HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
Osman Çeviksoy 2
SALIM ÇONOĞLU 3
İ. M. Galimcanova 4
Gülzura Cumakunova 5
Kader Pekdemir 6
Kardeş Kalemler 7
“Hamse” (Beşlik) - Yakın ve Orta Doğu klasik dönem şiirinin orijinal şiirsel biçimi sayılan mesnevî (her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi) türünün genel başlık altında toplanarak nazma çekilmiş, fikir, içerik ve biçim yönünden beşer zekasının, onun şiirsel hayal gücünün zirvesine ulaşmış bir edebî mecmûadır.
Dünya şiir hazînesinin en nadir incilerinden biri olarak kabul edilen bu ünlü toplunun yazarı Azerbaycan'ın mütefekkir (düşünür), hekîm (bilgin) ve muktedir (kudretli) şairi Nizâmî Gencevî'dir (XII yüzyıl). Onun parlak zekâsı, canlı hayâl gücü (tahayyülü), derin bilginliği ölümsüz eserlerinde beş manzûmede yansıtılır.
Nizâmî Gencevî “Hamse”sinin mesnevîlerinden ilki “Sırlar Hazînesi” (“Mahzan-ül-Esrâr”) (1178 -1179) mükemmel manzum eserinde, çağının edebî geleneğine uygun kaleme aldığı, Yüce Allah'ın vasfına adanmış bir “Tevhîd” (Allah'ın birliği ve yalnızlığının terennümü) başlıklı giriş bölümünde onun “ehl-i tevhîd” (tektanrıcı kimse, monoteist), “ehl-i marifet” (معرفة - Allah'ı tanıyan), mutedil (ılımlı, dengeli), muttaki (inançlı), mütevazı (alçak gönüllü), evrenin sırlarına vâkıf bir ârif, hekîm-filozof olduğu anlaşılır. Muktedir (kudretli) şair-filozofun bakış açısının dîni-felsefî boyutunu yansıtan ve monoteistlikten bahseden düşünce ve inanç sistemi sadece bu bölümde bâriz şekilde görülmektedir.
“Sırlar hazînesi” mesnevisinin fikir ve içeriği “marifet-ullah” (معرفة الله - Allah'ı tanımak) kavramının özel yorumuna yönelik bu bölümünde Allah'ın “Esmâül Hüsna”sı (güzel isimleri) açıklanıyor. Allah, Nizâmî'ye göre, ezelî (ازلي - yaratılmamış ), ebedî (ابدي – sonsuz), sınırsız, kendi kendine yeten, kutsal (dokunulmaz), benzeri olmayan (لا مثيل لها), cömert, merhametli, şefkâtli, soyut ruha, mutlak iradeye sahip, en yüce ilahî, rûhanî varliktir. Allah'ın tüm özel tariflerini içeren giriş bölümünde O'nun, Rahmân (er-Rahmân) sonsuz merhamet sahibi, er-Rahîm - esirgeyici, el-Hekîm - Hikmet sâhibi, er-Rezzâk - rızık veren, günlük ihtiyaçları sağlayan; el-Fettâh - zorlukları çözen; el-Kadîm - ezelî, et-Tevvâb - tevbeleri kabul eden; el-Gafûr - günahları bağışlayan; es-Samed - her şeyin O'na muhtaç, O'nun ise kimseye muhtaç olmadığı vb. gibi özellikleri şâir tarafından terennüm edilmişti.
Bütün dînî-felsefî düşünceler sistemi Nizâmî tarafından alegorik şekilde belirtilmişti ki, bu da yazarın muhteşem şiirsel dilinin zenginliğini bir kez daha doğruluyor.
Allah'ın “Esmâül Hüsna” ve ona mensûp 1001 ünlü sıfatlarını (epitetleri) içeren, Kur`ân'da ve diğer dînî kaynaklarda sunulan, ve ayrıca, Nizâmî tefekkür sistemini yansıtan onomastik mekan işte bu bölümlerde ön plana çıkıyor.
“Sırlar Hazînesi”nin giriş bölümündeki birinci beyitinde Allah-u Tealâ'nın (Yüce Tanrı'nın) üç önemli sıfatı: er-Rahmân (sonsuz merhamet sâhibi), er-Rahîm (şefkâtli) ve el-Hekîm (hikmet sâhibi) gibi Esmâül Hüsnası şâir tarafından ustalıkla terennüm edilmiştir:
بسم آﷲ الرحمن الرحيم هست کليد در گنج حکيم
Bismillahirrahmanirrahim
Hikmet (el-Hekîm) hazînesinin kapısının anahtarıdır.
Bilgi ve hikmet kaynağı ulu yaratıcının
Hazînesinin anahtarı Besmele’dir.
Kuşkusuz, er-Rahmân ve er-Rahîm isimleri Kur`ân-ı Kerîm'in السورة الحشر “el-Haşr” (59) suresinin 22. âyetinden iktibâs olunmuşdur:
۲۲ هُوَ اللهُ الَّذِي لَا إِلَه إِلَّا عَالِمُ الْغيْبِ وَالشّهَادَةِ هُوَ الرّحْمنُ الرّحِيمُ
2 | Öyle Allah ki O, tanrı yok O'ndan başka. Gaybı da görünen âlemi de bilen O! Rahman O, Rahîm O. |
Ayrıca, Allah'ın El-Hekîm sıfatı الانعام (el-En'âm) (6) suresinin 73 - âyetinde tarif edilmiştir.
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي
الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ[1]
Gökleri ve yeri hak olarak yaratan da O'dur."Ol!" dediği gün, hemen oluverir. Sözü haktır O'nun. Sûra üfleneceği gün de mülk/yönetim O'nundur. Âlim'dir, görünmeyeni de görüneni de bilen O'dur. O'dur Hakîm, O'dur Habîr.
Geleneksel şiirsel vâsîtalar (araçlar) "iktibas" (borç alma, referans etme, başvurma) Arap dilinin açıklamalı sözlüğünde şöyle tanımlanıyor:
اقتبس الشَّاعرُ أو الكاتبُ ضمّن كلامَهُ آية قرآنيّة أو حديثًا نبويًّا أو شيئًا من كلام غيره[2]
“İktibâs – “şair veya kâtip tarafından Kur`an âyetlerini, Kur`ân'daki fikirleri, ayrıca, Muhammed peygamberin hadisleri veya başkalarının kelamını almaktır”.
“Esmâül Hüsna” nın (Allah'ın 99 ismi) tanımı Kur`ân'ı Kerîm'in السورة الحشر (Haşr) 59 suresinin 24. âyetinde yer almıştır:
هُوَ اللهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنى يُسَبِّحُ لَه مَا فيِ السَّمَاوَات وَالأرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكيِمُ
“el-Haşr” suresi 59 24. Âyette
Allah'tır O! Hâlik, Bâri', Musavvir'dir O! En güzel isimler/Esmâül Hüsna O'nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nu tespih eder. Azîz'dir O, Hakîm'dir.
Allah'ın üç önemli, güzel sıfâtları ،ezelliyet, ebediyet ve bâki (kalıcı) bir sonraki beyitte açıkça beyan edilir:
پيش وجود همه آيندگان بيش بقاي همه پايندگان
Allah'ın `ezelî ve ebedî bir varlık olması Nuri Gencosman’ın başarılı
mealinde böyle beyan edilir:
Ulu Tanrı ki, varlığı tüm varlıklardan önce.
Yerlerin, göklerin yüce yaratıcısıdır.
ve R. Aliyev'in mealinde:
Tüm (dünyaya) gelenlerden önce var olan O'dur,
(Dünyada) ebedî kalanların hepsinden ebedî olan O'dur.
Allah'ın “el-Evvel” (her şeyden önce var olan, yani varlıkların önü, önderi, her varlığın önünde geleni) ve “el-Bâki” (ebedi, dâimi, fenânın zıddı, kalıcı) fâni olmanın, yani bütün mevcûdatın ölüme mahkûm olmasının aksi her mahlûktan sona kalan sıfatı Kur`ân-ı Kerîm'in الرحمن (“er-Rahmân”) suresinin 27. âyetinden iktibâs yapılarak, yazar tarafından tarif edilmiştir:
ويبقى وجه ربك ذو الجلال والإكرام
er-Rahmân (55) suresi 27. âyette:
Sadece o bağış ve celâl sahibi Rabb'inin yüzü kalacaktır.
Nizâmî “el-Fettâh” (zorlukları çözen, düğümleri açan) epitetini bu bölümün beyitinde mecaz şeklinde sunmuştur:
پرده گشاي فلک پرده دار پردگي پرده شناسان کار
Beyitin yorumu: Yani örtülü, göğün gizli örtüsünü açan, kaldıran, sırrını çözen, zorlukları çözen ve ehl-i marifeti (sırrını bilenlerin),
O'nu tanıyanların örtüsüdür.
Sırlara erişmişlerin sevgilisi O'dur.
سابقه سالار جهان قدم مرسله پيوند گلوي قلم
Eski cihanın (dünyanın) komutanı, serveri (başkanı)
Kalemin boğazına kolye bağlayan.
Bu beyit Kur`ân'ın “Nun”, başka ismi ile “el-Kalem” (68) suresinin 1. âyetinden iktibâs edilmiştir ve işarettir:
القلم ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına
“Müslümanlığa gelince : Ehl-i sünnet itikadına göre Allah birdir. Kemal sıfatlarıyla muttasıftır. Noksandan münezzehtir. Ezeli ve ebedidir. Allah eşya ve mevcudatı yoktan var etmiştir. O, yarattıklarının hiçbirine benzemez. Sufilerin bu meseledeki nokta-i nazarı ise şudur: Bir tek vücut vardır. O da (Vücud-ı Mutlak)tır. Ezeli kudret ondadır. Başka hiçbir vücut yoktur. Yegane varlık (Allah) tır. Kainatta gördüğümüz eşya, hakîki ve müstakil bir mevcudiyete malik değildir. Cenab·ı Hakk’ın birer suretle tecellisinden ibarettir. Görülüyor ki, ehl-i sünnet itikadı ile mutasavvıfların telakkisi arasındaki esaslı fark, ehl-i sünnetin, eşya ve mevcudatı Allah’tan gayrı ve Allah’ın mahluku addetmesine mukabil, mutasavvıfların, eşya ve mevcudatı Allah’ın muhtelif tecellisinden ibaret telakki etmesindedir”. (Agah Sırrı Levend)
Örnek için Nizâmî 'nin aşağıdaki beyitinin yorumuna göz atalım:
مبدع هر چشمه که جوديش هست مخترع هر چه وجديش هست
O (Allah) - her cömertlik çeşmesini (kaynağını) yaratandır
(Yoktan var eden)
Her ne yaratılırsa, var olursa - onu yaratandır.
Bu beyit, görüldüğü gibi, kutsal kitap Kur`ân'ı Kerîm'in الانعام (el-En'âm) (6) suresinin 101. âyetinden iktibâsdır:
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Gökleri ve yeri yaratıp donatan Bedî' O'dur! Nasıl çocuğu olur O'nun, kendisinin bir eşi olmadı ki! Her şeyi O yarattıve her şeyi en iyi şekilde bilen de O'dur!
Bu satırlarda Nizâmî Kur`ân'a dayanarak, sadece Allah'a ait “mobde`” (“bedi`” - yoktan var etme), gökleri ve yeri yoktan var etmek gibi bir mahlûkta mevcut olmayan bir özelliği vurgulamaktadır.
Kur`ân'ı Kerîm'in “Sırlar Hazînesi” eserinin giriş bölümünde geniş çapta kullanılması Nizâmî şiirinin zengin şiirsel dilinin beyanında bazı karanlık konuların açığa çıkarılmasına yardımcı olur: beyitlerin çevirisinde hataların düzeltilmesine ve çevirinin bazen yanlış kavranılması nedeni ile anlam bozuklukluğuna yol açmasına bile sebep olur.
Aşağıdaki beyitte Kur`ân-ı Kerîm'in “el-Fetih” (48) suresi 29. âyetinden iktibâs olunmuş "سيماهم في وجوههم من أثر السجود" ifadesine işarettir:
داغ نه ناصيه داران پاک تاج ده تخت نشينان خاک
Meleklerin (müminler (inananlar – H.V.)) alnında secde nişanı parlatır.
Yeryüzü padişahlarına tac giydirir.
Örneğin, şairin Kur`ân'dan iktibâs ettiği âyette “müminler” (inananlar) öngörülmüş olmasına rağmen, Nuri Gençosman yanlış "melekler" sözü ile dönüştürmüştür. âyettinde:. “el-Fetih” (48) suresinin 29. âyettinde:
مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ
29 Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok sevecendirler/çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde izi vardır. Bu onların Tevrat'taki nitelikleri. İncil'deki nitelikleri de şöyle: Tıpkı bir ekin ki filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş. Filiz kalınlaştı, gövdesi üzerine dikildi. Ziraatçıları da imrendirir/hayran bırakır bu ekin. Allah böyle yapar ki, onlar sayesinde, inkâr edenleri öfkelendirsin. Allah onlardan iman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlara bir bağışlanma ve büyük bir ödül vaat etmiştir.
Bazen araştırmacılar Kur`ân âyetine karşılık Muhammed'in hadisleri ifadesini kullanmışlar
“Kutsal (dokunulmaz - H.V.) alınlar - Allah'a ibâdetle (kullukla - H.V.) meşgul olan mümînler (inananlar, İtaatkar kişiler - H.V.), âbidler ve zâhidler (terk-i dünya kişiler -H.V.). Damga - işaret (الطوابع – علامة). Yani Allah, mümîn (sadık) kullarının pak (temiz -H.V.) alınlarında ibâdet işareti zâhir etmiştir. Bu hadise (âyete - H.V.) işarettir: "Onların sıfâtlarında (simalarında - H.V.) secde izi vardır.”
Görüldüğü gibi, beytin açıklamasını veren prof. R. Aliyev Kur`ân-ı Kerîm'in “el-FETİH” (48) suresinin 29. âyetini yanlışlıkla Hz. Muhammed'in hadisi gibi sunmuştur.
Allah'ın 99 güzel isimlerinden “er-Rezzak” (er-RƏZİQ) “rızık” anlamını taşıyan sıfatını Nizâmî Gencevî:
پرورش آموز درون پروران روز بر آرندة روزي خوران
Gönül sahiplerine ahlâk, hikmet gönderen,
Ruzi uman kişilere rızık, nimet gönderen.Beytinde Kur`ân'ın “en-Nebe” (78) suresinin 11. âyetinden
وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا
Gündüzü bir geçim vakti yaptık.
ve “el-Ankebut” (29) suresinin 60. âyetinden iktibâs ederek, tarif etmiştir.
Nice hayvanlar var ki, rızkını (yanında) taşıyamaz; Allah onlara da rızık veriyor, size de! O her şeyi işitendir, bilendir.
Allah'ın güzel isimlerinden biri olarak bilinen “el-Kerim” sıfatı aşağıdaki beyitte vasfolunur:
چون که به جودش کرم آباد شد بند وجود از عدم آزاد شد
Öyle ki, cömertliğiyle kerametâbad oldu,
Yokluğun kandalından bu varlık tahliye oldu.
Aynı zamanda Allah'ın “Esmâül Hüsna”sından “el-Ekrem” (cömert, eli açık, en kerametli) sıfatı da Kur'ân-ı Kerim'in الرحمن (er-RAHMAN) (55) suresinin 27. âyetinden iktibâs yapılarak, yazar tarafından tarif edilmiştir:
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bakidir;
ve bu surenin 78. âyetinden iktibâs yapılmıştır:
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
78 Ululuk ve ikram sahibi Rabbinin adı yüce, çok yücedir!
Allah'ın “el-Afuvv” – “af eden, bağışlayan” ve “el-Ğafur” – “günahları bağışlayan” sıfatları vasf edilmiştir.
خام کن پخته تدبير ها عذر پذيرنده تقصيرها
Pişmiş tedbirleri (önlemleri) çiyleşdirendir,
Suçluların özrünü (affini) kabul edendir.
Bu beyit de Kur`ân'ın “el-Hicr” suresi (15) 49. âyetinden alınmıştır:
نَبِّىءْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“El-Hicr” (15) suresi 49. âyette:
Kullarıma haber ver, benim gerçekten çok bağışlayan ve merhamet eden olduğumu.
Beytin birinci satırının yorumunu prof. R. Aliyev ünlü İran nizâmişünası V. Destgerdiye istinaden şöyle anlatıyor: “
Allah kulun gördüğü tedbirleri (önlemleri) ve niyetleri boşa çıkarıyor. Ünlü rivayette böyle bir ifade tasarlanmıştır:” Bende tedbir (önlem alır) görür, Allah ise bildiğini yapıyor Ve
شحنه غوغای هراسندگان چشمه تدبیر شناسندگان[3]
[10]
Kavqadan korkanların şihnesidir (koruyucu),
Bilenlerin (tanıyanların - H.V.) tedbirlerinin pınarıdır (gözüdür). [6, çeviri Aliyev'in, 2014:19]
R. Aliyev orijinal beyitte “şihne” sözünü şöyle anlatmıştı: “Şihne - Şehirde kanun-kural, düzeni koruyan askeri bölüklerin reisi.” [6, Aliyev, 2014: 324]
Mahşer gününde korkakların koruyucusudur,
Bilginlerin tedbir kaynağıdır. [2, çeviri Nuri Gencosmanın, 1960: 11]
“Sırlar hazînesi” nin dînî rûh halli (duygu durumlu) başlangıç bölümünde Yüce Tanrının güç ve merhametini anmakla birlikte, hilkatin sırlarına ilişkin hususlar da yer alır:
کرد قبا جبّه خورشید و ماه زین دو کُلَهوار سپید و سیاه
[1, Alizade, 1960: 2]
Bu iki börke benzer beyaz (ağ) ve siyahtan (karadan)
Güneşe qabâ ve Aya cübbe tikti. (çeviri - H.V.)
Beyitte aleqorik şekilde nazma çekilmiş bir sahne tasvir edilir: Allah Güneşe beyaz ipekten değinilmiş parçadan qabâ (ön tarafı açık üst giyim), Aya ise siyah ipekten değinilmiş cübbe (uzun etekli ve kollu, ön yönden kapanmayan üst giyim) tikti. Beyaz ve siyahtan amaç - gece ve gündüz, “kinaye” ile ustaca belirtilmişti. Allah, gece ve gündüzü yarattı. Gündüzün ve gecenin yaratılan olması Kur`ân'ın “el-Enbiyâ” suresinin 33. âyetinden alıntı olmuştur.
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“el-Enbiyâ” (21) suresi 33 - cu âyette:
33 Oysa, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; bunların herbiri birer yörüngede yüzüyorlar.
Kur`ân'ın hilkat (evrenin yaratılması) hakkında âyetleri usta sanatçı Nizâmî tarafından alegorik şekilde, mecazi formda beyan edilmişti. Şâir Kur`ân âyetlerine dayanarak Evren'in varoluşu hakkında değerli tespitleri aleqorik şekilde ve mecazi olarak kendine özgü tarzda ifade etmiştir.
زنگ هوا را به کواکب سترد جان صبا را به ریاحین سپرد
[1, Alizade, 1960: 1]
Havanın isini, pasını yıldızlarla sildi
Sabâ'nın (hafif ve lâtif sabah mehinin) canını reyhanlar
(Hoş, ıtırlı kokulara) görevlendirdi. (Çeviri - H.V.)
Ulduzlarla sildi o, göyden hisi, dumanı,
Reyhanlara tapşırdı esib geçen sabânı.[9, çeviri Halil Riza Ulu Türkün, 2004 :26]
Nizâmî’ye göre, “Engin denizlerin, yıldızların, göklerin minneti O'nadır. O'nun cömertligi henüz nur perdesi arkasında gizli iken gül dikenden, şeker kamıştan ayrı idi. Lütfundan her tarafı bir kerem ülkesi yapınca, varlık âleminin ipi yokluk diyarından çözüldü; fakat şu birkaç viran köyün (Göksel varlıkların) hevesiyle felegin işi de kördügüm oldu”. [2, çeviri N. Gencosman, 1960:12]
Kur`ân'a göre, Allah, göklerin ve yerin nûru, yaratıcısıdır. Mahlûkat, aslında, tıpkı insân gibi bir bütün (birim) olup, yaratılış sürecinde Semâ (yüce) ve Arz (Yeryüzü), yahut ruh ve nefs gibi iki farklı hâli ile görülebilir. İnsanın can (görünmeyen yönü) ve beşer (tezâhür eden yönü) de evrende mevcut olan bu ikiliğin yansımasıdır.
Gözlemler göstermektedir ki, Nizâmî'nin Kurân'a dayanarak söylediği camâdat (mineraller), nebâtat (bitkiler), hayvânat (hayvanlar) ve nihayet, insânın yaratılması, beşerin dört unsurdan(عناصر) (toprak, hava, su ve ateş) istihalesi (bir hâlden başka bir hâle dönüşmesi) yolu ile varoluş gibi felsefî görüşleri aleqorik ibarelerle, belîğ ve fasîh şekilde anlatılmışdır. Veyahut:
زهرة میغ از دل دریا گشاد چشمة خضر از لب خضرا گشاد
Deryanın kalbinden kalkan bulutlardan yağmur yağdırdı,
Hızır çeşmesini (kaynak) yaşıllığın (çimenin) kenarında açtı.
Beyitin yorumu: Denizin yüzeyinden buharlaşan bulutlardan dirilik suyu — hayat bahşeden, yaşamın temeli olan su kaynağını çimenlerin kenarında yarattı.
Örnek için getirdiğimiz bu beyitte anlaşılıyor ki, şair şiirsel araçlar yardımı ile tarif ettiği bu canlı manzaranın kendisi, mahiyeti açıkça Kur`ân'ın “el-`Araf” (7) suresinin 57. âyetinden iktibâs yapmıştır.
وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ حَتَّى إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَنزَلْنَا بِهِ الْمَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ كَذَلِكَ نُخْرِجُ الْموْتَى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak yollayan Allah'tır. Nihayet onlar, yağmur yüklü ağır ağır bulutları hafif birşey gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları ölü bir memlekete gönderip oraya su indirmiş ve orada her türlüsünden ürün çıkarmışızdır. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerek ki düşünüp ibret alasınız.
Nizâmî evren ve insanın hilkati hakkında dini-felsefî sorunları da içeren bu bölümde ontolojik meseleleri büyük ustalıkla çözmüş. Nizâmî'nin tanıtımında, varlığın zirvesi — Allah, mahlûkatın zirvesi ise İnsândır.
Bir âyette buyurulmuştur:O küfredenler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik idiler de Biz onları ayırdık; canlı olan her şeyi sudan yaptık. Hala inanmıyorlar mı? (Enbiyâ / 30). Zât (substansiya) bir (ehad) ve yalnız olduğu için yaratılanda tezâhür ederek, birlikte o bütünü (tevhîdi, vahdet) temsil eder. Bu fazlalığı (“kesret âlemi”) insân-i kâmilin vücudunda vahdette gösteren Hak Tealâ, nuru ile bütün âlemleri kapsamıştır. Gök baba veya erkek, Arz (toprak) ise anne veya dişidir. Varlığın hayatı bu ikisinin izdivacından vücuta gelmiş ve gelmektedir.
Aşağıdaki iki beyit Kur'ân'ı Kerim'in “el-Enbiya” (21) suresinin 30. âyetinden iktibâs edilmişti:
در هوس اين دو سه ويرانه ده کار فلک بود گره در گره
Bu iki-üç harabe kendin hevesi ile
Feleğin işi düğüm-düğüm idi.
تا نگشاد این گره وهم سوز زلف شب ایمن نشد از دست روز
Ta ki korkunç, aklı şaşırtan bu düğümü açmadı,
Gecenin zülfü gündüzün elinden emniyette olmadı.
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ . O küfredenler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik idiler de Biz onları ayırdık; canlı olan her şeyi sudan yaptık. Hala inanmıyorlar mı?
Veyahut Nizâmî'nin mecazi şekilde ifade ettiği bu fikir:
پرده نشين کرد سر خواب را کسوت جان داد تن آب را
Uykunun başını (göz) perdesi arkasında eyleşdirdi.
Sudan oluşan bedene can elbisesi giydirdi
Kur`ânın “Enbiyâ” suresinin 31. âyetinden alıntı yoluyla denildi: “İnanmayanlar görsünler ki, gökler ve yerler bitişik idiler ve onları biz ayırdıq?! “
Gerçekten, Kur`ân'ı Kerîm'in “Enbiyâ” (21) suresinin 31. âyetlerinde okuyoruz:
Yeryüzünde de onları çalkalar diye, baskılar oturttuk (sabit dağlar yerleştirdik), doğru gidebilsinler diye orada bol bol açıklıklar (yollar) yaptık.
Nizâmî de bu fikirleri “Sırlar Hazînesi” nin giriş bölümünde Kur`ân'dan alıntı yaparak nazma çekmiştir: gökyüzü, hava ve ateşin birleşmesinden oluşan suyu arza (xak - toprak) indirmiş ve suyun toprağa, yani yere intikali ve istihalesi ile yaşam başlamıştır.
Sonuç: şâirin fikir sisteminin temel kaynağı Kur`ân, Kur'ân ile ilgili rivayetlerdir. Nizâmî bakış açısının dînî-felsefî yönüyle Kur`ân kıssa motifleri üzerine “tazmin”(تضمين), “iktibâs”, “telmih” (تلميح ) gibi geleneksel şiirsel araçlar ile derli toplu ve mecazi şekilde, yani şâirin kişisel şiirsel-üslubuna özgü bir tarzda ustaca belirtilmişti.