Yoksulluk Üzerine Edebî Eser İncelemesi Mehmet Akif Ersoy’un Safahat Örneği


 01 Mayıs 2024

Özet

Tarih boyunca edebiyat, içinde bulunulan toplumu yansıtan ayna niteliği taşır. Bundandır ki edebiyat eserlerinin yazarları, topluma karşı ayna tutmalarından dolayı farkındalık bilincini oluşturarak, halkı adeta aydınlatan birer “aydın” olarak anılır. Tüm Dünyada rastlanılan yoksulluk olgusu edebiyat şairlerinin eserlerinde adalet anlayışı ve toplumsal eleştiriyi sembolize edebilir. İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy, toplumun sıkıntıları arasında yer alan “yoksulluk”, “eğitimsizlik”, “çalışma” konuları üzerinde eserlerinde çok defa durmaktadır. Bu yazımızda ise yoksulluğun edebiyata yansımasını Safahat örneği ile incelemektir.

 

Abstract

Throughout history, literature has served as a mirror reflecting the society of its time. This is why the authors of literary works, by holding up a mirror to society, often become recognized as “enlightened” figures, creating awareness and enlightening the public. The phenomenon of poverty, encountered worldwide, can symbolize concepts of justice and social criticism in the works of literary poets. Mehmet Akif Ersoy, the author of our National Anthem, frequently addresses issues such as “poverty”, “illiteracy” and “work” in his works, reflecting the society's struggles. In this article, we will examine the reflection of poverty in literature with the example of Safahat.

 

 

 

 

 

Giriş

Yoksulluk, Dünya’nın her bir bölgesinde rastlanılabilen bir olgudur. Bu olgu beraberinde dil, kültür, toplum tabakalaşması gibi birçok faktörde de etkisini göstermektedir.  Tarih boyunca edebiyat, içinde bulunulan toplumu yansıtan ayna niteliği taşır. Bundandır ki edebiyat eserlerinin yazarları, topluma karşı ayna tutmalarından dolayı farkındalık bilincini oluşturarak, halkı adeta aydınlatan birer “aydın” olarak anılır. Aydın olarak adlandırılan yazarların birçok eseri günümüzde dahi tarihçilerin araştırmalarına kaynak olmaya devam etmektedir. Özellikle 19. Yüzyıl Tanzimat Dönemi Edebiyatı itibari ile eserlerde işlenen olayların arka planlarında dönem ve döneminde yaşamış olan halkın düşünceleri hakkında bilgilere rastlamak mümkündür. Yoksulluk ise edebiyat şairlerinin eserlerinde adalet anlayışı ve toplumsal eleştiriyi sembolize ettiğini söyleyebiliriz.

Gözlemlerin yanı sıra toplumun içinde mevcut olan sıkıntıları yaşamış şairler de vardır:

Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan “Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar, geçirdiği sağlık sorunları ve maddi sıkıntılarını günlüğüne şu şekilde düşürmektedir: “26 Teşrin-i Sani (Kasım) 1958. Bugün karaciğer muayenesi için hastaneye gidiyorum. İçimde her şey alt üst. Bittabi hastalığımdan ziyade parasızlıkla meşgulüm. Cebimde yalnız bir lira var. Parasızlığım büyük hastalıklar gibi hemen hemen hiçten başladı, büyüdü, çoğaldı beni altına aldı. Etrafım alacaklı ile dolu. Cebimde borç senetleri var. Şu anda yalnız borçla ve atıfetle yaşıyorum ve borç beni çıldırtacak. Kurtulmak için her teşebbüsüm yeni borca sebep oluyor. Yahut da bir yığın edebî proje (…) parasızlığın mutlak ve şaşmaz tecellileri ve komplikasyonları. Abdülhak Şinasi’den borç para alıyorum. Kemal’den para bulamıyorum…

Kaynak: http://www.edebifikir.com/haber/kitap-ve-yoksulluk.html (E.T.: 13.05.2022)

            Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Mehmet Akif Ersoy, Sait Faik Abasıyanık gibi devrin önde gelen şairlerinin yoksulluk içinde yaşaması doğrudan araştırmalarda karşımıza çıkmasa da metinlerini ve şiirlerini tahlil ettiğimizde vermek istedikleri derin mesajlardan ve işlenen metnin arka planında görmüş olduğumuz toplumun yoksulluk olgusu ile ilgili mücadelesinden yaşam şartlarını kestirebilmekteyiz.

 

 

 

Mehmet Akif Ersoy’un Perspektifinde Yoksulluk

“Rahmetle anılmak…Ebediyet budur amma,

Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir?”

            Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinde, Sarıgüzel mahallesinde doğmuş olup, 1936 yılında vefat etmiştir. Son günlerini Said Halim Paşa’nın Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda kendisine ayırdığı dairede geçirir.

            Babası, Fatih Medresesi müderrislerinden “İpek’li Hoca” unvanı ile tanınan, Mehmet Tahir Efendi’dir. Mehmet Akif, tüm öğrenimini İstanbul’da yapmış olup, ilk dini eğitimini babası Tahir Efendi’den alır. Üniversite tahsilini Halkalı Baytar Mektebi’nde tamamladıktan sonra dört yıl Rumeli, Şam, Halep gibi çeşitli illerde çalışır. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra cereyan eden olaylar karşısında İslam birliğini sağlamak ve halkı bilinçlendirmek maksadıyla Sırat-ı Müstakim dergisinde edebi makalelerini yayımlar. 1918 yılında Said Halim Paşa’nın Fransızca eseri olan “İslamlaşmak” eserini çevirip, Sebîlü’r- Reşâd dergisinde tefrika eder. Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye aleyhine sonuçlanması Mehmet Akif’i ne kadar üzse de Türk devletinin yeniden kurulacağına olan imanı vardır (Akyüz,2016:137). TBMM tarafından düzenlenen İstiklal Marşı yarışmasına Mehmet Akif, para ödülü sebebi ile katılmama kararı alır. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Mehmet Akif Ersoy’un yarışmaya katılmasını istemesi ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in yarışmaya katılmasındaki ısrarcı tavrı, onu bu kararından vazgeçirir. 12 Mart 1931 yılında Mehmet Akif’in yazmış olduğu şiir İstiklal Marşı olarak kabul edilir. Mehmet Akif, şiiri “Kahraman Ordumuza” ithaf etmiş olup, para ödülünü kabul etmez. 500 lira ödülünü Hilal-i Ahmer (Kızılay) bünyesinde cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışlar. İkinci Meşrutiyet ilanından sonra toplumda tartışma konusu olan “Türkçülük”, “Batıcılık” kavramlarına karşı İslamcılık hareketini benimsemiştir. Kendi neslindeki birçok şair gibi, eski edebiyat kültürü ile yetişir, farklılığını aile tesirinden gelen din kültürünü de katarak ortaya koyar. 

            Mehmet Akif’e göre, medeniyetin gerçek kaynağı Müslüman Doğu’dur. Dini taassup, cehalet, tembellik, özgüvensizlik gibi vasıfların medeni üstünlüğünün kaybettirdiği düşüncesindedir. Aksi halde İslam dini ilerlemeye asla engel değildir. Bu olumsuz vasıflarda sıyrılıp, Batıyı örnek alarak aradaki medeniyet mesafesini kapatmak gerektiğine inanır (Akyüz, 2016:138). 

      Mehmet Akif, hayatı boyunca yoksulluk içerisinde, İstanbul’un kenar mahallerinde yaşamış bir şairdir. İstediği üniversiteye maddi sıkıntılar sebebi ile gidememiş, parasız yatılı bir okulda eğitimini tamamlar. Eğitimini tamamladığı okul, evine 17 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen hafta sonları yürüyerek gidip gelir. Yaşamış olduğu dönem, millet tarihinin en zorlu süreçlerini kapsadığından yoksulluk sadece bireysel değil, toplumun da ortak sorunlarından biriydi. Yoksulluğunun içerisinde TBMM’nin düzenlemiş olduğu İstiklal Marşı yarışmasında para ödülünü kabul etmeyip, bağışlaması ve halkın sesine eserlerinde yer vermesi bakımından Mehmet Akif Ersoy bugün dahil olmak üzere toplum içinde “Vatan Şairi” olarak anılır. 

Birçok edebiyat şairlerinde olduğu gibi Mehmet Akif Ersoy da son yıllarını ıstırap içinde geçirir. Kışı geçirebilmek için dostunun Mısır’daki evine gitmek zorunda kalan Mehmet Akif, maaşsız ve işsizdi. Ancak tüm bunların yanında polis takibinde olması onun en büyük sıkıntısı idi. Bin bir güçlükle çıkarmış olduğu Sebîlü’r- Reşâd dergisinin kapatılması onu hayli üzmüş ve ciddi anlamda maddi sıkıntıya sokmuştu. İstiklal Marşını yazdığı dönemde paltosunun olmadığı, Meclis’e paltosuz yürüdüğü bilinmektedir. 24 Ocak 1967 yılında yürek sızlatan yazı ise şöyledir:

Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Akif’in oğlu Emin Ersoy’un ölüsü bulundu!”

Kaynak: http://www.edebifikir.com/haber/kitap-ve-yoksulluk.html (E.T.: 13.05.2022) 

Safahat Üzerine        

Mehmet Akif Ersoy, toplumun sıkıntıları arasında yer alan “yoksulluk”, “eğitimsizlik”, “çalışma” konuları üzerinde eserlerinde çok defa durmaktadır. 600 senelik bir imparatorluğun dağılma döneminde toplumun sıkıntılarına Safahat’ta yer alan manzum hikayelerinde rastlamak mümkündür. Meşhur “Küfe”, “Meyhane”, “Seyfi Baba”, “Hasta” isimli manzum hikayelerinin yanında yedi kitaplık şiir külliyatını topladığı “Safahat” eserinde toplumsal sorunları ve bu sorunlar karşısında toplumun önemini konu alır.

Safahat’ın yedi cildi ise şu şekildedir:

  1. Safahat (1911)
  2. Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
  3. Hakkı’ın Sesleri (1913)
  4. Fatih Kürsüsünde 1914)
  5. Hatıralar (1917)
  6. Asım (1924)
  7. Gölgeler (1933)

Mehmet Akif, gerçek hayatta yaşamış olan kişi ve olayları eserlerine konu etmiştir. Onun eserlerinde yaşlılar ve çocuklar üzerinden işlenen olaylar dikkat çekici unsurlardır. Nitekim gerçek hayatta tanımış olduğu Hasan Baba’yı, “Seyfi Baba” manzumesinde anlatması bu duruma örnektir:

 Seyfi Baba yetmişli yaşlarında olup, ekmeğini kazanmak için dama çıkarak kiremit aktarmakta, bu sayede geçimini sağlamaktadır. Gerçek hayatta ise Mehmet Akif güreştiği dönemlerde Hasan Baba ile tanışmıştır. Eserde Seyfi Baba’ya yardım etmek istemesi ama cebinde para olmaması ile “Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi!” demesi ve gerçek hayatta da insanlara yardım etmek çabasında olduğunun fakat maddiyattan dolayı elinden bir şey gelmediğinin göstergesidir.

İnsanların yaşamlarını rahatça sürdürebilmeleri bakımından para önem arz etmektedir. Bu bağlamda Mehmet Akif bazı manzumelerinde parasızlığın getirdiği bazı problemleri anlatır. Bu problemlerden ise en çok çocuklar etkilenmektedir. “Küfe” manzumesinde geçen, yoksul bir mahallede Mehmet Akif’in ayağına takılan eski hamal küfesini on üç yaşındaki bir çocuk tekmelerken annesi ile olan diyaloğunu aktarır: 

Babası hamal olan çocuk yetim kalmıştır. Bu yüzden babasının işini devam ettirmek zorundadır. Fakat çocuk hamal olmak değil, okumak istemektedir. Tepkisini de küfeyi tekmeleyerek göstermektedir. Annesi ise küfeyi “ekmek kapısı” olarak gördüğünden babasının çalıştığı gibi çocuğun çalışıp kardeşlerine bakması konusunda onu ikna etme çabasına girmiştir. Mehmet Akif, çocuğun annesine “Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!” siteminden sonra aralarından ayrılır ve daha sonra çocuğu sırtında yük taşırken görür. O esnada çocuk ile aynı yaşta olan Rüştiye Mektebi’nin öğrencilerinin dağılma saatleri denk gelir. Okulda yaşıtları ile olması gereken çocuğunun hamal olarak yük taşıması ile acınası bir manzara gözler önüne serilir. Bu durum eğitimsizliğin, yoksulluğun meydana getirdiği sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaştaki bir çocuk hamallık yaparak fizikken kendisine zarar vermesinin yanında okumak istemesi halinde mektebe gidememesi psikolojik açıdan da sağlığına zarar vermektedir. Hal bunu gösteriyor ki yoksulluk durumundan en çok çocuklar etkilenmekte ve hayatın tatlı günlerini yaşama hakları gerekirken, acı tarafı ile erken yaşta karşılaşmaktadırlar. Mehmet Akif’e göre yoksulluk probleminin çözümü yanlış tevekkül anlayışını bir kenara bırakarak çok çalışmaktır. Seyfi Baba manzumesinde de söylendiği gibi:

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası: 

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

 

KAYNAKLAR

AKYÜZ, Kenan. Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, İnkılap Kitabevi, 2016, s.136-150. 

BİRİNCİ, Necat. Edebiyat Üzerine İncelemeler, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000.

EMİL, Birol. Türk Kültür ve Edebiyatından 2 Şahsiyetler, Akçağ Yayınları, Ankara.

ENGİNÜN, İnci. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, 2005, s.42-43

OKAY, Orhan M., DÜZDAĞ, Ertuğrul M., TDV İslam Ansiklopedisi İçinde: Türk Diyanet Vakfı, Mehmet Akif Ersoy mad., 2003, 28. Cilt, s. 432-439.

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 209. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 209. Sayı