HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
Fethi Gedikli 2
Kardeş Kalemler 3
MEHMET ALİ KALKAN 4
HİDAYET ORUÇOV 5
Çulpan Zaripova Çetin, SAVAŞ ÖNVER 6
ELMİRA ACIKANOAVA 7
Evime Döneceğim. Yoruldum.
Aslında onun hafızası çok zayıftı. Onun adı Uzay. Şimdi bile yeni tanıştığı kişinin adını hemen unutur giderdi, hatta hatırlamak için uğraşmazdı.
“Adın nedir?”
“Ğarış”[1]
“Memnun oldum”
“Ben de”
Aradan iki gün geçtikten sonra Ğarış büyük bir umutla Uzay ile haberleşmişti. Uzay onunla nerede, ne zaman, hatta neden tanıştığını iyi hatırlıyordu. Fakat ismini hatırlamıyordu. Sonra adını tekrar sordu. Yalnız Ğarış’a değil, herkese aynısını yapardı. Bazılarının bu duruma küstüğü görülürdü. Gerçekten de insanlar isimleri hatırlanmadığı zamanlarda küsebilirlermiş. Gel gelelim Uzay bu yaptığından (huyundan) hiç pişmanlık duymazdı. Unutursa tekrar tekrar sorardı. Bazıları Uzay’ı bencil olarak görürdü, “tanıdığı kişilerin isimlerini bile bile unutur” diyorlardı. İşin aslına gelince onun hafızası gerçekten de iyi değildi...
Saat 23:02. Uyku vakti, uyuyun. Hikaye burada bitiyor...
Uzay, böyle demek istedi. Sonra, zaten kendisine küsenlerin daha çok üzüleceklerini düşündü. Hikâye buradan devam edecek. Bütün gün koşuşturduğu için çok bitkin görünüyordu ve uyuya kalmıştı. Rüyasında, bu sabah yol boyunda rastladığı Ümit beyi gördü. Kendisi zaten Ümit beyin kuaförüne uğramak istemişti. Bugün oraya onu görmek için gitti. İki yıl içerisinde dağ gibi bedeni küçülmüş, çökmüş. Titizce şekillendirilmiş bıyıkları bembeyaz, gözleri ise çok bitkindi. Rüyasında gördüğü hali şuan göründüğü haliyle aynıydı. Ümit bey Uzay’a imrenerek, ağzını açıp konuşmaya başlayacaktı, aniden gözünden yaş parlayıverdi. Sanki yaş değil deniz gibiydi, durmadan akıyordu. Meğer o yaş değil de kanmış. Uzay’ın beyaz trençkotu tamamen kan oldu. Uzay cebinden mendilini çıkarıp Ümit beyin gözünden akıttığı yaşı silmeye çalıştı, ona elini uzattı fakat ulaşamadı, sanki açık camda kalmış gibi tutulacak halde değildi. Anlaşılan, Ümit beyi Uzay aynadan görmüş. Aynaya dokunan kişi, insanın bedenine elini nasıl değdirsin ki?! Aynaya bakarken Uzay orada Ümit beyi gördü. Tam o sırada, ayna kan ağlamaya başladı, aynanın yüzünden akan kanlı yaş Ümit Bey’e aitti. Hayır, aynada Ümit Bey yoktu, Ümit Bey tam karşısındaydı. Hemen elini uzattığında ise şu akıp giden kan, dereden kaçmış gibi yakalanmadan kaçıyordu. Her yeri gezerek göğe doğru yükselip, okuyanus gibi dalgalanıp, kızarmış Ay gibi ortaya çıktı. Uzay hayatında böyle bir al kızıl renkli Ay görmemişti. Ay’a doğru adım adım yaklaşmıştı ki Ay ateşe dönüştü ve ona çarptı. Beyaz trençkotuna alev çarpınca, yanmaya başladı. Uzay bağırmak, çığlık atmak istedi fakat sesi çıkmadı. Tüm bedeni titredi sonra gözünü açtı. Al kızıl renkli Ay ile alev aklında kalmıştı. Diğer bütün her şeyi unutmuştu. Aslında onun hafızası çok zayıftı.
***
Rüzgârın havalandırdığı beyaz poşet arkasından biri kovalıyor gibi uçuyordu. Birisi bunu çöpe atmaya erinmiştir herhalde, yoksa gerçekten bir yerde durmadan sokak sokak mı gezecekti, belirsiz hikâyesi olan beyaz poşet, Uzay’ın gireceği kuaför caddesindeki kenarı trapez olarak yapılmış ağacın ucuna gelip yapıştı. Sakinleşti. Uzay kuaförün kapısını açıp baktığında, kendini gördü. Saçı rüzgârdan o kadar karışmıştı ki, ayna bunu net gösteriyordu. Dar kapı aralığından içeri girmişti, karşısına Ümit bey çıktı. Burası Ümit beyin kendi kuaförü idi. Birkaç yıldan beri saç kesim işine devam ediyor ve kendisi hem usta hem de buranın sahibiydi.
“Hoş geldin Uzaycığım, nasılsın? Şöyle geç. Bir bardak çay vereyim, az önce demledim.
“Nasılsınız? Benim durumum fena değil, aslında. Uzay trençkotunu çıkarıp konuşarak, eşikten geçti.”
Ümit bey bir bardak koyu sıcak çay doldurup Uzay’a uzattı. Eli titriyordu. Uzay onu daha dün gördüyse de yine bembeyaz sakalı ile bıyıklarından gözünü ayırmadan baktı. Tam o sırada, gözlerine dikkatlice baktı. Çok bitkin göründü. Gülümsüyorsa bile içinde bir ağır sıkıntı gizliydi. Aslında bu dışarıdan net görünüyordu. Ümit bey elini yıkamak için kalktığında Uzay kuaförün bir odasından adeta bir müze köşesinin olduğunu fark etti. Bir iki kere gelip, saç kestirdiğinde burayı fark etmemişti. Altın renkli at heykeli, tam o gün rüyasında gördüğü gibi üzerinde al kızıl renkli Ay’ı olan tablo ve eski bir radyo vardı.
“Ben onu seviyorum”
Ses çok yakından geldi. Ümit bey elini bezle silerken, Uzay’ın radyoyu tuttuğu ellerine ve radyoya bir göz attı.
“O benim çocukluğumun şahididir, buna ne denirdi; hatıra mı! Vatanımı özlediğimde bu köşeye sık sık gelir bakarım. Uzak da sayılmaz, tam çalıştığım yerde (Ümit bey şaka yapmış gibi gülümsedi). Bizde buna “hasret” derler Uzay hanım, özlem...
“Vatana olan özlem mi?”
“Vatana. Üç yıldan beri ayaklarımın değmediği Vatanıma, üç yıldan beri gözümün görmediği kardeş, anne ve baba ve bir avuç toprağa.”
Uzay Ümit beyin önündeki sandelyeye yerleşti. Ümit bey eline fısfıs ile makasını alıp, hikâyesine devam etti. Uzay onun yüzüne aynadan bakarak dinledi.
“Bu adamı çok etkileyen mevsimdeki geceden sonra, öz vatanına ayağını değdirmemek kimin aklına gelirdi ki. Siyaset bizi oyuncağa döndürür diye hiç düşünmemiştim.
“Siyaset fenadır”
“Oyuncu siyasetçiler çok akıllıydı, o yüzden onlar mutsuzlar. Mutsuz insan diğerlerinin bahtını çalmayı severler mi? Hatta en büyüğünü. Darbe diye değerlendirildikten sonra o sınıra yaklaşıp yakın duramadık. Gidersek, hapishaneye atarlar veya öldürürlerdi. Bizim için yalan hem de haksızlık sayılan suçun ucuna değinmek istemem. Ümit Bey gözünü bir noktaya kilitledi, ayırmadı, tekrar elindeki makasıyla Uzay’ın saçının ucunu yavaştan kesmeye başladı.
“Umut diye bir şey var değil mi”
“Umut asla ölmez fakat her şeyden önce Vatana olan hasret öldürüyor insanı be. Buna kader cilvesi mi diyelim, yoksa? Benim gibi böyle kadere uğrayan herkes Vatanına ihanet etti diye yalan suç işlemiş durumda kaldılar. Bu bizi öldürüyor. Onlar bizi daha da kovuyorlar, her ne kadar kovmak isteseler de Vatanımız bizi kendinen uzaklaştırır mı?
“Öyleyse bazılarının intikamından dolayı Vatana dönmek zorlaştı?”
“Zorlaştı çoktandır. Orada huzur yok ki. Ümit bey sağ eliyle kalbinin olduğu yere vurdu”
“Buradan sizi kimse kovmadı ki”
“Vatan dedimiğiz insan hayatında tek olur, Uzaycığım. Onun üç-dört olması mümkün değil.
“...”
Bazen insan rüyasında çok mutlu olur. Bazen tam tersi. Sonra onun rüya olduğuna sevinir. Bazen de aksine pişman olur, üzülür. Uzay sık sık rüya görürdü. Bazen sık sık düşündüğünden, bazen de aksine hiç bir şey düşünmediğinden dolayı… Onun el yazısı güzel değildi. Yazdığını sadece kendisi anlardı. Aslında yazının kötü olması, her kişinin hızlı yazması onun entellektüal seviyesinin yüksekliğini bildirir diye söyler bazıları. Belki gerçekten öyledir. Bir gün kendisi ölmüş. Bu cihandan kaybolmuş. Onu kimse arayıp sormamış bile. İnsanlar gamsız yaşamını sürdürmüşler. Hatta onlar kendilerinin de bir gün öleceğini düşünmezlermiş. Tam o anın tadını çıkar prensibini kullanmışlar belki, tam o anın tadını çıkarmasıyla insanlığın değerini çürütmüşler. Uzay onlara gökten dikkatlice baktı. Aniden, gökyüzünü kara bulut kaplayıp, gökte al kızıl renkli Ay ortaya çıktı. Uzay bu Ay’dan çok korkardı, zira o Ay değil sanki bir alevdi. Yuvarlanarak alevlenen bir ateş. Uzay onu bazen bir cehennem ateşi olarak görür bazen sadece bir yanan ateş olarak görürdü. Yine trençkotumu alev alır diye Uzay, Ay’dan uzaklaşmaya başladı, kaçtı. Ateş onu kovalıyor Uzay ise ondan kaçamıyor gibiydi. Yerinden bir yere uzaklaşamıyordu. Hıçkırmak istedi. Gözünü açtığında, önünde beyaz bir duvar vardı. Onun aklında sadece ateş kalmış. Çünkü onun hafızası çok zayıftı.
***
O hem portakalı hem de mandalinayı severdi. Özellikle kabuğunu soyup, kabukları aynanın önüne bırakırdı ve onun kokusu tüm odaya yayılırdı. Bunun için severdi onu. Çünkü o Ümit beydir.
“Mandalina ile portakaldan verir misin? Bir iki kilo”
Uzay bugün çok mutlu. Yılbaşı yaklaştıkça neşeli bir durum, insanı kendine çekerdi. Fakat bu kesin bir durum değildi, herkeste farklılık gösterebilirdi. Uzay eliyle iki poşeti tuttuğu için kuaförün kapısını zor çekti. Kapıda asılı halde üzerinde 2019 yazılı çam ağaçlı güzel bir tablo gördü. Diğer her şey yerli yerindeydi. Uzay’ı karşılayan Ümit bey çok mutluydu.
“Hoş geldin” diye özel bir şekilde ve şarkı söyler gibi seslendi.
“Bu size”.
“Bana mı? Vay, portakal, mandalina. Severim. Teşekkür ederim, Uzaycığım.”
Uzay iç odaya geçerken Ümit Bey ise her zamanki gibi çay doldurmaya başladı. Bir bardak çayı Uzay’a uzattı. Eli titriyordu. Tam o sırada, elini cebine sokup mavi kimliğini çıkardı ve Uzay’a verdi. Bildiğiniz kimliktir. Ümit beyin adı ve soyadı, doğum tarihi, her şey var. Uzay anladı. Ümit bey vatandaşlık almış. Sevinçten gülümseyip kimliği Ümit beye geri verdi ve Uzay böyle olacağını hiç düşünmedi. Ümit bey kimliği tutmuş halde sanki donup kalmış gibi gözünden yaş damlamaya başladı. O ağlıyordu. Kimliğin sayfasına bir damla yaş düştü ve masaya doğru ilerleyen damla onun gözyaşıydı.
“Ben orayı terk etmedim. Ben oradan ayağımı çekip gitmedim. Ben Vatanımdan vazgeçmedim. Nasıl vazgeçerim? Ben o zaman oraya ihanet etmiş gibi mi oldum? Ümit bey elindeki mavi kağıda tekrar baktığı halde “Ben oraya ihanet mi ettim...çaresizlıkten... O benim anamdır, Vatanım benim anamdır. Anası evladını çekip atar mı?” diye tekrarlayıp durdu.
***
Antarktika’da Dünya adındaki eve giren kapı vardır. Ağaçtan yapılmış ve kapı gıcırtıyla açılırdı. Kuzey Amerika ile doğusundaki Büyük Okyanus o evin pencereleridir. Haritadaki diğer ülkeler evin odalarıdır. Evin bacası Kuzey buz okyanusunda bulunmaktadır. Orada sıcaklık var, çünkü oradan sürekli duman çıkar. Uzay ile Ümit Bey şu Dünya adlı evin Antarktika’da bulunan kapısından çıktılar. Dünyadan dışarı çıktıklarında, mavimsi bir uzay vardı. Burada zaman diye bir olgu yoktur. Burada herkes Dünya evindeki olan sevinç ve hüznü bilmezlermiş ve kimse kimseyi tanımıyormuş. Dünya adlı evi yönetenler burada kapkara böcek gibiymiş. Zaman onları diğerlerinin tanıyamadığı hale sokmuşlar. Çünkü, zamanın hafızası çok zayıftı. Oradan tam Dünya gibi yuvarlak evler gözüktü.
“Şu evlerde kaç kişi yaşıyorlar acaba?”
“Gitmek ister misin, oraya doğru gidelim”
Ümit bey ile Uzay Dünyadan uzaklaşıp, onun etrafında yuvarlak evlere yaklaştı. Kapılarını çaldığında, kimse açmadılar. Ümit bey kendi bedenini hissetmedi, havada uçuyordu. Hayatında değişik bir özgürlüğe kavuşmuş gibiydi. Süzülerek uçup, kendi Dünya adlı evinin tam tepesinden aşağı baktı. Şu yatak odası, şu misafir odası Avrasya kıtasında yerleştiğinden belki büyükmüş. Şuradan al kızıl renkli Ay göründü. Ümit beyin kalbi hızlıca attı. Vatanına gökten baktı, fakat hiç bir şey hissetmedi. Sevinç mi yoksa heyecan mı? Kendisi oradaki taş kalpli insanlara çok acıdı. Çünkü onlar artık özgürlüklerine tam Ümit Bey gibi kavuşamazdılar. Onlar özgürlüklerini şefkatsizliğe satmış insanlardı. Şefkatsizlik özgürlüğü artık asla geri çeviremez. Oradaki al kızıl renkli Ay onu çağırıyor gibiydi. Evet, gerçekten de çağırıyordu.
“Ümit, Ümit. Çağıran Uzaymış.”
“Kapıyı çaldığımda açmadılar. Sanki misafir ağırlamak istemiyorlar gibi geldi”
“Hayır, belki onların durumu iyidir, onların belki de hepsi mutlu aile olmuştur, bu yüzden yabancıyı içlerine almamışlardır (almak istememişlerdir)”.
“Hatta onlar bizim gibi dışarıya da çıkmadılar ki”
“Huzur ve bereket varsa neden dışarı çıksınlar ki? Onlara kendi evinden başka huzurlu ev yoktur”
“Fakat biz dışarıdayız değil mi?”
“Eve döneceğim. Ben yoruldum...”
“Bu evler bize kapıyı açmadılar. Dünyaya, kendi evimize dönelim, öyleyse”.
“Fakat kendi evimizde bize kapıyı açmazlarsa nasıl olacak?”
Hem Uzay’ın hem de Ümit beyin kalbi sancıyor gibi oldu. Ya kapıyı açmazlarsa...
Dünyanın kapısını ikisi beraber çaldılar. Kapının kolunu çektiler. Etrafı okyanus gibi sessizlik sardı. Uzaklardan yavaşça bunlara al kızıl renkli Ay bakıyordu. Ay gülümsedi. Bunlar da gülümsediler. Bunların aklına Dünya’ya tekrar dönmeyecekleri gelmemiş gibiydi. Rahat rahat güldüler. Ay da bunlarla birlikte oynamaya başladı. Güzel sessizliği güzel müzik durdurdu. Avrasya kıtasının, misafir odasında yatanlar güzel müziği duydular. Her akşam güzel müzik çalınıyordu. Bir gün aniden müzik durdu. Tamamen...
Yazar: Safina Aktay.
Aktaran: Banu Nagashbekova
[1] Kazakça Uzay demek.