HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Süleyman Abdulla 2
Kardeş Kalemler 3
HİDAYET ORUÇOV 4
SEYFETTİN ALTAYLI 5
İdris Özler 6
ERKUT DİNÇ 7
Omor Sultanov (1935)
Omor Sultanov 1935 yılında Kırgızistan’ın Isık Göl Eyaleti’ne bağlı Ceti Ögüz ilçesinin Tosor köyünde dünyaya geldi. Babası 1943 yılında II. Dünya Savaşı’nda, Stalingrad’da, annesi 1945 yılında ölmüştür. Omor Sultanov, 1953 yılında ortaöğretimini tamamlamış, Kırgız Devlet Üniversitesi’nin Filoloji Fakültesi’ne girerek, 1959 yılında mezun olmuştur. SSCB Yazarlar Birliği Teftiş Komitesi üyeliği, Alıkul Osmonov Edebiyat Topluluğunun yöneticiliğini yaptı. İlk şiirleri üniversite yıllarında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandıktan sonra ilk şiir kitabı Too Kündörü adı ile 1961 yılında yayınlanmıştır. Tökmö, Akkuular Kongon Aydın Köl adlı sinema filmlerinin senaryosunu yazmıştır. O. Sultanov sosyal hayattaki aktif çalışmaları ile de tanınmaktadır. Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde, 1971-1985 yılları arasında kâtip, 2007-2009 arası genel başkan olarak görev yapmıştır.
Yazar, günümüzde Canı Ala Too edebiyat dergisinin genel redaktörlüğünün yanı sıra, Isık Göl’ü Koruma Derneği’ni yönetmekte olup, aynı zamanda Kırgızistan Uluslar arası Edebiyat Akademisi’nin genel müdürüdür. Eserleri ondan fazla dile çevrilmiştir. Sultanov, okurlar tarafından çevirmen sıfatıyla da bil¬inmektedir. Pablo Neruda, Nazım Hikmet, Puşkin, Lermantov, Mayakovski, Bertold Breht, Gabriela Mistral, Mecalaytski, Gamzatov, K. Kuliyev, R. Gamzatov, İ. Draç, Yevtuşenkov vb. birçok şairin eserlerini Kırgızcaya çevirmiştir. Eskiden beri birçok ülke ile edebî/kültürel bağlantılarda aktif olarak görev almış olup, 1992’de Kırgız Cumhuriyeti Halk Şairi unvanını, 1995’de Manas Madalyası, Uluslararası Ruhaniyet Vakfı Ödülü, Kazakistan Cumhuriyeti Astana Altın madalyası, 2007’de Cenova’da Dünya Entelektüelleri Kurumunun Altın madalyası, 2008’de Rusya Lomonosov Dostluk ödülü, Rusya Güvenlik Akademisinin Akademiği ödüllerini almıştır. Bunun yanı sıra, 1978’de Norilks, 1979 Güney Sahalinsk, 1977 Kirov, 1989 ABD Kuzey Caroline’nin başkenti Sharlotta ve Kazakistan Astana şehirlerinin fahrî hemşeriliklerini almıştır.
ESERLERİ
Kırgızca: Too Kündörü (Dağ Günleri)Şiirler, 1961 Cıldızduu Tündör (Yıldızlı Geceler)Şiirler, 1965 Ak Col, Kök Asman (Ak Yol, Mavi Gök)Şiirler, 1965 Otuzunçu Stantsiya (Otuzunca İstasyon)Şiirler, 1968 Aeropanorama (Hava panoraması)Şiirler, 1970 Uluu Dayra (Büyük Nehir)Etütler, hikâyeler, manzumeler, 1972 Köz İrmem (Kaşla Göz Arasında)Şiirler, 1975 Araldar Arasında (Adalar Arasında)Şiirler, 1976 Muhitke Col (Muhite Yolculuk)Seyahat anıları, 1977 Düynö (Dünya)Şiirler, 1979 Çarçoonun Cüzünçü Irı (Yorgunluğun Yüzüncü Şiiri), 1982 Adamdın Turmuşu (İnsanın Hayatı)Roman ve şiirler, 1986 Aşuu Tör (Tör Geçidi) Şiir ve manzumeler, 2003 Can Bereli Süyüügö (Can Verelim Sevgiye) Roman, şiirler, 2003 Rusça: Vsegda Samnoy (Her Zaman Benimle) Şiirler, 1971 Beleya Doroga, Sineye Nebo (Ak Yol, Mavi Gök)Şiirler, 1972 Na Vetrah İssık Kulya (Isık Gölün Kıyısında)Şiirler, 1973 Doroga k Okyenu (Okyanusa Yol)Gezi Yazıları, 1979 Utro Na Perevale (Geçitte Sabah)Şiirler, 1979 Pesni Ustalosti (Yorgunluğun Şiiri), 1984 Prednazeçeniye (Amaç), 1986 Sut (Doğa) Şiirler, 1987 Piratı Ponevole (Esir Korsanlar), 1998 Ostrov Drakona( Ejderha Adası), 1998 Tainstvennıy Vsadnik (Gizemli Atlı), 2002 Vest s Togo Sveta (Işıktan Gelen Haber), 2006
geçitte
OMOR SULTANOV
ÇEVİREN: İBRAHİM TÜRKHAN
Dumanlı vadileriyle Kara Geçit’te,
Yürüyorum kan ter içre kalaraktan.
İyileşti hasta ay ve güneşlerin nicesi,
Değişimi taşıdım ben de şafaktan.
Yokuş yolda, sivri taşlar dizili,
İnceliyor at nalları çakıldan.
Tepelerde ayak izleri oynaşır,
Buzullardan kaçıp gelir, çağlayan.
Çığ başlarsa aniden yamacında,
Ancak o an kuş kurtulur kartaldan.
Ağzım açık, şaşkınlıkla bakarım,
Ak zirveye ‘gönle gayret damlatan.’
Parıltılar oyun kurar gün boyu,
Sonra hepsi uzaklaşır ovadan.
Yumuşak kardan yastığına dayanıp,
Bekler geçit hesap sorup dağlardan.
An geçtikçe kısalıyor mesafe,
Patika var beni sana bağlayan.
Biter bir gün, gönle düşen hasretim,
Kar misali, yel önünde toplanan.
Rahat vermez biten gençlik acısı,
Üzülürüm uzaklaştıkça amaçtan.
Biri biter, yine çıkar bir geçit
Bitecekse, ne zamandır, o zaman?
görev
Mesafeler azalır bilinmeden
Uzun yollar kıvrılır üşenmeden,
Ulaşmışız kırk dağ aşıp buraya
Farkımız yok ot arayan geyiklerden.
Eksiltmez gibi, eksilmez gibi durur
Görünmezlikte bir ucundan diğeri.
Yuvasından birden uçan sülün gibidir,
Yıllarımın gençlik denen günleri.
Göçük oldu yuvarlandık dağlardan
Kaç kez düşüp, kaç kez tekrar kurulduk.
El kol bağlı aç kalsak da bazen biz
Ata Yurdun kutsallığına boyun sunduk.
Biz zamanın yazlarını çok gördük,
Kar uçuştuğu sert kışlarına dayandık.
Baharlarda yurdun parlak gününde
Yeşermeyi görev bilip, inandık.
Yaprak oynar, şebneminden kurtulur,
Güneş çıksa izi kalmaz, tam kurur.
Hayat varken, vadilerinde vatanın
Filizlenip büyüme denen görev durur.
Isık Göl
Rüzgâr estiğinde seyran kurarak,
Dalgalar kıvrak kıvrak oynaşır.
Kuğu gibi kanatlanan bulutlar
Göl üstünde sezdirmeden dolaşır.
Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen,
Aşk şarkıları gibi hisli…
Geceleyin git de güzelliği gör:
Dolunay yüzüyor, gizliden.
Çobanyıldızı, denizkızı kadar alımlı;
Görenler gözünü alamaz kendinden.
Isık Göl gençlik neş’esi gibi doyumsuz,
Sevginin şiiri gibi içten…
Gökten göz kırparak yağan yıldızlar,
Işıltısıyla derinlere dalar.
Sabırsızca yüzen balıklarını
En güzel hediye yerine sunar.
Isık Göl, hayatın tadı gibi eşsiz, Gençliğin deli kanı gibi hareketli…
Martıların bırakmadığı çığlıklar
Tam öğle vakti Göl’de yankılanır.
Kızlar kar gibi kuğularını uçurunca
Arkalarında kahkahalı gülmeleri kalır.
Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen,
Aşk şarkıları gibi hisli…
Kıvranırım
At sürüp ekin arasından
Vadi boyunca giderken.
Yaylanın seri havası
Şımarırcasına eserken.
Gönlüme dolan gül kokusu
Tatlılığı ile büyülerken.
Aşuu Tör ile Çolok Tör
Ararım sizleri özleyip.
Açılan rengârenk güllerini
Yakama dizerim sevinip.
Şarkı söylersem bölüşürdü
Zirvenden yankı geri gelip.
Dağlarda geçti çocukluk
Çelik çomak oynardık.
Bir günde on defa darılsak,
Yeniden barışmaya doymazdık.
Kovalamaca halinde
Taylarla yarış yapardık.
Bu şekilde geçen günlerim
Gittikçe uzaklaşır yanımdan.
Kıvranırım veda edemeden
Kıymetli yaşıtlarımdan.
Doymadığım gençlik günlerimi
Mevsimler kopartır bağrımdan.
üzöngü kuuş ile vedalaşma*
“Zirveleri ak bulutlar kaplamış,
Dört bir yanı alacakaranlık
Üzülerek veda için geldim ki,
Yaşlı nehir kıvrılarak akarmış.
… Sonsuza dek veda ettim ben size,
Kalın hasret bozkırıyla iç içe.
Önüm çıkmaz, arkamdaysa uçurum,
Veda için geldim çarem bitince.
Hoşça kalın ötüşen tüm karakuşlar,
Ardıç, kayın dolup taşan yamaçlar.
Kan dökerek savaştan sağ kurtarıp,
Kalan erler, yüreğinde ateş var.
Hoşça kalın, ab-ı hayat pınarlar,
Kutsal geyik, çift toynaklı ceylanlar.
Bu gidişler sizleri de atarım,
Yüreğimde kayboldukça kalanlar.”
*Kırgızlara aitken, Çin’e verilen, Kırgızstan-Çin sınırında bir vadi
İhtiyarlar
Ağlasam ya da gülerek gezsem
Her zaman benimledir onlar.
Sokakta yakalayınca alıştırarak
Saçımı keserdi o ihtiyarlar.
Bazen önlerine, ya da arkalarına bindirerek
Bir yere varıp, yeniden geliyorken.
Hiçbir zaman azarlamadılar
Saklanarak atlarını onca ürkütmeme rağmen.
Onlarda Ala Dağ gibi yücedir saygı
Ufak tefek meseleleri asla görmezlerdi.
Atışmalarda yenildikleri zaman,
Atlarından inip, yenene verirlerdi.
Onlarda yanılmaz terazi adaleti vardır,
Dinlerlerdi bir çocuktan bile fikir çıkınca.
Görünürdü gözlerinden uzaklar,
Bir defa dikkatlice ufka bakınsa.
Görünüşleri yorulmak bilmeyen çocukluktandır,
Var olsalar da, yok olmayı siliyorlar.
Bildiğim o ilginç ihtiyarlar
Ya gözleri görmez oluyor, ya da tükeniyorlar.
Hayatı ne şekilde yaşarsan yaşa
Göz açıp kapayıncaya kadar durmaz devranlar.
Aldılar geçenlerin yerini, halk içinde
Huyu suyu başka olan ihtiyarlar.
değirmenci
Yorgunluğun beşinci şiiri
kışın
öğleden sonra yazıldı
Değirmene vardığım gün.
Mamıt enişte
Gözü pek
Yağlı kayıştan kemerli
deri pantolonlu biri idi.
Mamıt enişte
Yaz kış demeden
değirmende
ıpıssız vadide
tek ev
tek kapı
bahçede tek eşeğiyle
bir erik, bir de kavak
kızıl sakallı
Mamıt enişte
gece gündüz
değirmende
hayatı geçen biriydi.
Mamıt enişte
Yaz kış demeden
öfkeliydi
sarhoş olana kadar boza içince
karısını dövermiş
derlerdi.
Kışın öğleden sonra
eşeğe yükleyerek
bozalık darıyı
yol kat ederek
“Aklımda” şarkısını söyleyerek geliyordum.
Her zamanki gibi gözlerini hızlı hızlı silerek
her zamanki gibi
kendince bir şeyler mırıldanıp
çizmenin tahta tabanını avuçlayarak
oturuyordu baş köşede
Mamıt enişte
o gün ben evine girdiğimde
Güm diye ses çıkardı.
Boza doldurmakta olan Zıynaş Abla
yıkıldı.
Alnından sızan kan
Sol yanağına doğru aktı.
Hiçbir şeyden habersiz durmaktayken
boza doldurmakta olan Zıynaş Abla,
çizmenin tahta tabanı uçarak
yapıştı tam alnına.
Mamıt enişte
Bıyıklarını silerek
Tekrar oturdu yerine içi soğumuşçasına.
Bilmiyorum var mıydı onda
o kadar suç?
O gün ben yükümü indirmedim
vücudum baştan ayağa titreyerek
alnımdan sızan kan
yanağıma akarken…
Mamıt enişte
Kızıl sakallıydı…
Karısı Zıynaş Abla
Çocuk sahibi olamamıştı…
bahçe kapısı
Ansızın dört bir yanı kaplayan
Ne zamanki kar gibi
O günler eriyerek akıp gitti.
Olsa olsa o ulaştı… ulaştı
Ulaşması gibi bir kutuptan diğerine
Duygunun bir ucundan bir ucuna.
Eskimişti Saalakul’un bahçe kapısı
rüzgârdan başka hiçbir şey
girip çıkmaz gıcırdaması
kulaklarda-akıllarda
gözlerde kaldı.
Beklemek de insanı çatlatırmış.
İlk başta alev alev yanaraktan,
sonrasında
içten içe yakan bir
yangın çıkıp,
sonrasında dönüşerek
gayreti yiyip bitiren gam-kedere,
sonrasında dönüşerek
en kötü yoldaş olan elemlere,
en sonunda beklemek dönüşürmüş bahçe kapısına,
yelden başka kimsenin girip çıkmadığı
bahçe kapısına,
yosun kaplanan bahçe kapısına.
Saalakun ve zavallı Asıl Anne,
Cakıp ile Çıyırdı gibi değiller miydi?
Biricik oğlu cepheden dönemedi
Beklemekten paslandı bahçe kapısı
yoruldu ıssız kalan bahçe kapısı.
Kulakları tırmalayan o ıssızlık
Kendine
çekmektedir daima beni.
Bir keresinde şöyle bir düşünce çıktı:
beklemenin gamının yediği
bir bukağıyı
getirerek bağlamış olsak
bu bahçeye
Hitler’i.
Öldürmeden, yemek vermeden
bu bahçeye
bağlamış olsak
Hitler’i bir devire.
Ah, öylesi bahçe kaç tanedir!..
Yeterlidir hem de bir devire.
saban
Dört bir yan dağ
Ortada vadi.
Bir tek tırmık,
Dört at.
Saban.
Ben ve Abdı.
Başka hiç kimse yok.
Herkes cepheye gitti.
Dağ.
Bahar mevsimi.
Yüzü okşuyor
törpü misali
dağ yeli.
Ben ve Abdı
İşlemeli küçük kulübe.
Kulübedeki açlık.
Aramızdaki hararetli tartışma.
İkimiz de çekinmiyoruz.
Sazlıktaki boş arazi.
Arpa ekerek
tarla sürüyoruz.
Benim rakibim Abdı’dır.
O Abdı’ya ise hava, su, koskoca dağ
dört at, saban
sürülen tarla.
sürülmemiş yerler ise
ondan beter
Abdı’ya düşman.
Abdı’nın başka düşmanları da var
Yönetim
ve büyükler,
savaş,
Hitler,
Almanya,
Almanların tamamı…
Hepsine de sövüyor
kendi kendine
kelimelerle
ağza alınmadık.
Ben ve Abdı.
Gün boyunca tarla sürüyoruz
İki göbek geriden
akrabayız.
Kulübede birlikte kalıyoruz.
Yükü birlikte taşımamıza rağmen
Yaşantımız yalnız, yalnız…
İşlemeli kulübe.
Kulübedeki açlık.
Gün boyunca yoruluruz.
Ayaklarımızı kaldıracak gücümüz yok.
Sonra uyurken iliklerimize kadar üşüyerek
uyanırız acıkarak.
Ben ve Abdı.
Bir aya yetmeli azığımız
sadece bir kap kavrulmuş bulgur.
Ondan yaptığımız ayranlı yarma
Abdı doyduktan sonra bana kalan.
Ben on üç yaşındayım.
Sabanı çeken ata biniyorum.
Sabanı tutuyor
Benden üç yaş büyük Abdı.
Ağza alınmadık kelimelerle
her adımda sövdüğü
yönetim,
büyükler ve yoldaşı ben…
kelimeler zehir gibi.
Yere dökülecek olsa
Üç dört yıl kadar
Bir tek ot bile bitirmeyecek kadar.
Kırk dördüncü yılın Mayıs’ı.
sormayın
savaştaki babacığıma olan hasretimi…
Günde üç kez kızıyor Abdı,
yönetime,
büyüklere,
bana
ve hiçbir suçu olmayan Allah’a.
Ben ve Abdı.
Tarlayı sürmeyi bitirdik.
Ekin ekildi.
Tırmık çekilmedi sadece…
Gece boyunca dayanamayarak
Abdı kendinden geçip
Dişlerini sıkarak
Hüzünlü bir şeyler mırıldanır.
Benim de,
Abdı’nın da uykusu yok…
Göz gözü görmeyen gecede
Egersiz ata
binerekten
yöneldik köyümüze, eve.
Yol boyunca
Abdı kendinden geçerek
Dişlerini sıkıp, ağlayarak,
Aklına gelene sövüp sayıyor.
Vadideki coşkun nehre
İkimiz birden kapılmayalım diyerek
geçiyoruz birer birer…
Ertesi gün sabahleyin
Doktora ben götürüyorum.
Zavallı Abdı’nın hastalığı
İskorpüt denen
Meret bir hastalıkmış…
başlangıç
Ağaçların yeşermeye başlaması ne kadar güzel
Sabrını
Damarlarına saklayarak
Sabırsızlığını bildirmeden bekler baharı.
Ağaçların beklemesi gibi beklemek var mı?
Derinlere
Utangaçlığını, arını
Saklayarak
Aklına getirmeden soğuk kışa baş eğdiğini
Kuvvetini toplayarak uyanır bahar gelince
Ağaçların vicdanı yapraklarıdır
Rüzgâr ne kadar güçlü fırtına olup esse de
Onları kaybetmeden dimdik ayakta durur.
Böyledir ağaçların her birisi!
Ah keşke,
İnsanlar da
Onlar gibi
Olsalar ya?!
Her bir insanda
Çocukluğunda
Az da olsa
Utangaçlığın, arın
Tohumları filizlenerek
Çıkmaya başlasa,
Gerisi
Çok da kolay gelirdi.
Talihin de, zenginliğin de başlangıcı
Utangaçlık ve ardadır.
Ağaçlar gibi
Damar yayarak büyüyüp gelişse
Ne kadar da Güzel olurdu…
yolda durmamalı
Ölmeyenler görecekleri günü görmekteler,
Geçecek günler, sırasıyla gelmekteler.
Hırçınlaşıp yoldan çıkan atlar gibi
Gidiyorum, çöller yola dizilmekteler.
Şair kimdir? Şair ömrün gençliğidir,
Saf haliyle âşık olan genç güzeldir.
Saygı ile şiir kadrin bilerek
Şair ve güzel, ikisi de talihlidir.
Şair kimdir? Şair halkın gençliğidir,
Akıl ile akıllı acele ettirmedir.
Allah hariç hiç korkmadan kimseden
Padişah gibi ömür boyu keyf sürmedir.
Şair kimdir? Daim yanan mum gibidir,
Sırla dolu kayberendir,* geyiktir.
Yolda eğlenip, olmamalı avare
Şair, yolda öne atılan küheylandır.
*Kayberen: Efsanevî dişi geyik
düşünüp uyuyunuz
İnsanın hakkı vardır
Boş yere bozmayınız.
Kalp tuzlamak yerine
Yemeği tuzlayınız.
İnsanın kusuru olur
İlk anda vurmayınız.
Fırsatı bulur bulmaz
Sigara yakmayınız.
Akılsız iş yerine
Düşünüp uyuyunuz.
Yenilen zavallı halkı
Hırsızlar, yutmayınız!
Gam çeken biçare halkı
Kurnazlar aldatıyor.
Nadanlar bilmezler ki,
Allah hiç aldanmıyor.
At binen her bir adam*
Makama tamah eder.
Zavallılar bilmez ki,
Kızmakta tüm dedeler.
*At binen: Makam sahibi olan.
yaratan’a yalvarış
Yaratan, koru!
Yâr ol cana.
Kahrında koyma
Gark eyle nana.*
Akılsıza akıl ver
Yüzsüze yüz ver.
Söz bilmeze söz ver
Etsize et ver.
Cömerdi bollaştır
Cimrileri daralt.
Halkı sevindir
Yiğidi yaşlandır.
Çok ver aza
Baş ver gence
Ot ver çöle
Saç ver kele
Saf dile düşünce ver
Cüceye boy ver.
Aş** vermeden toy*** ver
Kesmeye koyun ver.
Bıyığa sakal ver
Sakala bıyık ver.
Çok verme, ölçülü ver
Yavaş verme hızlı ver.
Yurduma güz ver
Halkıma baht ver.
Aydınlık yüz ver
Doru doru at ver.
Kar gider yer kalır
Kan gider halk kalır.
Yiğide halk bahttır
Kötü niyetliyi süründür.
Kuru öksüren iyileşsin
Âmalar ışık bilsin.
Göz kırpan çağırsın
Kovalayan yakalasın.
Şaire deyiş ver
Açlara yemek ver.
Mestlere mey ver
Beni de biraz gör.
Yiğide yâr ver
Dilenciye mal ver.
Halsize hal ver
Bana da az ver.
Kızlar erkekler sevsinler
Tatlı ateşte yansınlar.
Kar geçip gelsinler
Kıymetini bilsinler.
Halk içi bozulmadan
Ata bedduası almadan,
Birlik içinde olalım
Eksilmeyip, dolalım.
Bu dünya yalan mı?
Öte yanı hep gam mı?
Nasıl bir gün hazırsa
Görürüz alna yazanı.
*Nan: Ekmek
**Aş: Düğün vb zamanlarda verilen yemek.
***Toy: Düğün
cadıra
Şarkınla sen şen görünüp
Kulağımda yer eyledin
Hey, Cadıram, Cadıra!
Adını amcan koymuş olmalı
Güzel ümitlerle halk içinde neşelen diyerek,
Hey, Cadıram, Cadıra!
Domburana benziyorsun
O da sana benzemekte
Hey, Cadıram, Cadıra!
Sen dünyaya gelmiş gibisin
Bu güzel dünya sana yakışmakta
Hey, Cadıram, Cadıra!
Kardeşin gibi, nehrin tatlı çağıltısı gibi
Seni veren darkan* Kazak kardeştir.
Hey, Cadıram, Cadıra!
Tek ben değil Carkın ile Cıpar’ım
Şarkını söyler sevinç içinde
Yaşa sen, derler,
Hey, Cadıram, Cadıra!
Bülbül desem, o sana bu kadar benzemez
Yıldız desem, o da uzaktan ses vermez
Senin sesin, sana benzer
Endamın da sesin gibi sevimli,
Hey, Cadıram, Cadıra!
Sevdiğine ulaşasın,
Hey, Cadıram, Cadıra!
07.06.1995
*Darkan: Masalda geçen demirci