HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Emrah Yılmaz 4
Kardeş Kalemler 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
Sevdiğine karşı duygularını dile getirmek sancıların en büyüğüdür dediklerinde gülmüştüm. Belki ben sevmesini bilemedim, belki de bana içten karışılık veren olmadığı için böyleydim… Tâ ki zümrüt gözlü güzel bir Hollandalı kızla karşılaşana kadar
Bir akşam dernekte kahvemi içerken güzeller güzeli bir Hollandalı kızın gözleri dikkatimi çekti. Sanki bana kırk yıllık arkadaşıymışım gibi baktı, sevimli gülümseyişi ile karşıma oturup sehpada duran dergilerden birini aldı.
Ben ise, biz cümle erkeklerin meşhur olan şaşkın hâli ile gözlerimi ondan, yâni gözlerinden alamıyordum. Yanlış anlaşılırım diye çekinsem de gözlerinin içine odaklandım. Göz renginin açık veya koyu yeşil mi, yoksa birbiriyle karışık mı olduğunu bir türlü anlayamadım. Sâde turkuaz desem oda değildi. Biraz maviceydi gâliba?
Gazete okuyan bir yaşlı kadının bana baktığını gördüm.
“Eyvah” dedim. “Beni kadınları rahatsız eden biri sanmasın sakın?”
Bir süre sonra kadın bir şey demeden gazetesini okumaya devam edince rahatladım.
Zira “N’apıyorsun, niye kıza bakıyorsun?” diye bağırsa idi, derdimi anlatmak demirden dağı eritmekten zor olurdu.
Sonra ruhumu okşayan bir sese döndüm. Güzel gözleriyle bana o kadar içten bakıyordu ki, büyülenmişçesine elimi ayağımı oynatamaz oldum.
“Beyefendi” dedi. “Kurabiyelerden birini alabilir miyim?”
Ben kendimi hemen toparlamaya çalışarak, birazda heyecandan hafif kekeleyip,
“Ta ta, tabii alabilirsiniz. Siz demeseydiniz bir tabak dolusu kurabiyenin farkında olmayacaktım.”
Fakat o kaşlarını çatıp geriye doğru yaslandı. Uzun uzun hâlimi süzerek,
“Benimle alay mı ediyorsunuz? Deminden beri kurabiyeleri hiç görmediniz mi?”
Kızarken bile güzeldi, insanı başka âleme sürükleyen öyle bir güzellikti ki bu… Aman Allah’ ım.
Çılgın vaziyette cesâretimi toplayıp, “Sizi tanımıyorum, ilk defa görüyorum ama ben size deli gibi âsık oldum. Ya bu aşkıma bir karşılık verin, ya da o güzel gözlerinizi bana bırakıp gidin.” diye cevap vermek istedim. Yalnız bunu nasıl yapabilirdim, bu çılgınlık değil, saflığın en safı olurdu,
“Ne münasebet hanımefendi.” dedim, “Dalgınlığımdan göremedim. Buyrun, âfiyet olsun.”
Kurabiyeyi alıp yine sevimli bakışla,
“Bana baktığınızı da farkettim… Neden bakıyorsunuz?”
Nasıl cevap vereceğimi bilemez hâlde, zihnim karmakarsık içinde kaldı.
“Sizi bir şeye benzettim.”
Aptalca cevap verdiğim için dudağımı ısırınca,
“Öyle mi?” diye sordu gülerek. “Peki neye benzettiniz?”
“Zümrüt taşına.”
“Nasıl yâni taşa mı benziyorum?”
“Hayır gözleriniz benziyor.”
Şaşkın bakışıyla kurabiyesinden bir parça ısırıp, alnının önüne düşen kâkülünü düzeltti. Ardından çantasını omzuna takıp görüşmek üzere diyerek gitti. Fakat ben bu tuhaf gidişinin nedenini düşünürken, gazete okuyan yaşlı kadınla yine gözgöze geldim. İşâret parmağını bana sallayıp, “Zümrüt öyle mi? “ dedi. “Seni çapkın seni!”
Bir süre sonra zümrüt gözlü güzel ile yine görüştük, bu sefer birbirimize ismimizi söyleyip tanıştık. Günler sonra yemeğe dâvet ettim, oda memnuniyetle kabûl etti. Arkadaş olduk, samimiyetimiz giderek derinleşti, birbirimize aşık olduk. Aşkımıza rağmen ben de garip bir his vardı.
Kafetaryanın birinde kahvemizi içiyorduk. Onun için yazdığım sözleri okumak istediğimi söyleyince, “Lütfen oku.” dedi. Ancak, ben okurken düşünceli bakışı dikkatimden kaçmadı.
“Kâlbini güneşten saklama, ısınmasına izin ver zümrüt gözlüm, zira anka kuşu kafkas dağında kanatlarını sallayarak bizi aşka dâvet ediyor, gidelim mi? Güzel bir gelecek bizi bekliyor.”
Alkışlayarak beni tebrik ettikten sonra, “Harika” dedi. “Bu şiiri kimin için yazdın?”
Bu sorunun karşısında hayrete düştüm, oysa kendisine olan duygumu çoktan anlaması gerekiyordu. “Şey… Teşekkür ederim ama bu şiir değil, nesir. Sözler gönlümden böyle döküldü. Hem kime yazacağım, senin için tabii.”
O bir an duralayınca ben konuşmaya devam ettim:
“Sana âsık olduğum için yazdım. Zira gözlerin ruhumu alevle sardı. Belki bu duygumu itiraf etmem erken oldu ama… Dayanamadım işte…”
Sessizliğimiz dakikalardır sürdü. Ben kağıdı ona vermek istedim. O ise endişeli bir vaziyette, “Söylesem mi söylemesem mi?” diye mırıldanarak omzunu kavrayıp sıkıyordu.
“Bana neyi söyleyip söylemeyeceksin?" diye sorduğumda gözleri nemlendi.
Elimi tutup, “Sana bugüne kadar söylemediğim için beni affet, benim başka biriyle gönül ilişkim var! Günlerdir seni umutlandırdığım için o kadar içim acıyor ki…” dedi ve hışımla kafetaryadan çıktı.
Yerimde kalakalmıştım!
Bir şey olacağınıseziyordum ama, göğsümün üstüne yumruk yiyecekmişim gibi beklemiyordum. “Demek sevdiği varmış.” diye düşündükçe gözlerimden yaşlar aktı.
Garson kız durumumu anlamış gibi yavaş adımlarla yanıma gelip. “İyi misiniz? diye sordu. “Başka içecek ister misiniz? Beyefendi size soruyorum.”
Ben ise kıza cevap vermek yerine zümrüt gözlümün oturduğu sandalyesine bakıp, okuduğum kağıdı keder içinde masaya bıraktım.