Yaglıbay Bahadır


 01 Ocak 2025

Rüstem Gusman oğlu Galiullin, 26 Kasım 1987’de Arça (Arsk) ilçesinin Nalasa köyünde doğdu. 2009 yılında Kazan Devlet Üniversitesi’nden yüksek başarıyla mezun oldu, 2009-2012’de Doktora tezini savundu. Kazan Utları dergisinin baş editörüdür. Tataristan Cumhuriyeti Musa Celil Ödülü sahibi, Tataristan Yazarlar Birliği üyesidir. 

Yaglıbay Bahadır

Çeviri: Çulpan ZARİPOVA ÇETİN

Dünyanın kendini baharın kucağına attığı günler. Güneş ışınlarının sıcak nefesine dayanamayıp dağların yamaçlarından çağlayarak kar suları akıyor. Onlar, çalıların arasında sağılarak ve hüzünle kararan kar katmanlarını kıskandırarak birbirlerini kovalayıp, inci taneleri gibi parıldayıp, dağ ruhunun gizemli seslerini yankılandırıp irili ufaklı taşların arasından cilveli bir şekilde geçerek kabarık dalgalar oluşturuyorlar. Daha sonra sel yarığında şırıldayıp bir araya geliyor ve kıvrılarak hızla akan mağrur Terek nehrine katılıyorlar. Bu canlı hareket tüm dünyayı uyandırıyor: ağaçlarda tomurcuklar açıyor, yeşil çimenler gözle görünür bir şekilde dağların yamaçlarına yayılmaya başlıyor. Güneyden esen yel şefkatle yüzü ve saçları okşuyor, gözlerse bu zevkten yavaşça kapanmaya başlıyor...

Bir ritmi tutturup yavaş giden at aniden durdu ve büyülü sessizliği bozarak gürültülü bir şekilde soluk aldı. Eyerde kestiren Yaglıbay Bahadır da gözlerini açtı. Az önce doğanın huzurunda uyuklayan kalbine bir şüphe düştü. Uzaklardan gürültülü sesler duyuluyor; Terek nehrinin yakınındaki çayırda birçok at ve yaver vardı. 

Yaglıbay, durakalan atına vurdu. Huzurlu yüzünde yine sert bir ifade belirdi ve o, bir anda cesur bir savaşçıya dönüştü. Sahibinin ani değişimi atını da etkiledi. O, başını kaldırıp bir kişnedi de dörtnala koşmaya başladı.

“Bu, muhtemelen son savaştır.” diye düşündü Yaglıbay Bahadır. “Kondırça nehri boyunda yaşanan kanlı savaşın yaraları da henüz iyileşmedi.”

Pek çok savaşa katılmış, pek çok kez ölümle karşılaşmış deneyimli bir savaşçıydı. Ulu Ulus’u savunmak için ordusuyla kaç kez savaşa gitmek zorunda kaldı. Akrabalarının çoğu Kondırça nehri yakınlarında hayatını kaybetti ve kendisi de geri çekilirken neredeyse ölüyordu.

Toktamış Han’dan ulak gelir gelmez Yaglıbay’ın aklından “Bu son savaş olacak.” düşüncesi geçmişti. Kırk yaşına yaklaşan Yaglıbay, on yıldır Toktamış ile Aksak Timur çatışmalarının merkezinde yer alıyordu. On yıl önce Toktamış Han, Aksak Timur’un el altındaki Tebriz şehrini fethettiğinde de Yaglıbay Bahadır ordu komutanlarından biriydi. Askerleriyle bir sonraki savaşta da Toktamış ordusunun sağ kanadında yer alacaktı.

– Ülkede düzen yok, dedi Yablıbay Bahadır kendi kendine homurdanarak. “Kargaşalar ve taht kavgaları devlete diz çöktürdü. Toktamış da tahta çıktığından beri kavgasız tek bir gün geçirmedi. Aksak Timur ne istiyor? Mısır’dan Çin’e kadar dünyayı fethedecek, şimdi de Deşti Kıpçak’ı ezip geçecek. Bu cihangirlere yetecek kadar toprak yok mu? İşte çayırlar, uçsuz bucaksız bozkırlar, çöller! Bir dağa mı ihtiyacın var? Al işte gökyüzüne ulaşan tepeler ve yükseklikler! Yetecek kadar su mu yok? Şu nehirlere ve göllere bakın! Onlar dünyayı paylaşıyor, savaş alanındaysa en cesur erler katlediliyor. Bu hâkimlerin kalpleri taştan olmalı...”

Evet, onlar sahip olduklarıyla yetinemiyor! Herkes güzel bir ülkede yaşamayı arzular... Kim kısır çölde ıstırap çekmek ister? Dünyanın bütün zevkleri galip gelenin eline geçerken mağlup olana ölüm; ölüm şansına nail olmazsa da kölelik kalır.

Her iki tarafın da ana gücü süvarilerdir ve cihangirlerin ana savaşı doğanın yenilendiği zamana planlamaları da boşuna değil: dağlardan hâlâ kar akıyor ama ovalara artık yağmur yağıyor, çayırlarda otlanan atlara çimen iki gün sonra yeniden yeşerir.

Kondırça nehrinde kazanılan zaferden ilham alan cihangirin belirleyici bir savaşa hazırlanması, baş düşmanı Toktamış Han’ı yenmeye kararlı olduğu ve Taht ülkesini tamamen kökten kurutmaya planladığı uzun süredir kulaktan kulağa yayılarak duyuluyordu. Ama Yaglıbay Bahadır, yaşadığı sürece bu kadar büyük kan dökülmesinin bir daha yaşanmamasını umuyordu.

Ancak Aksak Timur, uzun süredir Toktamış Han’ın muhafız birliklerini mağlup ederek ülkeye akınlar yapıyor. Savaş kaçınılmazdı...

***

...İki gündür oklar uçuşuyor, yaralılar inliyor, atlar derin derin soluyor, aralıksız kılıç sesi duyuluyor, her yerde gürültü, sanki mahşer günü gelmiş! Yaglıbay Bahadır’ın savaştığı sağ kanat iki gündür Aksak Timur’un sol kanadına saldırıyordu ve ilk gün Aksak Timur’un ordusunu dağıtınca az kalsın kendisini ele geçireceklerdi. Ancak askerleri sayıca çoktu. Yarabbi, herkes ölmeden bu kanlı savaş bitmeyecek mi?

Akşam saatlerinde Toktamış Han’ın ordusunda yıldırım hızıyla korkunç bir haber yayıldı. Sağ kanattaki önde gelen askeri komutanlardan birisi Emir Aktav’ın Toktamış Han’dan Kunçe oğlanı kendisine teslim etmesini istediği ve onun kafasını kesme niyetinde olduğu söyleniyordu. Künçe oğlan ise savaşın ilk günü Aksak Timur’dan ayrılıp memleketine geçmişti. Aralarında nasıl bir düşmanlık vardı, kimse bilmiyordu. Ama Toktamış Han’ın Emir Aktav’a Kunçe oğlanı vermediği, “Kişisel hesaplaşmalarınızı savaş sonrası yaparsınız.” dediği de duyuldu. Bu sözler dedikodu gibi yayılsa da Emir Aktav’ın savaşçılarıyla birlikte sahayı terk ettiği ve ona birkaç emirin daha katıldığı öğrenildi. Bu haber, Altın Urda savaşçısının kalbine kara bulut gibi çöktü.

Yaglıbay Bahadır hayatı boyunca sağ kanatta savaştı. Bu yüzden Toktamış Han’dan yarın sol kanatta savaşma emri alınca bu durumu kötüye yordu ve şüphelendi.

Aksak Timur, Kondırça nehri yakınındaki savaşta bile birçok tümen başını satın alıp kendi tarafına geçirmişti. Kurnaz tilki bu kez yine kirli oyunlarına başvurup hileli bir tuzak kurdu. Yaglıbay Bahadır daha önce de duymuştu: Aksak Timur’un ordusu dağılıp geri çekilmek üzereyken düşman tarafı askeri komutanlar ya sahayı terk ediyor ya da satın alınan kimseler savaş bayrağını indirince ordu komutanının esir düştüğünü düşünerek askerler paniğe kapılıp kaçmaya başlıyor.

Şafak söktü. Dünya sessiz. Sanki sıradan, her zamanki güzel bir bahar günü. Yaglıbay Bahadır geceyi gözünü kırpmadan, ateşler içinde geçirdi. Düşünmesi güç ama çocukluğunun mutlu anları, gençliğinde yaşadığı neşeli olaylar, sahadaki korkunç olaylarla yerini değiştirip tek tek gözlerinin önünden geçti. Tıpkı bu çatışmada olduğu gibi: Dünyanın en canlı zamanında kükreyen erler, daha dün yemyeşil bir halı gibi gözleri okşayan, bugün ise at toynaklar altına alınıp altı üste gelen kirli, siyah toprağa cansız bedenleriyle düşüyorlar. Bu, asla yan yana gelemeyecek bir manzara.

Yaglıbay Bahadır, içinden yakınları ve akrabalarıyla vedalaştı, helalleşti. Ama yine de o, aydınlık bu dünyadan yenilerek utanç içinde geçmek istemiyordu. Savaşçılarına baktı: Daha dün düşmana karşı öfkeyle ateş gibi yanan gözlerdeki umut parıltıları azalmıştı. Herkes bugünkü savaşın belirleyici olacağının bilincindeydi.

– Mukadderde olan silinmez, diye düşündü Yaglıbay Bahadır. “Hayırlısıyla sona ersin savaş!”

Savaşın başlamasına işaret ettiler. Altın Orda ordusu -iki kanat ve ön cephe- hepsi birden saldırdı. Yaglıbay Bahadır, hilekâr Aksak Timur’un ana kuvvetini onun önderliğinde olan sol kanada yönlendirdiğini ve sayıca azaldıklarının farkında olduğunu henüz bilmiyordu. Savaşçılarını cesaretlendirme amaçlı mızrağını havaya doğrultan Yaglıbay Bahadır artık kendisi de savaşa girdi.

Savaş akşama kadar sürdü. Yaglıbay Bahadır bir anda sol kanadın tamamen boş kaldığının, gruplar halinde geri çekildiğinin ve düşmanın kalabalık ordusu karşısında sadece kendi askerleriyle kaldığının farkına vardı. Yenilmek kaçınılmazdı. Çevrelerini saran ordunun büyüklüğü ve sayısı ürperticiydi!

– Geri çekilmeyin, dedi o askerlerine ve kaçmaması için atının demir zincirle kösteklenmesini emretti.

Sırtı kırıldığında bile sır vermez ve düşmanına diz çökmez Yaglıbay Bahadır’ın dağ misali onurlu duruşu askerlerini de cesaretlendirdi, birden kendine getirdi. Düzensiz, acımasız bir savaş başladı.

Aksak Timur’un sağ kanadının komutanı Emir Usman, Toktamış Han’ın sol kanadından sadece Yaglıbay Bahadır’ın ve askerlerinin kaldığını görünce savaş alanına geldi. Geri çekilmemek için atını demir zincirle köstekleyen Yaglıbay Bahadır’ın şanından kanı başına sıçrayan Emir Usman, farkına varmadan bütün gücüyle o tarafa hücum etti.

Yaglıbay Bahadır’ın keskin gözü, etrafı korumalarla çevrili olan Emir Usman’ı uzaktan fark etti; Vurduğunda demiri koparacak kadar sağlam adam doğrudan ona yaklaşıyordu.

– Emir Usman, cesaretin yetiyorsa benimle yüz yüze savaş, diye bağırdı düşmanına Yaglıbay Bahadır.  

–  Kemiklerini toz yapacağım! Sözüm sözdür, diye yanıt verdi Emir Usman kılıcını sallayarak Yaglıbay Bahadır’ın üzerine yürüdü. Güçler eşitti ama Yaglıbay Bahadır daha tecrübeliydi. O, sürekli saldıran Emir Usman’a karşı kendini ustalıkla savunarak uygun anı bekledi. Aniden... Yaglıbay Bahadır’ın geri çekilmemesi için bağlanan atı sürçtü ve binicisini de kendisiyle birlikte yere devirdi. Yaglıbay Bahadır, yalnızca hançerini ona fırlatan Emir Usman’ın kanlı bakışını fark etti...

***

Yaglıbay Bahadır’ın gövdesinden kopan başı için korkunç bir savaş başladı. Sonunda askerleri Yaglıbay Bahadır’ın cesedini ele geçirmeyi başardılar. Siyah zırhlı, beyaz atlı gençler onu savaş sahasından dışarı çıkardılar.

Yaglıbay Bahadır’ın cenazesinin götürülmesiyle Toktamış Han’ın sol kanadı da parçalandı. Bu zafer için Aksak Timur’dan “Bahadır” unvanını alacak olan Emir Usman ise diğerleriyle birlikte Toktamış Han’ın geri çekilen ordusunun peşine düştü.

Cesetlerle dolu savaş alanını kara kuzgunlar sardı. “Korrrk, kork” diye bağıran kuzgunun sesinden ürkmüşçesine dağ yamaçlarından gür akan kar suları bile sustu, ay da gökyüzünde süzülen kara kuşlardan oluşan perdeyi açıp dünyaya bakamadı. Cihanda yaşam kutlamasından ziyade başka bir tantana bekleniyordu.

Savaş alanının tam ortasında demir zincirle kösteklenmiş bir atın cesedi yatıyordu. O, daha hayattayken geri çekilmemeye mahkûm edilmişti...

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 217. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 217. Sayı