Yorgunluk ve Huzur


 01 Eylül 2020


Benim çelik iradeli Emine’m… Müslüman bir Türk kızı olarak mücadelesini tek başına sürdürmüş, her daim başını dik tutmuş, kınamalara, ötekileştirmelere aldırmadan, engel çıkaranlara inat çok çalışmış, sonunda başarmıştı. Şimdi yoğun çalışmalardan kaynaklanan yorgunluktan çok başarının verdiği tatlı huzurla koltukta uyuyup kalmıştı.

Oturduğum yerden hem onu seyrediyor hem de gözlerimdeki nemi siliyordum. Bugüne kadar uğradığı haksızlıklara isyan edişini, herkese tanınan şans, ona tanınmayınca saatlerce göz yaşı döküşünü hatırlıyorum. Müslüman ve Türk olduğu için ötekileştirilmek istendiğinde "Bana Allah yeter." diyerek tevekkülle çalışmasını hatırlıyorum. Yemekten yemeğe görebildiğim günleri, uykusuz gecelerden sonra baş ağrılarıyla kıvrandığı sabahları hatırlıyorum. Bir yanımla ezilirken diğer yanımla gururlanıyorum. Bir gözüm üzüntüden, diğer gözüm sevinç ve mutluluktan dolu dolu oluyor. 

Ne zaman sıkıntıda olsa, Maide suresinin elli dördüncü ayetini örnek verirdim. "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir." 

Kızımın okula başlayacağı gün, bana yeniden bir durum değerlendirmesi yaptırtan soru aklımdaydı. 

"Baba, diplomamı alınca, ne yapmamı istersin?" demişti. 

Dedeleri bu ülkeye vasıfsız işçi olarak gelmişlerdi. Dil bilmiyorlardı. Ağır işlerde çalışmışlar, ezilmişler, hakları yenmiş ses edememişlerdi. Hor görülmüşler, hakarete uğramışlar, sabretmişler, anlamazlıktan gelmişlerdi. Anlayıp direndikleri, yapılan kötülüklere kayıtsız kalmadıkları zamanlar olmuş, bu defa da ekmeklerinden olmuşlardı. 

Annesi babası olarak biz yarı Türkiye’de, yarı Hollanda’da eğitim almıştık. Hollanda’yı bizden öncekilerden daha iyi tanıyorduk. İkimizin de önceliği evlatlarımızı yetiştirirken onları helal lokmalarla beslemekti. Bunun için ne gerekiyorsa yapmıştık. Asla helalden şaşıp kimsenin hakkına göz dikmemiştik. Boğazlarımızdan haram lokma geçmemişti. Çok zengin olmamıştım ama fakirlik de çekmemiştik. Muhtaç ve mahcup olmadan geçinebilen bir yuvada yaşamıştık. Hiçbir zaman en lüksüne sahip olamasak da istediğimiz hiçbir şeyden den mahrum kalmamıştık. 

Cevabı düşünürken, aklımdan bunlar geçti. 

"Kızım benim senden tek bir dileğim yok pek çok dileğim var!” dedim. “Diplomalı olman öncelikli dileğim. Sonra güzellikler içinde sağlıkla yaşa. Mutlu, huzurlu bir yuva kur. İmkânın dahilinde en güzel evde otur, en güzel arabaya bin. Senin için her şeyin en güzelini diliyorum. Bizler artık Avrupalı Türkleriz. Belli ki vatanımıza dönemeyeceğiz. Onun için dil, din ve diploma bizi ve neslimizi koruyacaktır. Bu ülkede ne zaman dinimize, devletimize, milletimize saldırı olsa, senin orada olmanı istiyorum. Diplomam ve mevkiim olmadığı için bana söz söyletmezler, söylesem de dinlemezler. Sen, benim gibilerin de sesi olarak diplomanla, dinine, devletine, milletine yapılan saldırılara karşı dimdik durup sonuna kadar savunacaksın. İşte benim dileklerim bunlardır sevgili kızım!”

Ne söylemişsem annesi de onaylıyordu. 

En zor okullarda, en üst seviyede yapayalnız mücadele etti. Kumpaslar kurularak hakkı yenildiğinde ağladı, zorlandı, yılmadı. Eminem hakkından asla vazgeçmedi, pes etmedi. Ben kızıma böyle büyük hedefler gösterdiğim için zaman zaman pişmanlık duyup üzüldüğüm, daha kolayını seçebileceğini ima ettiğim oldu. Kızım kararlılıkla mücadeleye devam etti. 

"Baba ben bu yolu hiçbir ödün vermeden, yılgınlık göstermeden, engelleri aşa aşa sonuna kadar yürüyeceğim. Bir Müslüman Türk kızının neler yapabileceğini herkese, özellikle de kendine güvenmeyen Türk kızlarına göstereceğim." dedi. 

Dediği gibi de yaptı. Engelleri aşa aşa, diplomasını almayı hak etti. Koskoca tören salonunda üç Türk vardık. Kızım Emine, eşim ve ben. Gelen bütün öğrenci velileri mevkii makam sahibi veya iş verenlerden oluşuyordu. Bütün gözler bir tuhaflık varmış gibi üzerimizdeydi. Bizim kızımız, bütün zorluklara rağmen diplomasını alkışlar eşliğine almış, dimdik duruyordu. Sunucunun kızımızı tanıtırken söyledikleri, anne baba olarak bizi gururlandırmakla kalmadı, mutluluğun zirvelerine yükseltti. 

“Emine Asilkan… Kimsenin hakkını yemez, hakkını da kimseye yedirmez. Değerlerine sımsıkı bağlıdır. İnancını ve kültürünü ödünsüz yaşar ve savunur. Aynı hassasiyetle başkalarının kültürel değerlerine ve inancına da saygı gösterir. Duruşu net, genç bir hukukçudur...” 

Dinledikçe doluyorduk, içimizde mutluluk tufanları kopuyordu. Onurluyduk, gururluyduk ve ağlıyorduk.

İşte yedi yılın yorgunu Emine’miz, tören sonrası evimize dönünce koltukta uyuyup kalmıştı. 

Ne koltukta rahat edemeden uyumasına ne de daldığı tatlı yorgunluk uykusundan uyandırmaya razıydım? Ne yapacaktım şimdi ben? Uzanıp alnından öptüm. Rabbime şükürler ettim. “Rabbim! Biz Emine’mden razıyız, sen de razı ol!” diye yakarışta bulundum. 

(Avrasya Akademi Kuray Hikâye Atölyesi, Temmuz 2020)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 165. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 165. Sayı