Hayal Deryasında


 01 Nisan 2022



Yaşlı amca bir fakir çiftçi olarak, kendi gündelik geçimini sağlıyordu. Yazın cızırdayan sıcak günlerinde hiç durmadan çalışıyordu ve ömrünün büyük bir kısmını fakir olarak geçirmesine ne yapacağını bilemeden, yüreğine ateş düşmüş, hep ah çekerek geziyordu.

         Yaşlı amca günlerden bir gün evine lazım olan şeyleri temin edebilmek için, sabah erkenden kalkıp, eline orağını alıp, yorunca[1]nın içine girip, biçmeye başladı. Ama Yaşlı amcanın kulağına her türlü kuşların öttüğü sesleri geliyordu, bir süre durup dinliyordu ve kendisinin gençliği aklına gelererek, sanki on beş yaşındaki haline dönüyordu. 

O, otunu devesine yerleştirip sabah erkenden şehre doğru yol almıştı. Aşkabat şehrine geldiğinde Yaşlı amca çok erken geldiği için pazarda kendisinden başka kimseyi göremedi. Biraz otuna dayanıp oturdu, gözünü açıp baktığında ise, herkes pazara gelmiş ve hepsi de kendi işleriyle meşgul idiler. Daha sonra Yaşlı amca otunu satıp, marketten ihtiyacı olan şeyleri almaya başladı. Markette tüm malların ucuz olmasına çok sevinen Yaşlı amca *bir manat ile tüm ihtiyaçlarını temin ederek evine doğru  yol aldı...

       Yolda giderken caddelere bir göz attı: tramvaylar sıra sıra olmuş, çın-çın ses ediyor, onun etrafında otobüsler karınca gibi o taraftan bu tarafa, bağırarak hareket ediyordu... 

Yüksekliği on katlı olan, kırmızı, mavi ve beyaz renkli evlerin balkonlarına güneş ışığı vuruyor, güneş ışığı Yaşlı amcanın gözünü kamaştırıyordu. Caddelerin hepsi ağaç parkelerden yapılmış ve tertemiz olduğu için insan  tükürmeye bile kıyamıyordu. Daha da ilgi çekici olan ise, cadde üzerinde yürüyen, üniversitenin yüksek sınıflarında okuyan öğrenciler elleri eğri sopalı, ayaklarında ise sivri uçlu ayakkabılar, boyunlarında kravatları olan, gözleri gözlüklü, kucağı kitap dolu olup, bir birleriyle sohbet ederek, okullarına gidiyorlardı. 

Yaşlı amca tam yürümeye başlamıştı ki, kulağına bülbülün ötmesi gibi  bir ses geldi ve o an durdu. Bir baktı ki; sokakların ortasını tutup gelen, başı-sonu tükenmeyen, boynunda kırmızı şallı, siyah gözlü erkek ve kızlar, ellerinde kırmızı bayraklarıyla kırmızı  ateş misali, çeşitli şarkılar söyleyerek, davullar çalarak, sokakları neşelendiryordu. Yaşlı amca bunları görerek kendi hayatının büyük bir kısmını boş geçirdiğini hatırlayarak, narin gönlünü incitti, üzüldü. Yaşlı amca caddelerin eğlenceli şeylerini izleyerek bir hayli eğlendi...

        Bir baktı ki, vakit epey geçmiş,  öğlen olmuştu. Şehrin içi kulağı delecek derecede gürültülüydü. Biraz önceki kat-kat şeklindeki evlerin büyük büyük kapıları açılarak, içinden kıyafetleri siyah petrol renkli, gömleğinin kolları kıvrılmış maden işçileri çıkmaya başladılar. Küçük çocukların elinde şehrin altı-yedi yerindeki matbaalarda basılan, sabah ve akşam gazeteleri vardı ve biraz önceki işçilere: “Gazete! Gazete!” diye, bağırarak seslendiklerini gördü. Yaşlı amca onları ağzını açıp şaşırarak izledi, daha sonra evine doğru yol aldı. 

Şehri terk ederken , Aşkabat şehrinin her tarafını dönüp bir daha seyretti.   Baktı ki, uzun kısa şeklinde  parkelerden yapılan bacalardan yeşil-mavi dumanlar gök yüzüne yayılıyordu... Yaşlı amca şehri dumanlarıyla beraber bir müddet seyretti... 

Yine amcanın kulağına gök yüzünden  çeşitli gürültülü sesler geldi ve yukarıya doğru baktı. Gördü ki; gök yüzünde uçaklar  tıpkı kırlangıç gibi uçuşuyordu... Bunları gören Yaşlı amca hayranlıkla gök yüzüne bakıyordu...

Tam evine gideceğim derken, uçakların inip kalktığı yeri gördü: Garrıgala, Gızıletrek, Şagadam bölgelerindeki çiftçiler uçak ile gidip geliyorlar idi. Hem de bütün topluluklar havaalanında toplanıyorlar. Yaşlı amca  gibi fakir çiftçiler de yarım manat vererek, gök yüzünde geziyorlar ve kendi istediği yerlere gidiyorlardı...

Yaşlı amca oğlu Çarı’yı hatırlayarak: “Bayramalı’da nasıl bir durumda yaşıyor acaba?” diye düşünerek, oğlunun yanına gitmeyi planladı ve devesini yanındaki arkadaşlarına teslim etti. Kendisi ise, havaalanına giderek, bir manat ile Bayramalı şehrine uçtu. Aşkabat şehrinin üstünden geçerken, şehrin içindeki suların tersten ve doğru  akımını seyretti. 

Yaşlı amca uçaktayken yerdeki yeşil şeyleri görüp heyecanlanarak onların ne olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Yirmi dakika geçtikten sonra, Bayramalı iline yaklaştı. Yaşlı amca uçak konduktan sonra, çevresine bakındı. Bir baktı ki, uçakta gördüğü yeşil şeyler beyaz çiçekli pamuklar,  susamlar ve çeşitli yeşillikler idi. İnsanlar bu tarladaki yeşillikleri temizlemek ile meşgul idiler.

   Bir baktı ki, etrafını toz kaplamış... “Allahım, bu ne böyle?” diye tozun yükseldiği  tarafa yöneldi, bir tarlada beş-altı tane traktör tarlayı sürüyordu. Yaşlı amca tıraktörlerin toprağı karıştırmasını hayranlıkla izleyerek, onların yanına  tüm içtenliğiyle yaklaştı. Tam o sırada, traktörlerin kumu dökmesini, karıştırmasını şaşkınlıkla izlerken, bir traktör tüm hızıyla kumu ezerek amcanın üzerine doğru geldi ve yaşlı amca bunu görüp: “Kumun altında kalıp helak olmayayım!” diyerek, geriye doğru gitti…

   Yaşlı amca demir yataktan pat diye yere düştü. Yaşlı amca gözünü açtığında, bulunduğu yer Çiftçiler eviydi. Bir baktı ki, tüm olanlar sadece bir rüyaymış…

                                                                               (“Türkmenistan”, 03.10.1927)

(Kaynak: Agahan Durdıyev, Han Köylü (Proza Eserlerinin Toplamı), Aşgabat-Türkmenistan, 1982, s. 301-305.)

 

 


 

[1] Bir ot çeşidi

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 184. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 184. Sayı