Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı OMOR SULTANOV


 01 Mart 2015


Omor Sultanov (1935) 

Omor Sultanov 1935 yılında Kırgızistan’ın Isık Göl Eyaleti’ne bağlı Ceti Ögüz ilçesinin Tosor köyünde dünyaya geldi. Babası 1943 yılında II. Dünya Savaşı’nda, Stalingrad’da, annesi 1945 yılında ölmüştür. Omor Sultanov, 1953 yılında ortaöğretimini tamamlamış, Kırgız Devlet Üniversitesi’nin Filoloji Fakültesi’ne girerek, 1959 yılında mezun olmuştur. SSCB Yazarlar Birliği Teftiş Komitesi üyeliği, Alıkul Osmonov Edebiyat Topluluğunun yöneticiliğini yaptı. İlk şiirleri üniversite yıllarında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandıktan sonra ilk şiir kitabı Too Kündörü adı ile 1961 yılında yayınlanmıştır. Tökmö, Akkuular Kongon Aydın Köl adlı sinema filmlerinin senaryosunu yazmıştır. O. Sultanov sosyal hayattaki aktif çalışmaları ile de tanınmaktadır. Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde, 1971-1985 yılları arasında kâtip, 2007-2009 arası genel başkan olarak görev yapmıştır. 

Yazar, günümüzde Canı Ala Too edebiyat dergisinin genel redaktörlüğünün yanı sıra, Isık Göl’ü Koruma Derneği’ni yönetmekte olup, aynı zamanda Kırgızistan Uluslar arası Edebiyat Akademisi’nin genel müdürüdür. Eserleri ondan fazla dile çevrilmiştir. Sultanov, okurlar tarafından çevirmen sıfatıyla da bil¬inmektedir. Pablo Neruda, Nazım Hikmet, Puşkin, Lermantov, Mayakovski, Bertold Breht, Gabriela Mistral, Mecalaytski, Gamzatov, K. Kuliyev, R. Gamzatov, İ. Draç, Yevtuşenkov vb. birçok şairin eserlerini Kırgızcaya çevirmiştir. Eskiden beri birçok ülke ile edebî/kültürel bağlantılarda aktif olarak görev almış olup, 1992’de Kırgız Cumhuriyeti Halk Şairi unvanını, 1995’de Manas Madalyası, Uluslararası Ruhaniyet Vakfı Ödülü, Kazakistan Cumhuriyeti Astana Altın madalyası, 2007’de Cenova’da Dünya Entelektüelleri Kurumunun Altın madalyası, 2008’de Rusya Lomonosov Dostluk ödülü, Rusya Güvenlik Akademisinin Akademiği ödüllerini almıştır. Bunun yanı sıra, 1978’de Norilks, 1979 Güney Sahalinsk, 1977 Kirov, 1989 ABD Kuzey Caroline’nin başkenti Sharlotta ve Kazakistan Astana şehirlerinin fahrî hemşeriliklerini almıştır. 

ESERLERİ 

Kırgızca: Too Kündörü (Dağ Günleri)Şiirler, 1961 Cıldızduu Tündör (Yıldızlı Geceler)Şiirler, 1965 Ak Col, Kök Asman (Ak Yol, Mavi Gök)Şiirler, 1965 Otuzunçu Stantsiya (Otuzunca İstasyon)Şiirler, 1968 Aeropanorama (Hava panoraması)Şiirler, 1970 Uluu Dayra (Büyük Nehir)Etütler, hikâyeler, manzumeler, 1972 Köz İrmem (Kaşla Göz Arasında)Şiirler, 1975 Araldar Arasında (Adalar Arasında)Şiirler, 1976 Muhitke Col (Muhite Yolculuk)Seyahat anıları, 1977 Düynö (Dünya)Şiirler, 1979 Çarçoonun Cüzünçü Irı (Yorgunluğun Yüzüncü Şiiri), 1982 Adamdın Turmuşu (İnsanın Hayatı)Roman ve şiirler, 1986 Aşuu Tör (Tör Geçidi) Şiir ve manzumeler, 2003 Can Bereli Süyüügö (Can Verelim Sevgiye) Roman, şiirler, 2003 Rusça: Vsegda Samnoy (Her Zaman Benimle) Şiirler, 1971 Beleya Doroga, Sineye Nebo (Ak Yol, Mavi Gök)Şiirler, 1972 Na Vetrah İssık Kulya (Isık Gölün Kıyısında)Şiirler, 1973 Doroga k Okyenu (Okyanusa Yol)Gezi Yazıları, 1979 Utro Na Perevale (Geçitte Sabah)Şiirler, 1979 Pesni Ustalosti (Yorgunluğun Şiiri), 1984 Prednazeçeniye (Amaç), 1986 Sut (Doğa) Şiirler, 1987 Piratı Ponevole (Esir Korsanlar), 1998 Ostrov Drakona( Ejderha Adası), 1998 Tainstvennıy Vsadnik (Gizemli Atlı), 2002 Vest s Togo Sveta (Işıktan Gelen Haber), 2006 

geçitte 

OMOR SULTANOV 

ÇEVİREN: İBRAHİM TÜRKHAN 

Dumanlı vadileriyle Kara Geçit’te, 

Yürüyorum kan ter içre kalaraktan. 

İyileşti hasta ay ve güneşlerin nicesi, 

Değişimi taşıdım ben de şafaktan. 

Yokuş yolda, sivri taşlar dizili,

İnceliyor at nalları çakıldan. 

Tepelerde ayak izleri oynaşır, 

Buzullardan kaçıp gelir, çağlayan. 

Çığ başlarsa aniden yamacında, 

Ancak o an kuş kurtulur kartaldan. 

Ağzım açık, şaşkınlıkla bakarım, 

Ak zirveye ‘gönle gayret damlatan.’ 

Parıltılar oyun kurar gün boyu, 

Sonra hepsi uzaklaşır ovadan. 

Yumuşak kardan yastığına dayanıp,

Bekler geçit hesap sorup dağlardan. 

An geçtikçe kısalıyor mesafe, 

Patika var beni sana bağlayan. 

Biter bir gün, gönle düşen hasretim, 

Kar misali, yel önünde toplanan. 

Rahat vermez biten gençlik acısı,

Üzülürüm uzaklaştıkça amaçtan. 

Biri biter, yine çıkar bir geçit 

Bitecekse, ne zamandır, o zaman?         

             

   görev 

Mesafeler azalır bilinmeden 

Uzun yollar kıvrılır üşenmeden, 

Ulaşmışız kırk dağ aşıp buraya 

Farkımız yok ot arayan geyiklerden. 

Eksiltmez gibi, eksilmez gibi durur 

Görünmezlikte bir ucundan diğeri.

Yuvasından birden uçan sülün gibidir, 

Yıllarımın gençlik denen günleri. 

Göçük oldu yuvarlandık dağlardan 

Kaç kez düşüp, kaç kez tekrar kurulduk. 

El kol bağlı aç kalsak da bazen biz 

Ata Yurdun kutsallığına boyun sunduk. 

Biz zamanın yazlarını çok gördük,

Kar uçuştuğu sert kışlarına dayandık. 

Baharlarda yurdun parlak gününde 

Yeşermeyi görev bilip, inandık. 

Yaprak oynar, şebneminden kurtulur, 

Güneş çıksa izi kalmaz, tam kurur. 

Hayat varken, vadilerinde vatanın

Filizlenip büyüme denen görev durur.                                     

 

    Isık Göl 

Rüzgâr estiğinde seyran kurarak, 

Dalgalar kıvrak kıvrak oynaşır. 

Kuğu gibi kanatlanan bulutlar 

Göl üstünde sezdirmeden dolaşır. 

Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen, 

Aşk şarkıları gibi hisli… 

Geceleyin git de güzelliği gör: 

Dolunay yüzüyor, gizliden. 

Çobanyıldızı, denizkızı kadar alımlı; 

Görenler gözünü alamaz kendinden.

Isık Göl gençlik neş’esi gibi doyumsuz, 

Sevginin şiiri gibi içten… 

Gökten göz kırparak yağan yıldızlar, 

Işıltısıyla derinlere dalar. 

Sabırsızca yüzen balıklarını 

En güzel hediye yerine sunar. 

Isık Göl, hayatın tadı gibi eşsiz, Gençliğin deli kanı gibi hareketli… 

Martıların bırakmadığı çığlıklar 

Tam öğle vakti Göl’de yankılanır.

Kızlar kar gibi kuğularını uçurunca 

Arkalarında kahkahalı gülmeleri kalır. 

Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen, 

Aşk şarkıları gibi hisli…   

 

Kıvranırım

 At sürüp ekin arasından 

Vadi boyunca giderken. 

Yaylanın seri havası 

Şımarırcasına eserken.

Gönlüme dolan gül kokusu 

Tatlılığı ile büyülerken. 

Aşuu Tör ile Çolok Tör 

Ararım sizleri özleyip. 

Açılan rengârenk güllerini 

Yakama dizerim sevinip. 

Şarkı söylersem bölüşürdü 

Zirvenden yankı geri gelip. 

Dağlarda geçti çocukluk 

Çelik çomak oynardık. 

Bir günde on defa darılsak, 

Yeniden barışmaya doymazdık. 

Kovalamaca halinde 

Taylarla yarış yapardık. 

Bu şekilde geçen günlerim 

Gittikçe uzaklaşır yanımdan. 

Kıvranırım veda edemeden 

Kıymetli yaşıtlarımdan. 

Doymadığım gençlik günlerimi 

Mevsimler kopartır bağrımdan.   

                           

üzöngü kuuş ile vedalaşma* 

“Zirveleri ak bulutlar kaplamış, 

Dört bir yanı alacakaranlık 

Üzülerek veda için geldim ki, 

Yaşlı nehir kıvrılarak akarmış. 

… Sonsuza dek veda ettim ben size, 

Kalın hasret bozkırıyla iç içe. 

Önüm çıkmaz, arkamdaysa uçurum, 

Veda için geldim çarem bitince. 

Hoşça kalın ötüşen tüm karakuşlar, 

Ardıç, kayın dolup taşan yamaçlar. 

Kan dökerek savaştan sağ kurtarıp, 

Kalan erler, yüreğinde ateş var. 

Hoşça kalın, ab-ı hayat pınarlar,

Kutsal geyik, çift toynaklı ceylanlar. 

Bu gidişler sizleri de atarım, 

Yüreğimde kayboldukça kalanlar.” 

*Kırgızlara aitken, Çin’e verilen, Kırgızstan-Çin sınırında bir vadi     

 

  İhtiyarlar

 Ağlasam ya da gülerek gezsem 

Her zaman benimledir onlar. 

Sokakta yakalayınca alıştırarak 

Saçımı keserdi o ihtiyarlar. 

Bazen önlerine, ya da arkalarına bindirerek 

Bir yere varıp, yeniden geliyorken. 

Hiçbir zaman azarlamadılar 

Saklanarak atlarını onca ürkütmeme rağmen. 

Onlarda Ala Dağ gibi yücedir saygı 

Ufak tefek meseleleri asla görmezlerdi. 

Atışmalarda yenildikleri zaman, 

Atlarından inip, yenene verirlerdi. 

Onlarda yanılmaz terazi adaleti vardır, 

Dinlerlerdi bir çocuktan bile fikir çıkınca. 

Görünürdü gözlerinden uzaklar, 

Bir defa dikkatlice ufka bakınsa. 

Görünüşleri yorulmak bilmeyen çocukluktandır, 

Var olsalar da, yok olmayı siliyorlar. 

Bildiğim o ilginç ihtiyarlar 

Ya gözleri görmez oluyor, ya da tükeniyorlar. 

Hayatı ne şekilde yaşarsan yaşa 

Göz açıp kapayıncaya kadar durmaz devranlar. 

Aldılar geçenlerin yerini, halk içinde 

Huyu suyu başka olan ihtiyarlar.           

 

 değirmenci 

 Yorgunluğun beşinci şiiri 

kışın 

öğleden sonra yazıldı 

Değirmene vardığım gün. 

Mamıt enişte 

Gözü pek 

Yağlı kayıştan kemerli 

deri pantolonlu biri idi. 

Mamıt enişte 

Yaz kış demeden 

değirmende 

ıpıssız vadide 

tek ev 

tek kapı 

bahçede tek eşeğiyle 

bir erik, bir de kavak 

kızıl sakallı 

Mamıt enişte 

gece gündüz 

değirmende 

hayatı geçen biriydi. 

 Mamıt enişte 

Yaz kış demeden

öfkeliydi 

sarhoş olana kadar boza içince 

karısını dövermiş 

derlerdi. 

Kışın öğleden sonra 

eşeğe yükleyerek 

bozalık darıyı 

yol kat ederek               

“Aklımda” şarkısını söyleyerek geliyordum. 

Her zamanki gibi gözlerini hızlı hızlı silerek 

her zamanki gibi 

kendince bir şeyler mırıldanıp 

çizmenin tahta tabanını avuçlayarak 

oturuyordu baş köşede 

Mamıt enişte 

o gün ben evine girdiğimde 

Güm diye ses çıkardı. 

Boza doldurmakta olan Zıynaş Abla

yıkıldı. 

Alnından sızan kan 

Sol yanağına doğru aktı. 

Hiçbir şeyden habersiz durmaktayken 

boza doldurmakta olan Zıynaş Abla, 

çizmenin tahta tabanı uçarak 

yapıştı tam alnına. 

Mamıt enişte 

Bıyıklarını silerek 

Tekrar oturdu yerine içi soğumuşçasına. 

Bilmiyorum var mıydı onda 

o kadar suç? 

O gün ben yükümü indirmedim 

vücudum baştan ayağa titreyerek 

alnımdan sızan kan 

yanağıma akarken… 

Mamıt enişte 

Kızıl sakallıydı… 

Karısı Zıynaş Abla 

Çocuk sahibi olamamıştı…             

       

bahçe kapısı 

Ansızın dört bir yanı kaplayan 

Ne zamanki kar gibi 

O günler eriyerek akıp gitti. 

Olsa olsa o ulaştı… ulaştı 

Ulaşması gibi bir kutuptan diğerine 

Duygunun bir ucundan bir ucuna. 

Eskimişti Saalakul’un bahçe kapısı 

rüzgârdan başka hiçbir şey 

girip çıkmaz gıcırdaması

kulaklarda-akıllarda 

gözlerde kaldı. 

Beklemek de insanı çatlatırmış. 

İlk başta alev alev yanaraktan, 

sonrasında 

içten içe yakan bir 

yangın çıkıp, 

sonrasında dönüşerek 

gayreti yiyip bitiren gam-kedere,

sonrasında dönüşerek 

en kötü yoldaş olan elemlere, 

en sonunda beklemek dönüşürmüş bahçe kapısına, 

yelden başka kimsenin girip çıkmadığı 

bahçe kapısına, 

yosun kaplanan bahçe kapısına.           

                 

Saalakun ve zavallı Asıl Anne, 

Cakıp ile Çıyırdı gibi değiller miydi? 

Biricik oğlu cepheden dönemedi 

Beklemekten paslandı bahçe kapısı

yoruldu ıssız kalan bahçe kapısı.

Kulakları tırmalayan o ıssızlık

 Kendine

çekmektedir daima beni. 

Bir keresinde şöyle bir düşünce çıktı: 

beklemenin gamının yediği 

bir bukağıyı 

getirerek bağlamış olsak 

bu bahçeye 

Hitler’i. 

Öldürmeden, yemek vermeden 

bu bahçeye 

bağlamış olsak 

Hitler’i bir devire. 

Ah, öylesi bahçe kaç tanedir!.. 

Yeterlidir hem de bir devire.     

                 

saban 

Dört bir yan dağ 

Ortada vadi. 

Bir tek tırmık, 

Dört at. 

Saban. 

Ben ve Abdı. 

Başka hiç kimse yok. 

Herkes cepheye gitti. 

Dağ. 

Bahar mevsimi. 

Yüzü okşuyor 

törpü misali 

dağ yeli. 

Ben ve Abdı 

İşlemeli küçük kulübe. 

Kulübedeki açlık. 

Aramızdaki hararetli tartışma. 

İkimiz de çekinmiyoruz. 

Sazlıktaki boş arazi. 

Arpa ekerek

tarla sürüyoruz. 

Benim rakibim Abdı’dır. 

O Abdı’ya ise hava, su, koskoca dağ 

dört at, saban 

sürülen tarla. 

sürülmemiş yerler ise 

ondan beter 

Abdı’ya düşman.

Abdı’nın başka düşmanları da var 

Yönetim

ve büyükler, 

savaş, 

Hitler, 

Almanya, 

Almanların tamamı… 

Hepsine de sövüyor 

kendi kendine 

kelimelerle 

ağza alınmadık.           

Ben ve Abdı. 

Gün boyunca tarla sürüyoruz 

İki göbek geriden 

akrabayız. 

Kulübede birlikte kalıyoruz. 

Yükü birlikte taşımamıza rağmen 

Yaşantımız yalnız, yalnız… 

İşlemeli kulübe. 

Kulübedeki açlık. 

Gün boyunca yoruluruz. 

Ayaklarımızı kaldıracak gücümüz yok. 

Sonra uyurken iliklerimize kadar üşüyerek 

uyanırız acıkarak. 

Ben ve Abdı. 

Bir aya yetmeli azığımız 

sadece bir kap kavrulmuş bulgur. 

Ondan yaptığımız ayranlı yarma 

Abdı doyduktan sonra bana kalan. 

Ben on üç yaşındayım. 

Sabanı çeken ata biniyorum. 

Sabanı tutuyor

Benden üç yaş büyük Abdı. 

Ağza alınmadık kelimelerle 

her adımda sövdüğü 

yönetim, 

büyükler ve yoldaşı ben… 

kelimeler zehir gibi. 

Yere dökülecek olsa

Üç dört yıl kadar 

Bir tek ot bile bitirmeyecek kadar.       

Kırk dördüncü yılın Mayıs’ı. 

sormayın 

savaştaki babacığıma olan hasretimi… 

Günde üç kez kızıyor Abdı, 

yönetime, 

büyüklere, 

bana 

ve hiçbir suçu olmayan Allah’a. 

Ben ve Abdı. 

Tarlayı sürmeyi bitirdik. 

Ekin ekildi. 

Tırmık çekilmedi sadece… 

Gece boyunca dayanamayarak 

Abdı kendinden geçip 

Dişlerini sıkarak 

Hüzünlü bir şeyler mırıldanır. 

Benim de, 

Abdı’nın da uykusu yok… 

Göz gözü görmeyen gecede 

Egersiz ata 

binerekten 

yöneldik köyümüze, eve. 

Yol boyunca 

Abdı kendinden geçerek 

Dişlerini sıkıp, ağlayarak, 

Aklına gelene sövüp sayıyor. 

Vadideki coşkun nehre 

İkimiz birden kapılmayalım diyerek 

geçiyoruz birer birer… 

Ertesi gün sabahleyin 

Doktora ben götürüyorum. 

Zavallı Abdı’nın hastalığı 

İskorpüt denen 

Meret bir hastalıkmış…

 

          başlangıç 

Ağaçların yeşermeye başlaması ne kadar güzel 

Sabrını 

Damarlarına saklayarak 

Sabırsızlığını bildirmeden bekler baharı. 

Ağaçların beklemesi gibi beklemek var mı? 

Derinlere 

Utangaçlığını, arını 

Saklayarak 

Aklına getirmeden soğuk kışa baş eğdiğini 

Kuvvetini toplayarak uyanır bahar gelince 

Ağaçların vicdanı yapraklarıdır 

Rüzgâr ne kadar güçlü fırtına olup esse de 

Onları kaybetmeden dimdik ayakta durur. 

Böyledir ağaçların her birisi! 

Ah keşke, 

İnsanlar da 

Onlar gibi 

Olsalar ya?! 

Her bir insanda 

Çocukluğunda 

Az da olsa 

Utangaçlığın, arın 

Tohumları filizlenerek 

Çıkmaya başlasa, 

Gerisi 

Çok da kolay gelirdi. 

Talihin de, zenginliğin de başlangıcı 

Utangaçlık ve ardadır. 

Ağaçlar gibi 

Damar yayarak büyüyüp gelişse 

Ne kadar da Güzel olurdu…       

                     

yolda durmamalı 

Ölmeyenler görecekleri günü görmekteler, 

Geçecek günler, sırasıyla gelmekteler. 

Hırçınlaşıp yoldan çıkan atlar gibi 

Gidiyorum, çöller yola dizilmekteler. 

Şair kimdir? Şair ömrün gençliğidir, 

Saf haliyle âşık olan genç güzeldir. 

Saygı ile şiir kadrin bilerek 

Şair ve güzel, ikisi de talihlidir. 

Şair kimdir? Şair halkın gençliğidir, 

Akıl ile akıllı acele ettirmedir.

Allah hariç hiç korkmadan kimseden 

Padişah gibi ömür boyu keyf sürmedir. 

Şair kimdir? Daim yanan mum gibidir, 

Sırla dolu kayberendir,* geyiktir. 

Yolda eğlenip, olmamalı avare 

Şair, yolda öne atılan küheylandır. 

*Kayberen: Efsanevî dişi geyik                     

 

düşünüp uyuyunuz 

İnsanın hakkı vardır 

Boş yere bozmayınız. 

Kalp tuzlamak yerine 

Yemeği tuzlayınız. 

İnsanın kusuru olur 

İlk anda vurmayınız. 

Fırsatı bulur bulmaz 

Sigara yakmayınız. 

Akılsız iş yerine 

Düşünüp uyuyunuz. 

Yenilen zavallı halkı 

Hırsızlar, yutmayınız! 

Gam çeken biçare halkı 

Kurnazlar aldatıyor. 

Nadanlar bilmezler ki, 

Allah hiç aldanmıyor. 

At binen her bir adam* 

Makama tamah eder.

 Zavallılar bilmez ki, 

Kızmakta tüm dedeler. 

*At binen: Makam sahibi olan.                       

 

yaratan’a yalvarış 

 Yaratan, koru! 

Yâr ol cana. 

Kahrında koyma 

Gark eyle nana.* 

Akılsıza akıl ver 

Yüzsüze yüz ver. 

Söz bilmeze söz ver 

Etsize et ver. 

Cömerdi bollaştır 

Cimrileri daralt. 

Halkı sevindir 

Yiğidi yaşlandır. 

Çok ver aza 

Baş ver gence 

Ot ver çöle 

Saç ver kele 

Saf dile düşünce ver 

Cüceye boy ver. 

Aş** vermeden toy*** ver 

Kesmeye koyun ver.       

                   

Bıyığa sakal ver 

Sakala bıyık ver. 

Çok verme, ölçülü ver 

Yavaş verme hızlı ver. 

Yurduma güz ver 

Halkıma baht ver. 

Aydınlık yüz ver 

Doru doru at ver. 

Kar gider yer kalır 

Kan gider halk kalır. 

Yiğide halk bahttır 

Kötü niyetliyi süründür. 

Kuru öksüren iyileşsin 

Âmalar ışık bilsin. 

Göz kırpan çağırsın 

Kovalayan yakalasın. 

Şaire deyiş ver 

Açlara yemek ver. 

Mestlere mey ver 

Beni de biraz gör.     

                     

 Yiğide yâr ver 

Dilenciye mal ver. 

Halsize hal ver 

Bana da az ver. 

Kızlar erkekler sevsinler 

Tatlı ateşte yansınlar. 

Kar geçip gelsinler 

Kıymetini bilsinler. 

Halk içi bozulmadan 

Ata bedduası almadan, 

Birlik içinde olalım 

Eksilmeyip, dolalım. 

Bu dünya yalan mı? 

Öte yanı hep gam mı? 

Nasıl bir gün hazırsa 

Görürüz alna yazanı. 

*Nan: Ekmek 

**Aş: Düğün vb zamanlarda verilen yemek. 

***Toy: Düğün     

 

cadıra 

Şarkınla sen şen görünüp 

Kulağımda yer eyledin 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Adını amcan koymuş olmalı 

Güzel ümitlerle halk içinde neşelen diyerek, 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Domburana benziyorsun 

O da sana benzemekte 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Sen dünyaya gelmiş gibisin 

Bu güzel dünya sana yakışmakta 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Kardeşin gibi, nehrin tatlı çağıltısı gibi

Seni veren darkan* Kazak kardeştir. 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Tek ben değil Carkın ile Cıpar’ım

Şarkını söyler sevinç içinde 

Yaşa sen, derler, 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Bülbül desem, o sana bu kadar benzemez 

Yıldız desem, o da uzaktan ses vermez 

Senin sesin, sana benzer 

Endamın da sesin gibi sevimli, 

Hey, Cadıram, Cadıra! 

Sevdiğine ulaşasın,

Hey, Cadıram, Cadıra! 

07.06.1995

*Darkan: Masalda geçen demirci

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 99. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 99. Sayı