HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
Osman Çeviksoy 2
HİDAYET ORUÇOV 3
ELMİRA ACIKANOAVA 4
Emrah Yılmaz 5
MARUFJON YOLDAŞEV 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
O, gün okuldan bir az geciktim. Evden içeri girdiğimde dipde ki odadan kim olduğunu anlamadığım birisinin göğsü patlarcasına öksürdüğünü işittim. Koridorda ki sandalye ye yeleğimi ve çantamı koyarak büyük odaya yöneldiğimde önüme Şerife ana çıktı:
-Nurbek ! can ! ne yapacağım ben şimdi ?yalnız ve tek evladım zil zurna sarhoş.Dedi gözleri yuvasından fırlamış bir şekilde.Beti benzi atmış,burnu yüzüne yapışmış. Kıvırcık gelen saçları örtülü başının şakaklarından dışarı çıkmıştı.
-Sen, ona nasihat et, evladım, belki seni dinler.
Odanın eşik perdesini sıyırarak içeri girdiğimde, içerisi karman çorman,altı üstüne gelmiş.Kalın halıdan başka,minder, yastık yorgan vel hasıl herşey sağa sola atılmış. Bir tarafta yamulmuş bir karyola ile kütüphanenin ortasında ,Cumagazi üstü başı perişan toz toprak içinde yayılarak yatıyor.
-Gideceğim bırakın beni gideceğiiiiiim ! diye, öksürük karışık bağırıyordu.
Akayşa, kardeşini sakinleştirememenin verdiği ızdırapla içi yanıyormuş,beni görünce
-Eskiden içmezdi nerden bulaştı bu merete ?!Dedi,büyük bir çaresizlik ve ümitsizlik içinde . Şerife ana ise:
- Ağzına almazdı.Üzüntü ve sıkıntılar mecbur etti bu zıkkıma! Diye, derin bir iç geçirdi.
İnsanlar, Kocası olmayan Şerife ananın hertürlü sıkıntıya,yokluğa ve zorluklara rağmen,hiç ağlamadan, sızlamadan hayatla olan mücadelesine takdirle bakardı.Gündüzleri tarlada ki iş, akşam olunca ahırda ki hayvanlara bakma ve rutin ev işleri, bıkmadan usanmadan Allahın her günü böyle bir mücadele içinde bakıp büyüterek topluma kazandırdığı tek erke evladı Cumagazinin, askerlik görevini yaparken başına aldığı ağır bir darbe sonucu terhis edilerek eve getirilmesi, onu ağır kaygılara salmış ve üzüntü deryasında boğmak üzereydi. Başka birisi olsa, haklı, haksız demeden ileri atılarak,oğlunu getiren subayların yakasına yapışır ve yahut resmi makamlara çıkarak oğlunu kasten yaralayan alçağın cezasını verdirimeye uğraşırdı.
Kocasının vakitsiz vefatı ona evde hem baba hem de ana vazifesini yüklemiş olduğundan mı ne ? O, öksüz kalan ve gönlü yaralı oğluna göz yaşlarını hiç bir zaman göstermedi. Dışarıya hiç bir şey belli etmeden,komşu köye gelin ettiği kızı Akayşa’yı çağırtarak konu komşu ve akrabalarına, Cumgazinin askerden gelmesinin şerefine sofra yaydı.Ben,bu ev’e geleli iki ay olmuştu,ilk defa bu davet günün ertesinde ,Şerife ananın iki gözünün kıpkırmızı olduğunu farkettim. İçinde taş gibi sertleşmiş kaygı ve üzüntü, gözünden,acı safra suyu gibi gece boyu dışarı çıkmıştı herhalde.
-Deminden beri Komşu Serik, bunu sakinleştirmeye çalışıyordu hanımı gelerek onu götürdü ne çare ! Dedi,oğlu duymasın der gibi yavaçca !
Daha fazla beklemenin gereksiz olduğuna karar vererek,Cumagazinin koltuklarına davrandım.
-Hadi !Canım, kaldır kafanı
-Ne !?
-Hadi kalk,önce elini yüzünü bir yıka !
O,yüzüme manasız bir şekilde baktı.
-Ben, Nurbek’im tanıdınmı ?dedim.
-Ha !
-Nurbek’im, diyorum !
-Yürü hadi,ben götüreyim seni.
-Saratov,Saratov’amı? diyerek, çabucak kendini toparladı.Saratov onun askerlik yaptığı yerdi. Bir an şaşkınlık geçirsemde,onu canını sıkmayayım diye,çaresiz yalan söyledim.
-Evet ! oraya Fakat,önce yıkanman lazım.
Dış kapıyı geçer geçmez ”Göze çöp olarak batmaktansa “böylesi daha iyi dedi, o.
Ben, hiç bir şey demeden, avluda ki çeşmenin altına başını eğerek yıkandırmaya başladım. Kafasında ki yara izini o anda fark ettim.İkiye ayrılarak yarım yamalak kaynamış yaranın dokunsan yarılacakmış gibi olan görüntüsü bütün vücudumu titretti.
-Çocuklaşmışım ben.Dedi, Cumagazi, yıkandıktan sonra,ben, onu bu kadar çabuk ayılacak diye düşünmemiştim .Ne söylemek gerektiğini de kestiremedim.Biraz sonra,doktorların verdiği raporda ki “Hastanın sinirlerine dokunacak ağır şeyler onun aklını başından alır. Aksine morali düzgün olursa, istekleri yerine gelirse eski haline tez arada gelir. “ sözler aklıma geldi.Cumagazinin demin ki hali alkolden ziyade,hastalığının tesirinden olsa gerek diye düşündüm çünki, sarhoş bir adamın bu kadar çabuk ayıkması mümkün değildi.
-İçim yanıyor, kahroluyorum, yoksa onun zehir olduğunu biliyorum, beni anlıyorsunuz değilmi?
-Anlıyorum ! Dedim, onun ufak çocuklar gibi ağlayıp,kendini haklı çıkarmaya çalıştığını fark ederek.” Onun zehir olduğunu biliyorum” demesiyle alkolümü yoksa için yakan kaygı ve üzüntülerinimi kast etti bilemedim. Neyse, ben, onun zaten kaygı ile dolu olan kafasını daha fazla şişirmeyeyim diye bir şey söylemedim.
-Çivi çiviyi sökmezmi ? Dedi o, benim durgun halime bakarak.
-Evet doğru söylüyorsun ama, kardeşim ! Öç alma duygusunda olanların hepsi içki içmeye başlarsa halimiz ne olur?
Cumagazi,başını havlu ile sararak yavaş yavaş sildi. Konuşmak istemiyormuş gibi bir az durdu.Neden sonra:
-Ben de ki kin, geçici bir şey değil. İntikamı alınmadan yok olmayacak bir kin.
-Yiğit adamın başına neler gelmez ! dedim, onu teselli etmek ister gibi.
Böyle durumlarda yanındakinin, gönlündekilerini tam tesbit ederek,onun moralini yükseleterek, içinde ki dertleri dışarı atmasını sağlamanın yollarını bulmak lazım ama,benim bir az önce söylediğim söz bana bile tuhaf geldi .Allah'tan o bunun üzerinde durmadı.Düşünceli bir halde uzaklara bakarak:
-Bazen,dizlerini vurarak, parmaklarını çiğneyerek kaldığın anlar olurmuş. Dedi, üzüntülü bir halde:
-Böyle anlar, hayatın boyunca aklından çıkar mı ?
-Derdini içine atma! Başına ne geldiyse baştan sona anlat !Ben sana yabancı biri değilim. İçteki zehiri dışarı çıkar rahatla.
O, hiç bir karşılık vermedi, olur ! nerden başlasam acaba der gibi sessizce durdu. İkimiz birer sigara yaktık ve kenarda duran uzunca gelen bir banka oturduk.
-Başkaları gibi değil, askeri hayata tez uyum sağladım, bundan dolayı bölük komutanı Yakovenko, bana hep iyi muamele etti fakat o, kahrına düçar olanlara hiç acımazdı. Dedi. Cumagazi,kaşlarını çattı,başını arkaya doğru yaslayarak, başında ki yara ağrımaya başladığında hep böyle yapardı.
-Evet ! o, kafasını taktıklarına hiç merhamet etmezdi. Bilhassa acemi birliklerinden gelenlerin arasında kendisinin beğenmediklerini kıdemli askerlerin emrine verirdi. Onların eline düştünmü subayların önünde rahvan at gibi olursun. Fakat,iç huzurum olsun diye, her şeye evet demek de canından bezdirir insanı. Ha ! bu arada herkesin emir kuluna döner, alay konusu da olursun. Kısacası bu tarafa çekersen öküz ölür,bu tarafa çekersen araba kırılır.Benim bütün suçum,günahım,kıdemli askerlerin mizacı haline gelen içten pazarlıklarına ve kasti hareketlerine bir türlü alışamamam. Doğru söyleyin lütfen ! Önündeki otu kıskanarak, koyunun kulağını koparan keçiye benzer bir çekememezlik, görememezlik hareketlerini insanda görürseniz nasıl dayanır sabredersiniz.?
Tam o gün bir şeye sinirlenerek, tahammülüm azalmıştı. Yatmadan önce çizmelerimi boyamak için dehlize doğru yöneldiğimde Yakovenko ile karşılaştım o, beni sigara getir diye Goga adında ki bir subaya gönderdi. onun yanına vardığımda o benim gibi üç acemi askeri ellerini yere dayatarak kafaları üstüne havaya dikmiş.çizmeli ayakları ile de üçünün parmaklarına basıyordu.Yanında bunun yaptığı kahramanlığa (!) bakan üç kişi daha var. Bu acımasız görüntü her ne kadar canımı sıksa da,bir şey belli etmeden rahat bir şekilde :
- Komutan Yakovenko sizden sigara istiyor .dedim.
-Çağır !kendisi gelsin diyerek, bana mı yoksa Yakovenko’ya mı karakter yapıyordu anlamadım.-Tez git ! dedi. Ben koşmadım aksine yavaş yavaş yürüdüm.
-Şimdi, seni de bunlar gibi cezalandırarak babanı tanıtacağım. Diyerek sinirli bir şekilde yanıma koşarak geldi ve ansızın kulak üstünden kafama bir yumruk attı.Kulaklarım çınladı,yere düşmeye ramak kaldım.Fakat, derhal kendime gelerek o, bana tekrar vuracakken onun çenesinin altından yumrukladım, sırt üstü yere yıkıldı. Çıkan gürültüye kıdemli askerlerin geldiğini hatırlıyorum.Gözlerimi hastahanede açtım. Kafama tabure ile vurmuşlar,kafa kemiğim kırılarak içeriye çökmüş.Doktorlar tedavi için bir hayli uğraştılar.
Bu sırada ocak başında bir şeylerle uğraşan Şerife ana, ikimizi çay içmeye çağırdı.
-Hiç bir şey değil !Tez arada iyileşirsin inşallah ! dedim, bir şeyler demiş olmak için. Cumagazi tuhaf bir şekilde bakarak bıyık altından güldü.
-İyileşirsem ne ala ! başımı tutamadan, ağzım burnum yamuk, gözüm şaşı olarak millete alay konusu olmaktansa ölüp gitmek daha iyi. Dedi ve sigarasını yere attı, ocak ta yanan ateşe bakarak sessizce durdu.
Köylere has akşam gürültüsü bu saatlerde kesilmiş, çevre sihirli bir sessizliğe bürünmüştü. Akcazık’ın şimdi ki hali,yatmadan önce iyice ağlayan ve hiç kimsenin avutmasına aldırmadan uykuya dalan saf ve günahsız sabi bir çocuk gibiydi.
Aradan çok zaman geçmeden ilçe Milli eğitim müdürlüğü beni, buradan bir hayli uzakta ki başka bir köye tayin etti. Yabancı yer,yeni bir ortam,günlük meşakat bu olayı zihnimden yavaş yavaş silmeye başladı.Hatta “Bu yalan dünyada insanın başına neler gelmez. Gördüklerine, bildiklerine gönül böler, rastgeldiğin yüreği yaralılar için hüzünlenip, kalbini ağrıtırsan sinirlerini bozarsan neyin kalır ?” diye fısıldayan,manasız sesleri de duymaya başlamıştı bu günahkar benliğim.
Günün birinde çok acil bir iş için İlce merkezine gitmem icab etti. Otobüs durağının etrafında ki kalabalıktan zar zor sıyrıldığımda mavi burunlu bir otobüsün alnında ki “AKCAZIK“ yazısı gözüme şimşek gibi çakıldı. Birbirini iteleyerek inen yolcuların en sonunda Serik’i gördüm. O da beni görmüş olmalı ki birden durdu,iki ay kadar kısa bir zaman komşuluk etmiş olsakta, uzun yılların ahbablığı ve dostluğu varmış gibi, hasretle selamlaşarak hal ve ahval soruştuk.
-Her şey iyi, biz bildiğin gibi eski tas eski hamam ! dedi, o. Ben:
-Cumagazinin hali nasıl ?
-Duymamış mıydın!. diye, yüzünü ekşitti
-Neyi?
-Cumagazinin rahmetli olduğunu ?
-Nasıl ? Ne oldu?
Tam bu sırada otobüs şoförü korna çalmaya başladı.
-Gideceksen tez yerine otur. Diye öfkelendi biletçi kız. Hareket saatimizi zaten on dakika geciktirdik.
-Kendini astı ! dedi, Serik, aceleyle:
- Sarhoş bir vaziyette kendini asmış.
-En büyük arzusu Saratov’a gitmekti. Diyerek, otobüse bindi. kapı kapandı ama, o otobüs hareket etmeye başladığında oturduğu yerdeki pencereden kafasını çıkararak:
- O,Saratov’a kadar gitmesine gitmiş ama, subaylar yakalayarak onu polise teslim etmiş.Semey'deki amcası onu getirmiş.Otobüs ağır ağır yol almaya uzaklaşmaya başladı.
Olayın başından beri şahidi olan yaşlı bir aksakaldan sonraları Dinlediğime göre, Cumagazi amcasıyla, yarı canlı halde köye döndükten sonra, içe kapanık halini, dış dünya ile münasebetini kesmesini ve kendisini anlayamayan insanlara üzüntüsünü hepsini unutarak güler bir yüzle gözlerini bu dünya’ya yummuş. Dar ağacından indirdiklerinde, cesedini yıkadıklarında, yakınlarıyla vedalaştırdıklarında bile yüzünde ki gülümseme kaybolmamış.Merhumun bu hali kendisinin gururunu ayaklar altına almak isteyenlere gülmesi veya “ Deli” diyerek,kendisine korkuyla bakan köylülerine acıyla gülümsemesimiydi acaba !?.Belki de Kazak gördüklerinde merhametsizleşen vatandaşlarına da acımasıydı.Kim bilir?!.........
Netice de bu dünyada ki anlayışsızlara sadece gülerek bakan Cumagazi, Baki aleme de bu sır dolu gülümsemesiyle gitti…