HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
“Kırk gün koyun güdenden akıl sorma” sözünü bizim halkımız ne için söylemiş? Kulbay dedenin koyun gütmesi sadece kırk gün değil, bu yıl tam kırk dokuz yıl olmuş.
Böyle “akıllı” bir ihtiyar nadir bulunur. Koyunla birlikte düşünceyi de besleyip büyüten biri değil mi, adeta bir “bozkır bilgesi.” Sovyet döneminde akıl ve bilgiye eriştiğinden midir bilinmez, ne sorsanız Kulbay dede boş laf etmez, akıl verir, yol gösterir.
Ama çoban, çoban gibi düşünür. Gözünü ilk açtığı günden beri koyun gördüğünden ve güttüğünden başka ne beklenir ki? Akıl verse de yol gösterse de sözlerinin hepsi koyundan öteye geçmez.
Hatta gökyüzündeki yıldızlara bile koyun gözüyle bakar. Karakteri de koyun gibi uysal. Hayret doğrusu! At güdenin yaradılışı ata, koyun güdeninki de koyuna benzermiş.
Bununla birlikte, Kulbay’ın verdiği öğütler bazen insana çok anlamlı gelir. Bugün yetmişine merdiven dayamış ihtiyarın hayattan nasibi az olsa da bilgi birikimi zengindir.
Çoban Kulbay, baştan beri bir “Brejnevci” idi. “Kendimi bildim bileli...” der gibi Kulbay Kulbay olduğundan, ata mesleğini sürdürüp eline beyaz bastonu aldığından beri Brejnev diye uyanır, Brejnev diye uyurdu. Çünkü onu çoban yapan bu Brejnev atasıydı.
“Kazakistan’da koyun sayısını elli milyona çıkaracağız!” diye slogan atıp bozkırda da kumda da çobanları kapsayan komsomol ekipleri kurdurup onların “örnek” işlerini ölesiye öven, gençleri sonbaharda koç katımına, ilkbaharda kuzulamaya dahil eden o siyaset yok mu!
Moskova’ya, Leningrad’a gidip eğitim alacağım, mühendis olacağım, bilim insanı olacağım diyen Kazak gençlerini hayallerinden döndürüp:
“Aşık oynayan yıpranır,
Top oynayan tükenir.
Hepsinden iyisi koyun güdüp
Kuyruk yağı yiyen üstün gelir...” sözünü destur hâline getiren de bu Brejnevci siyasetti.
Hatta yanı başındaki Almatı’ya gidip eğitim aramaya bile fırsat vermediler. Yoksa Kulbay da çocukluğundan beri Kanış Satbayev ağabeyi gibi ünlü bir jeolog olmayı hayal ediyordu.
Evet, hangi birini anlatacaksın? “Kanış yer altını araştırıyorsa sizler ülkenin koynunu bereketle dolduracaksınız” sözüne yürekten inanmıştı. İnanan sadece o değil, milyonlarca genç vardı. Her yıl düzenlenen çobanlar toplantısında göğüslerine taktıkları ışıltılı madalyaların şıngırtısına mutlu olan pek çok çoban geçti. Hepsi de Brejnev’e tanrı gibi inanıyordu.
O bir “koyun üstünde tarla kuşunun yumurtladığı”[1] huzurlu bir dönemdi. Koyun güt, yaşa! Brejnev’den tüm Kazak halkı memnundu. Memnun olmasa:
“Malenkov’un verdiği baytaldı[2],
Kruşev gelip geri aldı.
Canım Brejev,
Baytalımı geri verdi” diye şarkı söylemezdi.
Bu dönemin şarkılarını söylesene, şarkılarını! Kulbay gibi milyonlarca Kazak:
“Bugün övünecekse övünsün Kazak,
Başının göğe değmesine çok az kaldı.”
"Kazakların gerçek yükseliş dönemi,
Dedi ya Leonid İlyiç’in (kendisi).” diye her gün şarkı söylediği ve buna iman eder gibi inandığı bir dönemdi.
O zamanlar da geride kaldı. Sovyetler Birliği yıkılana kadar, Brejnev’den sonra birkaç hükümdar değişse de Kulbay kolhozun koyunlarını güttü. O koyun güttüğü gibi hâlâ güdüyor.
Bağımsızlık rüzgârı estiğinde çoban Kulbay herkes kadar sevindi. Şapkasını havaya atarak sevindi.
Çiftçi insan, çiftçiliği düşünür. Piyasa ekonomisi geldiğinde, 'Şimdi ne olacak acaba?' diye düşündü. Değişimler fazla bekletmedi.
Kolhozlar ve sovhozlar dağıldı. Sahipsiz kalan hayvanlar fırsatçılar tarafından talan edildi. Eski devletin malı özel mülkiyete geçti ve bir anda ortaya yeni zenginler çıktı.
Kulbay çobanın yıllarca edindiği deneyimi bilen bir zengin, onu işe aldı. İşte o zenginin koyunlarını gütmeye başlayalı da otuz yılı geçmiş.
Allah’a şükür ki hâlâ insan içinde yaşıyor. Çocuklarını emek emek büyütüp kendi ayakları üzerinde duracak hâle getirdi Herkes kendi rızkını buluyor. “Bir kuzu dünyaya gelse bir kök ot da onunla birlikte biter” denmiş. Herkes nasibiyle gelir dünyaya. Aç kalan Kulbay yok. Şükür! Şükür!
İnsanın yaşı ilerledikçe yalnız kalmaya, düşüncelerine dalmaya daha yatkın hâle gelir. Kulbay dede de koyunlarının peşinden yürürken çok düşünür. Gözleri kapanıp uykuya daldığında bazı düşünceleri rüyasında devam ederdi.
Bugün nedense, gün boyu “Kök Bayrak Dalgalandıkça” adlı şarkının sözleri dilinden düşmedi. Ne kadar harika bir ezgi! Kazak olarak doğmuş olmanın gururuyla göğsü kabararak akşama kadar koyunlarının peşinden o şarkıyı mırıldanarak dolaştı. Eskiden söylediği “Bugün övünecekse övünsün Kazak...” şarkısından bile daha çok gönlünü kaptırdı.
Gün batmaya yüz tutmuş ama yazın koyunlar günün son ışığına kadar yayılır. Rahatça yayılan sürünün huzurunu bozmak istemeyen Kulbay dede, kaburgaları şişkin olan çelimsiz atından inip tepenin kenarında tek başına büyüyen sumak ağacının gövdesine sırtını yaslayarak uzanıp yattı.
İnce bir rüzgâr, sanki ruhuna huzur veriyormuş gibi vücudunu gevşetince derin bir nefes aldı. Gençliğinden beri alışık olduğu kuş uykusu işte, o anda gözleri kapanmıştı.
Rüya gördü. Bütün gün boyunca mırıldandığı mavi bayrak rüyasına girdi. Gökyüzünde dalgalanan mavi bayrağı gördü.
Bayrak dalgalanırken altın güneşin altında kanatlarını açmış dev bir kartal, iki kanadını çırpa çırpa uçuyor gibi göründü. Bir anda altın kartal bayraktan ayrılıp sonsuz gökyüzünde süzüle süzüle gelmeye başladı.
Yavaşça Kulbay dedenin yanına yaklaştı. Bu mucize karşısında şaşkına dönen çoban yerinden kalkıp kartala doğru elini güneşe gölgelik yaparak bakmaya başladı.
Evet, kartal yaklaşıyordu. Birden altın kartal, doyumsuz bir akbabaya dönüşüyormuş gibi oldu. Kulbay dede korkuyla irkildi.
Akbaba, yayılan sürünün üzerine geldiğinde kanatlarını sıkıca kapatıp aşağıya doğru süzüldü. Kulbay’ın sesi titreyerek sadece “Geri dön! Geri dön!” diye çığlık atabildi.
Akbaba, sürünün uzak köşesindeki zayıf bir kuzu alıp gökyüzüne doğru süzüldü. “Başka av mı kalmadı bu doymak bilmeyen yırtıcıya?” diye çoban Kulbay öfkeden deliye döndü. Akbaba, gökyüzünde dalgalanan mavi bayrağa yaklaşırken birden kayboldu.
En garip olanı bayrağın üzerinde, altın güneşin altındaki kartalın yerine Kulbay’ın zayıf kuzusunu bırakıp gitti. Kartal yok. Bayraktaki güneşin altında kuzu duruyor. Zavallı kuzu, meğerse sesini çıkaramadan korkudan sadece titriyordu...
Kulbay dede bu sırada uyanmıştı. Bozkırda, derin bir rüyanın etkisinden çıkamamış bir insan gibi iki ciğeri sıkışmış, nefes almakta zorlanıyordu. Hızla yerinden fırladı. Telaşla çevresine bakmaya başladı. Gözleri yaşararak gökyüzüne defalarca baktı.
Sürüdeki koyunlar önceki gibi, rahatça yayılmaya devam ediyordu. Koyunların hiçbiri bunun farkında değildi. O olayın gerçek değil, sadece rüya olduğunu düşündüğü için şükreden çoban Kulbay, sol omzuna doğru boynunu çevirip üç kez tükürdü. Tüü! Tüü! Tüü!
Yaşlı sumak ağacının kurumuş dalına bağlanmış olan çelimsiz at, burnunu kaldırırken derin bir iç çekmiş gibi oldu. Güneşin batısına doğru yapılan büyük seferlerde, kurt başlı bayrağı kaldırıp, geniş bozkırın üstünde yankılanan cesur yürekli kahraman atalarının kanatları olan sağlam at, Kulbay dedenin rüyasına girmiyor gibi. Kontrolsüz binicilikten sırtı çökük hâle gelmiş, hâlsiz at, Kulbay dedeye acıyarak bakıyormuş gibiydi.
[1] Kaygısız, huzurlu anlamında bir deyim.
[2] 2-4 yaşındaki henüz yavrulamamış dişi at.