HaftanınÇok Okunanları
TANER GÜÇLÜTÜRK 1
HİDAYET ORUÇOV 2
KEMAL BOZOK 3
AHMET KARTAL 4
COŞKUN HALiLOĞLU 5
SEYFETTİN ALTAYLI 6
SAFFET YILMAZ 7
“Ömür dediğin
Dalda kuru yaprak.”
Necip fazıl Kısakürek
Uzamış olan dalı tutup eğdi kendisine doğru, nazikçe sarı bir gül kırdı dalından. Bu sonbaharda gülleri budayamadığından iyice uzamıştı bahçesindeki gülleri. İstemeden gonca bir gül de vardı kopardığı gülün yanında, henüz tomurcuklanmıştı. Gülleri vazosundaki serin su içine batırdı. Bugün nedenini bilmediği bir kırgınlık vardı yüreğinde. Kendini kitabına vermeliydi. Okumalı, çok sayfa bitirmeli, çok yol kat etmeli ki unutmalı. Tutunacak dalının kırıldığını anımsamamalı. Şimdi ne kadar da imrendi soğukkanlı olan herkese. Zaman zaman duyarlılığı yük olmuştu omuzlarına.
Saçlarını taradı, güzel bir topuz yapıp topladı. Güneş koruyucusunu sürüp işin yolunu tuttu. Günlerden cumaydı, e tabii cumanın güzelliği de başkaydı. Sabah duşunu almış, tırnaklarını kesmişti. Fakat yine de üstündeki ağırlığını tam anlamıyla atamamış gibiydi. Yürüyecekti işe kadar, cuma diye yolda ‘Sadakamı da veririm.’ düşüncesiyle çıktı evinden. Akşam işten geldiğinde salonun orta yerinde anneannesi oturuyordu. Misafirliğe gelmişti. Anneannesinin elini öpüp sarıldı. O akşam, akşam yemeği evin balkonunda rüzgâr çanının sesi eşliğinde yendi.
Ankara, İçimde güzel bir yara!
Ne sormak istiyorum ne de bilmek ama konuşulanlara da kulak kabartmıyor değildim. Canım da yansa, üzülsem de hatta belki hıçkırıklara da boğulsam; bu hıçkırıklar nefesimi de kesse ben gene de dinlemeye yeltendim. Olanı biteni öğrenmeyi istemekte hakkım vardı. Sessiz sedasız sadece kulaklarımla değil yüreğimle dinliyordum. Anneannem en yakın arkadaşını anlatıyordu bize.
Boncuk boncuk küçük gözlü, sarı ipek saçlı bir nine, öyle vefalı öyle çalışkan ki. Yüreği sabır taşı. Kaynana, kaynata beş görümce ile aynı evde, abartısız tabiri caizse adeta hizmetçi köle. Anne ve babası zorla vermiş pek gönlü de yokmuş ama itiraz edememiş, eskiden fikirler hür bir şekilde dile getirilemiyormuş. Büyüklerin sözüne itiraz etmek kimin haddine. Boynunu eğmiş kaderine razı olup bu kalabalık haneye gelin götürülmüş. Zamanla Allah, üç kız ve üç erkek evlat da vermiş. Altı çocuk doğurmuş, iki tanesi de bebekken Cennet’e uçmuş. Kaderi çetinmiş ama ah vah etmemiş, konu komşu sesini duymamış. Ağlamış için için, hâlini bir tek kendisi bilmiş. Sorsan evin temeli, duvarları bile şahitmiş çektiklerine. Belki de onlar da kendisiyle birlikte ağlamıştır, kim bilir?
Harman zamanı kavurucu sıcaklarda orakla ekin de biçmiş, harman da savurmuş hatta evde üç beş türlü yemek de hazırlamış. Hayvanların yattığı yeri de süpürmüş. Ahırı temiz tutmak kolay mı? Ama sütün ve sütten yapılan ürünlerin temiz olması için ahırı temiz tutmak şarttı. Yeni gelinsin bir de ama lafta. Soğan ile yoğurt, lor bazı günler de peynir yapmış hep. O malın sütünü her gün değişik ürünlerle yedirmiş tayfasına. Görümcelerinden çok o koşarmış her bir işe. E kalabalık evde gelin olmak kolay değildir. İş ki ne iş, bitmek bilmiyor; evde tavuk, koyun ve büyük baş hayvan bölükle... Çoban köpekleri, o köpekleri sabah akşam beslemek, çobanın çantasına yemek hazırlayıp koymak. Bağ bahçe ayrı... bir de kocasının sertliği, gaddarlığı apayrı. Bunca zahmete katlanmış da kocasının katılığı çilelerin en çetini olmuş. İşlere itiraz etmemiş bir gün bile kaytarmamış ama kocasının vurdumduymazlığı illallah dedirtmiş. Ee ne eylersin kimileri ağır imtihandan geçer! Kimileri de güler geçer.
O yemyeşil boncuk gözleri sıkça dolar yüreği derin ah geçirirmiş. Sevgi ve şefkat göremeden geçirilen bir ömür. Altı evlatla yaşamın müşkül şartları yüklenmiş omzuna. Telaş ki ne telaş. Bir gün ikindi sularında evlerinin önündeki samanlığa tavukların yuvalarından yumurta almaya inmiş. Ayağı, ortası oyuk olan samanlık yığınından kayıp yüzükoyun yere yığılmış. Yığılış o yığılış ki acı acı bağırsa da evdekilere sesini duyuramamış. Orada ağrı sızı içinde iki elinin de bileği kırık vaziyette yerinden kalkamayıp saatlerce yatmış. Allah’tan yol kenarından geçen komşu kızı bağırmaktan kısılan boğuk iniltiler içindeki sesi duymuş. Koşarak gelip evdekilere haber vermiş. En büyük kızı annesinin yanına gelip onu samanlar içinden -yattığı yerden- usulca kaldırmış eve getirmiş. Güzel çilekeş kadının gözünde yaş, vücudunda direnç kalmamış. Akşam olmuş, kocası bayırdan gelmiş. Ne yazık ki karısını doktora götürmeye tenezzül etmemiş. Köydeki akrabalarından biri götürmek istemiş fakat ne doktor kâğıdı ne de sağlık sigortası varmış. Kocası hiç merhamet kelimesini duymuş mu? Sahi merhameti ne tarafta? Günahını al-mA! Doktorların da duyarlı olanına rast gelmemiş, evrakları yok diye muayene etmemişler, hastane kapısından öylece kırıklarıyla geri dönmüşler. Ah ben olsaydım doktor ya da o doktorun yerinde, ne olurmuş sanki muayene ediverse alçıya alsaymış. İki intra muscular ağrı kesici iğne yapsaymış... Hasta duası almak ne kadar güzel oysa. Bunlar duaya mı doymuş yoksa icra ettikleri mesleğe mi orası kocaman bir muamma?
Bilek kemikleri zamanla kendiliğinden bitişmiş. Kocası o kadar gaddar olacak ki bu tip evrak işleriyle bile ilgilenmemiş. Ne bu olaydan sonra uğraşmış ne de karısına derin bir acı duymuş. “Sen de dikkatli olsaydın da düşmeseydin.” deyip geçiştirmiş, hatta azarlamış. Kadın kendine mi yansın, kaderine mi ağlasın, ağrısına mı katlansın?
Bu acı hikâyeyi dinlemeye kalbim dayanmıyordu ama duyduklarımı da yazmaya kalksam roman olacak türdendi. Bizi kim kalbimizden saracak? Bu sorgulama ne zaman son bulacak? Ya güven ne olacak? Yaşamda bu hikâyeler var oldukça bir yerlerde mutluluğu hak eden yüzler nasıl gülecek?
Evet, evet Ankara,
İçimde güzel bir yara.
Altın renkli saçları okşanmayan kadıncağızın ellerindeki hafif çolaklık bir ömür kalmış; bu olay yüreğinde hüsran bileklerinde iz bırakmış. Sevenlerim hep derdi yüreğinde merhameti olmayan –soğukkanlı- insanlardan uzak dur, olabildiğince ırak kal. Yanaşma. Yazsam gerçeği yansıtabildim mi diye düşüneceğim; yazmasam içimdeki ukdeyi nasıl çözeceğim?
Anla-mA-dın sen beni!
Dinle-mE-din,
Gözlerini çevirdin gör-mE-din.
Yüzü çok güzel, yeşilce gözleri boncuk boncuk, dilinden bal damlıyor, özü sözü bir. Merhamet abidesi. Tuttuğunu koparan, çalışkan mı çalışkan. Dediğim gibi yüzü ve huyu güzel olanlardan ama ya kaderi? Ne yazık ki aynı şeyleri yazgısı için söyleyemeyeceğim.
Uzamış olan dalı tutup eğdi kendisine doğru, nazikçe sarı bir gül kırdı dalından. Bu sonbaharda gülleri budayamadığından iyice uzamıştı bahçesindeki gülleri. İstemeden gonca bir gül de vardı kopardığı gülün yanında, henüz tomurcuklanmıştı.