HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
Emrah Yılmaz 4
KEMAL BOZOK 5
UFUK TUZMAN 6
Osman Çeviksoy 7
Niçin ağlamasınlar? Erkekler de ağlayabilirlerdi. Babam öldüğünde ben, kuytu köşelere çekilip çekilip ağlamamış mıydım? Kimseye göstermeden hem de ne çok ağlamıştım. İnsan olan sevinir güler, üzülür ağlardı. Fakat sokakta karşılaştığım bir köpeğin gözlerine bakarak ağlayacağımı, yoldan gelip geçenlere hiç aldırmadan dakikalarca ağlayacağımı hiç düşünmemiştim.
İnşaatlarda çalışıyordum. Doğru dürüst mesleği olmayan bir adam ne iş yapar? İnşaatlarda çalışır. Kiremit ocaklarında çalışır. Bağ beller. Bahçe sular. Karnını doyurmak, çoluğunu çocuğunu aç bırakmamak için ne iş olsa yapar.
Çorum’un güzel semtlerinden Bahçelievler’de gün boyu harç karmış, kiremit, tuğla taşımış, yorulmuştum. İçinde karım, kızım ve annemle birlikte mutlu yaşadığım evime dönüyordum. Evim; briketten, dışı sıvasız, soğuk; içi derzli, sıcacık iki odalı bir gecekonduydu. Seçimlerden önce eş, dost, akraba birlik olup ağabeyimin yardımıyla aldığım arsa üzerine bir gecede konduruvermiştik. Zabıtalara karşı içinde oturuluyormuş görüntüsü vermek için pencerelerine perdelerini bile takmıştık. Sabah mesai saati başlamadan önce kapısını kilitleyip ortalıktan kaybolmuştuk.
Seçim yakındı ya yıkmadılar.
Eksiği gediği çoktu. Elektriği suyu yoktu. Olsun, elimden iş geliyor, kendime güveniyordum. Her gün işten çıkınca, hafta sonlarında, bayram tatillerinde gecekonduma koştum. Eksiklerinin çoğunu tamamladım, iki ay geçmeden taşındım. Kira ödemekten kurtulunca orası bize saray gibi geldi. Ne de olsa kendi evimizdi. Akşamları gaz lambası yaksak da suyu mahalle çeşmesinden getirsek de annem, karım, kızım, hepimiz hayatımızdan memnunduk.
İçinde mutlu yaşadığımız, iki odalı sarayıma yorgun adımlarla dönerken peşimden bir köpek havladı. Dönünce gördüm; kocaman bir köpekti. Bir Sivas Kangal’ı… Bana doğru koşarak geliyordu. Saldırgan, kuduz bir köpek olabilirdi. Elimde kendimi savunacak hiçbir şeyim yoktu. Doğrusu biraz korktum. Biraz kenara çekilerek öylece dondum kaldım. Köpek, yaklaşınca yavaşladı, tam karşıma geldi, durdu. Bir anlamda yolumu kesti. Kuyruk sallamasından, başını kaldırıp tanıdık birine bakar gibi bakmasından saldırmayacağını anladım. Yine de uzaklaştırmak için “Hoşşt!” diye azarladım. Biraz bozuldu. Kuyruk sallamayı bırakıp başını biraz daha yükseğe kaldırarak “Kalbimi kırdın!” der gibi gözlerime baktı. Başını hafifçe bir sağa bir sola eğerken kuyruğunu tekrar sallamaya başladı. Aç mıydı? Bana, kendisinden kötülük gelmeyeceğini anlatmak mı istiyordu? Belki benden güzel sözler söyleyerek başını okşamamı bekliyordu.
Yaman’ı hatırladım. Üç yıl önce eşyalarımızı traktöre yükleyip köyden ayrılma vaktimiz gelince tasmasından tutup emmime götürmüştüm. Bırakıp dönerken Yaman bana nasıl baktıysa bu da öyle bakıyordu. “Beni bırakma!” der gibi. Yüreğime incecik bir sızı düşüren bu köpeğe arkamı dönüp gidemedim. Sağımdaki evin beton bahçe duvarına kendimi adeta bir çuval gibi bırakıverdim. Ben oturunca, o da geldi karşıma oturdu. Sonra başını ön ayaklarının üzerine koydu, göz kırpmadan gözlerimin içine bakmaya başladı.
Ne kadar çok benziyordu Yaman’a. Tıpkı Yaman gibi bakıyordu. Zayıf ve kirli oluşu bir yana, burası köyümüzden yirmi beş kilometre uzakta olmasa, gelip gittiği, bildiği bir yer olsa “Bu Yaman’dır!” diyebilirdim. Yaman’ı Çorum’a sadece bir kerecik gözleri bağlı olarak getirmiş, muayene ettirmiş, gözleri bağlı olarak geri götürmüştüm. Kendiliğinden gelmesi mümkün değildi. Onu ziraatla uğraşan emmime vermiştim. Emmim Yaman’ı gökte ararken yerde bulmuştu. Şehre getirip azıtmış olmasını aklımdan bile geçiremezdim. Yaman, sürüyü çobansız yaylıma çıkarıp, otlatıp, akşam eksiksiz eve getirecek kadar akıllı, güçlü bir köpekti. Böyle bir köpekten emmim vazgeçemezdi. Ona kendi köpeklerinden daha iyi bakıyor olmalıydı. Bu, Yaman olamazdı. Gözlerinin rengi, bakışı, duruşu, benzese de dağları vadileri, köyleri aşıp Yaman şehre gelmiş olamazdı.
“Kuçu kuçu, adın nedir senin?” dedim, başını kaldırdı.
“Sen Yaman’a benziyorsun?” dedim, fırladı ayağa kalktı. Bana iyice sokuldu. Kuyruğunu daha hızlı sallamaya başladı. Sanki sevinçle “Evet, ben Yaman’ım, ben Yaman’ım!” diyordu.
Tanıdım onu, Yaman’dı.
“Sen gerçekten Yaman’sın!” dedim. “Nasıl geldin buralara? Beni nasıl buldun Yaman?”
“Yaman!” dedikçe tanıdık, garip sesler çıkarıyor, kuyruğunu daha hızlı sallıyordu. Ellerimi yalamaya başladı. Bu yetmedi, attı ön ayaklarını duvara, yüzümü yalamaya çalıştı. Herhangi bir sebeple beni birkaç gün göremeyince köydeyken de böyle yapardı. Ne kadar çok aradığını, ne kadar çok özlediğini böyle anlatıyordu. Aynı dilden konuşabilsek kim bilir neler anlatacaktı. Benim de ona anlatacaklarım vardı.
Duvarın üstünü işaret ederek “Çık Yaman!” dedim. Hopladı, çıktı. Yine ön ayakları üzerine başını koyarak gözlerini gözlerime dikti. Küçüklüğünden beri başını okşamamdan, çenesinin altını kaşımamdan çok hoşlanırdı. Yine öyle yaptım. Kirliydi ama ondan tiksinmiyordum. Sokaktan geçerken çaktırmadan bakan yetişkinlere, durup uzun uzun bakan çocuklara aldırmıyordum. Ne düşünecekleri umurumda değildi.
Çenesini kaşırken elimde ılık bir ıslaklık hissettim. Baktım, Yaman ağlıyordu. Elimi ıslatan onun gözyaşlarıydı. Yaman, hem ellerimi yalamaya çalışıyor, hem gözyaşı döküyordu. “Ağlama Yaman! Bak yine beraberiz!” derken sesim titredi. Ben de ağlamaya başladım. Islanan yanaklarımı gördü. Bakışlarındaki üzüntü daha da derinleşti. Belki de hüznümü paylaşmak için yüzümü tekrar yalamak istedi. Bu defa engel olmadım.
Yoldan gelip geçenlerden durup bakanlar, soru soranlar oldu. Ne soruları anladım ne de cevap vermeye kalkıştım. Baktılar, beklediler, karşılık alamayınca bırakıp gittiler. Uzak bir dağ köyde bırakıp geldiğim köpeğimle şehirde karşılaştım desem beni anlayacaklar mıydı? Benim bile anlam veremediğim gözyaşlarıma gerçekçi bir anlam verebilecekler miydi?
Yaman’la birbirimizin gözlerine bakarak ağlayışımızın bu ikincisiydi. İlkinde köydeydik, kimse gözyaşlarımızı görmemişti.