TOZ


 01 Mart 2023


Geceydi, karanlıktı, soğuktu. Bir yerlerden şiddetli bir uğultu duydu. Zemin ve duvarlar yalpalamaya başlamıştı. Yer göğe yakınlaşmak istemişti.  Bir anda bedeni sıcaktan soğuğa düştü. Kaçmak istedi, ama bedenine hükmü yoktu. Yatakla dolabın arasında savruldu durdu, üzerine bir şeyler devriliyordu. Dışarıdan insanların acı çığlıklarının sesi geliyordu. Eşyaların yerlere düşüşünün, kırılışının, parçalanışının sesleri kulaklarında çınlıyordu. Bu savruluş daha ne kadar sürecekti? Bir an hiç bitmeyecek gibi geldi. Kıyamet kopuyor, diye düşündü. Nitekim evi başına yıkılmıştı. Derinlere doğru çekildiğini hissediyordu. Her şey birbirine geçmiş, her yeri karanlıkla beraber yoğun bir toz kaplamıştı. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Kendini hiç bu kadar Allah’a yakın hissetmemişti, çaresizce O’na yakarıyordu. Bir anda hayatta en sevdiği kişi olan eşini kaybetmenin korkusunu hissetti. Bağırdı.

“Ömür, neredesin? Ömür…” 

Ses alamadıkça daha çok bağırıyor. Sesinin yıkılan duvarları aşıp herkese ulaşmasını istiyordu, ama kendi sesinden başka bir ses yoktu. Bir sürü olumsuz düşünce zihnini ele geçirmişti. Hayatta yalnız kalma korkusu bütün korkusuna baskın geliyordu. Çaresiz haykırışlarına devam etti.

Bir ses alamayınca her yanını bir keder sardı. Korkusunun, acizliğinin, kırılganlığının kederiydi. Yerle olan bağı koptuğunda dünyayla olan bağının da koptuğunu hissetti. Böyle bir şeyin şiddetini tahayyül dahi edemezdi. Akılda olmayan başa gelmişti. Yarın okul başlayacaktı. Hazırlıklarını yapmış, giyeceklerini bile ayarlamıştı. Oysa şimdi kışın ayazında enkazın altında ayağında çorap bile yoktu.

Karanlıkta iki büklüm acı içerisinde elleriyle etrafını yokluyordu. Yataktan arta kalanların yanında telefonunu arıyordu. Ellerine batan şeylerin arasında yumuşak bir şey hissetti, battaniyesiydi. Bir çocuk sevinciyle onu kendisine çekiştirmeye başladı. Sol bacağında keskin bir ağrı duydu. Aldırış etmedi, sıcağın tesellisi acısına galip geldi. Çekiştirmeye çalışırken bir şeyler yerinden oynadığı için korksa da var gücüyle battaniyeyi kendisine çekti. Bir yırtılma sesi duydu. Elinde kalan parçayla üstünü örttü. Nefesini içeriye verip biraz da kıpırdanarak ısınmaya çalıştı. Yardım ne zaman gelir acaba, diye sabırsızlanıyordu. Arada bir ses duyabilmek umuduyla eşine sesleniyordu. Bir ses duysam, bir ses duysam diye düşünürken acının verdiği uyuşmayla uykuya daldı. 

Hiçbir şey olmamış gibi uykudan uyandı. Sonra birden her şeyi bütün ağırlığıyla hatırladı. Eşine seslendi. Saat kaçtı, gündüz olmuş mudur, niye kimse gelmedi daha, diye kendi kendine soruyordu. Kardeşlerini, yeğenlerini, dostlarını, öğrencilerini, akrabalarını, komşularını, iş arkadaşlarını düşündü. Nasıl olduklarını yaşayıp yaşamadıklarını merak ediyordu. Bunlar başımıza neden geldi, diye aklından geçiriyordu. Evinin sağlam olduğunu zannederdi. Lakin evi, hayattaki en güvenilir sığınağı, artık yoktu. Bütün güvendiği ne varsa yerle bir olmuştu.

“Yalnız olduğumu düşünürdüm, oysa ne çok kişi varmış hayatımda. Ne çok şeye sahipmişim. Yalan mı oldu şimdi bunların hepsi? Ne kadar saçma sapan şeyleri kafama takmışım. Çok susadım, çok üşüyorum. Eşim yaşıyor mu? Karnım da acıktı. Nerede? Nasıl? Bu toz neden bu kadar yoğun ve kesif kokuyor?” diye içinden söyleniyordu. 

Geçmişin görüntüleri, anıları birbirine geçmiş, pek çok şey aynı anda zihnine hücum ediyordu. Sonra tekrar etrafını yoklamaya başladı. Yine telefonunu aramaya koyuldu, ancak eline kırılan şeylerden başka bir şey gelmiyordu. Aramayı bırakmadı, gayretine kendisi de şaşırıyordu. Su şişesini buldu, kırılmamıştı, çalkaladı, yarısından fazlası doluydu. Hemen hepsini içmek istedi, ama bir yudum aldı durdu, ardından dayanabildiği yere kadar beklemeye karar verdi. 

Bütün korkusuna, acısına rağmen içindeki yaşama isteğine hayret ediyordu. Öte yandan umudu, sabrı, gücü azalırken acısı, kederi artıyordu. Kendini teselli etmeye çalıştı. Kış günü bahar sözleri fayda etmiyordu. Ölümü düşündü. “İyi bir hayatım oldu. Ancak yarım! Öleceksem eğer son bir kez daha eşimi görmeden ölmesem keşke!” diye söylenip anılarını düşünürken yine uykuya yenik düştü.

            Uyudu, uyandı. Altında bir ıslaklık hissetti. Altına işemişti. Enkazın altında bile olsa yine de utanmıştı. Ağlamaya başladı. Kana kana ağlayabildiği kadar her şeye ağladı. Güzel şeyler için de ağladı. Bir yandan da bildiği bütün duaları, sureleri okuyordu. Başka kime sığınabilirdi. Yaradanına sığındı, sığındıkça umutlandı. Birden duyguları değişiyordu. Bazı teselli dolu hislerine karşın ölüm korkusu iyiden iyiye yer etmeye başladı içinde ve söylendi.

            “Öleceğim burada! Kimse gelmeyecek. Her şey ne kadar boş. Uyuyacağım, uyanmayacağım. Ama henüz yaşıyorum, ölümü bilemem. Yoksa ölüm gerçekten tek gerçek mi? Niçin şimdi ölümden bu kadar korkuyorum. Sevdiklerimden ayrı kalmaktan mı?... Umarım Ömür yaşıyordur ve beni bulur.” diye umut ve umutsuzluk duygularını aynı anda yaşıyordu.

Sanki içinde bulunduğu toz yığını kalksa her şey düzelicek gibi hissediyordu. Lakin içinde bulunduğu karanlıkta yaşamak zevki yoktu ki umudu olsun. Çok susamıştı, kalan suyunu boğazı acıya acıya içti.

Yine uyudu. Uzunca bir süre uyudu. Uyandı. Zihni bulanıktı. Ne kadar zaman geçmişti, anlayamıyordu. Zaman mefhumunu yitirmişti. Sadece karanlık ve toz vardı. Bir boşluk hissetti. O boşlukta huzur vardı. Karanlığa o kadar uzun süre baktı ki neredeyse görünmeyenleri görmeye başladı. Görünmeyen bir şeye umut besledi. Karanlığın içinde bir ışık gördü, ışıkla konuştu. Sonra üstünde gürültüler duydu, makine sesleri geliyordu. O uzun sessizlikten sonra bu yeni sesler beyninde çınlıyordu. Ancak kaybetmeye başladığı umudu tekrar içini doldurmaya başladı. Bir adam heyecanlı gözlerle ona bakıyor, adını soruyordu. “Seda! Seda!”

Kendi adı kendine yabancı geliyordu. Ertelemeden iyi olmaya gayret etmek en büyük amacıydı artık. Adama büyük bir yakınlık ve minnetle baktı, teşekkür etti. “Eşim! Ömür yaşıyor mu?” diye metanetle sordu. O sırada dışarıdan “Ömür Bey! Burada! Burada! Yaşıyor!”, “Yüz yirmi sekizinci saatte bir mucize kurtuluş daha bekliyoruz.” diye sesler gelmeye başladı. 

Önünde açılan boşluktan tozlar arasındaki yıkıntılara baktı. O yıkıcılıktan kalan yoğun toz sadece binaları, caddeleri, şehirleri kaplamamıştı, hayatların da üstünü kaplamıştı. Her şeyin üzerindeki tozu kaldırmak istedi. Kendi açığa çıkınca dehşet de açığa çıkmıştı. Yaşadığına bir an sevinememişti, yaşamanın utancını hissetti. Ancak o dehşetin içinde sevinçle iki göz ona bakıyordu. Ömür’ün gözlerini görünce içi aydınlandı. Bilinmezliğin içindeki umut ona gülümsüyordu.

(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Şubat 2023)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 195. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 195. Sayı