HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Emrah Yılmaz 4
Kardeş Kalemler 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
“Dünyada iki şey sonsuzdur: Ruhun ömrü ve günahların işlenmesi. İnsanoğlunun ruhu ebedidir. Daha önce işlediği her günahı için bir gün sorguya çekilecektir. Sorguya çekilmediği hâlde işlediği günahlarının bedelini arkasında kalan evlatları ya da torunları ödeyecektir.”
(Tımarhane’den)
Kırgız edebiyatının güçlü kalemi Sultan Raev’in Haftanın Beşinci Günü adlı hikâye kitabından sonra Tımarhane adlı romanı da Prof. Dr. Orhan Söylemez ve Kemal Göz tarafından Türkiye Türkçesine aktarıldı ve Aralık 2018’de Bengü Yayınları tarafından yayımlanarak, okuruyla buluşmak üzere raflarda yerini aldı.
Tımarhane, Beken Nazaraliyev imzalı ürpertici bir kapak resmi ile okuru selamlıyor. Üzerinde yılanların gezindiği uçsuz bucaksız bir çöl resmi; bu resmin üzerinde siyah bir çerçeve, çerçeve içerisinde sol yarısı kurukafaya dönüşmüş bir insan kafası, kurukafanın ağzından girmiş, göz çukurundan çıkmış simsiyah kocaman bir yılan. Bu ürpertici kapak resminin, romanın muhtevasına dair mesajlar ihtiva etmesi bakımından da roman ile bütünleşen, kitabı tamamlayıcı nitelikte bir unsur olduğunu söylemekte fayda var.
260 sayfa ve on dört bölümden oluşan roman, Kutsal Topraklar’a gidip Tanrı’ya tövbe etmek, af dilemek ve günahlarından kurtulmak için akşamüzeri tımarhaneden kaçan ve ertesi gün öğlene doğru ıssız bir çöle varan yedi kişinin bir yandan güneşten kavrulan ıssız ve kurak çölde hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan çölde onları intikam için bekleyen yılanlarla, öte yandan kendi ruhlarıyla hesaplaşmasını konu alıyor. Bu manada Raev’in romanı çarpıcı ve etkileyici bir biçimde kurguladığını söylemeden geçmemek gerekir: On dört bölümlük romanın yedi bölümü, ayrı ayrı yedi kahramanın isimlerini taşıyor ve yazar bu bölümlerde okurun kahramanların geçmişine tanıklık etmesini sağlıyor. Kahramanlara dair bölümlerin ardından “Yedi Kişi” başlığı ile yazar yeniden anlatı zamanına dönüyor. Yani Sultan Raev, bir bölümde okuru geçmişe doğru bir yolculuğa çıkardıktan sonra yeniden anlatı zamanına dönmek suretiyle etkileyici ve bütünleşik bir kurgu yaratmayı başarmış.
Bu doğrultuda romanın yedi kahramanının kimler olduğu sorusu büyük bir önem kazanıyor, zira bu yedi kahraman tımarhaneden kaçarak Kutsal Topraklar’a gidip tövbe etmek, af dilemek amacıyla yola çıkmış sıradan insanlar ama onların her birine sonradan verilen lakaplar, onların kaderlerini insanlık tarihe mâl olmuş imparatorlarla, krallarla, kraliçelerle bütünleştirerek okuru yüzyıllar ötesinde yaşanmış büyük günahlarla tanışmaya sürüklüyor. Tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin ruhları yüzyıllar sonra sıradan hayatlar yaşayan sıradan insanların bedenlerinde yeniden tezahür ederek, ruhsal bir arınma uğrunda Kutsal Topraklar’a doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkıyor.
İmparator’un kılavuzluk ettiği kafilede kimler yok ki? Yüzyıllar sonra bir fahişenin bedeninde hayat bulan, tarihe mâl olmuş namlı fahişe Tais Afinskaya (Atinalı Thais), erkekliğine düşkün Lir (Kral Lear), kılıcıyla dünyaya baş eğdiren Cengiz Han, Asya’yı ayaklarına kapandıran Büyük İskender, cazibe timsali Kleopatra ve isminin ne zaman kim tarafından konduğunu kendisi bile bilmeyen, kafilenin en genci Kozuçak. Kafilenin tarihe mal olmamış, sıradan kalmış yegâne kahramanı Kozuçak hariç, diğer altı kişinin en büyük ortak özelliği hayatları boyunca şehvetlerine ve egolarına yenik düşmüş olmaları. Ahlakları ile birlikte insani değerlerini kaybeden, yüksek egoları ile Tanrı’yı reddeden, hatta kendilerini Tanrı yerine koyan kahramanlar, Kutsal Topraklar’a doğru yolculukları esnasında, hayatları boyunca işledikleri günahların kefaretini en ağır biçimde ödemeye mahkûm oluyorlar.
Yazarın sembolik anlatıma dayalı etkileyici kurgusu, okurun zihnine pek çok çağrışım yapıyor. Bilhassa roman boyunca “yedi” rakamına dair pek çok farklı şekilde yapılan sembolik vurgular, kimi bölümlerde Hz. İsa ve Hıristiyanlığa dair göndermeler, kahramanların karakteristik özellikleriyle bağdaştırılarak düşünüldüğünde “yedi” rakamına dair bir başka çağrışım canlandırıyor zihinlerde: Yedi ölümcül günah! Katolik inancında insanlığın yedi ölümcül günahı olarak sayılan “kibir, açgözlülük, şehvet, kıskançlık, öfke, tembellik ve oburluk”, insanoğlunun işlediği her türlü günahın da esasını teşkil eder.
Yüzyıllar sonra sıradan insanların bedenlerinde yeniden hayat bularak, günahlarından arınmak, tövbe etmek için çıkılan yolculuk boyunca kendi vicdanlarıyla ve ruhlarıyla mücadele etmeye mahkûm olan bu kahramanlar, “şehvet” başta olmak üzere en ölümcül günahları işlemişlerdir. Kahramanlara azap veren en büyük ölümcül günahları ise insanoğlunun en hayvani içgüdüsü olan “şehvet”e hayatları boyunca boyun eğmiş olmalarıdır. Güç ve kudretin kahramanlarda yarattığı bir diğer ölümcül günah ise “kibir”dir. Roman kahramanları geçmiş hayatlarında büyük bir kibre kapılmış ve bir süre sonra kendilerini “Tanrı” olarak görmeye başlayarak Tanrı’nın sıradan kulları olduklarını unutmuşlardır. Bütün bu günahlarıyla roman kahramanları yüzyıllar sonra sıradan bedenlerde vücut bularak maddi ve manevi büyük bir hesaplaşmaya mecbur tutuluyor, bu hesaplaşma her birinin Tanrı’nın gazabına uğramalarına sebep oluyor. Kavurucu güneşin altında Kutsal Topraklar’a doğru sürdürdükleri yolculukta onları bu hesaplaşmaya mecbur tutan şey ise cehennemin bekçileri yılanlar oluyor!
Sultan Raev, baştan sona semboller üzerine kurguladığı çarpıcı romanında günümüz insanını, her geçen gün biraz daha içine doğru çekildiği modern hayat bataklığında kaybetmeye başladığı insani/ahlaki değerleri sorgulamaya mecbur bırakıyor. Her bir sembolün altında çok derin felsefi mesajlar ihtiva eden Tımarhane, Prof. Dr. Orhan Söylemez ve Kemal Göz’ün akıcı tercümesiyle, onu okumaya cesaret edecek okurlarını sarsmaya hazır; bekliyor. Kendisiyle, vicdanıyla, modern dünya içerisinde kaybettiği ahlaki değerleriyle yüzleşmeye cesaret edebilecek her okur, vakit kaybetmeden Tımarhane ile tanışmalı.