Zamanın Doğurduğu Mümtaz Şahsiyeti


 01 Kasım 2023


Herbir anı tarihe, herbir şahsiyeti timsale dönüştüren XX.ci yüzyıl bizlerden uzaklaştıkça zamanın pişmanlıkla beraber özlem duygusunu, zorlukla beraber sevincimizi harekete geçirdiğini, yüreklere heyecan kattığını ve derin düşüncelere sevk ettiğini görmemek mümkün değil. 

Bu, değişmez hayat kuralıdır.

Herbir anın aydın yanıyla beraber karanlığı da olur. İnsanlık tarihine dönüşmekle sınırlı kalmayıp kendine ait hem sevinçli hem de zor anlarıyla düşüncelerimizi yenileme, zihniyetimizi modernleştirme görevini aynı anda yapa gelen geçmiş yüzyılın henüz tam anlamıyla gerçekliğe kavuşamayan nice hakikatlerimiz vardır. 

 

Daha dün her adımını dikkatle basan, hayati prensiplerine incelikle önem vererek öbür dünyaya irtihal eden, öz gerçeğini kağıda döken güçlü kalem sahibi, Kazak dedektifin atası sayılan büyük yazar Kemel Tokayev’in yüzüncü yıldönümünün eşiğinde de geçmiş dönemlerde söylenmeyen nice gizli hakikatler gün yüzünü görüp halka ulaşmaya başlamıştır. “Dedektif” denen edebiyat türü, “polise dair kitaptır” diyerek yüzeysel değerlendirme yapmak geçmişe ait bir görüştür. Gece gündüz uyumadan Arthur Conan Doyle ile Agatha Christie gibi yazarları eserlerini okuyu büyüyen nesilin düşüncesi daha da derinleşti, ufku genişledi, inancı pekişti.   

Kemel Tokayev’in hayatı, milletin parlak geleceği adına mücadele veren ak yürekli, doğru görüşlü nesilin hayatıdır. Yirminci yüzyılı düşüncesiyle, kalbiyle hissedenlerin ömrüdür. 

Polisiye romanını geliştiren, hatta temel taşın üzerine taş yerleştiren Kemel Tokayev’in hayatında çektiği zorlukları kendisini yetim bıraktı, açlıkla imtihan etti ve kan meydanına itiverdi. Kader harp meydanından onu kurtarıp eline kalem tutuşturdu. Evvela, “asker edebiyatı” alanında sınandı. Güçlü kalemin, ter ü taze düşüncenin sayesinde yazara dönüştü. Yazar öz eserlerinde savaş meydanında yaşanan gerçekleri, psikolojik yanları, zamanın çıldırtıcılığını, insanların zaafiyetlerini ve cesaretlerini hem açık hem de edebi betimlemelerle ördü.    

“Asker Savaşa Gitti” adlı romanı, sözümüzün delilidir. Romanın asıl kahramanı, Kasım Boltayev, 22 yaşında savaşta şehit olan öz abisi Kasım Tokayev’dir. Romandaki olaylar, henüz 18 yaşında olan kendisi ile savaş arkadaşlarının yaşadıklarını anlatır. Kısacası, eserin özü, ecelle mücadele eden askerlerin karakteri, duruşu, ibretlik hikayeleri. Romanı okurken, o nesilin ne tür imtihandan geçtiklerini ayan beyan görürsünüz. Bu eserin Batı edebiyatında yer alan romanlardan bir tek farkı, kahramanlarının Kazak olmasıdır. Başka eksik yanı yoktur. Onların karakteri de, varlığı da, Kazaktır.   

Romanda askerin günlüğü aracığıyla savaş meydanında yaşanan korkunç manzaralar gösterilmiştir. Askerlerin savaş anındaki konuşmaları, düşmanından saklanmaları eserin ne kadar gerçekçi olduğunu kanıtlar. Kemel Tokayev’in gördüğü harp meydanı, çeşit çeşit karaktere sahip askerlerin hayatı ile acı gerçekledir. Ne romantik bir yanı ne de abartma söz konusudur. Korku. Zaafiyet. Cesaret. Kabalık gibi insan oğlunun tabiatında yer alan nice karakterler. İşte bunun neticesinde savaşın gerçeklerini resmederek, resmi de bozmadan, yabancı renk katmadan, yazar okurun düşünce dünyasına hayat denen rengarenk gerçeklerle örülen bir hakikati yerleştirir. Böylece asıl hedef, açık söz uzaktan belirir…     

 

***

Birkaç yıl sonra romanı tekrar okumaya başladığımda, geçmiş yüzyılın yetmişinci yıllarda Kemel Ağabeyle ilk tanıştığım günü hatırladım.

 

O dönemde Kültür Bakanlığında redaktör görevini yapardım. Görevim, tiyatro piyeslerini değerlendirerek, sonucu tiyatrolara bildirmektir. 

Yanılmıyorsam, yıl 1975 idi. Baharın yaza dönüşmeye başladığı güneşli andı. Almatı’da yerleşen bakanlığın birinci katında. Bir çalışma odasında dört kişiydik. Öğle vaktine yakın bir zamandı. Odamıza tertemiz ve düzgünce takım elbise giyen, saçlarına beyazlık giren, sıcak yüzlü, iri yarı, yaşı elliden aşan bir adam girdi.

Kalkarak selam verdim.

“Buyurunuz!”

“Teşekkür ederim, evladım”, dedi sandalyeye yerleşerek.  

“Adın nedir?”

“Nurlan”.

“Nurlan kardeşim, Safuan’ın yerine kimse gelmemiş mi?”

“Henüz kimse yoktur.”

“Ben Berkayır Amanşin için gelmiştim. Burada buluşuruz demişti bana”, dedi.

Söz ile özü tam bir aydın kişiydi. 

“Gelir şimdi…”

“O zaman bekleyelim”, dedi Kemel Ağabey.

Biraz bekledi, ama Berkayır Bey gelmedi. Öğle vakti oldu.

“Bir işiniz mi vardı?” diye sordum. 

“Tanışalım ilk önce. Ben Kemel”, dedi.

“Sarbağan’da Yaşanan Olay” kitabının yazarı Kemel Tokayev misiniz?”

“Evet, onunla ilgili Şımkent tiyatrosundan Tastan Ötebayev… belki de bilirsin?”

“Tiyatronun rejisörü…”

“Aynen. O arkadaş piyes yazmış eserimin motifiyle. “Sizlere gönderdim. Son görüşü almak gerekir”, dediği için geldim. Hatta, dur bakalım, onların söyledikleri kişi sanırım sensin. İsmim Nurlan mı dedin?” 

“Evet, abi!”

“Doğru, ben de yanıldım herhalde”, diye gülümsedi. “O zaman işim sana düştü demek. O zaman Berkayır’ı beklemeden işe girişsek olur mu?” 

Yüksek Konseyi’de büyük görev yapan, asker ve polis konusunda ustaca eserler veren yazarla ilk tanıştığım ışıklı ve nurlu anı hiç unutmam. O günkü sohbetimiz de ilginçti. Pek büyük yerde görev yapan birisinin o kadar mütevazi olması beni çok şaşırttı. Sohbet esnasında o zaman bakanımız olan Müslim Bazarbayev ile aynı sınıfta eğitim gördüğünü de söyledi. Hatta söylediğinden kendisi de rahatsız olarak, “Eserin kaderini bakan değil, eserin kendisi veya redaktör belirlemelidir” dedi. Sonra öğrendim ki, bakanla iyi arkadaşlar idi. Ne bakan bu konuda bir talimat verdi ne de yazar bakan dostunun yardımına ihtiyaç duyuyordu. Çok şaşırdım.

Sohbetimiz o kadar kızıştı ki, öğle vaktimizi “Gece Açılan Ateş” eserini konuşuyorduk. Sözün sonunda Jambıl Eyaletinde yaşanan olayın izini kaybetmeden çeşitli labirentlerden geçip sonuna kadar vardıran eserin piyese dönüşmesi gerektiğini de söyledim. O zaman Kemel Ağabey: “Nurlan kardeş, piyes yazmak Kaltayların, Sakenlerin, Akimlerin işidir… Ben dedektiflerimi geliştirirsem yeter de artar bana!” dediğini hiç unutmam. O anki sesi bile hatırımdadır.

Dünyada olup bitenlere insanlık açıdan bakarak her şeyi yazarlık yüreğiyle kabul edip vatandaşlık görüşle değerlendirmeye kendisini alıştıran şahsiyetin kişiliğine ve yüksek ruhuna pek memnun kaldım. Deli atlar gibi yerinde durmayan şu hayatın zorluk ile kolaylıklarına şahit olan, kendi kaderini tanıyan ve tanıta bilen, öz yolunu bulan ve aynı yolda sapmadan, dönmeden yazarlık vasfıyla dürüstçe yaşayan, pek karmakarışık gibi görünen olayları resmederek basit bir sonuca bağlayabilen böyle bir kaleme nasıl da şaşkınlıkla bakmazsın?!     

Yazar amacına ulaştı. Dedektif türünün gelişmesine büyük katkı sağladı. Kazak edebiyatında başlattığı bu yolu ancak kendisi takip etti. Takip etmekle kalmadı, pek derinleşti. Tabi hayatında şahit olduğu ve yaşadığı olayları onun için bir kaynaktı ve kalemi için kalemtraştı. 

Bir eserden öbür esere geçerek gelişen, farklı boyutlara sahip olmaya başlayan toplum ile zamanın mana ve karakterine derinleşen ve kültür dünyasında acımasızca süre gelen tartışmalara aldırmaksızın cesurca resmetme arayışına varan Tokayev’in kitaplarına talep artmaya başladı. Onun etrafında bir okur kitlesi oluştu. Böylece yazarın eserleri kendine ait gerçeğiyle, edebi boyutuyla farklılaştı.  

Onun en yakın dostlarının biri olan yazar Azilhan Nurşayıkov: “Kemel, Kazak yazarları içinde okuru en çok olan yazarlardan biridir. Kendisi seçtiği dedektif türünde tekti ve kimse ona rekabet edemedi. Okurların talebi üzerine onun kitapları 3-4 defa basılırdı. Mesela, “Görünmeyen İz” eseri 4 defa, “İhanet” kitabı 4 defa, “Özel Talimat” kitabı 3 defa basılarak okurların ilgi duyduğu kitaplara dönüştü”, demişti.

Romanları çeşitli yarışmalara katılarak birinciliği kazanmıştı. Özellikle, Yazarlar birliği ile İç işler bakanlığın düzenlediği birçok yarışmalarda birinci oldu. Bunu o zaman herkes kabul ediyordu. O yarışmada her zaman birinciydi. Hem o kadar onun eserleri kitap dükkanlarında kalmazdı. Hemen satılırdı. O dönemde 400-500 bin tirajla çıkan kitapları kasaba kasaba, köy köy gezerek ülkemizin en ücra köşelerine kadar ulaşırdı ve büyük ilgiyle okunurdu.  

Elden ele geçen kitaplarını ilgiyle okuyan okurlardan biriydik…

 

***

Kemel Ağabeyle sohbet ederken bir soruma cevap almak istemiştim. Soru savaş hakkındaydı.

O biraz düşündü. Sonra…

Bana dönerek konuştu.

“Neden bunu sordun, kardeşim?”

“Gerçeği söylemek gerekirse…”

“Evet?”

“Sizi gördüğümde babamı hatırladım.”

“O da mı savaştı?”

“Evet, o da sizin gibi savaş meydanında bulundu ve Stalingrad’ta düşmanla yaka paça oldu…”

“Baban yaralandı mı?”

“Evet. Vücudunda yara almadığı yer yoktu. Savaş hakkında konuşmayı sevmezdi. Geçen sene vefat etti. Giderken: “Senin en merak ettiğin şey, harpti. Seni yaralayacak konuda konuşmak istemedim. Oğlum, bizim şahit olduğumuz o korkunç felaketi sizler görmeyin!” demişti.” 

“Doğru demiş. Savaşa dair konuşma yapmak zordur. Onunla ilgili yazılan kitapları okuyun. Cevap oradadır. Geçende romanımla ilgili söylediklerin hala aklımdadır. O zaman savaş hakkında, savaştan dönmeyen abim Kasım hakkında söylemiştim… Kasım abimle ilgili konuşmak şöyle dursun, düşünmek bile bana acı veriyor. Çocukluğum aklıma gelir. Hayvanların peşine düşerek gününü gün eden Kazak evladının hangi babayiğitliğini anlatmak istersin? Halkımız kahramandır. Yazarlarımızın tarihi konularda yazmaya başlaması iyiliğin belirtisidir. İlyas Esenberlin’in tarihi roman yazması ne güzel! Boşuna değildir. Onu takip eden Abiş Kekilbayev, Muhtar Magavin’lerin yazmaya başlaması bizleri sevindirmektedir. Halkımız kahraman olmazsa, bu kadar toprağa nasıl sahip çıkardı? Hanlarımız ile baturlarımızın hayat hikayelerini yazmaya kalkarsak, ne kadar büyük eserler veririz. Bizler, dilimiz ile düşüncelerimizin zincir vurulduğu dönemin çocuklarıyız. Benim çocukluk dönemimdeki Ulu Bozkır eskisi gibi değil, açlıktan, sefaletten yıpranan topraklardı. Bahtsız kasaba köylerimiz. Karatal’ımız. Yokluk. Kaygılı günler. Açlık. Sefalet. Sürgün. Kurban olan büyüklerimiz. Savaşta ölen gençler. Bişkek. Merke. Annem ile kız kardeşimin ölümü. Büyük kaygıya omuz veremeyen babamın belirsiz ölümü.” diye içini dökmüştü. Bunu anlatırken yazarın tir tir titremeye başladığını farkettim. Hatırası bile ağır hayat hikayesi idi. O anda keşke sormasaydım diye hayıflandım.     

O gün Kemel Ağabey’in anlattığı kısa bir hikaye hala aklımdan silinmiş değildir. 

“Evet, bizler “Stalin için! Vatan için!” diye haykırarak savaştık. Her ne kadar öyle demiş isek te, bizler Ulu Bozkırımızı düşündük. Dedelerimizin bizlere öğrettikleri değerleri koruduk. Ruh için savaştık. O yüce milli ruh için! İşte o ruh beni korudu. Bu bir gerçektir! Tabi ki, bir Baurcan Momışulı gibi olamadık, olamayız da. O, sadece ona yaraşır. Gerçeği söylemek gerekirse, benim polisiye roman yazmaya sevk eden şey, sadece gerçeği yazmaktı. Arşivdeki gerçeklere dayandım. Dedektif ise benim gerçeğimdi. İşte edebiyatın bu türünden ben daha hayatı daha gerçekçi buldum”, demişti.    

***

 

Kendisini dinlerken… ve bugün nice karakterler, nice kaderleri nice yazarlar aklıma gelir.

Birçoğunu Yazarlar Birliğinde tanıdım, dost oldum, ilişkiler kurdum. Edebiyatın sayesinde geniş bir ortamda hem yetiştim hem de çalıştım. 

Büyüklerimizin ilginç hayatlarına, hayat hikayelerine tanıklık ettim. Adalet, Kahramanlık, Söz ile Düşünceye sadık olma gibi büyük değerlerimizin bayrağını dalgalandıran Mümtaz şahsiyet, büyük Kazak yazarı, dedektif türünün temelini atan, yeni yol ile yöntemini belirleyen üstadımız, zamanın doğurduğu büyük adamı, kalem erbabı Kemel Tokayev’in de Tanrı dağlarının zirve tepesi gibi görünür bana, hepimize…   

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 203. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 203. Sayı