HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
MUHİTTİN GÜMÜŞ 2
ERKUT DİNÇ 3
HİDAYET ORUÇOV 4
Yakup Ömeroğlu 5
Ali Akbaş 6
TAHAVİ AHTANOV 7
Alo!
–Alo!
–Buyurun kimi aramıştınız?
–Kusura bakmayın… 0553… 58… 76… 13 mü?
–Ee, evet!
–Sonu 13 değil mi?
–Ee, evet 13! Küçük hanım, özür dilerim ama… Ben sizi tanımıyorum… Yanlış aramış olmayasınız…
–Hayır, yanlış aramadım… Siz… Aceleniz mi vardı? Bir yere mi yetişecektiniz ya da evinizde yangın mı çıktı?
–Ne? Ne dediniz? Anlamadım. Kimsiniz siz? Ne yangını? Yanlış aramış olmayasınız küçük hanım. Sizi tanımıyorum… Adınızı bile bilmiyorum.
–Telefon numaranız şu değil miydi? 0…
–Tamam, öyle ama…
–O hâlde doğru aramışım… Sizinle konuşmak için aradım.
–Tamam arayabilirsiniz ama… Siz beni tanımıyorsunuz! Ama sanki eskiden beri tanışıyormuşuz gibi konuşuyorsunuz.
–Tanışmıyorsak o zaman tanışalım. Ne oldu? Yoksa yanınızda karınız mı var? Anlaşılan siz de karısından korkanlardansınız.
–Ne korkması… Bir kere siz beni tanımıyorsunuz.
–…Tanışmıyorsak tanışırız. Benim adım Lira.
–Lira?
–Ne oldu yılan görmüş gibi korktunuz? Yoksa Lira adında tanıdığınız bir kadın mı var?
–Ha…hayır! Lira adında bir kadınla hayatım boyunca tanışmak şöyle dursun konuşmadım bile!
–Birdenbire çok korktunuz da?..
–Siz kimsiniz? Bu nasıl bir konuşma? Tanımıyorum sizi telefonu kapatacağım!
–Aman aman aman! Çok korktum. Kapatırsanız kapatın. Yeniden ararım. Numaranızı biliyorum.
–… Hey Allah’ım!
–Ne diye telaşlanıyorsunuz? Adımı duyunca birden keyfiniz kaçtı. Rica etsem adınızı bahşeder misiniz?
–Adım Samat. Sizin Samat adında tanıdığınız da yok değil mi?
–Memnun oldum! Yok! Ama Samat adında biri ile şu anda tanıştım. Artık arkadaşız. Okey mi?
–Ok… Ee, bari kendiniz hakkında bir şeyler anlatın.
– Akşam vakti bu kadın da nereden çıktı diyorsunuz herhâlde. Merak etmeyin 11 Eylül’de ikiz kulelere ben saldırmadım.
–Çok şakacıymışsınız.
–Benim şaka yapmaktan başka çarem kalmadı.
–Bu hâlinizi tam anlayamadım, neden böyle karamsarsınız?
–Yarın evleniyorum.
–Yarın ev-le-ni-yor musunuz?
–Siz de bir garipsiniz! Kaynar süt içmiş gibi sesiniz kısıldı.
–İyi de küçük hanım… Hiç tanımadığınız bir adama, telefon açan siz değil misiniz?
–Pardon ama adınız Samat mı? Telefon numaranız şu değil mi?..
–… Yalnız… Bana da biraz hak verin. Ben sizi hiç tanımı…
–… Hiç tanımasanız ne olacakmış?.. Belki de sizin metresiniz olurum.
–Ne!.. Ne dediniz siz?
–Ne!.. Ne!.. Su içen teke… Ne duyduysanız o…
–… Küçük hanım, şimdiye kadar olan bitenden bir şey anladıysam… Sizi anlayamıyorum… Siz…
–Neyini anlayamıyorsunuz… Salağa yatmayın! Genç mi genç bir kız… Yarın evleneceğim diyen bir kız… Sizinle sevgili olmak istese… Neden buna inanmıyorsunuz? Açıkça korkuyorsunuz.
–Kor… Korkmuyorum.
–Sesiniz öyle demiyor ama… Merak etmeyin korkacak bir şey yok. Nişanlım bir ay önce benim patentimi aldı.
–Patentimi aldı? Bu da şimdi neyin nesi?
–Ne olacak? … Kullanım haklarımı… Yarın da düğün var…
–Çok açık sözlüsünüz.
–Açık da neymiş? Şu anda küvetteyim.
–Hay Allah’ım!
–Allah’ın adını, ağzınıza almayın!.. Erkekler, siz kimsiniz biliyor musunuz?
–Mm…
–Hırslısınız… Yalandan… Salağa yatarsınız… Ama fırsatını bulsanız, yılanın çenesindeki dişini alırsınız. Bence açık konuşalım! Bu tiyatronun kimseye lüzumu yok. Maskenizi indirin… “Olmak ya da olmamak.” Bu kimin sözü?
–Hamlet.
–İşte, sizde de biraz entelektüellik var… Anlaşılan Shakespeare’in kim olduğunu biliyorsunuz!..
–… Nasıl bilmeyeyim... Filozofum… İlimler Akademisinde çalışıyorum… Doçent doktorum.
–İşte! Tam yerine geldim!.. “Platon, Diyojen, Monteskyö, Konfüçyüs, Niçe.”. Desenize beyni ters dönmüş birisi var karşımda. Bence sağlıklı bir insan filozof olamaz…
–Affedersiniz ama… Siz çok fazla…
–Artık şaka da mı yapamayacağız?.. Biz artık arkadaş olmadık mı? Sizi daha görmeden sevgili olmak isteyen kim?.. Belki görmüş olsaydım böyle bir statü vermeyecektim…
–Aman aman verdiğiniz statüye çok teşekkürler.
–Ne oldu sesiniz kısıldı? Yoksa karınız kapıları mı dinler?.. Ürkmeden “Ben Lira ile kalbimdeki Lira ile konuşuyorum!.. Bize engel olma, kartlaşmış kadın.” desene. Ah, ah zavallı erkekler! Karılarınızdan ölür gibi korkuyorsunuz… Size bir soru… Saygıdeğer Filozof… Diyojen, niçin ömür boyu bir varilin içinde yaşamış?..
–… Bunu ilk defa duyuyorum.
–Bilmiyorsanız o hâlde öğrenin; çünkü karısı evden kovmuş da ondan.
–Gerçekten mi?..
–Evet!.. Sadece karısından korkan erkeklerin sevgilisi olmaz. Sevgili yapmak için de yürek gerek… Benim gibi genç bir kızla sevgili olmak için… Hepten başını şişeye sokmak gerek… Bence sizde ne metres vardır ne de sevgili, amaan? Filozoflar: Hangisi önce çıkmış? Var olmak mı, yaratılmak mı? Yumurta mı, tavuk mu? diye diye saçınız dökülmüştür, değil mi?.. Babamın bir filozof dostu var. Konuşmaya başladı mı ağzından terimler eksik olmaz. Apofansis[1], Kreatsianizm[2], Logosentrizm[3], Sofizm vs. deyip durur.
–Bunlar tamam da… Siz benim kaç yaşında olduğumu biliyor musunuz? Bilmeden…
–Sizce bu önemli mi?
–Ama söylemeliyim.
–Söylemeden önce beni dinleyin… 50 yaşındasınız. 2 kız 1 oğlunuz var. Fısıltıyla konuşmanıza bakılırsa cadı gibi bir karınız var. Karınız daha elliye gelmedi… Doğru mu?
–Siz tümden falcı çıktınız ya… Yaşımı tam söylediniz… Karımınkini de doğru tahmin ettiniz… Biz üniversitede beraber okumuştuk.
–İştee… “Aşk, patates değildir pencereden atamazsın.” desenize… Devam edin sonra?..
–Üç çocuğumuz var… Ancak üçü de kız.
–Oo, siz o hâlde bir kuyumcusunuz. Birisine sevgili olmayı hak ediyorsunuz. Üç kızı olan erkek cennetliktir. Günahlarının hepsi affedilir. Çapkınlık yaptı diye sorguya alınmaz. Tanrı’nın sevgili kulusunuz.
–Ama bu kadarı da fazla! Dalga geçiyorsunuz.
–Ne dalga geçmesi?.. Siz ne kadar alıngansınız. En ufak laftan at gibi şaha kalkıyorsunuz… Kadınlar trafik polisi gibidir. İşlemediğiniz suçla suçlar, paranızı alır, moralinizi bozar ve sonuçta suçlu olursunuz!.. Pardon…
–Aramızda çok fazla yaş farkı var…
–Hmm… Yaş konusunda söyledikleriniz aklımdan çıkmış… “Aşk, bütün yaşların üzerini örter.” … Bunu kim söylemiş?
–… Hatırlayamadım…
–Puşkin!..
–Puşkin söylediyse… Doğru söylemiştir…
–O bir deha!.. Size bir şey sormak istemiştim…
–Sorun… Ama musluğunuzu kapattığınızdan emin misiniz… Telefondan su sesi geliyor…
–Size söylememiş miydim? Banyodayım… Şu anda, nasıl doğduysam o kıyafetlerleyim… Nedense inanmak istemiyorsunuz… Bir de sevgilim olacaksınız…
–Özür dilerim ama… Ben size sevgili olduğumuzu söylemedim…
–Tamam tamam… Hemen kendinizi temize çekiyorsunuz… Sevgiliyiz deseniz ne olur sanki?.. Bırakın olmayı söylemeye bile çekiniyorsunuz. Benden korkmanıza gerek yok. Vücudum ideal… Kunduz var ya hani şarkıcı… Onun şarkısında söylediği gibi 90 x 60 x 90‘ım, 33 dişim yerinde… Sadece size bir şey sormak istemiştim…
–Sorun, cevap vermek için elimden geleni yaparım.
–Elimden geleni yaparım diye gevşek gevşek konuşmayın… Tam cevap verin. Benim sevgilim olur musunuz?
–Ama sizin kocanız var…
–Hukuken… Desek belki ama fiilen değil… Üstelik daha imza atmadım.
–Er ya da geç imza atacaksınız değil mi… Ayrıca yarın düğününüz var… Ben size mutluluk ve uzun ömür…
–Yeter! Yeter! Bıktım!.. Bu boş sözleri dinlemekten nefret ediyorum. Siz bana akşam akşam o sıkıcı derslerden birini vermek istiyorsunuz ama karnım tok.
–… Ama bir iyi dilek, güzel bir şeyler söylemem gerekiyor.
–… Sizin iyi dilekleriniz olmadan da olacak olan olur zaten.
–Hukuken bir kocanız olacak. Nasıl oluyor da onu aldatmaya niyetleniyorsunuz anlamıyorum.
–Kimse bana kocalık taslamasın o zaman… “Kader insandan çalar; insan da klarnet çalar.”
–Ama bu sözler… Affedersiniz ama… Açık konuşmak gerekirse…
–Hem açık konuşmak gerekirse diyorsunuz hem de sünepeler gibi özür diliyorsunuz… Olanı biteni erkek gibi çat çat anlatsanıza!..
–Siz yarın evleneceğiniz adamı seviyor musunuz?
–… Mm…
–Neden sustunuz?..
–Bir dakika... Şimdi banyodan çıkıyorum…
–Alo?..
–Evet… Dinliyorum…
–Siz evleneceğiniz adamı seviyor musunuz?..
–Sadece sevenler evlenir diye bir kural mı var?.. Siz böyle mi düşünüyorsunuz?..
–Yani…
–Hmm… Sayın saygıdeğer Filozofumuz… Kapıdan kendisini dinleyen cadaloz karısıyla severek mi evlendi acaba?..
–Şimdi ne alaka?.. Aklınızdan ne geçtiğini anlayamıyorum…
–Saygıdeğer Doçent Doktorumuz, kadın beyni erkek beynini altüst etmek için yaratılmıştır.
–Tamam da… Benim…
–Tamam mamam. Cevap verin! Sizin üç kızınız, o cadaloz kadına duyduğunuz fantastik sevgiden mi çıktı ortaya?.. Evlilik dediğin çocuk fabrikası değil; kıymetli Doçentim!.. Bırakın sevmeyi hayatın en basit kurallarını bile bilmiyorsunuz. Ne aşkı? Aşk konusu mu, hele hele sizinle. Sevdim ve evlendim diye bağırarak söyleyebilir misiniz? Şu kapının arka tarafındaki cadaloz da duysun… Bak… Ekmek arası sosis gibi susup kaldın! Hu-hu!.. Filozof… Sevgili Doçent…
–Ama siz haddinizi fazla aşmıyor musunuz? Bu konuları açmasak.
–Aman aman aman… Sinirlendi benim tontişim… Tık… Tık… Tık!.. Tansiyonunuz da yükseldi. Bunların hepsi kalbe zarar… Kalbe zarar olan şey aşka da zarar. Hepsini geçtik cadaloz karınıza bile zarar.
–Bir şeyi anlamıyorum… Görmeden tanımadan neden sabahtan beri karıma cadaloz diyorsunuz?
–Hah!.. Ne oldu, yanınıza mı geldi yoksa?.. O kadar mı yüksek sesle konuştunuz? Erkeğe bak. Telefonu versenize. Direkt yüzüne söylemek istiyorum. Siz bu Filozofun yanına, Doçent Doktorun sevgisine layık değilsiniz diye, verin….
–… Aa, hâlâ uyuyor.
–Karınızı bu kadar koruduğunuza göre şimdilik aşkınızdan yanıp kül olup evlendiğinizi düşünelim… Az evvel söylemediniz mi?.. Sadece sevenler evlenmeli diyorsunuz doğru mu?..
–Yani, prensip olarak böyle düşünüyorum.
–Bravo! Bellissimo sayın saygıdeğer Filozof!.. Boş yere “Filozoflar, akil adamlar.” dememişler.
–Felsefe denilen sözü Kırgızcaya çevirirsek “Aklı sevmek” diye bir anlam çıkar.
–Hmm… Aklı sevmek! Ne kadar büyülü bir söz ne kadar görkemli bir meslek, filozof!.. Siz önce aklı değil kadını sevmeyi öğrenin!.. Kadınımı seviyorum diye şöyle ağız dolusu bağıramıyorsunuz bile… Ama lafa gelince aşktı, sevgiydi… Sadece sevenler evlenecekse sevmeyenleri ne yapacağız?.. Hem bir şey diyeyim mi? Evlenen on adamdan yedisi eğer doğru söyleyeceğine yemin ettirirsek ben sevmeden evlendim diyecektir… Onlardan birisi de benim!.. Sizin mantığınıza göre sevmeyerek evlenen milyonlarca insan tez elden bu dünyadan gitmeli… Sevgili Filozof!.. “Tanrı’nın varlığı sadece insandaki aşkla ortaya çıkar.” diye kutsal kitaptaki sözü biliyorsunuz değil mi? Onu değil, biz içimizdeki Tanrı’yı, Tanrı’dan gelen sevgimizi de unutmadık mı, Tanrı aşkına siz hangi sevgiden bahsediyorsunuz?..
–… Mmm… Alo?.. Ağlıyor musunuz yoksa?..
–… Özür dilerim… Birden kötü hissettim!.. Ben yarın evleneceğim… Yarın benim düğünüm olacak…
–Özür dilerim… Bugün evde yalnız mısınız?..
–… Herkes müstakbel dünürlerine gitti… Ben yalnızım… Biliyor musun? Ben artık hayatta da yalnız kalacağım… Bir insanın kalbinde aşk yoksa o yalnız demektir… Artık çaresiz… Çaresizim… Çaresiz milyonlardan biriyim…
–… Affedersiniz… Siz bana bir şey soracaktınız?..
–Evet, özür dilerim ama… Siz beni… Beni şu kolay kızlardan biri sandınız…
–Yok! Hayır hayır… Öyle değil.
– Neden sizi aradığımı biliyor musunuz? Sizin numaranız 553…58…76…13 değil mi?
–Evet…
–553’ü kendi arasında topladığımızda 13 ediyor.
–Hmm… Ya 58?..
–O da 13… 76 da 13… Zaten numaranızın son iki rakamı 13.
–Evet, anlaşılan benim telefon numaram 13’lerden oluşuyor.
–Demek 13 benim kaderimin rakamı. Siz… Numeroloji diye bir ilim dalı var duydunuz mu hiç? İnsanların kaderini numaralarla anlamaya çalışıyor. Ben size benim kader numaram 13 olduğu için telefon ettim. Bu telefon kimin olursa olsun onu arayacaktım… Siz “Alo!” dediniz.
–Ama 13 için uğursuz derler. Bizde 13 uğursuz değil. Başka kültürlerde pek sevilmez. Bence mutlulukla rakamların bir ilişkisi yok. Ben falcılara, astrologlara, Vanga’ya inanmıyorum
–Kime inanıyorsunuz?..
–Allah’a.
–Ya sonra?..
–Sonra mı?.. Sonra…
–Eşinize… İnanıyorsunuz değil mi, inanmıyorsanız bile bunu açıkça söyleyemezdiniz. Hayat böyle günün birinde söyleyeceğim diyorsunuz ama bir türlü söyleyemiyorsunuz… Ama ben sizin gibi değilim, yüreğimdekileri saklamadan açıkça anlatıyorum. Ben güçlü bir kadınım. Çöpleri de çıkarırım, beynimdekileri de… Benim gibi insanların mutsuzluğu bu açıklıklarında zaten. Biz açık konuşanları seviyoruz. Bu sıkıntı içimizde büyüdü büyüdü ve bu hâle geldik.
–… Gece yarısını geçtik… Yarın sizin düğününüz var… Umarım sizi tutmuyorum?.. Bir dakika!
–… Telefonu elinizle kapayıp bir dakika diye seslendiğinizi duydum. Ama benim kader numarama soracak daha çok sorum vardı… Ya siz… Cadaloz karınızdan korkup… Telefonu kapatmak istiyorsunuz… Rica ediyorum, lütfen kapatmayın.
–… Bir dakika… Bir dakika… Siz konuşun dinliyorum.
–Neden fısıldıyorsunuz?.. Fısıldamadan… Konuşsanıza… Ömrünüzü fısıldayarak geçirmediniz mi?
–… Konuşun… Konuşun… Yarın düğününüz!..
–… Ne olmuş düğünüm varsa?..
–… Yarın düğününüz diyorum… Erkenden yatıp… Erken kalksanız daha iyi olmaz mı?..
–… Doğru… Yarın düğünüm var. Yarın bir adamla evleneceğim. Beni, gelip son derece saygıdeğer kaynatamla en az onun kadar saygıdeğer kaynanam, Lexus Jeep, kocaman bir villa ve hâlâ çocuk olan kocam bekliyor... Mutluluktan başka her şey var orada.
–… Bir dakika… Bir dakika…
–Evet!.. Aceleniz var… Sizin değil benim düğünüm olacak yarın… Nereye acele ediyorsunuz!.. Benim yüreğimi anlamadan nereye bu acele… Bense sizinle daha konuşmak istiyorum… Sizinle şarap mı içsek…
–… Bir dakika… Bir dakika…
–Hangi şarabı seversiniz?
–Ben mi?.. Moldova kırmızı şarabı.
–Fakir şarabı yani.
–Fakir?.. Böyle bir ismi olduğunu ilk defa duydum.
–Ucuz o şarap. Ben Fransız şarabını seviyorum. Kırmızı şarap… Şimdi hemen önümde duruyor. Bordo şarabı… Cordier, Bandol, Bellet, Cassis…
–… Bir dakika… Bir dakika…
–Siz önünüze ölüm gelse de “Bir dakika… Bir dakika…” diye ölen adama benziyorsunuz!.. Bir dakikalığına sizinle gerçekten bir şey paylaşmak isteyen insanın derdini dinleyecek kadar bile zamanınız yok!.. Sizinle keyfinden ne yapacağını bilemeden oturan birisi konuşmuyor! Ben kaderimin numarasından hiçbir hesabı doğru çıkmayan, hiçbir hesabı dikkate alınmayan kadınlık hislerimin sorusunu sorup bir cevap almak istedim… Dünyayı miras kılan kim, biz, kendimiz!.. Çünkü biz kendi insani duygularımızı kendimiz mezara gömdük. Bu dünyada kim mutlu kuzum?! “Kızımı erkenden zengin bir eve vereyim.” diye telaşlanan annem mi?.. “Gitsin ailesini kursun biraz nefeslensin.” diyen babam mı?.. İnsan duygularını böğürtlen gibi ağzında çiğneyen pek bir yaratıcı kaynatam mı ya da saygıdeğer kaynanam mı?.. Benim karım “Mükemmel bir kadın” diyen başı dumanlı kocam mı?.. Kim?.. Hiç kimse?!..
–… Hayat dediğimiz de böyle bir şey zaten.
–… Hayatı böyle yapan bizleriz! Bunun içinde siz de varsınız! Aklı seven filozof bey, aklı değil hayatı sevmek gerekli. Belki hayatı sevebilirsek akıl kendiliğinden bize gelecek! Ama siz hiçbir şeyi, hiç kimseyi ve hatta o cadaloz karınızı bile sevemeyen bomboş bir adamsınız!.. Sizin gibi biriyle konuştuğum için, sizin gibi bir adama akıl sorup yalnızlığımı unuturum belki dediğim için kendimden iğreniyorum… Siz konuşmaya bile gerek olmayan içi boş bir insansınız. Sizin gibiler bu hayatın içini boşalttılar. Dünya sizin gibi sünepelerle doldu!.. Bu sünepeler insan hayatının özünün sevgi olduğunu unuttu… Kapatın telefonu! Kapatın diyorum!.. Ne kadar erken kapatırsanız o kadar iyi! Kapatın telefonu!
–Alo!.. Alo!.. Alo!..
[1] Kıyamet
[2] Yaratıcılık
[3] Sözmerkezcilik