Tuğba


 01 Ekim 2020


Alışverişimi yapmış eve dönüyordum. Başında kaskı, ellerinde yarım eldiveni, dizlerinde ve dirseklerinde korumalıkları kay kayıyla yaklaşan bir kadın takıldı gözüme. Tanıyacak gibi oldum, çıkaramadım. Bir ayağı kaykayın üzerinde, öbür ayağıyla ite ite gelip tak diye önümde durdu.

"Nasılsın İdris abi?" dedi.

Önce bir afalladım. Bu tür bineklere Hollanda'da sık rastlanırdı. Genellikle Hollandalılar ve yabancı genç erkekler binerdi. Karşımda başını açmış, Hollandalı kadınlardan bile daha koyu makyaj yapmış, bir Türk kızı vardı. Tuğba'ydı bu. Hatırladım, Tuğba’ydı. İyice şaşırdım.

Tuğba yedi sekiz yıl önce bize gelip iş isteyen, birkaç ay beraber çalıştığımız genç kızdı. Anne ve babası ona iyilik, güzellik anlamına gelen, kökü yukarıda dalları aşağıda olduğuna inanılan, cennetteki ağacın ismini vermişlerdi. Güzel insan olsun, cennetlik olsun istemişlerdi. Dinini, diyanetini öğrensin diyerek, Hollanda'da bulunan bir dinî cemaatin yurduna yerleştirmişlerdi.

Tuğba, dıştan bakılınca Müslüman görünümlüydü ama iç dünyasıyla çocukluğunu, ilk gençliğini dolu dolu yaşamak isteyen, hareketli, meraklı, aklına eseni yapmak isteyen bir kızdı sanki. Cemaat yurdunun zoruyla mı kendini olduğundan başka göstermek zorunda hissediyordu? Bilemedik. 

Yıllar önce işyerimize babasının motosikletiyle birlikte geldiklerinde ne kadar cana yakındı. Babasının arkasından inip kaskını çıkardığı zaman görmüştüm. Başı örtülü samimi, saygılı, temiz yüzlü bir kız çocuğuydu. Bana öyle gelmişti, öyle görünüyordu. Kendisinin de bu motoru kullanabildiğini, ehliyetinin bulunduğunu söylemişti. 

Sonradan öğrendim: Tuğba Anne ve babasının haberi olmadan, internet üzerinden tanıştığı, Fransa'da yaşayan ilticacı bir gençle evlenmiş. Önceleri bu evliliğe karşı çıkan annesiyle babası torunları dünyaya gelince yapacak bir şeyleri kalmamış, barışmışlar. 

Tuğba’nın kimseye muhtaç olmadan ayakta kalabilmesi için çalışıp kazanmaya ihtiyacı vardı. Muhasebe ve satış bölümünde işe aldık. Beyi için şehrimizde tanıdık bir restoranda iş bulduk. Bir müddet sonra ben bir başka iş için şirketten ayrıldım. Yıllar içinde Tuğba'yı, tesadüfen bir kaç gez görmüş, bir birimizin halini hatırını sormuştuk.

"İyiyiz abi" demişti. Yalnızca iş yeri kapandığı için işsiz kalmıştı. Restorandaki işine devam eden beyinin yakın bir zamanda süresiz oturum alacağını söylemişti.

Hollanda'da iki buçuk yaşına giren bütün çocuklar kreşe, dört yaşını doldurunca da ilkokula geçerler. Tuğba’nın iki kızı da büyümüş, okula gidiyorlarmış.

"Allah kerimdir, bir kapıyı kapatan Rabbim, bir başka kapıyı açar." diyerek en son görüşmemizde böyle dualaşmıştık.

Şaşkınlığımı attıktan sonra.

"İyiyim kardeşim, sen nasılsın, nereden çıktın böyle" dedim. Tuğba'nın yüzü biraz kızarmış, başı önüne eğilivermişti. Benden utandığını anlamıştım. Onu rencide etmemeye dikkat ettim. Hatası olan insan rencide edilmezse, hatasını düzeltmek için kapını kolaylıkla çalabilirdi.

" Abi, bende bu mahalleye taşındım. Seni görünce de halini hatırını sormadan geçemedim. Yengem, çocuklar nasıllar?" diyerek, hem halimi hatırımı soruyor, hem de bir an önce yanımdan uzaklaşmak istiyormuş gibi bir hali vardı.

" Şükür hepsi iyiler, bir gün çocukları da al buyur gel kahvemizi iç." dedim. Yüzü kızardı, gözleri doldu.

"İnşallah abi, Allah'a emanet ol!" diyerek arkasına bile bakmadan, geçmişinden ve benden kaçar gibi, kay kayına atlayıp, hızla uzaklaştı. 

Müşterek tanıdıklarımızdan öğrendim ki hayatı, alt üst olmuş. İlticacı olan kocası süresiz oturma iznini alınca bunları terk etmiş. Boşanmışlar. Ailesiyle de arası açıkmış. "Zamanında bizi dinlememiştin." Diye üzerine üzerine gelmişler. Mahallesinden ayrılıp bizim mahalleye taşınmış. İş bulmuş, çalışıyormuş. Çocuklarını kendisini yetiştiren cemaatin okuluna yazdırmış. Onu yakından tanıyanların söylediğine göre; bir Hollandalı öğretmenle birlikte, tıpkı bir Hollandalı gibi yaşıyormuş. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 166. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 166. Sayı