HaftanınÇok Okunanları
CİHAN ÇAKMAK 1
LENİYARA SELİMOVA 2
Gülzura Cumakunova 3
Gülsafi Melan 4
KEMAL BOZOK 5
HİDAYET ORUÇOV 6
MAHİR NAKİP 7
Oğulhan gelin mecalsiz ayaklarını sürüyerek zar zor evine ulaştı. Kendini keçenin üzerindeki bir çift yastığa attı. Tüm köyün içinden kestirip geldiği gibi ağlamamak için dolduğu yüreğini, bağıra bağıra boşalttı. Önce hıçkırıklarla başlasa bile, sonra hüngür hüngür devam etti. Boş evin içinde onun sesi yankılaniyordu. Kimse onu teselli etmedi. Kendisi ağladı, kendisi sakinleşti...
Son zamanlar Oğulhan’ın insan içine çıkıp, ağlamadan geldiği günler çok az olduğundan, dışarıda kendi işine gömülen kocası da eve gelip, karısını sakinleştirmeye çalışmadı. O, karısının ta akşam yemeğine çağırıncaya kadar içeriye adım atacağa benzemiyordu. Az vakitten sonra Oğulhan’ın sesi ansızın kesildi. “Uyudu mu acaba?! Yoksa yine de çeyizleriyle oyalanıyor mudur?! Ya da ocak başında mı?” diye Muhammet mırıldandı. O, evin penceresinden görünmeden eğilerek geçti ve kulak kabarttı. Evdeki ağlama sesleri bitmiş. Çıt çıkmıyor...
Dışarıya karanlık çökmeye başladı. Muhammet bağlanmış ineklerini ahıra getirmek için hayvanların yanına geldiğinde Oğulhan’ın ineği sağdığını ve onun hafifçe sesini duydu.
Hövlüm hövlüm ineğim,
Sütlü olsun dileğim,
Kim gelirse el yetmez
Pahasına pul yetmez
Etrek’te otunu yer
Sumbar’da suyu içer
Hövlüm hövlüm hövlüm hey
İnek Oğulhan’ın sevgiyle mırıldanması altında gözlerini süzerek uyukladı. Oğulhan elindeki bardağa köpüklü sütten doldurup, ayağa kalktı. İneğin önüne bir kucak ot atarak, eve yöneldi...
Muhammet Oğulhan’ın her gün tekrarladığı bu hareketini sanki ilk kez görüyormuşçasına karanlıkta onu gizliçe baktı. Onun ineği türkülerle sağması, o hayvancağazın ana kucağındaki bebek gibi uyuklaması Muhammet’in kalbi paramparça etti. “Hay neyse! Allah vermiyorsa koparıp mı alacaksın? Yoksa senin bu şirin sesinle ineği sevmeli değil, salıncakta evlat sevmen gerekiyor. Senin sıcaklığın on çocuğu yetiştirmeye yetecek...”
Oğulhan bu olanlardan habersiz, sağdığı sütü süzgeçten süzerek, ocağa koydu. Süt kovasını yıkadı ve ters çevirdi. Kocasının çayını, suyunu hazırladı ve sofrayı döşedi. Karı koca sofranın başında sessiz sedasız yemeklerini yediler. Sanki on beş sene içerisinde her şeyi konuşmuş, geriye hiç bir şey kalmamıştı. Sadece ara sıra “hüüp” diye içtikleri çay sesi ve köpek havlamaları haricinde çıt yoktu. İkisi de önündeki tabaktan bir şeyler arıyormuş gibi başlarını eğerek bakıyorlar.
Suskunluğu Oğulhan’ın kendisi bozdu:
Muhammet’in ağzını bıçak açmadı. Elindeki demir kaşığı tabağın kenarında koydu ve sofradan çekildi. Bu onun “İştahım kesildi” demesiydi. Oğulhan bunu on beş senedir biliyordu. Sofra başında duymak istemediği bir konu açılsa, duasını ufak tefekten eder, doymadan cevapsız çıkar giderdi. Sonra Oğulhan’ın uzun gün Muhammet’e yüreği yanardı.
Muhammet Oğulhan’ın niçin sinirlendiğine anlam veremedi. Daha doğrusu Oğulhan da kendini anlayamadı. “Bana ne oluyor ki böyle! Kendim derim, kendim de kızarım bu zavallıya. Hani her şeye kıyacaktım, dağ olsa da kendim taşıyacaktım?! Hay, bahtsız Oğulhan, hay!” Ol içinden mırıldanarak avuçlarıyla alnını tuttu. Muhammet ise başını kaldırmadan, çiçekli keçenin nakışlarını ütüm ediyor. Oğulhan ona sinir oldu, üzüldü, ve de canı yandı. “Ah, sen de keşke milletin kocası gibi kalbimi kırsaydın! Ya da en azından bir tokat atsaydın. Ceren’in kocası gibi şehre gidip, azmış kadınların ağlarına takılarak vefasızlık etseydin de, benim de senden biraz gönlüm soğusaydı. Onu da yapmadın, ne ben seni, ne de sen beni terk etmeye bir bahane bulamadan, ikimiz de uğultuyla oturuyoruz, baykuş gibi”. Yüreği bir şey dese de, dili başka bir şey söyledi:
Mahtumkulu okur, kitap açarsa
Kırk ciltten toplanmış şarap içerse
Mal bulan koç yiğit yalnız geçerse
Daima arkanda savaş gibidir.
Mahtumkulu’nun başka bir sözlerine bir türkü daha yaktı ozan:
Dağımda bent aldı seller
Uçtu akıl, eğri beller,
Mahtumkulu der ki, eller
Ardımda züryad kalmadı
Oğulhan Muhammet’e dim dik baktı ve:
Oğulhan kocasının şakaklarındaki beyaz saçlarını hafifçe okşadı.
Muhammet biraz suskun bekledi.
Oğulhan Muhemmet’in ağzından çıktığı bu lafı duyunca donakaldı. “Hani, evlenmek istemiyordun sen. Hani, benden başkasını gözün görmezdi? Ne değişti? Kendin bul diye başıma yük atıyor... Ne diyorum ben ya, kaç gündür bu zavallının başının etini yiyorum. Onu suçlamam da nereden çıktı? Kıskanıyor musun yoksa? Ne de olsa on beş sene bir yastığa baş koymuşuz. Ağrına gidiyormuş, kocana evlen diye yalvarmak. Ama ne yapayım, ikimiz de biçareyiz. Bir seneden geçti, otur kalk evlen diye yakasını bırakmıyorum. Sonunda ikna ettim.”
Oğulhan’ın cevabı kısa oldu. Sonra karı koca ikisinin de sesleri çıkmadı. İkisi de döşekte başını ters tarafa çevirip yattılar. Oğulhan, kendi yerinde yatan bir başka kadını ve yabancı bir kadının kollarında yatan Muhammet’i hayal etti. Kendisinin ise diğer odada kıvrılıp yattığını aklına getirince gözleri doldu, sol gözünden süzülen yaş, sağ gözüne girerek onu acıttı. Seher vakti biraz ımızgansa bile, yine erken kalktı. Yorgandan usulca çıkarak, eline kovasını aldı ve ineğin yanına gitti. İki aylık küçücük danasını biraz emdirdi. Sonra hemen çekip alarak, ipi anasına yetmeyecek yere bağlayarak, süt sağmaya koyuldu. Bu defa çok hüzünlü, çok mahsun mırıldandı.
Benim yârim ulu elin fermanı
Hem yaramın, hem gönlümün dermanı
Yâr olmasa, neyleyim ben bu canı,
Yâre kurban, sana kurban, karagöz...
İnek ise Oğulhan’ın halinden anlar gibi tekme atmaya başladı ve sütlü kovayı döktü. “Ah, seni canavar!” Oğulhan danayı ipten boşaltı, “Git de ananı emerek keyfine baksana bir!”
Oğulhan boş kovayı sallayarak eve döndü.
* * *
Aradan altı sene geçti. Muhammet’i Oğulhan everdi. Bir köyden gül gibi kız aldı. Tam oğul everiyormuş gibi gelini kecebe[1] ile getirdi. Oğlum olursa gelnimin başına atarım diye sakladığı kürtesini[2] kumasının başına attı. Düğün pişmesini[3] pişirdi. Bu gayretine kendisi bile inanamadı. Köyde kimse ona şaşırmadı. Daha çiçeği burnunda gelin olsa da bir ay sonra yemek seçmeye başladı. Muhammet kuş sütünü eksik etmedi yeni gelinin. Yavaş yavaş yeni gelinin odasından çıkmamaya gayret etti. Altı yıldır Muhammet’e benzeyen üç çocuk dünyaya gelmişti. Artık ev pazara dönmüştü. Çocuk vaveylaları evde doldu taştı. Oğulhan’ı gören büyükleri “Maaşallah, sevap kazandın gelin!” dediler. Çocuklara da “Muhammet’in çocukları” denmedi köyde. Hep Oğulhan’ın çocukları dediler. O da çocuklarla oynuyor, gülüşüyor. Tıpkı Muhammet’in kendisine benzeyen bu çocuklar için sağdığı her sütün hışırtısında, Oğulhan’ın mırıldanması hâlâ da duyuluyor, duyuluyor...
Hem yaramın, hem gönlümün dermanı
Hem kalbimin hem evimin, yâreni...
[1] Kecebe: türkmen adetlerinde gelini getiren konvoy.
[2] Kürte: gelinlerin başına atılan bir tür milli Türkmen hırkası.
[3] Pişme: türkmen düğünleride yağda kavrulup pişirilen bir tür tatlı.