Yakup Yusuf’una Ağlar; Biz Yakup’umuza


 01 Eylül 2024

Böyledir bu gönül erleri; idealleri uğrunda koşarkenkendi sağlıklarını unuturlar. Yakup kardeşim de Galip Ağabey’den el almış olmalı ki, rahatsızlığı son safhaya gelinceye kadar üstüne almamış. “Griptir, geçer…” diyerek koşturmaya devam etmiş. TRT için tarihimiz ve medeniyetimizle ilgili birbirinden güzel belgesel programlar yapıyordu. İşte yine onlardan birini hazırlamak üzere önce Hindistan’a, arkasından Irak’a gitmiş. Ancak döndüğünde hastaneye uğramak gelmiş aklına. Ama bu sefer de iş işten geçmiş tabii!...

Ben de kendi kendime; uğrarım, seyahat anılarını dinlerim, “Emir Timur’dan, Babür Şah’tan selam mı getirdin?” diye şakalaşırız diyordum ki, durumun ciddiyetini öğrenerek yıkıldım… Hemen hastaneye yatırıp tedaviye başlamışlar ama çok geç kalınmış. Ziyaretine gittiğimde, solunumu rahatlatmak için oksijen tüpüne bağlamışlardı. Konuşamadık; ancak gözlerimizle anlaştık. Ayrılırken de;

 -Yemeğini ihmal etme. İştahın olmasa da zorlamalısın. Savaşmak için güçlü olman gerek. Bak, Elif yeğenin yendi bu hastalığı, sen de yeneceksin; diye moral vererek ayrıldım yanından. Sarılarak vedalaşmak mümkün değildi. Zaten oksijen maskesi mâni oluyordu. Riskli olmasın diye ancak çıplak ayağını kuvvetle sıkarak vedalaştım. Meğer bu son görüşmemiz olacakmış… Onun her zamanki mücadele azmine güvenerek hiç ümidi kesmemiştim.  Ama ne tedbir alırsan al, O ezelî ve ebedî dost çağırmışsa takdir bozulmuyor…

O anda bütün mâzi, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden.  En çok da Kazakistan’da, Yesevî Üniversitesindeki gurbet günlerimiz canlandı. Kendisi de Ehl-i Beytten olan Yesevî Hazretleri’nin manevî iklimine sığınarak bir teselli arıyorum bu acıya… Zîra Yakup’la arkadaşlığımız, aile dostluğumuz orada pekişti.           

İşte yine bu çaresizlik içinde, yirmi yıl önceye; hayâlimdeki o mübarek beldeye, Yesevî Hazretleri’ne makam olan Yesi’ye kaçıyorum.  Yakup’la Havva yenge daha yeni evliler ve şimdi üniversiteden mezun olup hayata atılan Özge kızımız da orada doğmuş, yeni yeni yürümeye başlamış. Onun için ben Özge’yi hep “Kazak kızım” diye severim.  Şimdi benimle meslektaş olan küçük kızım Elif de orada okuyor. Sağ olsun, Havva yengesinin şefkati sayesinde hiç anne hasreti çekmedi. 

Türkiye’den giden öğretim elemanları Yesi’de, şehrin iki üç km. dışında Turan Konuk Evi denen güzel bir kampüste kalıyoruz. Akşamları lobide toplanır sohbet ederdik. Orada görevli Kazak kardeşlerimiz de eklenince sayımız sanırım elli kişiyi aşıyordu. Bazen şakalaşmaların veya siyasi sohbetlerin dozu sertleşir, kırgınlıklara sebep olurdu.  Pratik zekâsı çok kuvvetli olan Yakup, hemen buna da bir çare buldu: Şehrin dört beş km dışında adına daça dedikleri küçük, bahçeli evler vardı. Hafta sonu tatillerini geçirmek üzere oradan bir daça kiralayalım dedik. Ama baktık fiyatı o kadar ucuz ki… Mülkiyetini satın almaya karar verdik. Yakup’un arabası da vardı. Daçayı da aldıktan sonra her Cuma günü mesai bitiminde arabamıza biniyor, daçaya kaçıyorduk. Orada geniş bir aile olmuştuk. Bendeniz, Elif’in ve Havva’nın babası, Yakup’un ağabeyi, Özge’nin Ali dedesiydim… Hey be… “Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer” derler ya… Daçamız türlü meyve ağaçlarının arasında cennetten bir köşe gibiydi. Hem de ev eşyalarıyla birlikte; möbleli, dayalı döşeli almıştık… Türkiye’ye dönerken de Özge’ye bakan Kazak aileye hediye ederek döndük. Yazımın sonundaki Türkistan Günlüğü adlı şiiri de o günlerde yazmıştım.

 Ruhun şâd olsun Yakup Hoca. Gencecik ömrüne çok şeyler sığdırdın. İnşallah öğrencilerin de senden çok şeyler öğrenmişlerdir, hayırla yâd ederler… 

Ruhun şâd, mekânın cennet olsun aziz kardeşim.

İnşallah “mülâkî oluruz bezm-i ezelde…” 

 

TÜRKİSTAN GÜNLÜĞÜ

Hadi agay, 

Hadi Yakup

Bir "mağna" daha yakalım

Yakıp dumana bakalım

Yakılan servetimizdir

Bu servet yemekle bitmez

Bu servet derya denizdir

İnekler soylu ve sağmal 

Koyunlar saf ve semizdir

Kızmasın şehrin sahibi,

O sahip bilir gâibi 

Sitemimiz ona değil

Ona eğil, buna eğil 

Çekilmez oldu bu Yesi,

Yesi’de yükseldi ısı,

Yine lobi duman duman

Bunalıyorum anbean 

Burda bir gün aya bedel

Gurbette geçmiyor zaman 

 

Hadi agay, 

Hadi Yakup

Yine daçaya kaçalım

Daçada bir çay içelim

Bu serin bahar akşamı

Savar belki derdi gamı

Uzaktaki bülbül sesi 

Bir hazin hasret bestesi 

 

Kazak’ın da bizim gibi

Mecnun’u var, Leyla’sı var

Şirin’i var, Ferhad’ı var

Kopuzların nağmesinde

Mazlumların feryadı var

Yol üstünde Deli Şaman

Okusun encâmımızı

Nedir içimdeki sızı

Yerine koyacak var mı

Ömrümden çalınan yazı?..

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 213. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 213. Sayı