Arkadaş Hediyesi


 01 Ağustos 2024


Yaz mevsiminin gelmesi Meret’in çocuklarını çok sevindirdi.   Onlar bu günü sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bunun da kendine has nedeni vardı. Bir defasında ailece televizyon izliyorlardı. Ekranda Avaza’nın güzelliği canlanmaya başladı. Deniz kenarı. Kenarda inşa edilen ve sıra hâlinde dizilmiş görkemli oteller, etrafın büyüleyici güzelliği yayını izleyenleri kayıtsız bırakmadı. İlk önce, altı yaşına girmek üzere olan Devran konuştu:

            – Baba, bak ne güzel yerler. Ben de oraya gitmek istiyorum. Keyifle suya girmek istiyorum. Baba, burası uzakta mı, oraya uçakla mı gitmeliyiz, diyerek ardı ardına çocuk merakıyla babasına sordu.

Orazgül ev kadınıydı. Evdeki işler ve aile ile ilgili koşuşturmalardan dolayı hiçbir yere gitmiyordu. Çocuklarının da yalnız başlarına bir yere gitmesine izin vermezdi. Ne de olsa dünyanın bin bir türlü hali vardı. Yuvasında güvenle oturuyordu. 

 

Büyük kızı Aygül beşinci sınıfta okuyordu. Oğlu henüz okula gitmiyordu. Güvenli ortamından dışarı adım atmak fikri Orazgül’ü huzursuz etti. Oğlunun bu arzusundan dolayı da rahatsız oldu.

 

          – Yok, oğlum, denizde ne işiniz var. Yaz tatiline çıkınca köye babaannenlere gidersiniz. 

          – Anne, ben denize gitmek istiyorum. Denizi hiç görmedik. 

          – Anne, öğretmenimiz Avaza hakkında çok şey anlattı. Ben de merak ediyorum oraları, diye Aygül söze girdi. Meret, çocuklarının annesinin paniğe kapılmasına memnun olmadı.

          – Orazgül, çocuklara karşı çıkma. Sen de bütün yıl ev işlerinden bunaldın, gel bu yıl deniz tatiline gidelim, dedi. Sen gitmek istemiyorsan ben çocukları alıp bir haftalık tatile gidip gelirim, diye de şaka yaptı.

          – Yaşasın! Babacığım yaşasın, diyerek Devran sevincine hâkim olamayıp bağırdı.

          –  Baba, annemi de alalım, onun tek başına canı sıkılır, üstelik biz de  çok özleriz  deyip, sanki annesini yalnız bırakıp gidecek varmış gibi Aygül paniğe kapıldı.

          – Sen, gerçekten annenin kızısın. Kızım anneni bırakıp gider miyiz hiç, hep birlikte gideceğiz deyip Meret kızını sakinleştirdi.

            İşte, bu özlemle beklenen dönem geldi. Çocukların annesini tatile gitmeye razı ettikten sonra ailenin ihtiyaç duyacağı eşyaları hazırlayıp yola çıktılar.

            Yazın ilk ayı ve hava çok sıcak. Ama denizden esen hoş rüzgâr insanın ruhuna  o kadar iyi geliyordu ki! Bu muhteşem mekânı Aygül ve Devran çok beğendi.  Onlar sevinçle denize daldılar, kumsalda yalınayak yürüdüler ve irili ufaklı deniz kabuklarını toplayıp biriktirdiler.

            Orazgül ise etrafına baktı ve insanların eğlenerek tatil yapmasına hayran kaldı. Zamanının çoğunu evden çıkmadan, sadece ev işleriyle meşgul olarak geçirip kendini ihmal ettiğini fark etti.

            Meret ailesinin mutlu bir tatil yapmasını ve keyifli vakit geçirmesini bir sürprizle taçlandırmak istedi ve onları Avaza ’da bir tekneye bindirip etrafı gezdirmeye karar verdi. Tekneyle gezmek Devran ve Aygül için çok ilginç olacaktı. Çünkü onlar ilk kez tekneye biniyorlardı. Tekne suyun üzerinde süzülerek çocuklara çevrenin muhteşem güzelliğini gösterdi. Nehirde içi çocuklarla dolu başka bir tekneyle karşılaştılar. Devran tekneyi ve teknedeki çocukları merakla izliyordu. O bir şeye şaşırdı. Çocuklar anlayamadığı bir dille konuşuyorlardı.

           – Baba, onlar ne diyorlar?

           – Oğlum, Avaza’ ya başka ülkelerden de tatil yapmaya gelmişler. Her ülkenin kendi dili vardır. Yeryüzünde birçok millet yaşıyor ve bir o kadar da dil konuşuluyor. Buraya tatile gelen çocuklar kendi dillerinde konuşuyorlar, diyerek Meret oğluna bu durumu anlattı.

            – Baba, peki onlar nasıl arkadaş oluyorlar? Onlar birbirlerini anlamıyorlar sonuçta!

            – Birincisi, tercüman birbirleriyle anlaşmalarına yardım ediyor. Ayrıca, çocuklar oldukça eğitimli. Artık, sen de okula gittiğinde dilleri öğrenirsin, o zaman senin de birçok arkadaşın olur.

            – Baba ben de bu çocuklarla arkadaş olmak istiyorum, onları merak ediyorum diyerek Devran kendisini etkileyen çocuklara baktı. O vakte kadar tekne durma noktasına geldi ve durdu. Bunların arkasından içi çocuklarla dolu tekne de gelip yanlarında durdu. 

            Çocuklar çok mutlu hâlde tekneden indiler. Kıyıdaki kamp alanlarında onların keyifli vakit geçirmesi için tüm koşullar yaratılmıştı. Çocuklar etrafa dağılarak her biri bir şeyle meşgul oldular. Bir kısmı şarkı söylüyor, bir kısmı farklı sporlar yapıyordu, bir kısmı aralarında sohbet ediyorlardı. İçlerinden bir kara yağız çocuk üzgün hâlde denize bakarak oturuyordu. Meret ile Orazgül çocuklarını alıp, onun yanına gitti. Kumlara oturdular ve çocuklarına birlikte oynamalarını önerdiler. Aygül diğer çocuklara katılıp oynasa da Devran annesinin, babasının yanından ayrılmadı. O,  uzun süre üzgün hâldeki kara yağız çocuğa bakarak oturdu:

            – Baba, bu çocuk neden oynamıyor, neden böyle üzgün görünüyor deyip, babasının da içten içe düşünmekte olduğu soruyu sordu.   

            – Oğlum, bilemedim, belki canı sıkılıyordur; belki hastalanmıştır, diye  Meret yandaki tezgâhtan dondurma aldı ve  birini Devran’a, birini de çocuğa ikram etti. Beklenmedik ikram çocuğu şaşırttı. Başını sallayıp kabul etmek istemedi. Meret ise:

            –  Al, bunu sana Devran ikram ediyor , diyerek eliyle Devran’ı gösterdi.

            Çocuk kendi dilinde teşekkür etti. Bu esnada onların yanına tercüman yardıma geldi. O tercümanlık etmeye hazır olduğunu söyledi. Devran bu kara yağız çocuğun adını sordu. Çocuğun adı Caan imiş.  O, Senegal devletinden gelmiş. Yedi yaşındaki çocuk resim çizmeyi seviyormuş. Devran ise tercüman aracılığıyla onun neden üzgün oturduğunu sordu.

            Çocuk tam olarak üzgün olmadığını, denize bakarak bir sonraki çizmeyi düşündüğü resmi muhakeme ettiğini söyledi. Meret’e her şey apaçık oldu. Çocuk kendini yaratıcılığa kaptırmış, denizin muhteşem güzelliğini izliyor olmalıydı. Bu harika çocukla gurur duydu. Orazgül ise bu küçük çocukların ailelerinin nerede olduğunu sordu. Tercüman ona, anne babaların gelmediğini, onları gözetmen öğretmenler eşliğinde,  ailelerinin rızası ile okulca getirdiklerini söyledi. Orazgül buna hayret etti. Kendi çocuklarını değil yabancı bir ülkeye göndermek tek başlarına kapının önüne bile çıkarmıyordu. Doğrusu hangisi acaba, diye düşünmekten kendini alamadı. 

 

Caan yakın zamanda burada resim çizme yarışmasının düzenleneceğini ve kendisinin de buna hazırlandığını söyledi. Devran’ı da bu yarışmayı izlemeye davet etti. Yarışmaya kadar süre vardı. Devran her gün Caan’la görüştü. 

İşte, yarışma günü de geldi. Resim çizmekle uğraşan çocuklar, çizdikleri resimleri jüri üyelerine gösterdiler. Çeşitli konuları ele almışlardı. Devran’ın yeni dostu Caan ise dalgalı mavi denizin üzerinde kanatlarını açan martıların resmini öyle bir güzel çizmişti ki,  o resme baktığın zaman hakikaten canlı zannediyordun. Caan, resim çizmedeki yeteneğini kanıtladı. Onun çizdiği resim ödüle uygun görüldü. Devran yeni arkadaşıyla gurur duydu. Onu ödülünden ve başarısından dolayı tebrik etti. Arkadaşına bir şey hediye etmeye karar verdi. Aniden buraya gelmeden önce annesinin diktiği tahya[1] hatırına geldi. Babası ve annesine danıştı. Onların da onayını alınca yeni tahyayı Caan’a hediye etti. Caan bu hediye için Devran’a minnettarlığını dile getirdi. Yeni tahyayı ülkesine dönünceye kadar da başından çıkarmadı.

            Zaman dediğin tez geçiyor. Misafir çocukların ülkelerine dönmesinden bir gün önce, Caan yanındaki tercümanla birlikte arkadaşı Devran’a veda etmeye geldi. Onun elinde de bir hediye vardı. Caan elindeki hediyeyi Devran’a uzattı. Şaşılacak şey! Sahilde yürüyen iki arkadaşın, Devran ile Caan’ın, resmi çizilmiş ve Caan’ın başında da Türkmen tahyası özenle çizilmişti. Devran arkadaşının yeteneğine hayran kaldı.

            – Sen başarılı bir ressam imişsin. Resim çizmeyi sana kim öğretti, diye sordu. 

          –  Benim babam ressam.O ne zaman resim çizmeye başlasa, beni onun yanından uzaklaştıramıyorlardı. Ben onun her bir hareketini izliyordum. Babamın hedefi beni pilot yapmak ama profesyonel bir ressam olmak istiyorum. Devran, sizin güzel bir ülkeniz var. Ben buranın resimlerini çizdim. Ülkeme dönünce çizdiğim resimleri arkadaşlarıma hediye edeceğim. Bu da benden sana bir hatıra olsun, dedi.

            Devran arkadaşının kendisine verdiği hediyeden çok memnun kaldı. Sarılarak Caan’a teşekkür etti. 

            Arkadaşlar vedalaştılar. Onlar gelecek yıl tekrar burada buluşmak üzere sözleştiler. Seneye tekrar buraya gelmek konusunda ise en hevesli olan da anneleri Orazgül’dü. 

 

 


 

[1] Tahya: Türkmen kadınlarının el işi; gencinden yaşlısına Türkmen erkeklerinin başına giymesi için eliyle diktiği işlemeli, nakışlı millî takke.

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 212. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 212. Sayı