Bir Av Hikâyesi


 01 Mayıs 2023



Korucu Melentyev içki içti mi, tamam, dönüp bir iyilik anıtı olurdu ki, gel gör ki herkes de bundan faydalanırdı.  Neler vaat etmezdi ki… En berbat olan da ne vaat ettiğini ertesi günü hatırlamasıydı. Bunu elbette avdayken hatırlardı ancak neyse ki orada termostaki çaydan başka bir şeyi olmazdı. Korucu sıradan, dürüst bir adamdı ve bir gün önce vadettikleri arasında bir defa “krallara layık” bir av vaadini hatırladığında hep içi sıkılır, dehşetli bir azap çekerdi. Bu azap dolu olay da ne yazık ki    pek sık aklına gelirdi.  Bunun birkaç nedeni vardı ve aralarından ikisi çok önemliydi. Evvela, Melentyev’in her şeyden önce kendisi bir avcıydı. İkincisi, onun av güzergahı avcılıkta (en zengini olmasa da) en zengin yerlerden biriydi ve bu av alanında bulunmayı arzu eden yığınla adam vardı. Bu da doğal olarak av öncesi ve av sonrası muhabbetler, masaların kurulması, falan falan anlamına gelirdi.

İşte bunlardan birisi. Hamamdan kıpkırmızı, mayışmış bir şekilde, alnında birkaç damla terle yenice çıkan korucu oğluyla beraber kurulu sofraya oturacaktı ki… Hay aksi, şu işe bak! Yaklaşan arabanın farları cama vurdu ve sundurmanın dibinde Amur aniden havlamaya   başladı, zincirinin sesi ortalığı ayağa kaldırdı.

Avcıların gecenin bir vakti böyle çat kapı gelmelerine yıllardır alışmış olan Melentyev’in karısı Tatyana “Bunlar da nereden çıktı şimdi! Ailecek yemek yemeye bile koymazlar!” diye sandalyede kımıldanmaya başladı.

“Sorun çıkarma sen, iş bu…- alışılagelmiş bir şekilde, kayıtsız bir tavırla, daha çok âdet yerini bulsun diye karşılık verdi korucu ve duvardaki çividen üzerinde korucu kokardı bulunan askeri şapkayı alıp onu geriye doğru taranmış, henüz ıslak olan saçlarının üzerine küt diye oturtuverdi.

Kulübenin yakınında bahçe kapısından içeri girmiş olan siyah bir Volga[1] duruyordu.

“Esaslı birileri, yönetimden herhalde…” diye kendince bir çıkarımda bulundu Melentyev ve her ihtimale karşı kendine çeki düzen verdi, şapkasını düzeltti, ellerini cebine soktu; kürkünü iliklemedi ve böylece kürkünün önü açık, olağan ve ciddi bir biçimde yaklaştı. Tam da olması gerektiği gibi.

Arabada üç kişi oturuyordu. Arabadan ilk inen hakikaten de yönetim temsilcisi, korucu Melentyev’in müdürü, toparlak, alabildiğine iyi kalpli ve konuşkan avcı başı Tarasov idi.  Arabadan inip korucuya doğru yöneldi ve   kollarını yanlara açtı, sarılmak için öne doğru eğilerek bağırmaya başladı: “Aleksa-andr Trofi-imıç! En iyi korucuya selam olsun!”

Ama Melentyev’i kucaklar kucaklamaz kulağına yangından mal kaçırırcasına “Yardımın gerek, Trofimıç, müfettiş burada… Krallara yaraşır bir av tertip etmemiz lazım.”

Tecrübeli korucuya uzun uzun açıklamaya gerek yok ki: Yapılması gereken yapılacaktı… Melentyev gülümsedi ve emre muntazır halde sıradaki talimatları beklemeye koyuldu.

Araba biraz daha gürledi ve sesini kesti. Şoför koltuğundan çelimsiz, ince sivri burunlu, geyik kürkünden yapılmış şapka ve dize kadar kürk çizmeli biri indi, korucuya hafifçe başını eğerek selam verdi ve yaylanarak arka bagaja doğru yöneldi. Melentyev bir anlığına “Tröst yöneticisidir bu.” diye düşündü. “Daha aşağısı olamaz.”

Daha sonra arabadan üçüncü ve son yolcu indi. O, ellili yaşlarında, uzun boylu, kısa kürklü ve keçe çizmeli birisiydi. Korucuya yaklaştı, öylesine gülümsedi, elini uzattı ve “Yuri Nikolayeviç” dedi. Bir kez daha gülümsedi, tebessümü, zor imtihanlarla sınanan eski bir dosta gülümser gibi içtendi, daha sonra “Alekseyev” diye ekledi:

“Bunlardan hangisi müfettiş acaba?” diye ilk dakikalarda bir türlü işin içinden çıkamadı Melentyev. Daha sonra Yuri Nikolayeviç dostane ve sakin bir şekilde “tröst yöneticisine”: “Vitya, benim ıvırı zıvırı sıcak bir yere atıver, unutma, tamam mı?”- dedi.

O da arka bagajın yanında acele etmeye, hızlıca paketleri, çantaları, tüfeği omuzlamaya başladı. Melentyev önemli ismin kim olduğunu işte o an kavradı.

Tarasov da koşuşturuyordu. Trofimıç’ı av evini çok iyi ısıttığı, yerlerin silinip süpürüldüğü, buzdolabının çalıştığı için öve öve bitiremiyordu.

“Şunları oraya bir koyalım, cancağızım, koyalım ki boğazdan yağ gibi akıp gitsin” dedi. Ve şişeleri buzluğa attı.

Yuri Nikolayeviç’in yatağını sobaya yakın çekti ve yatağı serdi. Müfettiş gerçi, buna karşı çıktı, ama avcı başı işinin ehli bir tavırla onu ikna ediverdi: “Siz daha buraları bilmezsiniz.”

Daha sonrasında masa kuruldu.

Geride tozlu, insanı bıktıran şehri bırakıp, önündeyse yeni av tutkusu, ormanın, doğanın saflığıyla bir araya gelmek olanağı olan hangi avcı bu kutsal eylemi, orman gezintisinin bu şaşmaz, muhteşem özelliğini sevmez ki.

Korucuyu, usule uygun, baş köşeye oturttular, ilk kadehi de onun şerefine kaldırdılar. Bu bir gelenekti. Tarasov ayağa kalktı, içki kadehini tuttuğu elini omuz hizasına kadar kaldırdı, bir asker gibi kolunu dirseğinden büktü ve kısa selamlama konuşmasında Melentyev’in “her türlü avı tertipleyebilecek ve onunla iş yapmaktan gerçekten memnun kalınacak” bir korucu olduğunu söyledi.

   Daha sonra tekrar tekrar Melentyev’e, onun sağlığına, refahına, eşi Tanya Teyzeye, çocuklarına kadeh kaldırdılar. Melentyev gevşedi ve her zamanki gibi, kalbi yumuşayıverdi. Gözleri ışıl ışıl parlamaya, ter damlaları alnından pıtır pıtır dökülmeye başladı. Şerefine kaldırılan kadehler hoşuna gitse de korucu haddinden fazla tevazu gösteriyor ve kadehini her kaldırışında elini beline koyup boşta kalan elini sallıyordu. “Ya-apmayın ya-ahu…” “Yapmayın falan değil, gerçekten öyle!”, - diyerek gürültüyü koparıyordu korucunun şerefine hararetli hararetli kadeh kaldıran Tarasov.

Yuri Nikolayeviç ise sakin ama net bir biçimde ekliyordu: “Gözlüye gizli olmaz, Aleksandr Trofimoviç!”

Şoför Vitya sohbete katılmıyor, sadece pür dikkat yemeği çiğniyor, kafasını sallıyor ve içilen votkanın etkisiyle gitgide kıpkırmızı kesiliyordu.

“Oğlun nerede? Ya Vanka nerede? - diye birdenbire kıpırdayarak  heyecanlanıverdi avcı başı, - Bir şeyler uyduruverseydi ya, kambersiz düğün olur mu?”

“Onun burada işi ne şimdi,” —diye yüzünü buruşturup aynı zamanda gülümseyerek yayvan yayvan konuşuyordu Melentyev. Oğlunu, Vanyacığını da hatırladıkları için memnundu.

Yuri Nikolayeviç “Vanya da kim? Ne yapacak?” diye sakince Tarasov’a sordu.

Tarasov bir anda kalakaldı, gözlerini fal taşı gibi açtı ve alelacele bir şeyler fısıldamaya başladı: “Yarın gerekecek bize, lazım!”

 Yuri Nikolayeviç alt dudağını birazcık öne doğru uzattı ve Tarasov’a tıpkı anlaması kıt birisine bakarmışçasına baktı. “İyi de niçin lazım?”

Tarasov yalancıktan öksürdü, sanki Alekseyev’i “Mankafalılığım işte, hemen kavrayamadım” diyerek onaylarcasına şaşırdı ve yeniden kadeh kaldırmak için ayağa kalktı.

Melentyev gücenmedi: Burada ciddi bir iş söz konusuydu, müfettiş gelmişti, Vanya bu denli mühim bir konuşmaya yalnızca gölge edebilir, bir sürü saçma sapan şey söylerdi.

Muhabbetler, avcı hikayeleri, masallar aktı gitti.

Her şeyi anlatan tek kişi rolünde saymakla bitmeyecek kadar olay bilen avcı başıydı. Yuri Nikolayeviç onu ilgiyle dinliyor, elinin altındaki tabakta duran kuru üzümleri istemsizce yarı açık ağzına atıyor, bazen silkiniyor bazen de beklenmedik bir anda kahkahayı basıyordu. Şoför Vitya artık konuşmaları dinlemedi, Alekseyev’in ona dinlenip yarına zinde olması   gerektiğini ima etmesinden sonra usul usul kalkıp uyumaya gitti.

“Yakındaki av bölgesine insan yiyen kurtlar inmiş. - diyerek heyecanlandı Tarasov,- Sosvenski Gölü’nün o taraflarda iki adamı yemişler.”

“Nasıl?!”  diyen Yuri Nikolayeviç’in nefesi kesildi. 

“Balık tutalım diye geceye kalmışlar, tatlısu gelinciği yakalamak için, tutmasına tutmuşlar da kendilerinden geriye bir tek kemikleri kalmış.

 “Amma da uyduruyor!” diye düşündü Melentyev. Sosvenski hemen yanı başlarıydı. Öyle bir şey olsaydı o da duyardı herhalde. Ama korucu bu masalları takmadı. Varsın yalan söylüyor olsun, hem yalansız av mı olur. Keyfi de yerindeydi zaten.

Yuri Nikolayeviç birden korucuya “Peki sizin burada av hayvanları ne durumda bu sene?” diye sordu.

Tarasov hemen kulaklarını dikti.

“Evvelki yıllardan daha kötü değil, hatta daha da iyi. Yaban domuzu da var sığın da bir de orman horozu eklendi üstüne.”

“Diyorum ya en iyi av alanı,- diyerek destekledi avcı başı ve korucuya göz kırptı.- Ya senin şu ayılardan ne haber?”

Melentyev şaşkın bir halde gözlerini Tarasov’a dikti ve “Ne ayısı?” diye sordu.

“Aralık’ta anlatıyordun ya, hatırladın mı?”

“Yaban domuzu ile karıştırıyor olmayasınız? Geçti öyle bir konuşma, hatırlıyorum.”

“Ne domuzu, Trofimıç? Yaşlanınca üşüttün iyice! - deyip kahkaha atmaya başladı Tarasov. - Üç kişiyle sürek avı yapılmaz, kapan kuralım desek hava soğuk. Sen ayı ininden bahset, ayı ininden.”

Yuriy Nikolayeviç de gülümsedi:

“Biz tam da bunun için gelmiştik zaten.”

Melentyev izin belgesini sormadı, yakışık almazdı.

“Kh, kh, boğazını ayıkladı, Korucu biraz durakladıktan sonra,- yapalım o halde” dedi. “Birinci sınıf bir av olacak”.

Son kadehi Yuri Nikolayeviç kaldırdı:

“Umutsuz etkinliğimizin başarısına içelim!”[2]

    Tarasov kahkahalarla gülmeye başladı ve herkes içti.

…Yalpalaya yalpalaya yürüyen korucuya izbeye kadar avcı başı eşlik etti. Sundurmaya gelince ağzını yoklamaya başladı:

“Ne hık mık edip duruyorsun, Trofimıç? Ayılar ininde mi değil mi?”

“İnindeler, kontrol ettim. Buhar tütüyor.”

“E-ee o zaman sorun ne?”

“Mesele şu ki, sonbaharda anneleri yavrularıyla birlikte oralardaydı. Belki o da uykuya yatmıştır yani…”

Tarasov dirseğiyle korucunun böğrünü dürttü ve gülerek:

“E-ee ne yani, geldiğimiz gibi gidelim mi şimdi? Dalga mı geçiyorsun, ihtiyar?”

Daha sonra Melentyev’e doğru sokuldu ve ağzındaki baklayı çıkardı:

“Durum şu ki, Trofimıç, bu herif bana çok lazım. Adamın kolu uzun, “Zolotıye Peski” gezisini uygun fiyata ayarlayacağına söz verdi.”

“Müfettiş kontrolü diyordun, o an anlamadım ben…”

“Senin için ne farkı var, Aleksandr Trofimoviç,- Tarasov pot kırdığını anlamıştı başını kaldırdı ve fısıldamayı kesti., - Belgeler var, her şey kanuna uygun. Beni bilirsin ya, yapılan iyiliği karşılıksız koymam…

 Tarasov gittiğinde korucu biraz daha durdu, bir süre gökyüzünün her yerine serpilmiş yıldızlara baktı, bir sigara yaktı.

Kulübesinin önünde Amur kuyruğunu sallıyor ve sahibine gülümsüyordu.

Ertesi gün hava muhteşemdi. Doğu ufkunda uzanan dar bir ışık şeridinden yere dökülen leylaklarla hafifçe yarı saydam, havada soğuk bir alacakaranlık asılıyken evden ayrıldılar.

Ertesi gün nadir görünen muhteşem bir hava vardı. Hava doğu ufkunda uzanan ince ışık huzmesinden toprağa dökülen leylakların hafifçe aydınlattığı soğuk bir alacakaranlıkla hafifçe aydınlanmışken evden çıktılar. İlkin tarladan kayaklarla gittiler. Ayazın kuruttuğu kar, ayak altında tıpkı tıkınan bir domuz yavrusu gibi tiz ve düzenli sesler çıkarıyordu. Akşamdan kalmışlığın ruhu bunaltan ağırlığı yerini yavaş yavaş yakında gerçekleşecek olan avın zindeliğine ve kır havasının dolup taşan tazeliğine bırakıyordu. Ormana yaklaşıp alçak bir tepeye tırmandıklarında güneşin keskin yüzü doğuda gökyüzünün kenarını deliyor; kanlı, göz kamaştıran yüzü toprağa ve ormana gül rengi serpiştiriyor, tarlayı gölge ve aydınlık olarak ikiye ayırıyordu. Ormanda evvelsi günkü tipinin neredeyse kapattığı bir yol başladı. Avcılar kayakları çıkarıp silktiler ve kayakları omuzlayıp yürüyerek ilerlemeye devam ettiler. Tarasov hepten ayılmış ve çenesi yeniden düşüvermişti.

Kırk dakika kadar sonra durdular, kayakları yeniden ayaklarına geçirdiler ve korucu avcıları ayı inine doğru götürdü.

Melentyev ini yalnızca onun bildiği birtakım izlere göre bulmuştu. Uzak bir mesafeden gösterdi: “İşte, şurada, yıkılmış çam ağacının altında”. Ama hiç kimse hiçbir şey görmüyordu. Gözüken şey, ormanda adım başı denk geldiğin, yanından geçsen fark etmeyeceğin alelade bir kar yığınıydı.

Uzakta biraz oturdular, birer sigara yakıp soluklandılar, seslerini alçaltıp fısıldamaya başladılar. Korucu kimin nerede duracağını, nasıl hareket edeceğini gibi konularda kısa bir talimat verdi. Sonunda, tüfeği olmayan şoför Vitya’ya bir iş düşmediği anlaşıldı. O ise buna sevindi, hatta gülümsedi ve sadece “Bir şey olursa yardıma gelirim” dedi. Kürküne daha sıkı sarındı, ellerini kürkün kollarına, tıpkı bir manşona geçirir gibi geçirdi, yıkılmış bir ağaç kütüğünün üzerine oturdu ve sustu.

Melentyev’in oğlu İvan genç, uzun bir ladin ağacından iki sırık kesti, onları yonttu, diğerleri gibi o da sigara içmek için oturdu.

Ama Yuri Nikolayeviç birdenbire sabırsızlıkla kımıldanmaya başladı, ayı ininin tarafına döndü, Tarasov da huzursuzlanmaya başlamıştı.

“Hadi, Trofimıç, vakti geldi artık…”

“Hadiyse hadi, bakalım.”

Melentyev kalktı, tüfeğini büktü, namluya iki fişek sürdü. Herkes Melentyev’in yaptığının aynısını yaptı.

Av başladı.

Korucu avcıları şöyle yerleştirmişti: Kendisi karların altından fırlayan ağaç çıkıntısının yanında, ayı ininin tam dibinde durmuş, geri kalanlar üzeri karlarla örtülü yıkık çam ağacının gövdesi boyunca dizilmişlerdi; Melentyev’den beş metre kadar uzakta Tarasov, onun ardında da Alekseyev duruyordu. İvan kazıklarla beraber dış taraftan ağaç çıkıntısının üzerine tırmandı ve içerisinden şeffaf, zar zor gözüken bir buharın tüttüğü deliğe bir göz attı.

Melentyev fısıldayarak oğluna “Bir şey görüyor musun?” diye sordu.

“Bir şey kararıyor, post gibi bir şey.”

Avcılar emniyet mandallarını indirdiler, namlular ateşlenmeye hazırdı.

“Dürt!”- diye emretti korucu İvan’a.

İvan kazığın ucunu deliğe soktu ve dürtmeye başladı.

Dürter dürtmez delikten homurtulu, öfkeli sesler yayıldı. Yere aniden düşen karlar bir kar patlamasını andırıyor, karlar inin üzerinde yükseliyordu. Beyaz tozların içerisinden küçük, kara bir şey yuvarlanarak çıktı, tepetaklak avcıların önüne düştü.

“Ateş etmeyin, yavru bu!”- diye avazı çıktığı kadar bağırdı Melentyev

Bağırmasının akabinde tüfek patladı. Ayı yavrusu Yuri Nikolayeviç’in karşısında tepesi üstüne düştü ve sesi sedası kesildi.

İkinci yavru delikten gövdesini kurtardıktan sonra hemen koşmaya başlamadı, biraz oturdu, ışıktan ötürü gözlerini bir müddet kıstı ve yüksek karın üzerinde zıplayıp yuvarlanmaya başladı.

Hırıltıyla “Ateş etmeyin!” dedi Melentyev.

Yavru koştu ve kardeşine neredeyse varmaya az kalmıştı. Kardeşinden birkaç adım ötede bir silah atışı onu durdurdu.

“İşte atış budur!” — diye keskin bir çığlık kopardı Tarasov.

İnin içinden ansızın etrafını titretip ladin ağacının tepesinden karları düşüren bir kükreme sesi yayıldı. Rüzgârın etkisiyle toplanan kar yığınının üzerinden değil, yanından, tırnaklı, devasa bir pençe dışarı çıktı, sonrasında dişlerini gösteren kırmızı ağzıyla yuvarlak bir kafa ve kocaman boz kahverengi bir gövde kendini gösterdi, karları ve çalıçırpıları dağıta dağıta iri adımlarla hızla ormanın derinliğine koşmaya başladı.

Anne ayıya kimse ateş etmedi. Yuri Nikolayeviç ve Tarasov’un duruyor olmaları gerektiği sağ tarafa baktığında korucu onları görmemişti. Namludan fişekleri çıkardı ve direkt karın üzerine öylece çöktü. İvan ağacın çıkıntısından aşağıya indi, babasının yanına geldi ve

“Ah annişko ah…,”- dedi.

Sigarayı almak için elini cebine attı. İvan’ın elleri tir tir titriyordu.

Arkadan bir yerlerden, ağaçların ardından avcı başı, Alekseyev ile çıkageldi, gelir gelmez ayı yavrularına doğru yöneldiler. Karın üzerinde yatan iki ayı yavrusunu tutup yerden hafifçe kaldırdılar, silkelediler.

“Yavrular,- diye Tarasov not verdi, - bundan daha fazla semiremezmiş ha,” - dedi ve kahkahayı bastı.

Ellerinde ayı yavrularıyla korucu ve İvan’a doğru yaklaştılar, avı ortaya fırlatıp attılar, ayı yavruları birbirinin üzerine düşmüştü.

“Ee, Trofimıç, -diye kahkahalarla güldü Tarasov,- Eh, bu kanın üzerine bir kutlama yapsak fena olmazdı. Bizim malzemeci Vitya nerelerde?”

Avcı başının keyfine diyecek yoktu. Korucu karın üzerinde oturuyor, gözlerini tek bir noktaya dikmiş bakıyor ve tepki göstermiyordu.

Daha sonra Melentyev tüfeğinden güç alıp homurdanarak ayağa kalktı. Yavruların önünden geçip Yuri Nikolayeviç’e doğru yürüdü, gözlerini onun gözlerine dikti:

“Siz… Senin çocuğun var mı?”

“Herkesin gibi benim de var elbette,”- diye sakince cevapladı Alekseyev ve elini yumruk yapıp birkaç kez öksürdü.

“Getirseydin ya onları da buraya. Getirsene, he?”

“Ne diyorsunuz? Bu nereden çıktı, niçin getireyim ki?”

“Biz de seninkileri senin şunları vurduğun gibi vuracağız da ondan…”

“Siz kendinizi ne sanıyorsunuz!..,- Yuri Nikolayeviç bir adım geriledi ve sapsarı kesildi, - İkisi aynı şey mi bunların?”

“Kendini bir şey sanan sensin, kahpe! - Melentyev Alekseyev’in üzerine yürüdü ve tüfeğinin namlusuyla göğsüne vurdu. – Yukarıdan olunca burada her şeyi yapabileceğini mi sanıyorsun!”

Korucu ve Yuri Nikolayeviç’in arasına Tarasov atıldı ama Melentyev bir hamlede onu kenara savurdu.

Korucu, Alekseyev’in kolundan sertçe kavradı ve ayı inine doğru çekiştirmeye başladı.

“Gir deliğin içine, şerefsiz! Ben de sana dürteceğim içeride…”

İvan ve Tarasov korucunun üzerine atıldılar, onu Alekseyev’den güçlükle ayırıp karın üzerine oturttular. İvan babasının kafasından şapkayı çekip çıkardı, bir avuç dolusu karı sıkıştırdı ve babasının alnına koydu. Korucu sakinleşip sessizleşti, yalnızca “Ne olur olsun Bakanlığa da bildireceğim.” dedi.

Geri dönerken Tarasov ve Yuri Nikolayeviç epey geriden yürüyorlardı. Alekseyev avcı başına:

“Beni nereye getirdin böyle? Delinin tekine… İnsanların üzerine atlıyor… Her şeyi anlarım ama bunun da bir sınırı vardır yahu… Gerçekten birden Bakanlığa kadar ulaşırsa şimdi…”

Tarasov kahırlanıyordu:

“Aynen, almak lazım görevden, dev aynasında görüyor kendini.”

Yuri Nikolayeviç de hemfikirdi.

 Şoför Vitya herkesten geride yavaş yavaş yürüyor, kayaklara bağlanmış avı çekiyordu.

***

Tatyana endişelenmeye başladı.

“Uyandırmasak mı ki? Gün boyu yollarda pestili çıkmış ve niyeyse keyfi yok.”

Ama Tarasov dinlemeye bile tahammül etmedi. 

“Korucu olmadan akşam yemeği mi olur, hele ki bir de avdan sonra!”

Sobaya doğru yaklaştı, bekçinin ayağını biraz gıdıkladı, birkaç kez dürttü.

“Kalk, patron, kalk, votka ekşiyecek bak…”

Masaya yeni oturmuşlardı ki Tarasov alelacele ilk kadehleri doldurdu. İlk önce korucuya uzattıktan sonra ancak Yuri Nikolayeviç’e ve nihayet kendine doldurabildi. Melentyev somurtmuş oturuyor ve konuşmuyordu. Kendisi şerefine “organizatör ve esin kaynağı” olarak kaldırılan kadehi suskun suskun kabul etti. Tabaktaki soğanları bir araya getirirken çatalı şiddetle sürtüp ses çıkarmaya başladı.

İkinciden sonra sanki biraz gevşemeye başlamıştı, yüzü daha ifadesiz bir hal alıp pembeleşmişti, tartışmaya, konuşmaya hazır oluşu yüzünden açıkça okunuyordu. Korucu, avcıları şöyle bir süzdü ve söze şöyle başladı:

“Bir aileyi yok ettiniz, ne diye yaptınız bunu? Annecikleri de ölüp gidecek şimdi. Yiyecek bir şeyi yok ki…”

Tarasov neşeyle silkindi. Kafasını sallamaya başladı:

“Eh be Trofimıç, yaşlandın sen, yaşlandın. Anneciğin geri dönüp gelecek yahu, yeniden yatacak yerine. Ne bu, aptal mı tıkınacak bir şey yokken ormanda aylak aylak gezinsin. İkimizden de daha akıllıdır o. Doğru değil miyim, Yuri Nikolayeviç?”

Beriki sık sık onaylarcasına kafasını sallıyordu.

“Hem öte yandan boşu boşuna vurmadın onu, Trofimıç,”- diye pervasızca ekledi Tarasov ama korucunun ağırlaşmaya başlayan halini yakalayınca konuyu devam ettirmedi. Dolu kadehiyle ayağa kalktı ve tören havası içinde, ciddiyetle:

“Korucumuz, velinimetimize, onun ustalığına içelim!

Daha sonra muhabbet daha gevşemiş bir biçimde devam etti, huzursuzluk ve gerginlik ortadan kaybolmuştu. Tarasov, küstahça Melentyev’e “Müfettişliğe bildireceğim falan diyorsun bir de. Pek lazımdı bu ayı yavruları oraya. Bakmaya bile değmez, toplaşıp bir ayı yavrusunun peşine düşmezler. Sen bekle ilgilenirler onlarla müfettişlikte, bekle…” diye telkin ediyordu.

Şoför Vitya kurulan masaya oturmadı. Yuri Nikolayeviç’ten arabayı yola hazır etmesine yönelik talimat aldığı için Volga’nın koltuklarında uykuya dalmıştı.

Akşam yemeğinin sonlarına doğru korucu ağırlaşmıştı. Yarı kapalı, dokunaklı gözlerle misafirlere bakıyor ve sürekli “Hoş adamlarsınız, gelin, gelin siz, olması gerektiği gibi bir av tertip ederim.” diye tekrarlıyordu.

Avcılar gitti. Melentyev masanın baş köşesinde başını ellerinin arasına almış, tek başına boş şişelerin ve bulaşık tabaklarla dolu masanın ardında oturuyordu.

Korucu Melentyev içtiği zaman dönüp bir iyilik anıtı olurdu.

Çevirmenler: Prof. Dr. Sevinç Üçgül (Erciyes Üniversitesi) ve Ar.Gör. Halil Yılmaz (Karadeniz Teknik Üniversitesi) 

 

 

 


 

[1]Volga: Gorki Otomobil Fabrikasına (GAZ) ait Sovyetler döneminin en pahalı ve lüks sayılan araba modeli. Üst düzey makam aracı olarak kullanılıyordu. İsmini Volga nehrinden almaktadır. — Ç.N

[2] “Umutsuz işimizin başarısına içelim!” Naum Korjavin’in 1960’lı yıllarda dile getirdiği latifeli bir kadeh kaldırma sözü. Vaktiyle muhalif görüşlü Sovyet entelejensiyasında kendisine sağlam bir yer edinmiştir. — Ç.N.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 197. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 197. Sayı