Yalan


 01 Ekim 2025


Birinci Karabağ Savaşı'nda yitirdiğimiz soydaşlarımızın aziz hatırasına ithaf ediyorum.

Cesaret askerlik hizmetinin ardından Tümen'e gitti. Annesi önce razı olmadı, gözlerini silerek,                  “Burada kal, git Bakü'de çalış. Bacınla kardeşine de destek olursun. Bugün yarın okulu bitirecekler. Ayrıca kendilerine yol gösterecek ve yardımcı olacak birine de ihtiyaçları var. Bir de yabancı bir ülkede yaşamak kolay mı? Sen de hala küçük bir çocuksun” dedi

“Anne! sana söz veriyorum, çalışacağım, helalinden emeğimle kazanacağım.”

Annesi sonunda:

“İşinde başarılı olasın, yolun açık olsun yavrum. Gittiğin her yerde Allah size rızık ve bereket nasip etsin.”

Çocuklarını yetim olarak büyüten Feride Teyze, rahatlık nedir bilmeden yıllardır yarı aç yarı tok yaşıyordu. Yeter ki çocuklarını bir an önce oradan uzaklaştırabilsin. Bazen pamuk topluyor, bazen yün eğiriyor, halı ve kilim dokuyup satıyor, sebze yetiştiriyor ve tavuk besliyordu. Sessiz, yumuşak huylu, namuslu ve şerefli bir kadındı. Köydeki herkes ona saygı duyuyordu.

Tam bir yıl sonra izne gelen oğluna sarılan anne, kendini dünyanın en mutlu insanı olarak görmüştü. Cesaret hem annesi hem de kardeşleri için değerli hediyeler ve kıyafetler almıştı. Hatta annesine biraz para da vermişti. Annesi parayı alınca neredeyse bayılacaktı. Bunu hisseden Cesaret:

 “Anne, ben petrol kuyularında çalışıyorum. Petrol çıkarmak için kuyu açıyoruz. Tümen’de en çok petrolcüler kazanıyor. Bir dahaki sefere daha fazlasını getireceğim. Orada usul böyledir.  Hizmet süresi ve deneyim arttıkça maaşta artar.”

“Oğlum, Allah seni bize bağışlasın. Allah rızkını bol bol versin.”

 Derken duygulandığını gizleyemedi.

Cesaret bir süre köyde kalmış, akrabaları, komşuları ve arkadaşlarıyla görüşmüştü. Her gün ya sınıf arkadaşı Nurulla’ya gidiyordu ya da Nurulla onlara geliyordu. Gençler birbirlerine o kadar ısınmışlardı ki...

Cesaret’in Tümen'e gitmesine iki gün kala, akşam bahçe kapısının önünde Nurulla’nın sesi duyuldu. Babasıyla beraber gelmişti. Misafirler için bir çay masası kurulmuştu. Uzun uzun sohbet ettiler. Sonunda Nurulla’nın babası Sadulla asıl konuya girdi:

“Cesaret, oğlum, nazar değmesin sen ve Nurulla kardeş gibisiniz. Yabancı bir ülkede, başka milletlerin arasında tek başına yaşamak kolay olmasa gerek. Belki kardeşini de Nurulla’yı da yanında götürürsün. Birbirinize destek olursunuz birbirinizin yardımcısı olursunuz. Annene de söyle izin verirse…”

Cesaret’ in yüzündeki ifadeden mutlu olduğu belliydi:

“Anneme söylerim, izin de verir. Ama Nurulla neden kendisi söylemedi? Sonuçta biz arkadaşız.”

Sadulla:

“Siz arkadaş değil, kardeşsiniz. Ama böyle şeyler büyüklerin onayına ihtiyaç duyar. Cesaret annesini arayıp Nurulla’nın onunla Tümen'de çalışmak istediğini söyledi.”

“Gerekten mi? ne güzel. Allah sizi birbirinizden ayırmasın. Rızkınız bol olsun. Sağ salim gidin, çalışın, ekmeğinizi kazanın.”

Sadulla da ayağa kalkıp Cesaret’e sarıldı.

Cesaret o akşam çok mutluydu. Sınıf arkadaşı ve çocukluk arkadaşıyla Tümen’e gitmeyi birlikte yaşamayı ve çalışmayı düşününce sevinçten uçacaktı. İki gün sonra arkadaşlar birlikte Tümen’e, oradan da petrol şehri Nijnevartovsk şehrine gittiler. Cesaret Nurulla’yı çalıştığı petrol sahasındaki sondaj biriminde işe girmesine yardımcı oldu. Onu, kaldığı yurt odasına yerleştirdi ve kendisi de kendi odasına yerleşti.

Günler haftalara, haftalar aylara döndü. Arkadaşlar işlerini tutkuyla yaptılar, iyi para kazandılar hem kendilerinin maddi ihtiyaçlarını karşıladılar hem de eve biraz para gönderdiler. Her şey çok iyiydi. Boş zamanlarında dinlendiler, çocukluk anılarını anlattılar ve tatlı hayaller kurdular. Hain ve nankör komşularımızın toprak iddiaları, ülkedeki kaos ve Sovyet devletinin ikiyüzlü politikası birçok hayali, arzuyu ve umudu yerle bir etti.

Ebediyen kutsal topraklarımız, köylerimiz ve şehirlerimiz kökü soyu bilinmeyen Ermeni faşistleri tarafından ve onların destekçileriyle işgal edilmesi Azerbaycan vatandaşları ile birlikte vatan dışında yaşayan gayretli soydaşlarımız da Azerbaycan vatandaşlarının işgaline dayanamadı.

Dostlarımız her gün Azerbaycan'la iletişim halindeydi, merkezi basın ve televizyon haberlerini heyecanla takip ediyorlardı. Başlangıçta Moskova’nın adil bir karar vereceğine inansalar da Sovyet İmparatorluğunun Bakü’de işlediği Kanlı Ocak faciası bu inancı yerle bir etti. Kaos, kargaşa, masum kanların dökülmesi, soydaşlarımızın her gün şehit düşmesi, düşmanın günden güne daha da azgınlaşması, Cesaret’ in sabrını tüketti ve onun canını sıktı. Azerbaycan dışında olması onu derinden üzdü.

Bir gün Cesaret Nurulla’ya:

“Yeter kardeşim! Azerbaycan’a dönüyorum. Yeni kurulan ordumuzu güçlendirmek için personele ihtiyacımız var. Otomatik tüfekle de makineli tüfekle de isabetli atış yapabilirim. Vatanımız zor durumda, bize bir annenin bebeğine ihtiyacı olduğu gibi ihtiyacı var.”

“Ne diyorsun, emeğimizi, gücümüzü bir kenara atalım, her şeye son mu verelim? Ve savaşın olduğu yer bizden ne kadar uzakta!”

“Bizden derken ne anlamamız gerekiyor?”

“Köyümüzden bahsediyorum.”

Cesaret dayanamadı:

“Yazıklar olsun sana. Senden böyle bir cevap beklemezdim. İşgal altındaki her köy, her dağ taş bizim değil mi? Şehitler bizim kardeşlerimiz, bacılarımız değil mi? Kendin bilirsin işinde bol şans diliyorum. Ben yarın uçuyorum.”

Cesaret’in ani ve habersiz gelişi Feride Teyze’yi şaşırtmıştı. İlk başta gözlerine inanamadı ama sonra kendine gelip oğluna sarıldı:

“Boyuna posuna kurban olayım! Ne iyi ettin de geldin. Neden haber vermedin geleceğini?”

Cesaret sustu, yüzünü yana çevirdi ve cevap vermedi.

Yemekten sonra Cesaret kendini topladı ve ziyaretinin amacını anlattı.

Annesi gözlerinden yaşları sildi:

“Benim akıllı çocuğum, senin gayretine kurban olayım. Biliyorum babanın oğlusun. O da senin gibi bir vatan sevdalısıydı. Sana gitme, savaş, ölüm ve kayıp desem, beni bir şekilde ikna eder ve yoluma devam edersin. Gitmek istiyorsan, Allah seni korusun. Yakında kâfirleri yurdumuzdan kovacak ve muzaffer olarak döneceksin. Allah düşmanın kollarını ve kanatlarını kırsın, istekleri boğazlarında kalsın.”

Cesaret’in zor zamanlarda memlekete dönmesi, Nurulla’nın ise Tümen’de kalması, köyde yeni bir söylentinin konusu oldu. Herkes Cesaret’i övüyor ve babası Sakhavat’a rahmet diliyordu. Ancak tek bir kişi bile Nurulla hakkında iyi bir söz söylemedi.

Cesaret’in gönüllü olarak orduya katılıp doğrudan savaş alanına gideceği haberini duyan Sadulla endişelendi. Oğlunu içten içe haklı çıkarsa da ahalinin kınamasından korkuyordu. Bu yüzden Nurulla ile konuşurken gönülsüzce şöyle dedi:

“Sen de geri dönmeliydin. Beraber gittiniz beraber dönseydiniz. Utandığım için dışarı bile çıkamıyorum.”

Sadulla babasına üşüttüğüne yemin etmiş, doktor da ciddi bir akciğer sorunu olduğunu ve en az iki yıl beklemesi gerektiğini söylemiş.

Babası, oğlunun sözlerinin doğru mu yanlış mı olduğunu tam olarak ayırt edemese de ona inanmak istiyordu. 

Cesaret kısa sürede asker arkadaşlarının saygısını kazandı. Uzun boylu, ince yapılı, çevik, dürüstlüğü ve nezaketiyle öne çıkan biriydi. Her şey onun için doğaldı. Silah dilini de iyi biliyor, gerektiğinde arkadaşlarının sorularını yanıtlıyor ve açıklıyordu.

Cesaretgil’in askeri birliği birçok savaşta düşmana haddini bildirmiş, onlara kan kusturmuş ve birçok yeri kurtarmıştı. Hatta o dönemin gazetelerinde bununla ilgili haberler bile yayınlanmıştı. Annesi haberleri duyunca, oğluyla gurur duydu ve savaşın bir an önce bitmesi ve Cesaret’in geri dönmesi için gece gündüz Allah’a dua etti.

Ara sıra oğlundan haber alıyor, bunlarla teselli buluyordu. Fakat bir süre sonra Cesaret’ten doğru düzgün bir haber alamadı. Annesi çok üzgündü, aklına bin bir türlü düşünce geliyordu bir yerlere sığamıyordu. Her gün uydurma bir haber geliyordu. Bazen altı askerin, silah arkadaşlarıyla birlikte bir çatışma görevi sırasında öldüğünü ve düşmanların cesetlerini aldığını, ya da birinin Ermenilerin onları kuşattığını, esir aldığını ve iç organlarını çıkarıp sattığını sızdırdığını söylüyorlardı. Annesi gam keder içinde duyduğu haberlere katlanıyor, ama bir an bile umudunu kaybetmiyordu.

Cesaret ’ten aylardır haber yoktu. Nurulla da bunu biliyordu, sinsi planlar yapıyordu.

Bir gün babasıyla telefonda konuşurken:

“Baba, sana bir şey söyleyeceğim. Ama kimseye söyleme, aramızda sır olarak kalsın. Önceki gün Cesaret geldi. Eşyalarını alıp gitti. Dedi ki Nurulla yorgundum, kaçtım, hayatımı kurtardım, dedi. Ama buraya geldiğimi kimse bilmesin.”

“Deli misin? Ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu?”

“İnanmıyorsan da kendin bilirsin. Ama tekrar söylüyorum, bu haberi kimse bilmemeli.”

Oğluyla konuştuktan sonra Sadulla derin düşüncelere daldı. Ancak iki saatten kısa bir süre sonra, karısı Gülnisa’ya sırlarını açıkladı ve bu haberi kimsenin bilmemesi gerektiğini söyledi.

Üç günden kısa bir süre sonra, önce eşlerin dedikoduları, ardından da erkeklerin çay sohbetleri, gurur duydukları gönüllü yiğit Cesaret’in kaçak ve korkak Cesaret olduğunu doğruladı.

Haber Feride Teyze’ye ulaştığında dayanamadı:

“Eğer Cesaret, Sakhavat’ın oğluysa, eğer göğsümden süt emdiyse, asla firari olamaz. Bu haberi yayanları Allah’a havale ediyorum.”

Yıllar geçti. Uluslararası örgütlerin, BM’nin, AGİT’in kararları ve önde gelen Batılı devletlerin sahte vaatleri, Karabağ sorununun adil çözümünde bir ilerleme kaydedilmesine yardımcı olmadı. Ateşkes ilan edilmesine rağmen, karşı taraf zaman zaman istikrarı bozdu ve sorunu kendi lehlerine belgelemek için fırsat aradı.

Sonunda, 27 Eylül 2020’de topraklarımızın özgürlüğü için vatan muharebesi başladı. Halkımız Ali Başkomutanın rehberliğinde ordumuzun kararlı saldırısı sonucunda muhteşem bir zafer kazandı ve düşman bozguna uğratıldı. Topraklarımız işgalden kurtuldu, Şuşa’mız, Laçin’imiz, Kelbecer’imiz ve daha birçok şehir ve köyümüz asli ve ebedi sahiplerine geri döndü.

Halkımız sevinç içindeydi. Feride Teyze de büyük zaferden sonra Cesaret hakkında doğru bilgi edinileceğine inanıyordu. Annenin en büyük arzusu, haber ne olursa olsun oğlu hakkında doğru bilgi edinmekti. Bir süre önce annesine DNA testi yapılmıştı ancak hiçbir haber yoktu.

Bir sabah kapısı çaldı:

“Feride Teyze, ah Feride Teyze!”  diye bir ses işitti.

Gelenler asker üniformalı iki kişi ve köy muhtarı Taleh Muallim’di.

“Teyze metanetli dur! Birazdan Cesaret’i getirecekler. Kimliği, topraklarımızı savunurken kahramanca ölen şehidimizin naaşlarına bakarken belirlendi. Onu köy mezarlığına gömeceğiz.”

Feride Teyze, ikinci oğlu Meharet’e sıkıca sarıldı ve şöyle dedi:

“Ben hep metanetli oldum! Gözyaşları sel gibi aktı.”

“Uzun zamandır bugünü bekliyordum. Oğlumun bir kahraman, bir şehit olması, bir firari olmamasıyla gurur duyuyorum. Vatan uğruna canını veren oğluma kurban olayım.”

Şehit Cesaret için görkemli bir cenaze töreni düzenlendi. Törene Savunma Bakanlığı’nın üst düzey yetkilileri, ilçe yöneticileri ve köylüler katıldı. Konuşma yapan yetkililer vatanın bu zor günlerinde kendi işini gücünü bırakarak ve rahatlığını feda edip savaşa giden, topraklarımızın bütünlüğü için canlarını feda eden Cesaret gibi evlatların ölmediğini, aksine yüreklerimize yerleşip sonsuza dek yaşadığını belirtti.

Tabutun üzerindeki üç renkli Azerbaycan bayrağı Feride Teyze’ye takdim edildi. Annesi, bayrağı büyük bir sevgiyle öptü, yüzüne ve gözlerine sürdü. Sanki oğlunun nefesini ve kokusunu hissediyordu. İnsanlara gurur ve onurla baktı ama hiçbir şey söylemedi. Bakışlarından ve sessizliğinden neler okunmuyordu ki…

O gün köy daha da aydınlanmış, daha da neşelenmiş, sanki insanlar daha da şefkatli olmuştu. Cesaret, onun şehit edilmesiyle doğduğu köyün yüceliğini daha da pekiştirdi. İnsanlar Feride Teyze’ye saygılarını sunmak için can atıyordu ve hatta bazıları Cesaret hakkında yayılan yanlış bilgilere inandıkları için utanıyordu.

Ertesi sabah gün doğarken köyden bir feryat yükseldi.

“Sadulla isimli adam, mezarlıktaki Cesaret’in mezarının yakınında düşüp öldü...”

Köy halkı şoktaydı. Doktorun görüşü şöyleydi:

“Güçlü bir korku ve heyecan duygusu yaşadı ve kalp krizinden öldü.”

Natig, Tümen’deki ağabeyi Nurulla ile konuşarak ona babalarının ölümünü bildirdi.

Köylüler, Sadulla’yı öğle saatlerinde defnettiler. Defin işleminin ardından Natig, akrabaları ve komşularıyla birlikte, geleneklere göre merhumun üç töreni için hazırlıklara başladı.

Saat beş civarında Natig’e bir telefon geldi. Telefonda Nurulla’nın karısının öfkeli sesi duyuldu:

“Kardeşim, kafamıza taş düştü, evimiz çöktü. Nurulla’nın kalbi patladı. Evden çıkarken kapıda bayıldı. Doktor geldi, muayene etti ve vefat ettiğini söyledi...”

Telefondan gelen ağlama sesi giderek yükseliyordu.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 226. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 226. Sayı