Elçin’in “Cengiz Han’ın Taşları” Adlı Hikâyesinde Kendine Yabancılaşan İnsan


 01 Nisan 2023


ELÇİN’İN “CENGİZ HAN’IN TAŞLARI” ADLI HİKÂYESİNDE KENDİNE YABANCILAŞAN İNSAN

Onur Belli*

 

Giriş

Çağlardan beri insan, varlık nedenini ve hayatın anlamını bulmak için kendine türlü sorular sormuştur. İnsan varoluş nedenini sorgulamaya başladığından itibaren süregelen ve her şeyden önce bir felsefi akım niteliği taşıyan varoluşçuluk (existence), yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarında yaygınlık kazanmıştır. Bu anlamda, varoluşçuluk 20. yüzyılın buhranlı dönemlerinin bir sonucunda ortaya çıkan ve insanın varlık nedenine ışık tutmayı amaçlayan bir akımdır.[1] Sartre’a göre insanoğlu kendi özünü kendi eliyle yaratmak zorundadır; dünyadaki yaşantısı insanın kimliğini oluşturur ve insan varlık sebebini ve evrendeki yerini sorgulamaya başlar.[2] Camus ise insanın varoluş nedenini öğrenmesinin olanaksız olduğunu ifade eder ve insanı anlamsızlıkla içinde kaybolan bir varlık olarak tasvir eder:

 

“Bu dünyanın kendisini aşan bir anlamı var mı bilmiyorum. Ama bu anlamı bilmediğimi, öğrenmenin de benim için şimdilik olanaksız olduğunu biliyorum. Kendi koşulumun dışında olan bir anlamın benim için anlamı ne? Ben ancak insan ölçüleriyle anlayabilirim.”[3]

 

Bu varoluşsal kaygı ve bilinmezlik durumu Elçin’in kaleme aldığı hikâyelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Elçin hikâyelerinde, kahramanların iç dünyasını anlatmaya ve tasvir etmeye özen göstermiştir. Kahramanların yaşadığı ruhsal çöküşler, varoluşsal sorgulamalar, bunalımlar vb. durumlar Elçin’in hikâyelerinde yer almaktadır. Elçin’in kaleme aldığı Cengiz Han’ın Taşları adlı hikâyesi insanın yaşadığı bu ruhsal çöküntünün, bunalımın ve yabancılaşmanın nedenselliğini sorgulaması bakımından önemli bir örnek niteliği taşımaktadır. Bu çalışmada, Elçin’in Cengiz Han’ın Taşları adlı hikâyesinden yola çıkılarak, insanın evrendeki varlık nedenin anlamsızlığı ve bu anlamsızlıktan dolayı oluşan kaygı/bunalım sonucunda kişinin kendine yabancılaşması, değerlerini yitirmesi ve hiçliğe sürüklenişinin nedenselliği üzerinde durulacaktır.

Cengiz Han’ın Taşları Hikâyesinde Dönüşümün Temeli: Varoluşsal Kaygı ve Kendine Yabancılaşma

Cengiz Han’ın Taşları hikâyesi bir dönüşümle başlar. Bu dönüşüm sürecinin sebebiyse kahramanın yaşadığı varlık krizidir. Tarih Enstitüsü’nde çalışan ve akademisyen olan kahraman, ruhsal çöküntü ve yalnızlık içindedir ve kendini bir asansör olarak görmeye başlar:

 

“… sonra her zamanki sesleri duydum, inip çıkan asansörün sesiydi, sonra da birdenbire, asansör benmişim gibi geldi, ben asansör olmuştum ve o sırada, bu aptalca zannın akıl almaz bir gerçeklik olduğunu, yani bir asansöre dönüştüğümü aklımın ucunda bile geçirmiyordum.”[4] 

 

Bu dönüşümün asıl sebebi kahramanın insanlara ve kendine yabancılaşmasıdır. İnsanlardan uzaklaşan ve kendine yabancılaşan birey, bir belirsizlik ve anlamsızlık içine yuvarlanır. Bu belirsizlik ve anlamsızlık insanı kendine yabancılaştırır. Karen Horney, kendine yabancılaşan insanı şöyle tanımlamaktadır:

 

“Sık sık coşkusal yalıtıma (insanlardan uzaklaşmaya) özgü olarak değerlendirilen bir başka tipik özellik de kendine yabancılaşma, yani, coşkusal deneyimlerdeki bir körelme, bireyin ne olduğuna, neyi sevdiğine, neden nefret ettiğine, neyi küçümsediğine, ne umduğuna, neden korktuğuna, neye içerlediğine, inandığına ilişkin bir belirsizliktir. Yine bu tür bir kendine yabancılaşma da bütün nevrozlarda ortak olan bir özelliktir. Nevrotik olduğu ölçüde her insan, uzaktan kumanda edilen bir uçak gibidir ve bu nedenle kendisiyle olan bağını, yakınlığını mutlaka yitirecektir.”[5]

 

Çevresiyle olan bağı yitiren kahraman, kendiyle olan bağı da yitirir ve kahraman kendine gitgide yabancılaşarak bir dönüşüm süreci içine girer: “İlk başlarda kapılar her açıldığında kollarımı geniş geniş açtığım ve içeri girenlere sarıldığım hissi uyanıyordu içimde, böyle bir his insanlarla iletişim kurma ihtiyacından doğuyordu belki, bilmiyorum, fakat artık insanlara sarılmak istemiyorum.[6]

İlk başta çevresine ve topluma karşı bir bağ hisseden kahraman, giderek yabancılaşır. Fakat kahramanın asansöre dönüşümü tamamlanmamıştır. Varoluşsal kaygısı gitgide artan kahraman kendine yabancılaşır ve böylelikle kahramanın asansöre dönüşüm de tamamlanmış olur:

 

“Asansörün içini, dört duvarını da, tavanını ve tabanını da en küçük ayrıntısına kadar açıkça görüyordum ve aynı zamanda asansörün içinin bomboş olduğunu da görüyordum, yani ben asansörün içindeydim ve aynı zamanda ben yoktum.

(…)

Bağırmak, çırpınmak ve yokluktan kurtulmak istiyordum, fakat bir türlü olmuyordum. Bir türlü bağıramıyordum, çünkü sesim de yoktu, ağzım da yoktu, yani cismim bütünüyle yok olmuştu.

Asansörün içinde değildim, asansörün kendisiydim.”[7]

 

Dönüşüm tamamlandığında kahraman, kendini olaylara ve kişilere uzak bir varlık olarak görür yaşananları görür ama müdahale edemez: 

 

“Ben buradayım, korkmayın, diye bağırmak istedim, asansöre dönüştüm, diyecektim, fakat sesim sanki bilincime doluyor ve bilincimi balon misali patlatacak gibi oluyordu.

(…)

Asansöre binen komşuların, akın akın bize gelen akrabaların her biri farklı bir şey söylüyordu: İntihar etmiş (yani ben intihar etmişim), borcu varmış, ödeyememiş, bu yüzden vurmuşlar, kaçırmışlar (niyeyse?)”[8]

 

Günlük yaşam, bu varoluşsal kaygı ve bunalıma rağmen devam etmektedir. Günlük yaşamın kaygıları, insanları arasında bir döngüye hapsettiğini söylemek mümkündür. P. J. Tillich’’in ifadesiyle: “Üretimle tüketimin kıstırıcı dönüşüne kapılan herkes kişiliğini yitirir, bir araç olur.[9] Elçin, modern hayatın elinde insanların bir varlıktan ziyade sayıdan ibaret oluşunu ve insanın varoluşsal kaygısının beyhude olduğunu şu ifadelerle vurgulanmıştır:

 

“Bazen elektrikler kesiliyor, ben yok oluyorum, sonra elektrikler geliyor, ben yine var oluyorum ve bu, Cengiz Han’ın taşları gibi bir şey, o taşlar misali azalıp sonra yerine konuyor. Cengiz Han savaşa her gittiğinde askerleri bir yere taş atarmış ve üst üste yığılan bu taşlar yüksekçe bir tepe oluştururmuş. Ordu savaştan dönünce de her asker o tepeden bir taş alırmış, geriye savaşta ölen askerlerin taşları kalırmış: Cengiz Han ordusunun kaybını böyle tespit edermiş. Sonra orduya yeni askerler katılır ve yine bir savaşa giderken her asker yere bir taş atarmış, yani taşlardan oluşan o tepe büyür, küçülür, sonra yine büyürmüş.”[10]

 

Yukarıda yer alan ifade modern hayata karşı yapılan bir eleştiri niteliğindedir. Karl Marx’a göre, üretimin ve emeğin başkaları tarafından sömürülmesi yabancılaşmaya getirir. Bu yabancılaşma insanı gitgide bir nesne/araç haline getirir.[11] İnsanı bir taş/nesne olarak düşündüğümüz takdirde insan çarkı çeviren bir yapıya bürünür. Cengiz Han, ordudaki insanları bir sayı olarak düşünür ve ölen askerleri yeri doldurabilir birer nesne olarak görür. Bu bağlamda Cengiz Han’ın Taşları hikâyesinde kahramanın kendini asansör olarak görmesinin sebebinde de kendini yeri doldurulabilir bir nesne olarak görmesi yatmaktadır.

Değerlerin Yitimi: Varlıktan Hiçliğe Doğru

Cengiz Han’ın Taşları adlı hikâyede kahraman, varoluşsal kaygı içindedir ve hayatın anlamını sorgulamaktadır. Bu soruya cevap bulamadığı her an daha da bunalıma sürüklenmektedir. Bu bunalım havası hikâyenin tamamına sirayet etmiştir. Hayatın anlamını bulma konusunda çeşitli görüşler vardır. Freud, hayatın anlamını aramanın bir hata ve Wittgenstein ise hayatın anlamının ne pahasına olursa olsun keşfedilmesi gereken bir şey olduğunu düşünür.[12] Kahraman asansöre dönüşümünden sonra hayatın anlamını ve öteki dünyanın varlığını sorgular. Bu sorularına cevap bulamayan ve bunalıma sürüklenen kahraman değerlerini yitirmeye başlar:

 

“Öbür dünya var mı, yok mu? Aslını kimse bilmiyor, bu, bir ümit ve aynı ümit, mutlak ölüm korkusuyla sarıldığın –her şey bitmiş değil!- bir saman çöpüdür, fakat şimdi bu ümit de bana çok uzaktır, erişilmez, ulaşılmaz bir uzaklıktadır, çünkü ben artık insan değil, asansörüm, demek oluyor ki hayatım da (hayatım mı?) Allah’ın değil, elektriğin elindedir.”[13]

         

Değerlerini kaybeden ve asansöre dönüşen kahraman, anlamsızlık çukuru içine yuvarlanır. Elektrikler kesildiği her vakit yok olmaya başlar ve elektrikler geldiğinde tekrar var olur. İçinde bulunduğu bu durumdan kurtulmak ister. Fakat kimseye kendi sesini duyuramaz: 

 

“Olanca varlığımla yırtınarak, bağırarak asansöre dönüştüğümü ve kendisinin -yani o sıradan benim yolcum olan kızın- bana yardım etmesini söylemeye çalışıyordum, fakat tüm varlığım gözle görülmeyen ve sessiz bir bilinçten ibaretse, kız bana nasıl yardım edebilir ki?”[14]

       

Yazar, kahraman(asansör) üzerinden hayatın anlamsızlığını, değersizliğini ve gündelik kaygıların önemsizliği şu ifadelerle vurgular:

 

“Hastanede doğdum, anaokuluna gittim, liseden sonra üniversitede tarih okudum ve Tarih Enstitüsü’nde çalıştım, evlendim, eşim ev hanımı, iki çocuğum doğdu ve ben asansöre dönüşmeden önce oğlum sekiz, kızım on bir yaşındaydı, işte bu kadar! Tüm hayatım ve özgeçmişim işte bundan ibarettir.”[15]

       

Kahraman, neden bu cezanın kendine verdiğini sorgulamaya ve kendini Sisifos’a benzetmeye başlar.[16] Sisifos, tutkularıyla ve sıkıntılarıyla uyumsuz bir kahraman olarak tasvir edilir. Sisifos, Ölüm Tanrısı’nı kandırmış, tutsak etmiştir. Bu nedenle Tanrılar, Sisifos’u kocaman, durdurulamaz bir kayayı yuvarlayıp dağın tepesine çıkmaya mahkûm etmişlerdir. Sisifos, her seferinde kayanın düşüşünü görür ve yeniden kayayı tepeye çıkarmayı dener. Sisifos böylelikle sonsuz bir işkenceye mahkûm olur. Camus’a göre Sisifos, kendi yazgısını yaşar ve sonsuz bir yolculuk içindedir:

 

“Sisifos'un tüm sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir. Aynı biçimde, uyumsuz insan da sıkıntısı üzerinde gözleme başladığı zaman, tüm putları susturur. Birdenbire sessizliğine bırakılmış evrende, yeryüzünün binlerce hafif, hayran sesi yükselir. Bilinçsiz ve gizli seslenişler, tüm yüzlerin çağrıları, bunlar için kaçınılmaz ters yüzü ve yenginin pahasıdır. Gölgesiz güneş yoktur ve geceyi tanımak gerektir. Uyumsuz insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık.”[17]

       

Bu çaba ve sonsuz yolculuk, Cengiz Han’ın Taşları hikâyelerinde de vurgulanmaktadır. Kahraman yok olmak hiçliğe sürüklenmek ister. Fakat bu kendi elinde değildir, bir ceza çekmektedir. Sisifos gibi uyumsuz biri olan kahraman(asansör), yazgısını gerçekleştirmeli ve sonsuza dek cezasını çekmelidir:

 

“Son zamanlarda yok olmaktan eskisi kadar korkmuyorum galiba. Hatta sıska bir otun asfaltı delerek yavaş yavaş büyümesi misali, bilincimin derinlerinde bir yok olma isteği doğuyor, bazen elektrik kesintisinin ardından tekrar ortaya çıkmayı hiç istemiyorum, ne var ki hiçbir şey benim elimde değil.

Benim isteyip istememenin delikli kuruş kadar değeri ve ehemmiyeti bulunmuyor.

Asansör çıkıyor, iniyor.

Asansörün kapıları açılıyor, kapanıyor.

Ben buna mahkûmum.”[18]

 

 

Sonuç

Elçin’in kaleme aldığı Cengiz Han’ın Taşları hikâyesinde kahraman, varoluşsal sorunlarla boğuşmaktadır. Bu sorunlar kahramanı, herkesten ve her şeyden uzaklaştırır. Bunun sonucunda kahraman kendine yabancılaşır. Yazar, kahramanın bu kendine yabancılaşma durumunu kahramanın asansöre dönüşümüyle anlatmıştır. Kahraman ilk başlarda bu dönüşümü kabul edemez ve çevresindeki insanlardan yardım istemeye çalışır. Fakat asansöre dönüşümü tamamlandığı için kimseden yardım isteyemez. Daha sonraları neden asansöre dönüştüğünü sorgulamaya başlar. Bir bunalım içindedir ve değerlere olan inancını kaybetmeye başlar. 

İnançlarını ve değerlerini kaybeden kahraman bunun kendine verilen bir ceza olduğu inancını taşır ve kendini Sisifos’a benzetir. Bu benzetme aslında hikâyeyi inceleme konusunda bize ışık tutmaktadır. Uyumsuz bir kahraman olan Sisifos’un nesnesi kayadır. Cengiz Han’ın Taşları hikâyesinde kahramanın nesnesi asansördür. Kahraman(asansör) Sisifos gibi sonsuz bir döngüye hapsedilmiştir ve bu döngüden kurtulamaz. Bu bağlamda Elçin Cengiz Han’ın Taşları hikâyesinde insanın varoluşsal kaygılarını, bunalımını ve gündelik yaşam döngüsünü, bu döngüden kurtulamayan insanların birer nesne halini alışını ve nesne halini alan insanların değerlerini yitirip hiçliğe doğru sürüklenişini kahraman(asansör) üzerinden dile getirmiştir. 

 

Kaynakça

Aksoy, Ekrem. “Yazın ile Felsefenin Eylemde Buluşması”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi           Yazın Akımları Özel Sayısı, S. 349, s. 314-321.

Camus, Albert. Sisifos Söyleni, Çev. Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul 2010. 

Camus, Albert. “Uyumsuz Özgürlük’ten”, Çev. Tahsin Yücel, Türk Dili Dil ve Edebiyat            Dergisi Yazın Akımları Özel Sayısı, S. 349, s. 332-334.

Eagleton, Terry. Hayatın Anlamı, Çev. Kutlu Tunca, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2017.

Elçin. Cengiz Han’ın Taşları, Çev. Azad Ağaoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,            İstanbul 2022.  

Horney, Karen. Ruhsal Çatışmalarımız, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınları, Ankara 1991.

Marshall, Gordon. Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay ve Derya Kömürcü, Bilim ve        Sanat Yayınları, Ankara 1999.

Sartre, Jean-Paul. Varoluşçuluk (Existentialisme), Çev. Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul           1985.

Tillich, Paul Johannes. “Makineleşmiş Toplumda Kişi”, Çev. Demir Özlü ve Ayhan Tözer, Türk Dili, c. 7 S. 78, s. 290-292.

 


 

* Doktora Öğrencisi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

[1] Emre Aksoy, “Yazın ile Felsefenin Eylemde Buluşması”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Yazın Akımları Özel Sayı, S. 349, Ankara 2013, s. 314-316.

[2] Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk (Existentialisme), Çev. Asım BezirciSay Yayınları, İstanbul 1985, s. 63-64.

[3] Albert Camus, “Uyumsuz Özgürlük’ten”, Çev. Tahsin Yücel, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Yazın Akımları Özel Sayı, (349), Ankara 2013, s. 332.

[4] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, Çev. Azad Ağaoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2022, s. 49.

[5] Karen Horney, Ruhsal Çatışmalarımız, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınları, Ankara 1991, s. 60.

[6] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 50.

[7] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 52.

[8] Kaynak unutulmuş.

[9] Paul J. Tillich, “Makineleşmiş Toplumda Kişi”, Çev. Demir Özlü ve Ayhan Tözer, Türk Dili, 7 (78), 1958, s. 292.

[10] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 50. 

[11] Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev: Osman Akınhay ve Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1999, s. 798.

[12] Terry Eagleton, Hayatın Anlamı, Çev: Kutlu Tunca, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2017, s. 70-71.

[13] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 50.

[14] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 52-53.

[15] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 58.

[16] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 57-58

[17] Albert Camus, Sisifos Söyleni, s. 126.

[18] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 59.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 196. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 196. Sayı