HaftanınÇok Okunanları
Ayşe Solmaz 1
ERKUT DİNÇ 2
ZEHRA TAŞDEMİR 3
KEMAL BOZOK 4
Emrah Yılmaz 5
ANAR 6
FEYZA TUĞÇE FIRAT 7
Özbekistan Halk Şairi Sirojiddin Sayyid
Birkaç yıl önce edebiyat enstitüsünde uluslararası bir konferansa katıldım. Konferansın sonunda Azerbaycan ile Özbekistan arasındaki edebi ve kültürel bağlara gönül veren ve bu bağları güçlendiren edebiyat bilgini Prof. Dr. Nurboy Cabbarov Hocam ile hasbihal ettik. O zaman Nurboy Hoca bana bir kitapçık vermişti. Üzerinde Özbek Kiril alfabesiyle “Сўзмунчоқ” (Suzmunçok/Söz Boncukları) yazılmıştı. Onu elime alıp sayfalarını çevirdiğimde, her beyaz sayfada siyah harflerle yazılmış küçük şiirler gördüm. Nurboy Bey, “Bu, Sirojiddin Sayyid'in küçük şiirlerinden oluşan bir derlemedir. Bizde çok sevilen bir şairdir. Göz boncuğuna atfen, bu küçük şiirlerini söz boncuğu olarak adlandırmış.” Yol boyunca o kitapçığın sayfalarını inceledim ve müellifin “Göz boncuklarım, söz boncuklarına çevirdi.” sözünün merakına düştüm. Şüphesiz Nurboy Hoca gibi usta eleştirmenin bir yazarı bu türlü yüksek değerlendirmesi de dikkatimi çekmemiş değildi. Tabiri caizse o merakımın izini sürüp, şairin eserleri, hocanın ise şairin yaratıcılığı hakkındaki yazılarıyla tanıştım.
O zamandan beri bir süre geçti. Bugünlerde Bakü edebiyat camiasında “Sirojiddin Sayyid, Zaman Heykeli" adlı kitabın yayımlandığını duydum. Özbekistan Halk Şairi, Özbekistan Yazarlar Birliği Başkanı, Özbekistan Cumhuriyeti Yüksek Meclisi Senatörü Sirojiddin Sayyid'in bu şiiri ve şiir kitabı Prof. Dr. Yaşar Kasımbeyli ve filoloji ve felsefe doktoru, Şair Akif Azalp tarafından Azerbaycan Türkçesine uyarlanmış, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği (DGTYB) ise onu yayıma hazırlamıştı. Kitabın oluşturulmasına büyük bir yaratıcı ekip katıldı. Proje lideri ve önsözün yazarı Milletvekili felsefe doktoru Cavanşir Fevziyev, proje fikrinin yazarı Özbekistan'daki Haydar Aliyev Kültür Merkezi'nin direktörüdür Samir Abbasov; proje koordinatörü DGTYB Başkanı İntikam Yaşar; kitabın derleyicisi, editörü ve ek açıklamaların yazarı, Azerbaycan Yazarlar Birliği Gençler Şurası Başkanı şair Farid Hüseyin; diğer editörü Özbekistan'daki Haydar Aliyev Kültür Merkezi müfettişi filoloji doktoru Kerimulla Memmedzade; danışmanlar, Azerbaycan Yazarlar Birliği Uluslararası edebiyat ilişkileri sekreteri, şair Selim Babullaoğlu ve Milli Meclis Kültür Komitesi uzmanı, şair Ekber Goşalı’dır.
Asırları geride bırakmış, yüzyılların sınavından geçmiş ortak değerimiz olan Türkçe, bugün karşımıza muhteşem şiirsel örneklerle çıkmayı başarmıştır. Doğu edebiyatına benzersiz, gönül okşayan eserleriyle büyük etki ve yön veren Türkçenin Karluk kolu olan Özbek edebiyatı da bu anlamda fikrimizi destekler. Araştırmacılar, Özbek edebiyatının tarihine bakarken öncelikle onu Türkistan ölçeğinde değerlendirmek gerektiği görüşündedir. Medeniyet beşiği olan Türkistan coğrafyasına, geçmişte Semerkand, Buhara ve Taşkent’in de dahil olduğu bilinmektedir. Taşkent’in MÖ 600’lü yıllardan itibaren Alp Er Tonga ve annesinin Türkistan’da kurdukları devletin merkezi olduğu dikkate alındığında, araştırmacılar Özbek edebiyatının başlangıcını “Alp Er Tonga” destanıyla ele almaktadırlar.
Şüphesiz ki, sözlü edebiyat geleneğinde bu denli köklü bir yere sahip olan Türkçenin gelişimi, farklı Türk lehçelerinde yazılı edebi açıdan benzersiz örnekler yaratmasını da sağlayacaktı. Ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov, "Roma medeniyeti Avrupa için ne kadar önemliyse, Özbek medeniyeti de Orta Asya için o kadar değerlidir" demiştir. Bu bağlamda Mahmud Kaşgari, Yusuf Has Hacib (Balasagunlu), Ali Şir Nevai ve Babur gibi şahsiyetlerin yalnızca dilimize ve edebiyatımıza değil, geniş anlamda kültürümüze sunduğu katkıları anmak yeterlidir.
Özbek edebiyatının sonraki temsilcileri, büyük ustalarından aldıkları mirası layıkıyla devam ettirerek günümüze kadar getirmeyi başarmışlardır. Abdurrauf Fitret, Abdullah Kadiri, Abdülhamid Çolpan, Gafur Gulam, Aybek, Zülfiyye gibi sanatçılar ve onların izinden başarıyla yürüyen Abdullah Aripov, Erkin Vahidov, Hurşid Davron gibi kalem sahipleri, bugün Özbekistan sınırlarını aşan edebi şahsiyetler arasındadır. Özbekler, geleneği yaşatmayı başardıkları gibi, aynı zamanda yeniliğe de yönelmiş ve edebiyatta gelenek ile yenilik arasında mükemmel bir denge kurmuşlardır. İşte bu sanatçılardan biri de çağdaş Özbek edebiyatının parlak isimlerinden Sirojiddin Sayyid’dir.
1958 yılında Özbekistan'ın Surhanderya vilayetinde dünyaya gözlerini açan yazarın çocukken dinlediği masallar, büyüdüğü aşık ortamı ve yakınlarından duyduğu halk şiirleri, geleceği için bir nevi temel oluşturmuştur. İlk kalem denemeleri henüz okuldayken basında yayınlanmaya başlayan şair, 1979 yılında Taşkent Devlet Üniversitesi'nin (şu anki Özbekistan Milli Üniversitesi) Gazetecilik fakültesini bitirerek genç bir yazar olarak edebiyat dünyasına adım atmıştır. Genç yazar, bugün Sirojiddin Sayyid adıyla tanınmakta ve hem Özbekistan'da hem de yurt dışında oldukça okunan ve sevilen bir edebiyat insanı olarak bilinmektedir. İşte bu yüzden zaman zaman Azerbaycan'da şiirlerinin çevirilerinin yayınlandığı şairin eserlerinin kitap hâlinde sunulmasına ihtiyaç duyulmuştur.
S. Səyyid'in yaratıcılık yelpazesi oldukça geniştir; hiçbir tür sınırlaması tanımayan yazar, hem lirik, hem epik, hem de dramatik türlerde yeteneğini sergilemiş, daha çok lirik yazmaya odaklanmış ve şair olarak büyük bir üne kavuşmuştur. Lirik türde de sınır tanımayan S. Səyyid, hem hece ölçüsünde, hem aruzda yazmış, hatta serbest şiirin mükemmel örneklerini yaratmayı başarmıştır. Okuyucularının sevgisini kazanan şairin bugüne kadar edebi eserlerinden yaklaşık 30 kitap yayımlanmıştır: "Ruhum xəritəsi" (1984), "Sevgi məmləkəti" (1987), "Qoru" (1990), "Mehr qalır, məhəbbət qalır" (1992), "Yandım" (1994), "Evindəki beşiklər" (1996), "Vətəni öyrənmə" (1996), "Sahibi olan yurd" (2001), "Vətən əbədidir" (2001), "Könül sahili" (2007), "Qaranquşlara ver eyvanlarını" (2005), "Könül fəsli" (2007), "Söz yolu" (2008), "Xəmsə heyrətləri" (2009), "Anamın kökələri" (2015), "Yoldaşlarım, dildaşlarım" (2021) ve diğerleri. Ayrıca iki ciltlik (2008) ve dört ciltlik (2018-2019) seçilmiş eserler toplamı da bulunmaktadır.
S. Səyyid'in edebiyata adım attığı dönem, SSCB'nin yumuşama politikasının sonrasına denk gelmektedir. Artık ayrı ayrı devletlerde 30'lu yılların korkusu geride kalmış, aynı şekilde Hruşşov dönemiyle birlikte gelen "yumuşak hava" da milli edebiyatların gelişmesine zemin hazırlamıştır. Formada sınır tanımayan şairin içerik ve konu çeşitliliği de dikkat çekicidir. Böyle bir dönemde edebiyata adım atan yazarın hayatı boyunca onu sürekli takip eden vatan sevgisi, onun yaratıcı dünyasında vatan temasını başlıca tema hâline getirir. Yurdunu tüm nimetlerden, mevcutluklardan ve maddiyatlardan üstün tutan S. Səyyid'in 17 yaşında yazdığı "Vətən mehri" adlı şiiri, bu konuda sonradan yazacağı birçok şiiri için bir prolog rolü oynamaktadır:
Eğer biri benden sorarsa
Bu dünyada ne istersin:
Görev mi, yoksa şan-şöhret mi,
Ya da sınır tanımayan servet mi?!..
Gönlü doymuş olarak dilimden dökülür:
Bunlar bana gerekmez, hayır!
Bunlar gönlüm için boş şeylerdir,
Vatan sevgisi olsun, gerisi hiç önemli değil!
Şairin eserlerinde vatan ve yurt sevgisini, başka imgeler içinde de görmek mümkündür. Bu, bazen onun gözlerini açtığı, büyüdüğü (Kəndü) Cuvaz köyünün portresinde kendini gösterir;
Doğanın unutulmuş sözlüğü gibi
Anılar
Künde Cuvaz dağlarında dedemin bağı.
Bu bağda çağlar
dedemin gözleri gibi,
İki canlı göz gibi çift kaynağı.
Bazen memleketin Taşkent, Termiz, Surhan, Semerkand, Buhara, Harezmî gibi kadim yurt yerlerinin tasvirinde;
Ölmez yeryüzünde Buhara adı,
Ne kadar yaşarsa Buhara adı.
Ebedi esecek Termiz rüzgârları,
Ta ki, nur saçarlar Termizileri.
Öper bu toprağı ne kadar can varsa,
Hazret Yesevi var, ta Türkistan var.
Amuderyaları ebedi, büyüleyici,
Mangüverdileri ölümsüz Harezmî.
Ulu Timurhan'ın görkemi, şanı,
Şehrisabz, Semerkand cihan eyvanı.
Dünyanın şanına bir şan eklemişler,
Geçerek Baburlar, bir de Meşrepler.
Bazen ise Celaleddin Mangüberdi, Emir Timur, Babur, Ulugbey gibi büyük tarihi şahsiyetlerin simasında ortaya çıkar:
Emir Timur heykeli önünde
Adalet daima böyle:
Yavaş yavaş yükselir.
Kötülük ise ezelden ebede
Yer altında gizlenir.
Düşmanlıkla gelen
Bugün hangi güç olursa olsun,
Cihangir’in heykeline çarpıp
Yok olup gidecektir!
S.Seyyid, ustaları E. Vahidov ve A. Aripov gibi yazarları her daim andığı gibi, ulu selefleri olarak gördüğü Ö. Hayyam, Y. Emre, A. Nevai, A. Yesevi' ye de zaman zaman kendi poetik dünyasında yer vermiştir:
Tarih kadar kadim olsa da,
Her asırda yeni Nevai.
Vatan gibi sınırı sonsuz,
Yurdun sonsuz şanı Nevai.
Sirojiddin Sayyid’in lirik şiirlerinde okuyucunun dikkatini çeken bir diğer husus ise zaman meselesidir. Şair, eserleri boyunca tekrar tekrar bugünün penceresinden Özbek halkının geçmişine ve tarihine yönelir. Şüphesiz, bu, milli kimliğe olan bağlılığından ileri geliyor. Ancak burada mesele sadece geçmişin geçmiş olarak kalması değil, geçmişin "zaman" olarak değerlendirilmesidir.
Felsefi düşünce tarihinde zaman hakkında birçok farklı görüşler ileri sürülmüştür. Aristoteles, kimsenin zamanı nasıl yönetmesi gerektiğini bilmediğini söylemiştir. Gerçekten de, mekândan farklı olarak tek boyutlu ve tek yönlü olan zaman, oldukça düşündürücü bir ağırlığa sahiptir. Ne kadar düşünülse de, bir gerçek vardır ki zaman geri dönülmezdir.
Bu görüşleri hatırlatmamızın sebebi, şairin zaman hakkındaki düşüncelerinin toplandığı “Sekseninci Yıllar” adlı şiirine dikkat çekmektir. Burada o, büyük bir heyecan ve duygusallıkla zamana bir heykel dikilmesini talep eder. İlginç olan şu ki, şair maddi dünyada maddi olmayan bir varlığa heykel dikilmesini istemektedir. Bu şiirde yazar, daha çok geçmişi anmakla birlikte, aynı zamanda günümüzü de dizelerinde canlandırmıştır. Tabii ki, burada "günümüz" derken şiirin yazıldığı 1980’li yıllar kastedilmektedir.
Benim, sekseninci yıllar, mevsimler,
Benzetmende şimşek çakan nesiller!
Neler geçse de,
Ne olsa da,
Yakıp geçmektedir,
Yakıp geçmekte...
Artık ben yanmanın
Ardına düştüm,
Zamana heykel dikme vakti geldi!
Genel olarak, bu poema ilk bakışta felsefi bir kimlik taşıyor gibi görünse de asıl amacı, savaş ve barış gibi zıt kutupları şiir aracılığıyla ifade etmektir. Şair, eserin ön sözünde bunu şu şekilde açıklar: “Savaş, insanlık için en ağır suç ve vahşet olarak Şerre hizmet ediyorsa, barış en büyük iyilik olarak hayrı temsil eder.”
Bu açıdan eser, fikir olarak daha fazla Samed Vurgun’un “İnsan” (1945) adlı felsefi dramını hatırlatıyor. Yazıldığı dönemin toplumsal ve siyasi koşullarından etkilenen S. Seyyid’in poeması, Samed Vurgun’un eserine kıyasla daha iyimser bir ruh hâline sahiptir.
Günler geçtikçe bir göz kırpımında,
Aylar aktıkça bir şimşek anında,
Ben senin bağrına akan bir selim,
Yıllarla sana daha da yakınım!
Zamana heykel dikme vakti geldi,
Zamana heykel dikme fırsatı yetti!
Yazar aslında zamanı parçalara ayırmadan, bir bütün olarak görür. Hatta bunu kendisi de açıkça dile getirir: “Hayat her zaman hayat olarak kalacaktır. Peki ya insan?.. İnsanı insan yapan olaylardır: dönemin olayları, kaderler, yakınların ve uzakların acıları, hasretleri ve elbette çocukluğu!..” Burada hayat derken zamanın kastedildiği açıktır. Ancak zamanın içinde de bir zaman vardır... Şiirden anlaşıldığı üzere, bu zaman şairin gözünde 80’li yıllardır. O, o dönemde zamanın kendi gözünde durduğunu belirtse de evrensel zaman, gerçek zaman kavramı duramaz. Yazar tam da o “zaman”a heykel dikilmesini ısrarla talep eder.
Benim gözümün önünde zaman durur fakat
Tüm insanlığın suretindeki Zaman!
Ona bir heykel yontma vakti geldi,
Zamana heykel dikme fırsatı yetti!
S. Səyyid'in yaratıcılığında insan konusu da özel bir öneme sahiptir. Yazarın bu konuda kaleme aldığı "Tənəzzül" adlı manzum dramı en iyi örnek olarak sayılabilir. Eserde adım adım Yad'ı takip eden gölge, Hüseyin Cavid'in "İblis" eserindeki İblis'i hatırlatmaktadır. Ancak burada insan meselesi felsefi anlamdan daha çok, yaşamla iç içe, canlı bir şekilde verilmektedir.
Eserin başında, yabancı ile gölgenin sohbetinde zaman konusunun da işlendiğini görebiliriz. Eski tarihe sahip bir minarenin karşısında, ona hayranlıkla bakan yabancı, gölgenin söylediklerine aldırmaz. Hatta gölge, onu "genç yaşında bin yılların kederini taşıyan" biri olarak suçlar. Bazı düğümler tam bu noktada çözülür. Yazarın Yad adını verdiği karakter, zaman ve mekâna tamamen yabancı bir insandır. O, kendi döneminin insanları gibi "eğlence", "sofra ziyafeti" veya "toplumlar"la ilgilenmez. "Aşxor"lardan kaçıp kendi köyüne yönelir. Ancak burada da aradığı mutluluğu bulamaz. Köydeki yıkım çalışmaları, az sayıda kalan köylülerin huzursuzlukları, insanların mezarlıkta yakınlarını bulamamaları ve benzeri sorunlar, şikâyetlerin ana sebeplerindendir. Son sahnede, köydeki Akbirçek ve Aksakal arasında geçen diyalogda, zamanla ilgili bir şikâyet olduğu anlaşılır.
Akbirçek:
Şimdi olanlar mezarlığa gidip Allah'tan
Ölüler için af dilemez, rahmet okur,
Ağız açmaz bir dua
Aksakal:
Şimdi bunlara
Rakıyı, keyfi, sarhoşluğu yeter.
Cuvaz nasıl bir Vatan'dı!..
Akbirçek:
Nasıl bir köy vardı!
İnsanları akıllıydı, saf ve temizdi...
Ne yazık ki şimdi o erdemler yerle bir oldu!
Aksakal:
O tür bir Vatan bir daha asla nasip olmaz!
Şair, bu eserde kendi kimliğini ve kökenlerini ararken, "Yad"ın köydeki yaşamla yüzleşmesini, geçmişin ve zamanın izlerini takip etmesini bir metafor olarak kullanmış. Cuvaz köyü, şairin kendi köklerini, tarihini ve kültürünü temsil eder. "Yad" burada bir anlamda şairin kendisini keşfetme yolculuğunun simgesine dönüşür.
Yazar:
(Kendisi görünmeden sadece sesi duyulur)
Hüzünle bezmişken herkes, bir zaman,
Ben neden başladım bu türküyü söylemeye?!
Beni yakan dostlardan kaçıp uzaklara,
Dost bildim bir yabancı, Yad’ı nereden bulmaya?!
Gözlerimde bir damla yaş parlar,
Siz söyleyin dostlar, nerede Yad’ın Vatanı?!
Yazarın dilimize uygunlaştırılmış eserlerinden yola çıkarak, külliyatından birkaç çizgiyi göstermeye çalıştık. Genel olarak, S. Seyyid' in bir edebiyatçı olarak en belirgin özelliği, eserlerinde sergilediği kendine has poetik imgeleri ve benzersiz benzetmeleriyle dikkat çekmesidir.
Bu akşam benimdir, bu zaman benim,
Bu şarapçı benimdir, bu Hayyam benim.
Gökte naz etse Süreyya benim,
Yerde işve etse Müheyya benim.
S.Seyyid'in halkına hizmeti yalnız eserleriyle sınırlı kalmamaktadır. O, ülkesinde aynı zamanda profesyonel bir gazeteci ve yetenekli bir çevirmen olarak da tanınmış, Doğu ve Batı edebiyatlarının önde gelen isimlerinden birçoğunu Özbekçe’ ye kazandırmıştır.
Azerbaycan okuyucusuyla ilk kitaplı buluşmasına gelen Özbekistan halk şairi ve Özbekistan Cumhuriyeti Devlet Ödülleri sahibi, çok yönlü yaratıcı faaliyetleriyle, şüphesiz, ülkemizde de okuyucuların takdirini kazanacaktır. Bu vesileyle şairi kutluyor, kitabın ortaya çıkmasında emek veren ve Azerbaycan-Özbekistan edebi bağlarının güçlenmesine katkı sağlayanlara teşekkür ediyorum.