Türk Dünyasında Edebiyat ve Millî Kimlik: Çeyrek Asırlık Tecrübenin Edebiyata Yansıması


 01 Temmuz 2020


Millet ve milliyetçilik konularında çalışan bilim insanları, bu iki mefhumun ortaya çıkışı noktasında farklı görüşlere sahip olsa da ortak noktada buluştukları bir gerçeklik vardır: O da Fransız İhtilali’nden sonra bu iki kavramın dünyadaki siyasal ve sosyal gidişatı değiştirtirdiği hakikatidir. Milliyet kavramı, ister milliyetçilerin yaptığı gibi insanlık tarihinde en eski çağlarından beri var olan “doğal bir yapı” olarak, isterse Benedict Anderson gibi teorisyenlerin bakış açısıyla modernleşme süreçlerinin ürünü “hayali bir cemaat” şeklinde kabul edilsin, bu hakikat değişmez.  Müslüman-Türk dünyasında modernleşme süreçleri geç başladığı için, “modern anlamda milliyetçilik” akımları da geç doğmuştur. Fakat XIX. yüzyılın sonu, XX. yüzyılın başında gerek Osmanlı Devleti’nde gerekse Rus işgali altındaki Türk dünyasında bu akımın önemli toplumsal ve siyasal dönüşümlerin başını çektiği de ortadadır. Millî şuurun uyanmasıyla birlikte Türkler, kendi geçmişlerine bu bilinçle bakmaya başlamış ve tarihin her döneminde olduğu gibi, geleceklerini inşa ederken “bağımsız olma” duygusunu esas almaya devam etmiştir.

Türkler köklü bir geçmişi olan, tarihsel süreç içerisinde çok sayıda devlet kurup kendine özgü bir kültür inşa eden ve geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren kadim bir millettir. Bu uzun geçmiş, başarılarla olduğu kadar, düşmanlara karşı var olma mücadelesi ve bu mücadele için ödenen bedellerle de doludur. Türkler için milletler sahnesinde var olma mücadelesi vermek, tam anlamıyla bağımsız olmak demektir. Zira Türk milleti, tarihin hiçbir döneminde başka bir milletin boyunduruğu altında yaşamayı kabullenmemiştir. Bu nedenle Türklük bilimi incelemelerinde bağımsızlık kavramını merkeze alarak pek çok çalışma yapmak mümkündür. “Türk dünyası”, dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşayan Türk topluluklarının tamamını kapsayan bir kavramı ifade eder. Bu coğrafya üzerine konuşurken ve değerlendirme yaparken özellikle XX. yüzyıla dikkatleri çekmek gerekir. Zira XX. yüzyıl, Türk dünyasının çok önemli gelişmelere ve dönüşümlere sahne olduğu bir zaman dilimidir. Türk dünyası coğrafyası, XIX. asrın başlarından itibaren Çarlık Rusya’sının işgaliyle yeni bir döneme girmiş, bir taraftan Rus ve Osmanlı etkisiyle modernleşme sürecini yaşarken diğer taraftan bağımsızlığın yollarını aramıştır. Özellikle XX. yüzyılın başında milliyetçiliğin modern bir ideoloji olarak Türk halklarını etkisi altına almaya başlaması ve buna bağlı olarak milliyetçi aydınların millî kimlik inşası için seferber olmaları, geleneksel Şark toplumunun dönüşümü için önemli bir başlangıç olmuştur. İsmail Bey Gaspıralı, Hüseyinzâde Ali Bey, Ağaoğlu Ahmed gibi aydınların ümmet ve millet farkını ortaya koyan entelektüel faaliyetleri, basın/yayın organlarının çabalarıyla geniş kitlelere ulaşmıştır. Çarlık Rusya’sının içerisinde bulunduğu sıkıntılı durumu avantaja çevirmeye çalışan Türk halklarının aydınlar ve edebiyatçılar öncülüğünde yaşadığı bu değişim, siyasî bağımsızlığa giden yolda önemli bir adım olmuştur. 1918 yılında Müslüman-Türk dünyasında kurulan ilk cumhuriyet olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, bu durumun somut bir göstergesidir.

Eğitimi ön plana almasıyla bilinen Maarifçi ve Ceditçi aydınların çabalarıyla yeniden yapılanma sürecine giren ve Çarlık Rusya’sının baskısından kurtulmak için çabalayan Türk halkları, 1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi ile kendilerini yeni bir siyasî sürcin içerisinde bulmuştur. Çarlık rejimini “halklar hapishanesi” olarak nitelendiren ve her ulusa kendi kaderini tayin hakkı vaat eden Bolşevik hareketi, başlangıçta ezilen kesimler için birer umut olsa da, sonrasında uyguladığı politikalarla Türk halkları için yeni bir sıkıntılı dönemi başlatmıştır. Bu baskı dönemi özellikle Stalin’in iktidar olduğu yıllarda büyük bir zulme dönüşür. Sovyet yönetiminin “ideolojik aygıt” olarak kullandığı tüm propaganda araçları, Türk halklarını kimliksizleştirmek ve rejimin idealindeki Sovyet insanını yaratmak için seferber edilir. Bu araçların başında da edebiyat gelmektedir. Biçimde millî, içerikte sosyalist olması istenen Sovyet edebiyatı, “sosyalist realizm” adı verilen ve devlet eliyle şekillendirilen bir edebiyat anlayışıyla tüm Türk topluluklarına dayatılır. Sovyet döneminde teşekkül eden bu edebiyat, araştırmacıların başlı başına ele alması ve kimliksizleştirme bağlamında değerlendirmesi gereken bir konudur. 

Sovyet yönetimi, çok uluslu yapısını koruyabilmek için daima enternasyonelizmi savunmuştur. Lenin’in milliyetçiliği “yok olmaya mahkûm, gerici bir burjuva ideolojisi” ve “kapitalist düzenin tezahürü” olarak nitelemesi, Sovyet yönetimindeki halkların milliyetçi yönelimlerine izin verilmeyeceğinin bir göstergesidir. (Süleymanlı, 2006: 150) Zira SSCB yönetimi, dünyayı sınıf çatışması üzerinden okuyan Marksist ideolojiye sahiptir ve bu nedenle sınıf siyaseti temel alınacaktır. Fakat halkların eşitliği ve kardeşliği ilkesi, sürekli Türk halklarının aleyhine işlemiş ve Stalin döneminde Rus milliyetçiliği ön plana çıkmıştır. 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin ekonomisinin bozulmasıyla birlikte merkezi yönetim zayıflamış, bu durum uzun yıllar boyunca millî kimliklerine saygı duyulmayan Türk halklarının harekete geçmesini sağlamıştır. (Şadıhanov, 2006: 3-4) Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlık dönemi başlasa da bu süreç Türk halkları açısından hiç de kolay olmamıştır. 1986 yılında Kazakistan’ın o dönemki başkenti Alma Ata’da gerçekleştirilen büyük mitingin Sovyet yöneticileri tarafından sert bir şekilde bastırılması, 1988 yılında Azerbaycan’da yapılan halk gösterilerinin sonucunda çok sayıda insanın öldürülmesi ya da mahkûm edilmesi, bağımsızlık yolunda ödenen bedelleri göstermektedir. 

XX. yüzyılda Türk dünyası edebiyatlarında millî konuların işlenmesi önünde büyük engeller olmakla birlikte bu baskıcı tutum hep aynı düzeyde ilerlememiştir. Sovyet dönemide yaşanan büyük sansüre rağmen, dünya siyasetinde yaşanan gelişmelere ve SSCB yönetiminin iç meselelerine bağlı olarak edebiyat konusundaki tutum zaman zaman değişmiş, dönemsel rahatlamalar olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türk halklarının desteğine ihtiyaç duyan Sovyet yönetiminin sosyalist realizmde bazı esnekliklere gittiği görülür. Azerbaycan edebiyatında bu yıllarda Güney Azerbaycan (Cenup mevzuu) konusunun yer yer milliyetçi söylemlerle ele alınmasına izin verilmesi bu durumun bir göstergesidir. (Akpınar, 1994: 81-82) Savaş sonrasında edebiyat üstündeki baskı tekrar artmıştır. Ancak 60’lı ve 70’li yıllardan itibaren Sovyet edebiyatı, kendi iç dinamikleri nedeniyle farklı eğilimleri kabullenmek zorunda kalmıştır. Bizzat Rus yazarlar tarafından sosyalist realizmin klasik tanımına uymayan eserlerin yazılması, sosyalist realizmin sınırlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu hâle getirmiştir. (Tagızade, 2006: 22) 1960’lı yıllarda Azerbaycan edebiyatında ortaya çıkan ve “Yeni Nesir” olarak adlandırılan eğilimin de sosyalist realizmin kalıplarına sığmadığı ortadadır.  XX. yüzyılın son çeyreğinde ise Sovyetler Birliği dağılma dönemine girmiş olduğundan edebiyatta muhalif sesler daha güçlü çıkmıştır. Bu nedenle bağımsızlık sonrası edebiyatındaki millî ruh değerlendirilirken XX. yüzyılın son çeyreğindeki gelişmeler de dikkate alınmalıdır. 

Bağımsızlığın kazanılması sadece Türk cumhuriyetlerinde değil, Türkiye’de de sevinçle karşılanmıştır. Bu durum, her iki tarafta da millî bilinci olan aydınlar tarafından, yıllardır ayrı kalmış kardeşlerin yeniden buluşması şeklinde romantik bir betimlemeyle nitelenmiştir. Bununla birlikte, hem Türkiye hem de Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlık sürecine tam olarak hazır olduklarını söylemek zordur. Zira sosyalist sistem içerisinde varlıklarını sürdüren ve ekonomileri merkezden gelen direktiflere bağlı olan Türk cumhuriyetlerinin bir anda piyasa ekonomisine adapte olmaları zordur. Ayrıca uzun süredir eğitim sisteminden kültür ve edebiyata kadar pek çok unsuru Marksist-Leninist ideoloji ile şekillenen bir coğrafyada, on yıllar boyunca biriken problemleri bir anda çözmek elbette mümkün olmayacaktır. Cengiz Aytmatov, bağımsızlık sonrası yaptığı bir konuşmada, “Gelen şey cennet değil!” sözleriyle bu gerçeği ifade etmiştir. (Söylemez, 2019: 36-42)

Yaşanan sürecin zorluğuna ve hâlihazırda var olan bazı problemlere rağmen, çeyrek asırlık bağımsızlık tecrübesi içerisinde Türk cumhuriyetlerinin çok fazla yol kat ettiğini de belirtmek gerekir. Bu süreçte Türk devletlerinin hem kendi siyasî ve ekonomik gelişimleri hem de Türkiye ile olan ilişkileri açısından pek çok olumlu gelişme olmuştur. Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda yaşanan değişim ve dönüşümler, bu alanların uzmanları tarafından araştırılmayı beklemektedir. Türkolog ve edebiyat bilimcilere düşen ise, çeyrek asırlık bağımsızlık tecrübesini dil, kültür ve edebiyat bağlamında incelemek ve bilimsel sonuçlar ortaya koymaktır.   

Bir milletin bağımsız bir şekilde varlığını devam ettirebilmesi için millî hafızasını koruması çok önemlidir. Millî hafızanın korunabilmesi için de milleti oluşturan unsurları bilmek ve bu unsurlara bağlı olarak ortak bir geçmiş bilinci oluşturmak gerekir. Milliyet ve milliyetçilik üzerine çalışan teorsiyenlerden Anthony D. Smith, milletin tanımını yaparken belirli bir toprak parçasının yurt olarak benimsenmesinden ve ortak tarih ve anlatıların var olması gerekliliğinden söz eder. (Smith, 2017: 27-28) Bir halkın, tarih boyunca belirli toprakları kendisiyle özdeşleştirmesi, mekânsal hafızanın teşekkülünü sağlar. Kültürel hafızayı oluşturan ise ortak tarih ve anlatılardır. Sözlü kültürle nesilden nesile aktarılan halk anlatıları kadar, bu anlatıların millî ruhundan ilhamını alarak geleneği modern çağın koşullarına göre yeniden üreten çağdaş anlatılar da önemlidir. Bu tarz anlatıları üretebilmek için, kendi tarihini ve kültürünü iyi bilen, bunları çağdaş edebiyatın biçim ve içerik özellikleriyle, anlatım teknikleriyle sentezleyebilen yazarlara ihtiyaç vardır. Millî-kültürel hafızanın estetik bir düzlemde okuyucuya sunulabilmesi, bu donanıma sahip yazarların mevcut birikimlerini sanatçı ruhlarıyla birleştirmelerine bağlıdır. Fakat bu yönde eserlerin yazılması kadar, bu eserlerin araştırmacılar tarafından incelenmesi, edebiyat tarihçiliği ve edebiyat eleştirisi bağlamında entelektüel bir birikim oluşturulabilmesi de önemlidir. “Türk Dünyası Çağdaş Edebiyatları” sahsında çalışan araştırmacıların, bağımsızlık dönemine, özellikle de bağımsızlık temasına vurgu yapan eserlere yönelmesi ve bu metinleri bilimsel açıdan ele alması, hedeflenen entelektüel birikimin teşekkülüne büyük katkı sağlayacaktır. 

Bağımsızlık dönemini araştıran bilim insanlarının, edebiyatın tarih ve sosyolojiyle olan ilişkisini göz ardı etmemeleri gerekmektedir. Yeni Eleştiri ve Yapısalcılık gibi ekoller, edebî metinleri merkeze almayı savunmakta ve bu metinleri değerlendirirken tarihi, edebiyat tarihini, toplumu ve yazarın biyografisini bir kenara bırakmaktadırlar. Oysa Türk cumhuriyetlerinde son iki asırdır yaşanan siyasî ve sosyal gelişmeler, metinleri daha geniş bir bakış açısıyla okumayı gerektirmektedir. Bu süreçte üretilen eserlerin yazarları, yaşanan gelişmelere kayıtsız kalamamakta, toplumsal süreçleri edebiyata yansıtarak estetize etmeye çalışmaktadır. Sovyet döneminde uygulanan baskı ve sansürler, Ekim Devrimi ve “kazanımları” dışındaki toplumsal süreçleri tam manasıyla ifade etmeye imkân vermemiş olsa da, bağımsızlık dönemi ile yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreci doğru değerlendirme görevi de araştırmacılara düşmektedir. 

 

Kaynakça

Adıgüzel, Sedat (2006). Azerbaycan Edebiyatında 1960 Nesri (Hikâye ve Roman). Erzurum: Fenomen Yayıncılık. 

Akpınar, Yavuz (1994). Azerî Edebiyatı Araştırmaları. İstanbul: Dergâh Yayınları. 

Anderson, Benedict (2015). Hayali Cemaatler –Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması. İstanbul: Metis Yayıncılık. 

Özkırımlı, Umut (1999). Milliyetçilik Kuramları –Eleştirel Bir Bakış-. İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Şadıhanov, Emil (2006). “Sovyetler Birliği’nin Dağılma Sürecinde Etkili Olan Bölge Sorunları ve Milliyetçilik Hareketleri”. Sosyoloji Konferansları. 33, s.1-22.

Smith, Anthony D. (2017). Millî Kimlik. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Söylemez, Orhan (2019). “Cengiz Aytmatov: Gelen Şey Cennet Değil!”. YÖK Yüksek Öğretim Dergisi. Ankara: S. 11. s. 36-42. 

Süleymanlı, Ebulfez (2006). Milletleşme Sürecinde Azerbaycan Türkleri. İstanbul: Ötüken Neşriyat. 

Tagızade, Leyla (2006). “Sosyalist Realizm: Kökeni, Oluşum Süreci ve Kavramı” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi. C. 3. S. 4. s. 7-24.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 163. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 163. Sayı