Üsküp Esintileri


 01 Mart 2019

Aziz şair Yahya Kemal

Bilmeli ki şimdilerde

Ne İstanbul “aziz” kaldı

Ne de Üsküp “aziz” oldu

İ. Kurt

 

Bir şehri yazmak için; o şehirde yaşamak, o şehri gezip görmek yetmiyor. Bir şehri yazmak için o şehrin sadece kupkuru bilgileriyle donanmış olmak da yetmi-yor. Şehre bir turist gibi bakmanın da fazla bir şey kazandırdığı söylenemez. Kentin ruhunu hissetmek, ezelilerini yani tarihini geleceğe taşıyan köprülerinden de haberdar olmak gerekiyor. Kısaca duyurabilmek için duymak, olmazsa olmazlardan biri haline gelebiliyor. Belki bunlar da zamanla yeterli olamayabiliyor. Hele bu şehir Üsküp’se…

Bu şehir bazen insanlığın mutlu, bazen makûs zamanlarını yaşamış, son yıllarda elden ele geçmiş bir şehirse… Ki işgallere uğramasıyla, yağmalanmasıyla, göçleriyle, ayrılıklarıyla, acılarıyla kurulmuş ve yoğrulmuş bir şehir maalesef… 

Bu şehir tarihi ve talihi ile kâh gül olmuş, kâh kan olmuş zamanları yaşamışsa… Topraklarında vurgunlukları da yaşamış, üzerine tarihin mühürleri vurulmuş eserlerle bazen özgürlüğü de tatmışsa… Bu şehir nice göçler görmüş, ayrılıkların koruyla yanmış ve yakmışsa, hasretlerini ve hayallerini umutlara, hep umutlara bırakmışsa… Bu şehir tarihle kalan, tarihten kalan umutları sönmeye yüz tutmuş, küllenmeye başlamış kordan bir hasret gibi, muhabbetle görenlerin gözlerini ebedi bir ayrılığın sebep olduğu yaşlarla kapatıyorsa… Bu şehir Fatihten kalan köprüsü, Sultan Murat’tan, Mustafa’dan, Murat Paşa, İshak Paşa, İsa Paşa’dan, Davut Paşa’dan kalan mühürleriyle Üsküp’se… Bu şehirde hala türküler söyleniyor, türküler yakılıyorsa, bu şehirde hasret duyanlar kadar bu şehre hasret olanlar halâ varsa, bu şehri yazmak hiç de kolay değil.

Bu şehirde yaşamak da, bu şehri görmek de, bu şehrin sokaklarını avare avare gezmek de tek başına yetmiyor. Sanki en az altı asırlık geçmişini bilmiş ve yaşamış gibi dolaşmak, o zamanlarda yaşananları hissetmeye çalışma gayreti içinde olmak bu şehri daha iyi anlamak için şart oluyor. Nefes alışının yanında acı çekişini, nefes verişini, ara sıra Fatih Köprüsünde durup minarelerinde soluklanışını, Vardar’la bazen şırıl şırıl bazen coşkun akışını, sadece beyinle değil gönülle de duymanın hazzına ulaşmak gerekiyor. Çünkü yâr olmakla yabancı olmak arasında uçurumlar vardır. Bunun için yâd değil yâr olmak gerekiyor. Bir görünüp bir yok olmak gibi değil, sahiden, candan var olmak da şehri anlatabilmenin bir başka yönü herhalde.

Niceleri bakmış, biz de baktık. İçinden de, dışın-dan da, tarihinden de geleceğinden de baktık. En önemlisi bütün hislerimizle duymaya ve duyurmaya çalıştık. Bu şehre en yüksek tepesinden bakmak, bu şehri bir haç gibi kafaya takmak, şehri ikiye ayırıp aldatmak da yetmiyor. Yettiğini sananlar hep aldanmış, aldanmasa da sadece görebildiklerine kanmış. Bu şehri tam tekmil yazabilmek için gönül gözüne ne kadar da ihtiyaç olduğunu gezdiğim bu günlerde daha iyi anladım. Gezdikçe, gördükçe, anladıkça anlatabilme zevkini de tattım.

Bu şehri yazmak için; “Üsküp’ün”, diye başlayıp, derin düşünmek, yürekten hissetmek, gönül gözü ile köprüler kurmak, dışında değil içinde durmak, duyurduklarını duymak ve duyurmak gerekiyor. En canlı duyarlılıkları gözden de gönülden de çıkarmamak gerekiyor sanırım. Öyle köprüler ki bir ucu Balkan bir ucu Türkistan, çarpan yüreği Anadolu olabilsin. Belki bir ucu mağrip bir ucu maşrık, bir ucu Yıldırım bir ucu mevcut durum olabilsin. Üsküp’ü anlatacakların, bu şehri yazacakların işaret edilen ulu gönül köprülerinin ayaklarının sağlam temellere basması da arzulanır elbette.

Üsküp’ü yazacaklar bu şehrin hem ferda hem de sevda mektebinden hiçbir zaman mezun olmayı bekle-meyen devamlı öğrencileri olmayı göze alabilecek kalemler olmalıdır. Olmalıdır ki dün de, bugün de, yarın da hep umutları, hep hasretleri harlasın, sönmesin yarın için yakılacak ocaklar. Işıklarını kaybetmesin tarihle verilen mühürler. “Biz” diyebilmeli ki bu kalemler “Bizim Üsküp’ü” yazabilsinler. Yahya Kemal’in hasretlerini giderebilsinler. Asırlardaki “biz” varlığını hisset-meyen ve hissettiremeyenler boşuna ocaklardaki külleri üflemesinler. Çünkü bunlar yüreklerinde olmayan ateşi burada da bulamayacaklardır.

 

Biz bir zamanlar

Biz bu zamanlar

Üsküp hasreti yaşar

Hasret Üsküp’ü arar

 

Bir güldestesidir Üsküp

Gönül bestesidir Üsküp

 

Şimdi, durup dururken bu Üsküp Sevdası da nereden çıktı, diyenler olabilir. Bu konuda birçoğu araştırmış, yazmış zaten, diyenler de çıkacaktır. Lakin nasıl ki zamanın –varsa- en küçük bir anını bile yakalamak mümkün değilse, Üsküp’e her bakışın ve her gözün, hatta her gönlün yaklaşımı da aynı olmayacaktır. Her gezginin, her yazarın anlatımında ve anlattıklarında ortak yanlar olsa da hissettiği ve hissettirdikleri daima farklı olacaktır. İşte ben de bu farklılığa talip olan naçiz bir kalem olarak Üsküp’ü anlatabilme yokuşunu tırmanmaya çalıştım. Üsküp’ten esen yellerle serinleyerek, tarihiyle ve tabiatıyla gelen esintileri duyduğum kadar duyurmayı denedim, deniyorum. Denemelerim de bu anlayışla ortaya çıktı. Üsküp’ü deryada damla misali kadar anlatabilirsem kendimi başarılı ve mutlu hissedeceğim.

Ezeli bir vatan parçası elbette ebedi bir sevdayı her zaman diri tutacaktır. Çünkü o sadece bir toprak değildir; aşktır, savaştır, tarihtir, kültürdür, yaşayıştır… Hatırların, hatıraların şehirleri azıcık duyarlılığı olanlara bile nasıl da büyük sevda zenginlikleri katar. İşte bu sevdanın küllenen yüzünü kaldırdığımızda içimizdeki korun hala sönmediğini, böyle giderse sönmeyeceğini de fark ettik. Çünkü bu şehirde doğan şair Yahya Kemal’in de dediği gibi, “Kaybedilmiş fırsatların üzüntüsünü duymak çok lüzumludur. Çünkü gelecek fırsatları kaybetmemeye yarar.” O halde en azından bundan sonra, tarihin belki bir zaman geldiğinde sunacağı ‘gelecek fırsatları kaybetmemek” için, hasretleri diri ve canlı tutmak, duyarlılıkları daha da artırmak için Üsküp her kalem tarafından yazılmalıdır derim. Elbette duyduklarını duyurabilme gayreti olacak kalemler tarafından… Eğer hissetme ve duyurabilme kaygısından, hassasiyetinden uzak yazılırsa, ortaya ancak turizm rehberlik broşürü çıkar. Mekanik, ruhsuz yazılar da Üsküp’ün yaşayan varlığına hiçbir zaman yakışmayacaktır. İşte bunun için sıkça Üsküp’ü duyarak yazmaya çalışmak gerekiyor, diyorum ya…

Nasip oldu 2017 yazının temmuzunda Üsküp’e geldim. Coğrafi bakımdan birbirlerine çok yakın sayılabilecek Makedonya’nın diğer şehirlerini de tek tek dolaştım. Onlarla ilgili gözlem, duygu ve düşüncelerimi de yazdım. Ancak bu şehirleri dönüp dolaşıp üç haftaya yakın hep Üsküp’te kaldım. Üsküp’ü Sokak, cadde, meydan ve çarşılarının yanında onu çevreleyen bazı tabiat harikalarını da gezdim. Bu gezilerimi yaparken camiler, minareler, hanlar, hamamlar, köprü ve saat kulesi ayrı esintiler yolladı duygu ve zihin dağarcığıma. Vardar Nehrinin, Vodno Dağının, Matka Kanyonunun her biri bir başka esintilerle doldurdu düşüncelerimi. İşte buraları dolaşırken hissettiklerimin, o an buralarda düşündüklerimin, bende uyandırdığı hassasiyetlerin tamamına Üsküp Esintileri adını vermeyi uygun bul-dum. Biraz olsun bu esintilerde ferahlamayı umdum. Tarihteki en acı kayıptan ve onun en taşınmaz kahrın-dan birazcık olsun kurtulabilmek için esintilere sığındığımı var sayabilirsiniz.

Esintilerin; Vodno’dan, Rakofça kırlarından, Vardar’ın uğrak yerlerinden, acılardan, bazen huzurdan, bazen özlemlerden ve tarihten getirdiklerini, getirip bizde ses ve söz haline dönüştürdüklerini duyabilen duyarlıklara hissettirmeye çalıştım bu yazılarımda. Burada değişik başlıklar altında işaret etmeye çalıştığım her bir konunun esintilerin çok azı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Üsküp Esintileri hep duymak isteyenlere kendisini duyurmuş, zamanımızda da duyurmaya hala devam etmektedir.

Üsküp Esintilerinde ne demek istediğimizi anlamak, duygu ve düşüncelerimizi hissetmek ve paylaşa-bilmek için kısaca Üsküp’ün geçmişine dair bazı bilgi-lere sahip olmak da elbette çok faydalı olacaktır. İste-yenlerin bu konudaki bilgileri her yerde bulabilecekleri için bunlar üzerinde fazla durulmamıştır.

Üsküp için, “Yıldırım Beyazıt tarafından, şimale karşı bir Türk müdafaa kalesi diye kurulmuştu”, diyen ve bu şehirde doğan Yahya Kemal’in İstanbul’a hitap ettiği gibi ben de bu kente Aziz Üsküp, Türk Üsküp diyebilseydim keşke. Ama bunu diyebilme zevkinden şimdilik mahrumum, yoksunum ne yazık ki… Çünkü içinde yaşadığımız zamanda İstanbul’un çok az “aziz” tarafları bırakıldığı gibi, Üsküp’ün de henüz “aziz” olan yönünü çok az hissedebildim.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 147. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 147. Sayı