HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
Yazmak, insanlığın en değerli hazinelerinden birini temsil eder ve kelimelerin gücü, paylaşıma ve anlayışa olan özlemi karşılar. İlimle örülmüş yollar, kalemin ışığında aydınlanarak anlam kazanır ve bu yollar, hikâyelerle dolup taşarak insanları ileriye taşır. Ben de yazma yolunda 2010 yılında katıldığım Avrasya Yazarlar Birliği'nde başladığım yolculuk, kalem kardeşliği ile kurulan dostlukların zenginliğinde devam etti. Bu süreçte, dünyaya doğru uzanan kelimelerin eşliğinde kurulan dostluklarla Avrasya Yazarlar Birliği’nde, geri dönmek istemeyeceğim bir yolculuğa çıkmış oldum.
Bu yolculukta tanıdığım Yakup Ömeroğlu Hocamız, hem başkanımız hem de aile dostumuz olma özelliğiyle hep yanımızda oldu.
O gün…
Her zaman neşeli ve enerjik bir sesle açılan telefonda o gün halsiz ve kısık bir tonda sesin yankılanması, bir şeylerin ters gittiğinin habercisi olmuştu. Kendisine çekinerek “Hocam, sonuçlar çıktı mı?” diye sordum. Hastalık konusunda pek fazla konuşmayı sevmeyen bir tavrı olan Yakup Hocamın yanıtı, içimdeki bir krizin korkusunu derinleştirdi. “Evet, Ataman Hanım çıktı.” demesi ile huzursuzluk içinde onun devam etmesini bekledim. Ardından gelen cümle “Akciğerde büyük bir kitle varmış, kanser teşhisi kondu.” derken, bu tanı beni derin bir sarsıntıya uğrattı. Bunu hiç beklemiyordum. Zihnimde geçici bir salgın hastalık ya da tedavisi mümkün olan başka bir rahatsızlık olabileceğine dair umutlar beslerken, kanser kelimesini duymak yüreğimi daraltmıştı. Yakup Hocamdan, yıllarca bizi aydınlatan ve umut veren bir figürden böyle bir şey işitmek adeta yıkıcı bir etki yarattı. Onun bilgeliği ve rehberliği, birçok zorluğun üstesinden gelme şekli, sahip olduğu derin anlayış ve samimi yaklaşımı, sadece benim değil, birçok kişinin hayatına yön vermişti. Ancak, beklenmedik bu durumla karşılaşmak, bizler için büyük bir üzüntüye neden oldu. Bu süreçte, onun iyileşeceğini düşündümse de o an ne diyeceğimi bilemez bir halde sessizce kalakaldım.
Adeta hislerimi görebildiğini düşündüğüm Hocam, benden gelen sessizlikle başa çıkabilmek adına kendini ve beni teselli edercesine “Atlatacağız inşallah.” diyerek bana moral vermeye çalıştı. O musibet hastalık kelimesinin hâlâ fikrimde yarattığı etkinin ağırlığı altında ezilirken, kendimi zorlayarak “Yakup Hocam, atlatacaksınız elbette, üstesinden geleceksiniz, eminim.” diyerek konuşmaya çalıştım ama nafileydi. Sanki tüm kelimelerimi yitirmiş gibi susmaya devam ettim. Sessizlik uzayınca tekrar görüşmek üzere telefonu kapattık.
Fakat…
Hastalık süreci çok hızlı ilerledi. Bu beklenen bir şey değildi. Eşi Havva Hanım’dan Yakup Başkanımızın hastanede tedavi görürken kalbinin bir süreliğine durduğunu sonrasında doktorların müdahalesiyle kalbinin tekrar çalıştığını fakat yoğun bakıma kaldırıldığını öğrenmek hepimiz için derin bir endişe ve üzüntü kaynağı oldu. Bu, durumu daha da kritik hale getirdi. Hastaneye gittiğimde Havva Hanımı, kızı Özge’yi, oğlu Osmanalp’i ve onlara destek olmaya gelen dostlarını orada bekler buldum.
Havva Hanım, doktorların izin verdiği sürelerde Hocamızın yanına girmekte, ardından da bizleri bilgilendirmekteydi. Bilinci açıkken, Kardeş Kalemler Dergisi'nin Ağustos sayısının henüz çıkmadığını üzülerek dile getirmesi, beni ve diğer arkadaşları derin bir sorumluluk içinde harekete geçirdi. Bunu duyar da biz hiç durur muyduk?
Kardeş Kalemler…
Kardeş Kalemler dergisinin Ağustos sayısı, on iki saatten az bir sürede hızla hazırlandı. Bu süreç, dostluk ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birine şahit olmamıza vesile oldu.
Derginin kısa sürede hazırlanma nedeni, değerli Yakup Hocamızın moral bulması ve mutluluğu ile ilgiliydi; yanında olduğumuzu hissettirmek, sıkıntılı günlerinde destekleyici bir ışık olmak amacıyla bir araya gelmiştik. Başkanımız hastalığı geride bırakıp iyileştiğinde, ona bu derginin ne denli hızlı ve dayanışma içinde çıkarıldığını aktararak sevincini paylaşmayı hedeflemiştik. Bu sürecin aramızdaki kardeşlik ve dostluğun yalnızca sözde değil, aynı zamanda derin bir gönül bağıyla örüldüğünü somut bir şekilde gösterme fırsatı sunduğunu anlatacaktık. Birlikte oluşturduğumuz bu eserin, sadece bir yayından ibaret olmayarak, dostluklarımızın güçlendiği, sadakatimizin pekiştiği ve insan olmanın güzelliklerinin yeniden hatırlandığı bir sembol haline geldiğini söyleyecektik. Dergi sayısının arkasında yatan anlam, sadece kelimelerden ibaret değil, aynı zamanda kalpten kalbe bir iletişimin ifadesi olarak öne çıktı, diyecektik. Bu dergi, kenetlendiği ve bir amacı gerçekleştirmek adına birlikte hareket etmenin verdiği mutluluğu barındırmaktadır, sadece bir yayından ibaret değildir diye sevinerek anlatacaktık.
Bu sizin içindi…
Bu sizin içindi Yakup ÖMEROĞLU Başkanımız, diyecektik.
AYB’ de bizleri hiç yalnız bırakmayan gençlerimiz, derginin dijital baskısını hazırlayıp yoğun bakım odasına girerek Hocamıza göstermişler. Dergiyi görünce hafifçe gülümseyerek memnuniyetini belli etmiş. Bunu duyduğumuzda hepimiz çok sevindik, verdiği tepkiyi umutla karşıladık. Yakup Hocamız, Başkanımız iyileşecek, dernekte bizi masasının etrafına toplayacak, ayağa kalkarak her birimizi saygı ve sevgiyle tek tek karşılayacak, hal hatır soracaktı. Biz onun ikram ettiği çayları yudumlarken, sevdiği projelerden, hayata geçirmek istediği yeniliklerden, çok değer verdiği Türk dünyasından ve yazarlarından bahsedecek, o sırada masasında hazır bulunan cam sürahisinden bir bardağa su doldurup içerek kısa bir mola verecekti. Ailelerimizi, çocuklarımızı sorarak birlikteliğimizi pekiştirecekti. Kızdığımız biri olunca “Her insanın bakırı da var altını da... Altını çoksa o insan iyidir, kızmayın.” diyerek, felsefi bir dille anlayış öğretip, bizi yatıştıracak, sadece bir lider değil, aynı zamanda bir rehber ve dost olduğunu bir kez daha hissettirecekti. Zamanı geldiğinde, hep birlikte başarılı projelerin sonuçlarını kutlamak, başarılarımızı paylaşmak için bir araya geleceğimiz o günlerin hayalini daha da fazla canlandırmamıza yardımcı olacaktı.
O sabah…
Fakat o sabah yeniden hastaneye ziyaret etmek üzere yola çıkarken aldığım haberle sarsıldım: Yakup Hocamızı kaybetmiştik. Kalbi bu hastalığa yenik düşerek durmuş ve aramızdan ayrılmıştı.
Hocamız; ailesini, bizi ve dostlarını geride bırakarak iki ay gibi kısa bir süre içinde aramızdan ayrılmıştı. Bu kaybın derin acısının etkisiyle, eşimle birlikte hastaneye ulaşmak için hızla hareket ettiğimizde içsel bir yıkım, çözümsüz bir çaresizlik hissi, çaresizce kabulleniş, kabullendikçe derinleşen acı… İşte o acı bir yumruk gibi boğazımızda düğümlenip kaldı. Hastanenin alt katındaki bekleme odasına ilerlediğimizde Yakup Hocamızın eşi Havva Hanımı gördük. Metanetimizi korumaya çalışsak da, içten gelen duygularımıza karşı koymakta başarısız olduk. Bu an, kaybın getirdiği acının ne kadar derin ve yaralayıcı olduğunu bir kez daha hissettirdi. Bu zamansız ayrılık nasıl oldu, dercesine susup kaldık.
Bu zamansız ayrılık…
Bu zamansız ayrılık sadece bir veda değildi, derin bir kaybın acısını da beraberinde getiriyordu; Havva Hanım, hayat yolculuğunda kendisine eşlik eden bir yoldaşını, sevdiği insanı, Özge ve Osmanalp ise hayatlarının merkezinde yer alan, onlara hayatın anlamını ve sevgisini öğreten son derece değerli babalarını yitirdi. Bu kaybın, onların hayatında oluşturduğu boşluk asla doldurulamayacak bir yer edinmiştir.
Bizim için ise bu ayrılık, yalnızca bir lideri değil, aynı zamanda hayatlarımızda silinmeyecek izler bırakmış bir dostu, bir ilham kaynağını aramızdan aldı; dolayısıyla yaşadığımız üzüntü, sadece kişisel bir kayıptan çok daha fazlasını temsil ediyor.
Kendisine verilen elli sekiz yıllık ömründe henüz gerçekleştiremediği hayalleri olan Yakup Ömeroğlu Hocamızı kaybetmek hem ailesi, hem Türk dünyası hem de bizler için, sadece onun fiziksel yokluğu değil; aynı zamanda birçok takdir edilen potansiyelin gitmesi demektir. Ardında bıraktıklarına baktığımızda, onun hikâyesinin devam ettiğini görürüz. Yaptığı işler, söylediği sözler ve hayat felsefesi ile bizlere rehberlik eder ve bizlere nasıl bir insan olmamız gerektiği konusunda dersler sunar.
Zamansız ayrılığı, bize bir başka gerçekliği daha hatırlatıyor: Onun anısını yaşatmalı, hayallerini devam ettirmeli ve geride bıraktığı değerlere sahip çıkmalıyız. Yakup Ömeroğlu Hocamızın, güzel Türkçemizi geleceğe kalıcı bir şekilde taşıma çabalarını, Türk dünyasına kattığı değerleri, her adımında ortaya koyduğu bağlılığını, bizlere ilham veren ve bir araya getiren unsurlar olarak devam ettirmeliyiz. Bu bizim görevimiz ve sorumluluğumuzdur.
Hiç düşünmemiştik…
Hepimizin kabul ettiği bir gerçek var: İlahi takdir! Hayatın getirdiği her anı, her durumu kabulleniyoruz. Ancak, bazen bu kabulün de sınavını vermek zorunda kalıyoruz. Biz de kendimizi böyle bir sınavın içinde bulduk. Özellikle de, zamansız bir şekilde hayattan ayrılan Hocamız söz konusu olduğunda. Onun dünya ile olan ilişkileri, daha söyleyecek çok sözü, gerçekleştireceği projeleri ve ardında bırakacağı güzel izleri varken aniden gidişi yüreğimizde iyileşmeyecek bir yara açtı.
Ölüm Allah’ın emriydi, ölüm “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyerek teslimiyet ve rızayla karşılanması gereken bir metanetti, Allah’ım rahmetlerini bol bol ihsan eylesin denmesi gereken bir durumdu, Allah Resulünün sancağı altında bizi birlikte eylesin diye dua edilmesi gereken bir durumdu, üçünde- yedisinde-kırkında dualar okunup lokmalar dağıtılması gereken bir durumdu, doğum ve ölüm tarihlerinin yazılı olduğu siyah beyaz bir fotoğrafın yakalara iğnelenmesi gereken bir durumdu, salaların verildiği, ellerin dualar için açıldığı ve mevtanın ruhuna el Fatiha denildiği bir durumdu. Ölüm Allah’ın emriydi.
Ancak, tüm bu dini vazifelerimizi sizin ardınızdan bu kadar erken gerçekleştireceğimizi hiç düşünmemiştik, Yakup Hocam.
Avrasya Yazarlar Birliği’nin kelimeler otağında, sizinle birlikte geçirdiğim on dört yıllık süre boyunca yaptığım tüm çalışmalarımı ve tüm haklarımı helal ediyorum; geride bıraktığınız izler ve öğretiler, yaşamımda daima var olacaktır.
Siz de bana haklarınızı helal ettiniz mi Yakup Hocam?