HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Süleyman Abdulla 2
ERKUT DİNÇ 3
HİDAYET ORUÇOV 4
Kardeş Kalemler 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
MEHMET ALİ KALKAN 7
Edebiyat, somutlaşmış halleriyle insan ruhunu zirvelere taşıyan soyut bir olgu şeklinde tanımlanabilir mi acaba? Onun en neşeli satırlarında bile geçmişten bu yana süregelen; derin, ince bir sızının ardından mutluluğu tattırmak isteyen, yaralı bir şifacı olduğunu siz de düşündünüz mü hiç?
Her insanda olduğu gibi benim hayatımda da iniş ve çıkışlarım oldu. Bir labirentin içinde sıkışıp kalmış bir insan düşünün. Bazı müzelerin bahçesinde, egzotik ağaçların budanmasıyla oluşturulmuş, kaybolmak endişesiyle içine girmek düşüncesinden bile ürktüğümüz bir labirent. Sadece meraktan dolayı birkaç adım ilerleyip bir sağa bir sola saptığınızda başınız dönmeye, nabzınız hızlanmaya başlar; hangi yönden geldiğinizi unutursunuz. Tek yapacağınız derin bir nefes alıp paniğe kapılmadan kendinizi teskin etmektir; şimdi artık ister geriye isterseniz ileriye yönelirsiniz; karar sizin.
Ben de tam olarak böyle bir ruh halinde iken Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Atölyelerinden haberdar oldum. Her biri yek diğerine benzeyen daracık yollardan geçiyordum. Zaman zaman çıkışı bulduğumu zannetsem de adeta bir mengeneyle sıkıştırılan göğüs kafesimi genişletecek, bana rahat bir nefes aldıracak yol çok uzak görünüyordu. Zihnim ve ruhum, içine alelade her şeyin atıldığı bir çöplüğe dönmüştü. İçimde biriken bu yığınlardan kurtulmak için kendimce karaladığım; şiir ve deneme olduğunu sandığım satırlarda şifa arıyordum. Sait Faik’e “..... Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” dedirten çıkmazın tam ortasındaydım. Beni ancak ruhen, zihnen ve fikren bir doğum kurtarabilirdi.
O günlerde eşim tevafuk eseri, kendisini gıyaben tanıdığım; meslektaşım, Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu ile karşılaşıyor ve atölyeler hakkında bilgi ediniyor. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş deyip hiç vakit kaybetmeden ama biraz da çekinerek şiir, deneme ve hikâye atölyelerine kaydoldum. Önceleri Milli Kütüphanede daha sonra Hamamönü’nün huzurlu, nostaljik havasını soluyarak; akşamsa akşam, hafta sonuysa hafta sonu iki yıl azimle, şifa niyetine; atölyelere devam ettim. Çok değerli hocalarım; Ali Akbaş, Hüseyin Özbay ve Osman Çeviksoy’un, tabiri caizse, tedrisatından geçtim. Kalem bir disiplin içinde kâğıtla buluşunca kelimeler kendiliğinden sıralanmaya, bunu ben mi yazdım diyeceğim türden satırlar vücut bulmaya başladı.
Aslında yaşamdaki her anın bize kendini göstermeye çalışan birer hikâyesi olduğunu fark edince dünyaya, insanlara, canlı - cansız bütün varlıklara, duygulara, düşüncelere bile artık “ bana hikâyeni anlat” diyen gözlerle bakmaya başladım. Aile ortamında, akşam sohbetlerinde okunabilecek hikâyelerin kadim geleneğimizi yaşatmak kadar kültürel yozlaşmanın da önünde bir kalkan olabileceğini gördüm. Deneme yazarken seçkin, geniş kelime hazinesi ve metinler arası geçişlerin metne kattığı zenginlikle beraber okuyucunun dimağında unutulmaz hazlar bıraktığına şahit oldum. Hem içimi döktüm hem de muhatabımın içini dökmesi için gönül bahçemin çiçeklerinden köprüler ördüm. Şiir mi? O bambaşka bir dünya, mistik bir yolculuk, sonu nereye varır bilinmez. Gâlib’in deyişiyle “şarap denizinden inci çıkarmak” çıkarabilene aşk olsun. Ben çıkaramasam da; hiç değilse şair Ali Akbaş Hocamın gönül deryasından süzülen nahif mısralarından aldığım feyzle ruhumu arındırdım.
Atölyeler süresince katılımcıların her birinin eserleri tek tek, hiçbir kişisel yargılamada bulunulmadan eleştirildi, düzenlendi; kimi bir kitap kimi şiir, deneme, hikâye şeklinde somutlaşıp geleceğe hoş bir seda olarak bırakıldı. Aynı zamanda atölyeler, edebiyatın nezahat ve nezaket ikliminin birleştirici etkisinde yıllar süren güçlü dostlukların da filizlenmesine zemin hazırladı. Edebiyatın birleştirdiği gönüller de en az edebiyat kadar zarif ve sıcak olacaktı elbette. Öyle de oldu. Satırlarla, mısralarla bağlanan gönüller arasında başka hiç bir duyguyla kıyaslanamayacak bir Kalem Kardeşliği kuruldu. Kalem Kardeşleri o gün bugündür, bağlarını hiç koparmadan; doyumsuz edebiyat sohbetleri ile birbirini beslemeye, geliştirmeye devam ediyor.
Şifa arayışımda bu kadar mesafe katettikten sonra, benim için labirentin ortasından geriye dönmek olmazdı, çıkışa yönelmem gerekiyordu. Yaralı şifacı, işvenaz edasıyla; kendisi gibi yaralı olanı, insana dair derdi olanı, sanatın bütün inceliklerini kullanarak davet etmeye devam ediyor ve dünya var oldukça çağrısı devam edecek. Şifalanmak ve şifa dağıtmak için edebiyatın bir buhurdanlık gibi için için yanan ve yandıkça etrafa güzel kokular saçan kucağında her geçen gün biraz daha sağalmak ne hoş.
Ben labirentimdeki çıkışı yazarak buldum. Yazdım çıldırmadım. Yazdım nefes aldım. Yazdıkça şifalandım.