HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Kardeş Kalemler 4
Gülzura Cumakunova 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Kırk yıla yaklaşan bir arkadaşlığın ve dostluğun başladığı yeri ve zamanı hatırlamak kolay değil. Ama Yakup ile ilk karşılaştığımız ve tanıştığımız günü hatırlıyorum. O gün benim için de anlamlı bir gündü çünkü ilk profesyonel solo konserimle ilgili olarak görüşecektik.
Sanırım 1988 yılı güz aylarıydı. Bir gün Orhan Kavuncu Hoca telefonla beni aradı. Türk Ocakları Genel Merkezi olarak Ankara’daki Ocak’lı dostlara bir konser vermemi istediklerini söyledi. Kabul etmem durumunda, konserin o meşhur tarihî Türk Ocağı salonunda “bilâ bedel” olacağını belirtti. Kabul ettim,
Konsere birkaç gün kala yine aradı: “Yarın öğleyin Ocağın Ankara Şubesi’nden genç bir arkadaş Türk Ocağı binasında olacak, birlikte salonun ses ve sahne düzenine bakıp eksiklik varsa bildirirseniz gereğini yaparız” dedi. Öğlen saatlerinde Kültür Bakanlığı’na bağlı resmi adı Devlet Resim Heykel Müzesi olan Türk Ocağı’na vardım. Binanın ana giriş kapısında beni 20’li yaşlarının başında, son derece yakışıklı, kibar, güler yüzlü bir genç karşıladı. “Abi hoş geldiniz, ben Türk Ocaklarından Yakup Deliömeroğlu” dedi. Ayak üstü tanışıp salona geçtik.
Daha ilk gün birbirimize ısınmış olmalıyız ki, işimizi bitirdikten sonra Kızılay’a kadar sohbet ederek yürüdük. Sohbetimizin, milliyetçi/ülkücü geleneğe mensup okur-yazarlar arasında eksikliğini pek kimsenin fark etmediği kültür, sanat, edebiyat, müzik gibi konularda yoğunlaştığını hatırlıyorum. Yakup Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nde ya son sınıf öğrencisi ya da yeni mezun idi. Ben de otuz yaşlarında, Kültür Bakanlığı Devlet Türk Halk Müziği Topluluğunun iki yıllık sanatçısı genç bir “ağabey” idim.
Aslında yol boyunca konuştuğumuz konular, mensubu olduğumuz siyasi/ideolojik görüşün/partinin önde gelen büyüklerinin, yazar çizerlerinin, kanaat önderlerimizin çözüm üretmek üzere ciddiyetle ve sorumluluk duygusuyla konuşmaları gereken konular. Fakat bu konulara değer verip gündemine alan pek yok. Biz “vatan kurtarma” talimleriyle yetiştiğimiz için hiçbir gücümüz ve yetkimiz olmadığı halde kendimizi görevli saymaktan kurtulamıyoruz. Bu hep böyle olmuştur.
Düşünüyorum da aradan nerdeyse kırk yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen Yakup’la bir araya geldiğimiz son yıllarda bile yine en çok bu konuları konuşurduk. Çünkü bu sorunlar giderek ülkemizin dinmeyen sızısı, kanayan yarası haline geldi. Hatta son yıllarda daha da arttığı söylenebilir. Ülke yönetme sanatı olarak siyasetin de en büyük eksikliğinin bu konulardaki sığlık ve kuraklık olduğunu söylemek mümkün. Onun için sevgili Yakup siyaseti değil, siyaset de dahil hemen her alanı, her konuyu iyileştirecek yegâne güç olan dil, kültür, sanat, edebiyat ve düşünce alanında kalıcı eserler ve projeler üretmeyi hedefledi. Çok şükür el attığı her konuda da başarıyı yakaladı.
Avrasya Yazarlar Birliği, onun bu hedefini en etkili ve kestirme yoldan gerçekleştirmesine imkan veren bir enstrümandı. Üstelik sadece Anadolu’da değil, bütün bir Türk Dünyasında olumlu sonuçlar üretecek bir enstrüman. En az 15 yıldır düzenli bir şekilde çıkan Kardeş Kalemler Dergisi; çoğunluğu çeşitli Türk lehçelerinden Anadolu Türkçesine aktarılmış beş yüzü aşkın şiir, hikaye, roman, deneme, destan, masal türündeki eserlerden oluşan kitaplarıyla Bengü Yayınları; Türk lehçelerinden herhangi birisiyle konuşup yazan herkese ve her ülkeye açık çeşitli edebi türlerde yapılan yarışmalar ve Türk Dünyasını oluşturan coğrafyada bulunan önemli şehirlerin hemen hepsinde gerçekleştirilen toplantılar, paneller, kültürel organizasyonlar ve şölenlerle yapılmak istenen de bundan başka bir şey değildi.
Kendi yağı ile kavrulan mütevazı bir kuruluş çatısı altında bir araya geldiği fedakâr yol arkadaşlarıyla bazen bir üniversite, bir bakanlık hatta bazen bir devlet gibi faaliyetler, organizasyonlar gerçekleştirdi. Ve bütün bunları kalbindeki sevgi, yüzündeki gülümseme, içindeki samimiyet, duygularındaki heyecan hiç eksilmeden; yaptığı her işte dürüstlük, fedakârlık ve coşkuyu hiç kaybetmeden yaptı. Belki de bu en zor olanıydı ama yılmadı, usanmadı, kızmadı, gücenmedi, küsmedi... Çünkü sadece Türkiye’nin değil Türk Dünya’sının tümünün geleceği söz konusu idi ve böyle olunca da elbette gerisi teferruattı…
Dostluğu, samimiyeti, insanlığı, vicdanlı ve hakkaniyetli tavırları O’nu yakından uzaktan tanıyan hemen herkesin kolayca farkına vardığı meziyetleri idi. Çünkü üzerinde kesbî değil adeta vehbî bir özellik gibi duran bu meziyetlerini her hal ve şartta muhafaza etti. Ait olduğu, mensubiyet duyduğu devleti, milleti, vatanı, bayrağı, imanı ve vicdanı adına yaptı bunları.
Fakat son yolculuğuna uğurlayan yüzlerce dostu ve arkadaşı dışında “devletlu” taifesinden pek kimsenin olmayışı o kişiler adına düşündürücü idi. Zaten Yakup bütün bunları birilerinin alkışlaması için değil, milletinin gönlünde ve vicdanında makes bulması için yaptı. Ve çok şükür bu da gerçekleşti. Hatta başta Türk Cumhuriyetleri resmi ve özel medyası olmak üzere Türk Dünyasının hemen her köşesinden samimi ve anlamlı taziye mesajları ulaştı.
Haberli ve vakitli ölüm yoktur elbette ama bu kadar birden bire ve vakitsiz ölüm de azdır. Bu bir taraftan acımızı çoğaltırken diğer taraftan teselli verdi: Kısacık ömre bunca hizmeti, güzelliği ve hayırlı işi sığdırmak her baba yiğite nasip olmaz. Çok şükür Yakup’umuza nasip oldu. Hem de geride amel defterini ebediyen açık tutacak çalışmalar ve gök kubbemizde birden çok hoş şadalar bırakarak…
Yakup kardeşimin bütün bu hizmet ve çalışmalarını aynı zamanda güçlü ve usta bir kalem erbabı olarak yaptığını da özellikle vurgulayalım. O Türkçe’ye hâkim iyi bir yazar, güçlü bir kalem ve usta bir hikayeci olduğunu iki yıl önce çıkan İki Çınar adlı ilk ve son hikâye kitabı ile tüm Dünya’ya ilan etti. Yahya Kemal’e atfedilen, “Maksat eser ise mısra-yı berceste kâfidir” sözünü adeta hikâyeye uyarlayarak “maksat hikâye yazarlığı ise tek kitap kâfidir” dercesine son derece başarılı bir çalışma ortaya koydu. İki Çınar, ömrünü hikâye yazmaya adamış bir yığın hikayeciye “hikâye böyle yazılır” dersi veren örnek bir çalışma.
Kişisel hatıra, anekdot ve canlı şahitliklerimi ileride yayınlanacağını ümit ettiğim armağan kitaba bırakarak bu yazıyı noktalıyorum. Allah can kardeşimin mekanını cennet, kabrini pür nur eylesin.