklerini yok etme amacı, her şey belgesel temelde ve insan kaderlerinin örneğinde anlatılmaktadır. Ayrıca, Batırşa şahsı okurlara daha önce bilinmeyen yeni yönleriyle açılmakta olup o, Tatar halkının özgürlüğü ve dini için mücadele veren milli kahraman olarak gösterilmektedir.[6]
“Kırk Sırt” adlı eserinde Fevziye Bayramova, kolhozlaşma döneminde mal mülkü ellerinden alınıp, doğup büyüdükleri topraklardan koparılıp, Sibirya’ya çalışma kamplarına sürgün edilen soylu Tatar ailelerinin feci kaderini anlattı. 2002 ve 2007 yıllarında Dünya Tatar Kongresi’nin Yönetim Kurulu üyesi olarak seçilen Beyremova, o yıllarda Tatarların yoğun yaşadığı birçok bölgeye giderek, halkın sorunlarına çözüm arama girişiminde bulundu. Rusya’nın Çilebe (Çilyabinsk) bölgesinde 1957 yılında patlayan “Mayak” Atom Santralinin bıraktığı nükleer kirlilik içinde yaşamaya mahkûm olan Tatarların yanında bulunan Fevziye Beyremova, bu Tatar faciasıyla ilgili “Karabolak” adlı belgesel roman yazdı ve 2006 yılında kitap Almancaya çevrilip, “Der Nukleare Archipel Oder der Atomare Genozid an Den Tataren”adı altında Almanya’da yayımlandı. 1957 yılında olan patlamadan sonra çevredeki bütün Rus köyleri tahliye edilse de Karabolak adındaki Tatar köyü sakinleri ölüme terk edilir. Ayrıca Karabolak köyü haritada bile yoktur. Köy sakinlerinin %92si kanser hastasıdır. Beyremova, çaresizlik içinde kıvranan, ölüm ile kalım arasında varlığını sürdürmeye çalışan Tatar köyü Karabolak halkının derdine derman olmak için bu faciayı dünya kamuoyuna duyurdu.[7]
Bunun dışında Beyremova’nın, hayatını Tatar tarihini aydınlatmaya adayan Rus tarihçi, Stalin rejimi kurbanı Mihail Hudyakov (1894-1936), ömrünün bir kısmını Türkiye’de geçiren bilgin ve din adamı Abdürreşit İbrahimov ve ünlü Tatar şairi Hadi Taktaş (1901-1931) hakkındaki eserleri de okuyucunun ilgi ve sevgisini kazandı. Fevziye Beyremova, eserleriyle bambaşka dünyalara götürüyor insanı. Okuyucu onun kahramanlarıyla bütünleşiyor, onlarla beraber seviniyor, beraber ağlıyor. Olaylar kendi içine çekiyor insanı. Yazar, yalnız halk arasında değil, akademik ve aydın çevre tarafından da kabul gördü. Ünlü Tatar yazarı Emirhan Yeniki (1909-2000), edebiyat uzmanları Hatıyp Minnegulov, Rezeda Ganeyeva, eleştirmenler Rifat Sverigin ve Foat Galimullin, yazar Aydar Helim vb. Fevziye Beyremova’nın eserleri hakkında olumlu yorumlarda bulundular. Fevziye Beyremova’nın kitapları arasında çocuklar için yazılanları da vardır. “Alıplar İlénde” (“Alplerin Ülkesinde” 2002), “Nuh Peygamber Köymesé”(“Nuh Peygamber’in Gemisi” 2004), “Behét Açkıçı” (“Mutluluğun Anahtarı” 2002) adlı eserleri, çocukları hem eğlendiren hem de bilgilendiren önemli eserlerdir. Fevziye Beyremova, çağdaş Tatar edebiyatında dini-ruhani türü yeniden gündeme getiren bir yazardır. “Gasırlarga Tiñ Faciga” (“Asırlara Eşit Facia””), “Gasır Hem Kéşé” (“Asır ve İnsan”), “Saylagan Yulıñ Dörésmé” (“Seçtiğin Yolun Doğru mu?”), “Hac Köndelégé” (“Hac Günlüğü”1999), “Zaman. Millet. Kişi” (2000) adlı hacimli kitaplarında yer alan diğer dini-felsefi yazılarında Tatar halkının tarihi geçmişini, bugününü ve geleceğini İslam dini talimatı açısından değerlendirmektedir. Fevziye Beyremova, halkının gamlı bir vekili olarak, Tatarların yoğun olduğu bölgeleri sık sık ziyaret etmekte, orada yaşayan Tatar Türklerinin yaşam tarzını, iç dünyasını, geleceğe bağlı umutlarını ve endişelerini süreli yayınların aracılığıyla okuyuculara iletmektedir (“Uraltav Tatarları” (“Ural Dağı Bölgesi Tatarları”), “Irınbur Tatarları” (“Orenburg Tatarları”), “Atom Tamgalı Tatarlar” (“Atom Damgalı Tatarlar” vb.)[8]
Yukarıda örnek gösterilen eserlerden de anlaşıldığı üzere F. Beyremova birçok eserinde Tatar halkının şanlı ve aynı zamanda feci tarihini, bu tarihte iz bırakan önemli şahısları ele alır ve en önemlisi, bu şahıslar ve edebi eserlerinin karakterleri kadınlar olur. Çünkü yazar çok iyi bilir, bir halkın, bir kuşağın tarihi en güzel şekilde bir kadının kaderi örneğinde gösterilir. Uzun yıllar çalışması sonucu F. Beyremova’nın ünlü Kırgız yazar Çengiz Aytmatov’un Tatar Türkü olan annesi Nagime Aytmatova-Abdulvaliyeva hakkında “Ana” adlı kitabı 2015 yılında Tatar Türkçesinde, 2018 yılında da “Tatarskaya Mat Çingiza Aytmatova” (“Çengiz Aytmatov’un Tatar Annesi”) adı ile Kazan’da Ayaz matbaasında A. İ. Kadırov tarafından Rusçaya çevrilerek yayımlandı. Eser bilimsel popüler nitelikte olup F. Beyremova’nın kendisi de bildirdiği üzere “Tatar ve Kırgız halklarının ortak tarihine, ortak kaderine, ortak kazançlarına ve ortak geleceğine adanmıştır.”[9]
Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cingiz Aytmatov’un Tatar Türkü olan annesi Nagime Abdulveliyeva-Aytmatova’yı anlatan bu eserinde F. Beyremova aynı zamanda çeşitli nedenlerle Tanrı dağları eteğinde Kırgız halkı ile aynı coğrafyayı aynı ekmeği paylaşmak ve hayatlarını burada devam etmek zorunda kalan diğer Tatarların da kaderini ele almış olup bir Ana karakteri üzerinden bütün Tatar halkının kaderini anlatmaya çalışır. Ana burada bütün Türk dünyasını titretecek bir yazarın yetişmesinde büyük rol oynayan bir anne olmakla beraber soyu ve milli kimliği koruma sorumluluğunu da üstlenen bir şahıs olarak da anlatılır. Kitabı yazma sürecinde F. Beyremova, Cengiz Aytmatov’un Tatar atalarının vatanı olan Tataristan Cumhuriyeti Kukmara ilçesi Maskara köyünü, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek ve Nagime Abdulveliyeva-Aytmatova’nın doğup büyüdüğü Karakol şehrini ziyaret eder, onun çocukları, torunları ve yakınları ile görüşüp Aytmatov’un aile arşivi ile tanışır. Rusya’nın Kirov ve Malmıj şehir arşivlerinde çalışır, birçok tarihi belge ve kitap araştırır. Ayrıca, Fevziye Beyremova’nın her eseri Tatar halkının tarihine adandığı gibi bu eser de bir Ana karakteri üzerinden Tatar Türklerinin kaderi ve büyüklüğü hakkındadır. Beyremova bu hususta “Kaderin Zikzakları” diye adlandırdığı kitabın giriş kısmında şöyle yazar: “Halkım benim! Senin tarihin, tek bir soyunun tarihi, dünyaya dahi doğuran bir Tatar ANA’nın kaderi örneğinde ben senin kaderini, senin eşsiz bir millet olduğunu anlatmak istedim…”[10]
Her şeyden önce bu kitap, en güzel günlerini baba evinde yaşayıp en mutlu yıllarını da eşiyle geçirdiği bir kadının hikâyesini ortaya koyar. “Halk düşmanı” iftirası atılan ve her şeye –zorluklara, hastalıklara- rağmen yalnız başına dört çocuğunu büyütüp eğiterek güzel yerlere gelmelerini sağlayan bir kadın, bir Ana hakkındadır bu kitap. Yazarın amacı, Nagime hanımın kaderi misalinde doğduğu topraklardan ayrılıp başka bir milliyetten olan erkekle evlenmek zorunda kalan binlerce diğer Tatar kadının kaderini göstermek ve bir Tatar anadan doğan Cengiz Aytmatov’un insanlık tarihine kattığı değerin bir kez daha altını çizmektedir.
Kitabın içerik kısmında verilen başlıklar da ilgi çekicidir: 1. Ataların Memleketinde; 2. Yeni Memleket; 3. Baba Evi; 4. Kader ile Yüz yüze; 5. Mutlulukla Dolu Yıllar; 6. Hayat Mücadelesi; 7. Yeni Hayatın Başlangıcı; 8. İnsan Hatırlandığı Sürece Hayattadır; 9. Adını Hatırla. Bütün bu bölümlerde Nagime Aytmatova ve onun soyu ile ilgili toplanıp bir araya getirilen belgeler sunulmaktadır. Kitap, Kukmara ilçesinde dünyaya gelip burada yetişen Nagime Aytmatova’nın babası Hamze ve onun ait olduğu İşman soyundan olan diğer insanları tanıtmakla başlar. Daha sonraki bölümde Aytmatovların günümüz Kırgızistan topraklarında bulunan Karakol-Prjevalsk, Pişpek-Frunze-Bişkek, Celalabad, Oş ve Moskova şehirlerinde ve Nagime hanımın dört yetim çocuğu ile beraber Manas dağı eteğinde Talas vadisinde sürdürdükleri hayattan bahsedilir. Ayrıca, kurşuna dizilen eşinin doğduğu Şeker köyü de dile getirilir. F. Beyremova, Nagime Aytmatova’nın hayatı ile ilgili belgelerin çoğunun korunmadığını, bir kısmının da gayet karşılıklı bilgiye sahip olup tarihleri doğru göstermediğini yazar. Bu yüzden bu kitapta sunulan Nagime hanımın hayatına dair bilgilerin birçoğu onun ailesi ve yakınlarının hatıralarına dayalıdır. Aynı zamanda kitabı yazarken F. Beyremova Cengiz Aytmatov’un annesi vefat edene kadar yazdığı bütün eserlerini tekrar okur ve 2014 yılının Kasım ayında Tatar şair ve yazar Rkail Zeydulla ile Bütün Dünya Tatar Kongresi tarafından Nagime Aytmatova-Abdulveliyeva’nın doğumunun 110. Yılı kutlamalarına katılmak ve yazacağı kitaba bilgi toplamak amaçlı Kırgızistan’a görevlendirilir, Cengiz Aytmatov’un annesini şahsen tanıyan birçok insan ile görüşüp konuşur ve Kırgızistan’da bulunan “Tugan Tel” Tatar Kültür Merkezinde bulunur.
Fevziye Beyremova’nın arşiv araştırmalarına göre Cengiz Aytmatov’un anne tarafı ataları Tataristan Kukmara ilçesi Maskara köyünden kökleri ile Karilin-Vyatka Tatarları olmuştur. XVIII. Yy. bu köyde taştan camiler ve ünlü medreseler, XIX. Yy. ise birçok sanayi ve fabrika faaliyet göstermiş. Ayrıca bu köyün tüccarları birçok ülke ile ticaret etmiş ve etrafta hamilikle de ün almıştır. Hamze Abdulveliyev’in 1880’li yıllarda nasıl Kırgız topraklarına Isık Göl civarında Karakol şehrinden uzak olmayan Ak-Su kasabasına gelip yerleşmesi hususunda birçok fikir olsa da önemli olan, Karakol şehrinde birçok Tatarın yaşayıp burada cami ve okullar inşa etmeleri ve kendilerini ticarette ön plana çıkarmalarıdır. İşte Hamze Abdulveliyev de Karakol’da kendini iyi bir tüccar olarak tanıtır (onun burada 3 evi, 5 mağazası, çarşı sıraları, kocaman elma bahçesi, fabrikaları, vapurları vb. olur) ve Semipalatinsk şehrinin önde gelen Şahiyevler ailesinden Gazizabanu adlı kız ile evlenir. Bu kız, gelecekte Cengiz Aytmatov’un anneannesi, Nagime Hanım’ın annesi olacaktır. F. Beyremova Karakol şehrinin tarihi, sanayi imkânları, dünyevi ilimlere de açık olan –ayrıca, Rus dili dersleri de verilen- okul medreseleri üzerinde de durarak bu şehrin bütün diğer yerleşkelerden daha yeşil, daha bakımlı, daha zengin ve eğitime daha çok önem vermesi ile fark yarattığını ve tabii ki onun böyle olmasında çalışkan ve azimli Tatarların da büyük rol oynadığını vurgular. Isık Göl civarında ilkokullar Tatarlar tarafından açılır, ilk tiyatro gösterileri Cengiz Aytmatov’un Tatar dedesi hami, cemaat işlerine aktif katılan, sattığı malları Rus çarının sarayına da götürme hakkına sahip olan tüccar Hamze Abdulveliyev’in ailesi tarafından oluşturulur ve Kırgızların Avrupa medeniyeti ve ilimi ile tanışması da bu yörede Tatar Türkçesi üzerinden olur. Karakol şehrinde Cengiz Aytmatov’un annesinin babası -yani yazarın dedesi- ilk olarak elma yetiştirmeye başlar ve elma bahçesi ile de ün kazanır. Beyremova’nın da yazdığı gibi, kim bilir belki de Cengiz Aytmatov “Isık Göl’ün Kırmızı Elmaları” adlı eserini Tatar dedesini ve onun elma bahçesini düşünerek yazmıştır. Cengiz Aytmatov, bütün bölgede tanınmış tüccar olan Hamze dedesi ve annesinin çocukluğu geçtiği elma bahçeleri ile çevrili dedesinin evi, ailesi ile ilgili daim güzel hatıralar almıştır kalemine. Ayrıca, Hamze Bey’in evinin olduğu yerde otobüs durağı günümüzde de “Abdulveliyev Bahçesi” olarak anons edilmektedir.[11] Cengiz Aytmatov’un annesi ve dedesi ile ilgili bilgilerin çoğunu Fevziye Bayramova yazarın kendisinin ve ablası Roza’nın hatıralarını temel alarak yazar.
Kitabın “Baba Evi” diye adlandırılan bölümünde Bayramova, Hamze ve Gazizabanu’nun aile saadetinden ve doğurdukları sekiz çocuğun kaderinden bahseder. Bu dünyanın en mutlu çocukluğunu yaşasalar da onlar öbür dünyaya, toplum tarafından dışlanan ve ezilen, kanatları kırılan şahıslar olarak göçecekler. Hepsi stalinizm kurbanı olacak, zengin baba çocukları olarak “halk düşmanı” mührü basılacak kaderlerine.
Cengiz Aytmatov’un annesi Nagime Hanım ile ilgili F. Bayramova mevcut kitapta birçok bilgi verirken, ona karşı ayrı bir saygı, sevgi ve hayranlık bildirir. Nagime Hanım’ın Torekol Aytmatov ile severek evlenmesi, zor durumda eşini bırakmadan peşinden Oş, Celalabad, Pişpek-Frunze, hatta Moskova’ya kadar gitmesi ve eşine hep destek olması yazarda ve bu kitabı okuyanlarda daima hayranlık uyandırır. 1937 yılında Moskova’dan eşinin memleketine dönen Nagime Hanım’ın hayatı artık kendisi için değil çocukları ve onların hayatta kalması için verdiği mücadeledir. Bu yüzden F. Bayramova’nın kitabı ölünceye kadar eşine sadık kalıp onun bir gün dönmesini bekleyen, “Halk düşmanı” eşi olarak çok zor durumda -yaşam ile ölüm arasında- kalan bir Eş’e ve bütün çocuklarını sağ salim yetiştirip onlara eğitim veren, güzel yerlere gelmelerini sağlayan bir Ana’ya methiye niteliğindedir.
Fevziye Bayramova kendisi de bir kadın ve bir anne olarak Nagime Aytmatova’nın gönül dünyasını ve acıklı kaderini bütün hücreleri ile hissederek yazar. Sadece onun kaderini değil, Nagime Hanım’ın payına düşen zorlukları o dönemde paylaşan diğer kadınları da anlamaya çalışır ve en önemlisi, o dönemin siyasi durumunu, ruhunu anlatarak yapar bunu. Bir aile ve bir kadının kaderi örneğinde aslında o dönemi, o dönemin karanlık ve feci yüzünü gösterir.
Değişmeyen bir husus vardı Nagime Hanım’ın hayatında: eşi Torekol ile o çok mutlu idi. Kitabın “Mutlulukla Dolu Yıllar” adlı bölümünde F. Beyremova tek tek onların aile saadetini, eşinin parti işlerindeki başarılarını, hızla yükselmesini ve 1930’lu yıllardan itibaren bu saadetin yerini alan üzüntüleri, çaresizliği anlatır. Nagime Hanım’ın 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrası hayatın getirdiği bütün zorluklara göğüs gererek kendisi de hasta hali ile 4 çocuğunun hayatta kalması için mücadele vermesi, eşinden bir haber alamamaktan çaresizce çırpınıp durması, onun izini bulma çabalarında bulunması, toplumda “halk düşmanı eşi” olarak dışlanması, rencide edilmesi, çocuklarına ekmek getirebilmek için durmadan ve hiçbir şeye aldırmadan çalışarak hayatına devam etmesi ustaca ve bütün detayları ile kitabın “Hayat Mücadelesi” adlı bölümünde anlatılmıştır.
“Yeni Hayatın Başlangıcı” adlı bölümde ise 1953 yılından sonra Cengiz Aytmatov’un hayata atılması, ilk eserlerini yazmaya başlaması ve iş hayatında gördüğü zorluklar tasvir edilir. Onun en büyük çocuk, annesine en büyük destek, kardeşleri için de bir ağabey olarak kardeşlerine yardımda bulunması, evlenip çoluk çocuğa karışması anlatılır. Bu bölümde artık Nagime Hanım torunlarına Tatar Türkçesi öğreten, Tatar masalları anlatan bir babaanne olarak da çıkar karşımıza. Aynı zamanda eşinin “halk düşmanı” olarak kurşuna dizilmesinin açığa kavuşması ve Nagime Hanımın bu haberden sonra artık kanadı kırılmış bir kuş misali kalması da anlatılır. Ayrıca yazar Nagime Hanım’ın hayatının son günleri üzerinde de durarak eşsiz azim ve sabır abidesi olan Ana ve onun aziz hatırası karşısında bir kez daha başını eğer.
“İnsan Hatırlandıkça Hayattadır” adlı bölümde Fevziye Beyremova Nagime Aytmatova’nın doğup büyüdüğü topraklara, çocukları ve torunları yanına gerçekleştirdiği seyahatini anlatır. Karakol’a Kazan’dan gelip yerleşen Hamze Abdulveliyev’in tek bir evinin kalmadığına üzülerek, yine de günümüze ulaşan Hamze Bey’in yaptırdığı Tatar mescidinde namaz kılar, Nagime Hanım’ın eğitim gördüğü Karakol Rus Kız Gimnazyumu binasını ziyaret eder. Karakol’da günümüzde fazla kalmayan Tatarlarla buluşur, 1992 yılından bu yana faal olan “Tatulık” adlı Kırgızistan’da yaşayan Tatarları birleştiren “Tugan Tel” (“Anadil”) toplumu içinde yer alan dernek üyeleri ile görüşür. Dernekte Karakol’da Tatarların izlerini koruma ve şehir müzesinde Tatar halkının tarihini anlatan ayrı bir oda açma, bu odada sempozyum ve konferanslar düzenleme hususunda tekliflerde bulunur. Görüşmeye Abdulveliyevler soyunun varisleri de gelir. Beyremova, Tatarların Kırgızistan’da Karakol’da hala çalışkanlıkları, cesaretleri, inançlı, doğru, disiplinli olmaları ile ve ticari işlerle uğraşmaları sonucu iş adamları olarak saygı görmeleri ile gurur duyarak yazar.
Kitabın son bölümü F. Beyremova tarafından derin anlam yüklü bir şekilde “Adını Hatırla” diye adlandırılmıştır. Bu bölümde yazar 2014 yılında Bişkek’e Nagime Aytmatova’nın Doğumunun 110. Yılına Kazan’dan Tatar şair Rkail Zeydulla ile gelip Nagime Hanım’ın, yan yana toprağa verilen Torekol ve Cengiz Aytmatovların mezarlarını ziyaret ettiklerini anlatır. Jübile konuşmasında F. Beyremova, Nagime Atmatova’nın Tatar halkı için her şeyden önce büyük yazar Cengiz Aytmatov’un yazar olarak oluşmasına sağladığı büyük katkı ile değerli olduğunu dile getirir. Evet, Cengiz Aytmatov Tatar Türkçesinde konuşmamış, eserlerini Tatar Türkçesinde yaratmamış, eserlerinde tek bir Tatar karakterini göstermemiştir. Fakat ne hakkında yazarsa yazsın onun yanında aynı Nayman-Ana gibi kulağına sürekli “Adını Unutma, kimin oğlu olduğunu unutma, mankurt değilsin sen!” diye fısıldayan annesi Nagime Hanım vardı. Cengiz Aytmatov’un Kazan’ı ziyaretleri, hatta bir taraftan Tatar soyundan geldiğini unutmaması için oğlu İlgiz’i de Kazan’a götürmesi hususunda da yazar tarafından bu bölümde geniş ve felsefi içerikli düşünceler sunulmakta. Beyremova kendisi de yazdığı gibi “Cengiz Aytmatov Tatarlar hakkında kürsülere çıkarak konuşmalar yapmasa da bu halkın büyüklüğünü bütün kalbi ile kabul etmiş ve özel görüşme ve konuşmalar sırasında sıkça vurgulamıştır.”[12] Yazar kitabının bu son bölümünde 2009 yılında Kazan’da Cengiz Aytmatov’u anma gecesine oğlu İlgiz’in annesi Meryem Hanım ve halası Roza Hanım ile gelmesi hususunda da geniş bilgi verir.
Nagime Hanım’ın kızı Roza şöyle yazar: “Öyle kadınlar vardır ki hayatın zorlukları ve taşınılmayacak kadar ağır yükü altında kırılıp hayata küserler. Ama öyle kadınlar da vardır ki eş ve çocuklarının sahip oldukları statü ve mevkilerden dolayı kibirlenirler ve kişilik sıfatlarını kaybederler. Kadere sonsuz şükranlarımı sunuyorum, annemiz Nagime Hanım hep zeki ve asil kalmayı başardı, doğruyu eğriden ayırt edecek bir kişiliğini korudu, hayata asla küsmedi…”[13]
Fevziye Beyremova yüksek dağları ve derin, gizemli Isık Göl’ü, mavi gözlü bozkurtları, beyaz geyikleri, baharda memleketine dönen turnaları, bozkırları, sade ve aynı zamanda sert evlatları –bozkırın ve dağların evlatları Kırgız halkı!- ile gönlünde unutulmayacak bir iz bırakan Kırgızistan ülkesi ile vedalaşırken tarihin çetin dönemlerinde Tatar Türklerine de kucak açan bu topraklara, bu kardeş halka sonsuz teşekkürünü bildirmeyi de bir borç bilir: “Elveda Tanrı Dağlarına kök salan benim mavi gözlü Tatarlarım, dünyaya eğitim ve aydınlık tohumu eken benim kitabi göçebelerim! Kaderin sesine kulak vererek yeni şehir ve kasabalar inşa etmek, Kıpçak bozkırlarına din ve eğitim götürmek, Kırgız Uygur ve Nogay Türkleri ile kardeşlik bağlarını kuvvetlendirerek daha bir zenginleşmek ve asaletini tanıtmak için Büyük İpek Yolu’na düşen aziz halkım! Senin tarihin, tek bir soyunun tarihi, dünyaya dahi getiren bir Tatar annenin kaderi misalinde ben seni anlatmak istedim…”[14]
Tatar Türklerinden tanınmış yazar, tarihçi, toplum önderi ve düşünce kişisi, İttifak fırkası başkanı, hâlâ Tataristan’da Yar Çallı (Naberejnıye Çelnı) şehrinde yaşamakta ve eserler vermekte olan Fevziye Beyremova’nın Cengiz Aytmatov’un hayatına ve kişiliğine böylesine değişik ve kıymetli bir pencereden bakması, hem Tatar hem Kırgız Türkleri tarafından sevilerek ve gurur duyarak okunacak sade ama aynı zamanda tarihi bilgilere dayalı zengin içeriğe ve anlama sahip bir kitabın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Kaynakça:
[1] Xezérgé Tatar Prozası. Kazan, Megarif, 2008, s. 251-252.
[2] Tatar Dramaturgları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 2008, s. 41-42.
[3] Yarullina Yıldırım, R. Tatar Nesri ve Romantizm Estetiği. İstanbul, Kesit, 2016, s. 180-189.
[4] Zaripova Çetin, Çulpan. “Kazan Tatar Edebiyatı.” Türk Dünyası Çağdaş Edebiyatları El Kitabı. İstanbul: Kesit, 2018, s. 768-769.
[5] Xezérgé Tatar Prozası. A.g.e., s. 252.
[6] Zaripova Çetin, Çulpan. A.g.e., s. 770-771.
[7] Zaripova Çetin, Çulpan. A.g.e., 770-771.
[8] Xezérgé Tatar Prozası. A.g.e., s. 252.
[9] F. Bayramova. Tatarskaya Mat’ Çingiza Aytmatova. Nauçno-Populyarnoye İzdaniye. Kazan: “Ayaz”, 2018.
[10] F. Bayramova. A.g.e., s. 5.
[11] F. Bayramova. A.g.e., s. 33, 29, 36.
[12] F. Bayramova. A.g.e., s. 111.
[13] A.g.e., s. 120.
[14] A.g.e., 121.