HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
KEMAL BOZOK 4
Emrah Yılmaz 5
UFUK TUZMAN 6
Osman Çeviksoy 7
Çağdaş Türk edebî-sosyal çevresinin tanınmış simalarından Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu’nun eserleri, çağdaş kardeş ülke edebiyatında oluşumunu devam ettiren yeni modernleşme dalgasının tipik özelliklerini bünyesinde barındırıyor.
Tahminen 19. yüzyılın sonlarından itibaren Tanzimat hareketi ile başlayan ihtişamlı Osmanlı edebiyatı üslubundan realizme doğru gelişim süreçleri, 20. yüzyıl içerisinde sıradan insan hayatının en çeşitli yönlerinin zengin bir edebiyatın başlıca konularına dönüşmesine güçlü bir ivme kazandırmıştır. Bununla birlikte 20. yüzyıl Türk romanlarında sıradan insanların hayatını, özellikle aile meseleleri çevresinde kaleme alınması geleneği geniş bir yer edinmiştir. Bu tür bir edebiyat, toplumsal çevrenin eleştirel anlayışını ön plana çıkaran Aziz Nesin ve Ömer Seyfettin gibi büyük söz ustalarını, manevî alemin iç dünyasını açığa çıkarmaya önem veren Yaşar Kemal ve Reşat Nuri Güntekin gibi tanınmış yazarları ortaya çıkarmıştır. Bunun yanı sıra çağdaş Türk insanının sosyal çevreyle ve dünyayla ilişki içerisindeki yeni simasının, kendine özgü manevî aleminin canlandırılması kardeş ülkede modern edebiyattan metamodernizme doğru gelişimini ön plana çıkarmıştır. Bize göre, Yakup Ömeroğlu’nun 2019 yılında Bakü’de “Ganun” neşriyatında yayınlanmış olan “İki Çınar” kitabı, çağdaş Türk edebiyatındaki modern edebiyatla metamodernizm arasında geçiş süreçlerinin ruhunu yansıtan niteliksel olarak yeni türde bir edebiyat olayıdır. Modern edebiyattaki canlılık, çağdaşlık konumuyla metamodernizmdeki simgesellikten, birazda soyutluktan doğan notaların ilişkilendirilmesi Yakup Ömeroğlu’nun yaşayan ve düşünen sıradan kahramanlarını şekillendirir. Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerinde yazar hassasiyeti ile yazarın toplumsal konumu birbirini bir bütünün parçaları gibi hızlıca tamamlıyor. Azerbaycan halk yazarı Anar’ın “çok hassas bir gözlemci” yazar olarak nitelendirdiği Yakup Ömeroğlu’nun bu hassasiyeti hem insanların manevî dünyasının inceliklerini tüm doğallığıyla tasvir ederken hem de sosyal çevrenin çeşitli problemlerine müdahale ederken aynı derecede başarı gösterir. En önemli hususlardan biri de şudur ki Yakup Ömeroğlu hikâyelerinde sadece sıradan insanları veya gündelik sıradan çevreyi tasvir etmekle kalmaz, büyük bir ustalıkla sosyal ve manevî dünyanın iç katmanlarını da açarak gösterir. Bütün bu durumlarda ise o, kendi kahramanına çağdaş dönemde Anadolu coğrafyasındaki insanın kaderini ve psikolojisini yaşayan tipik bir karakter olmasının yanı sıra yakın ve uzak çevrenin kaygılarıyla çevrili bir sosyal muhitin taşıyıcısı olarak bakar. Bunun için yazarın seçtiği hayat malzemesinin ve oluşturduğu konunun hacmi küçük olmasına rağmen kapsadığı alan geniştir. Örneğin, “İki Çınar” hikâyesinde Türkiye’nin Bursa ilinde “çapı üç metreyi bulan çınarın gövdesine yıldırım düşmesi” olayı aracılığıyla “yaralı ağaçların tamiri” için iş yapmak yerine lüzumsuz teklifler ileri sürmeye devam eden belediye işçisi ile Kanada’dan turist olarak gelmiş Mari isimli kadının yıkılan koca ağacın yerine ülkesinin sembolü olan çınar fidanını dikmesi karşılaştırmalı bir şekilde sunuluyor. Bize göre hikâyedeki “yaralı ağaçların tamiri” fikri yıldırımın düştüğü çınardan çok yaralanmış maneviyatın onarılmasının zorunluluğu fikrine dikkat çekiyor. Yakup Ömeroğlu’nun koca çınarı tamir etmek yerine yeni fidan dikmeyi teklif eden külliyenin koruyucusu Hamdi ile belediye ve vakıf uzmanları arasındaki farkı göstermek için seçtiği “Kanadalı turist” detayı sıradan insanların görüşlerinin müdafaa edilmesine hizmet ediyor. Yahut “On Dolar” hikâyesinde yabancı bir ülkeye gitmek için yola çıkmış Kadir’in komşu ülkenin gümrüğünde karşılaştığı durumların tasvirinden onun karakterini ortaya çıkarmak için ustaca istifade edilmiştir. Burada da yine sıradan insanlar ve karmaşık sosyal çevre meselesine dikkat çekilmiştir.
Yazar geleneğe uygun olarak kahramanını sosyal çevreye uyarlama yoluna gitmeyerek sıradan insanların temiz maneviyatı vasıtasıyla toplumu iyileştirme gayesini gütmüştür. Bu, Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerindeki sıradan insan felsefesinin esas istikametini teşkil ediyor. Yakup Ömeroğlu’nun tasvir ettiği sıradan insanların gelişigüzel olmadığı doğrudur, nasıl derler, belirli ahlakî ve manevî değerleri kendilerinde toplayan, kendini gerçekleştirmiş sıradan tipler olarak dikkat çekerler. Böylelikle, hikâyelerinde sosyal çevrenin “kirlenmemiş” tabakası olan sıradan, basit insanlar ön plana çıkarılır ve topluma rol model olarak takdim edilir. Ancak yazar daha öncesinde herhangi bir karakter hakkında doğrudan tavsiye vermez. O, kahramanını zorluklardan geçirerek, dar ve küçük bir çevreden büyük bir ortama doğru adım adım olgunlaşma süreciyle geliştirerek okuyucuyu geçilen yoldan ders alınması gerektiğine inandırır. Bu anlamda “Zor Anlar” hikâyesi, bir hikâyenin adı olması dışında aynı zamanda Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerinin genelleştirilmiş bir amacı olarak seslenir. “Zor Anlar” Yakup Ömeroğlu’nun hikâye modelinin genelleştirilmiş yöntemidir.
“Afyon Kaymak” hikâyesinin baş karakterleri olan Bünyamin ve onun oğlu Selim’in “elinde bir alüminyum tepsi ve asker bavulu gibi birkaç eşya ile” Afyon’dan Ankara’ya gelmiş fakir bir ailenin, büyük zorlukları aşarak çevrelerini genişletmelerinin yanı sıra akılla ve sıkı bir çalışmayla hayat şartlarını da genişletmeye, iyileştirmeye muvaffak olmaları doğal bir gelişim sürecinin ışığında tasvir edilmiştir.
“Sahanda Yumurta ve Pekmez” hikâyesinde de Meryem ananın sabrı, iradesi ve çabası, hayatın ağır sınavları karşısında manevî bütünlüğünü korumanın mümkünlüğüne inanma duygusunu ortaya çıkarır.
Yakup Ömeroğlu’nun hikâyeleri, hayatın basitlikleri üzerine kurulmuş düşündürücü hikâyelerdir. O bir yazar olarak sanat eserinde yapay bir şekilde duygu yaratmanın, kurgu uydurmanın aksine hayatın acılarını ve başarılarını doğal bir şekilde göstererek okuyucunun dikkatini çekmeye, düşündürmeye kararlıdır. Yakup Ömeroğlu sanat eserinde “olayın dehşetini” tasvir etmeyi veya “abartılı bir durumu” kaleme almayı değil dengeli bir ölçüyle hayatın doğal akışını göstermeyi sanat anlayışı olarak kabul etmiştir.
“Kazak Gördüğün Azap” hikâyesinde anlatılan hikâyecilik ölçütleri geniş anlamda Yakup Ömeroğlu’nun edebî bakış açısının ifadesidir. Bu, aslında bir yazarın değil bir bütün olarak asıl edebiyatın, büyük sanatın gerçek yolu demektir. “Kazak Gördüğün Azap” hikâyesindeki aşağıdaki diyalog, Yakup Ömeroğlu’nun sanat dünyasının anahtarını bulmak için rehberlik ediyor:
“– Bu hikâyeyi yazmalıyım…
– Olmaz, dedi. Hikâyesi olmaz bunun.
– Nasıl olmaz? İnsanlar bu yaşanan acıları öğrenmesin mi? Bu acıların unutulması zalime destek değil mi?
– Yazılmalı elbette ama bilim adamları yazmalı. Hikâyede, romanda anlatılınca okuyucu olayın vahametini anlamaz. …Anlatılanların ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu kestiremeyecek. Kafasında soru işaretleri kalacak. Bu konuların bilim adamları tarafından yazılması, okuyucuya bilimsel metinler olarak sunulması daha doğru olur.
Yaşanan acılar o kadar büyüktü, olaylar o kadar akıl almazdı ki hikâye olarak yazıldığında okuyucular bunu, kendilerini derinden etkilemek için yapılmış abartı hatta acemilik bile sayabilirlerdi.”
Hikâyeler, Yakup Ömeroğlu’nun okuyucuyu derinden etkileme yeteneğine sahip, ciddi bir yazar olduğunu kanıtlıyor.
Eserlerinin etkili hayat hikâyeleri olarak meydana çıkması, hikâyelerinin birçoğunun otobiyografik eserler olarak şekillenmesinde önemli rol oynar. Yakup Ömeroğlu hikâyelerini öz yaşam öyküsünden geçirerek geniş bir sanatsal alana taşıdığı görülüyor. Yakup Ömeroğlu’nun kendisi gibi hikâyeleri de ölçülü bir anlatı esasında yazılmış kalıcı eserlerdir. Hatta bazı hikâyelerinde yazarın otoportresini de görmek mümkündür. “Sahanda Yumurta ve Pekmez” hikayesinde yazarın otoportresi kendi adıyla, Yakup adıyla, iştirak eder. Bütün bunlar Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerinin sağlam bir yaşam temeline dayandığını gösteriyor. Ancak o, eserlerinde hayatın natüralist tasvirlerini çizmez, insanı kendisine çeken, düşündüren ve yarına ışık tutan hikâyeleri ile kendi okuyucusuna rehberlik eder. Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerinde konuyu bildiğini ifade eden son sözü özel bir sonuç bölümü ya da metin olmasa da onun hikâyelerinin genel gidişatından genelleştirilmiş dersler çıkarmak mümkündür. Bu, Yakup Ömeroğlu’nun hayat materyalini veya karakterlerin hayat hikâyelerini öyle çekici bir şekilde takdim ettiğini, orada her şeyi son söz olarak dikte etmeye ihtiyaç kalmadığını açıkça göstermektedir.
“Hastane Odasında” hikâyesinde yazar bir hastanede olan, farklı görüşlere sahip sıradan insanların diyaloğu vasıtasıyla toplumdaki kültürel çeşitliliği teşvik ediyor.
“İki Kafadar” hikâyesinde de Yakup Ömeroğlu netice itibariyle benzerliğin bıktırıcı olması ve gelişime değil ağlamaya, geriliğe yol açtığı sonucuna varmıştır. Ancak böyle düşündürücü ve öğretici tutumlar yazarın diktesi gibi değil de hikâyelerden çıkarılan sonuçlar olarak takdim edilmesinden dolayı doğal görünüyor.
Yakup Ömeroğlu’nun Azerbaycan toplumuna takdim ettiği “İki Çınar” adlı kitabında birbirine benzeyen ve tekrarlanan iki hikâye yoktur. Yazarın hikâyelerinin konu yelpazesi, karakter dünyası, konu kuruluşu her seferinde farklı surette tezahür eder. Hikâyelerinde benzerliğe karşı çıkan Yakup Ömeroğlu ile Azerbaycan’da, Türkiye’de ve diğer ülkelerde yapılan her toplantıya, her zaman farklı etkinliklerle eşlik eder.
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanlığı, Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması, Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi, Haldun Taner Piyes Yarışması gibi geniş çaplı ve çok önemli etkinliklerin üst düzey organizasyonu Yakup Ömeroğlu’nun yaşamında ve edebiyatında olduğu gibi teşkilatçılık ve idarecilik işlerinde de bir eşsizlik örneği gösterdiğini ortaya koyar, attığı her adımda hem Türkiye’de hem de Türk dünyasında farklı ve daha güçlü bir edebî akımın oluşmasına zemin hazırlar, ivme kazandırır ve bütün bunları en dikkat çekici yollarla dünyaya göstermeyi başarır. Bana göre hikâyelerinde olduğu gibi sosyokültürel ve bilimsel-edebî çevrenin oluşmasında da yorulmak bilmez faaliyetlerini bağırmadan, bir gösteriş oluşturmadan sorumlulukla ve üst düzeyde hayata geçirilmesi Yakup Ömeroğlu için büyük ideallere hizmet etmenin her şeyden daha önemli bir borç duygusu olduğunu vurgular. Yakup Ömeroğlu’nun Türkiye’de ve Türk dünyasında Avrasya Yazarlar Birliği’nin temelini ve temsilciliklerini oluşturması, 21. yüzyıl için yeni bir Yazarlar Birliği modeli inşa etmek anlamına geliyor. Bengü Yayınevi’ni kurması; genel olarak dünya, özellikle de Türk dünyası için kitaplar yayınlaması Orhun-Yenisey vadilerinden Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada yayılan Bilge Kağan ideallerine şerefli bir şekilde hizmet ettiğinin bir göstergesidir. Son olarak Yakup Ömeroğlu’nun kurduğu “Kardeş Kalemler” dergisini her ay yayınlaması ve dağıtımı da aynı köklere sahip olan ortak kültürlerin edebiyatının geliştirilmesine ve bütünleşmesine olan katkılarını ortaya koyar. Aslında tüm bunlarla Yakup Ömeroğlu, Türk dünyasında edebî ve kültürel bütünleşme ile bilimsel ve edebî fikrin geliştirilmesi gibi iki önemli ve şerefli vazifeyi başarıyla yerine getirmeye devam ediyor. Bu anlamda Bakü’de yayınlanmış olan hikâye kitabının adında ifade edilen “İki Çınar” kavramı, Yakup Ömeroğlu’nun kişiliğini ve faaliyetini çok net bir şekilde yansıtmaktadır. Çok yönlü bilimsel, edebî ve kurumsal faaliyetleri ile Yakup Ömeroğlu, Türk dünyasında çok dallı bir çınar ömrü yaşıyor. Ne olursa olsun Yakup Ömeroğlu’nun ve meslektaşlarının bu çok yönlü faaliyeti; dallı budaklı, büyük bir çınara benzeyen Türk dünyasının edebî ve kültürel gelişimine hız kazandıran faktörlerden biridir. Bu çınar ağacı, Türk dünyasının sınırlarını aşarak dünyanın her yerinde görülmektedir ve geniş anlamda her yerde gelişme, iletişim ve iş birliği çağrısında bulunmaktadır.
21 Mart 2021