KAYGILI YÜREK SESİ


 01 Nisan 2022



 

RKAİL ZEYDULLA’NIN 60. YAŞI ANISINA

Şiir, çok eski dönemlerden beri en üstün ve en önemli sanat türü olarak kabul edilmiştir. Yazının icadından önce ortaya çıkışı ve özellikle edebiyatın gelişimi için verimli bir zemin hazırlaması çok şey anlatıyor. Sadece o kadar değil, şiir halkın düşünce tarzına nüfuz ederek dünyayı tanımanın da farklı bir yolu haline gelmiştir. Her kim onu kanımıza güç ve tutku katan düzenli bir akışla denk tutarsa bu düşünce, insanın doğal ihtiyacına bağlı bir olaya işaret eder.  Cismin her bir küçük parçasında şiir olduğu için sanki estetik duygusuna inanç katıyor… Evet, bu özgün konsepti farklı açılardan değerlendirmek mümkün.  Her hâlükârda, farklı şekilde kullanılan ifadelerde, şiirin büyüklüğü açıkça görülmektedir.

            Anlaşılıyor ki, şairler her zaman toplumda nispeten daha yüksek bir yere sahip olmuşlar. Onlar, edebiyatın doğuşunda da çok önemli bir vazifeyi üstlenerek icra eden kahramanlar gibi (yani, eğer Batı tarzında söylersek, şövalyeler gibi) saf tutup tarihî sınavlar esnasında bile ön sıralarda durmuşlardır. Eski Yunanlılar, şairleri peygamber mertebesine çıkarmış. Geçtiğimiz asrın sekseninci yıllarında Tatar şiir dünyasına adım atan Rkail Zeydulla, bu kadar büyük bir görev üstlenmenin tüm derinliğini göz önünde bulundurmuş mu? Günümüzde görüldüğü gibi aslında sorumluluğu düşünmüştür. 

            Uzun zamandır gözlemlediğime göre, Rkail Zeydulla, genç yaşlarından itibaren kendine büyük hedefler koymuş ve onlara ulaşmak için çok çaba sarf eden şahısların arasına girmiştir. Sekiz yaşındayken yaratıcılığa yönelmiş. Demek ki genç, önceden hazırlık yapmanın daha iyi olduğunu düşünmüş. Sosyalist Tataristan gazetesinin Edebiyat ve Sanat Bölümünde çalışırken Çuvaşistan’ın Komsomol ilçesinin Çiçkan köyü mektebi öğrencilerinden ara sıra mektuplar geldiğini hatırlıyorum. Zarfın içindeki şiirler şaşırtıcı derecede ciddiyet içeriyordu, sanki onları deneyimli bir sınıf öğretmeni yazmış gibi. Yoksa “Genç Leninist”, “Yalkın” gibi çocuk matbuatı varken neden Rkail Zeydulla ilk eserlerini bu yayınlara göndermiyor! Bak ya! Cumhuriyetin en temel gazetesine nasıl da başvurmuş! Zamanla anlaşıldı ki bu “hassas çocuk” duygu ve düşüncelerini kâğıda dâhice aktarıyor. 

Gençlik yıllarında gerçekten tecrübe edinmeye başlamanın yaratıcılık yönünden erkenden olgunlaşmaya imkân sağladığını kimse inkâr etmez. Kişisel görüşleri güçlendirmek için işte tam da böyle bir zemin gereklidir. Ve sabit bir inançtan başka, genellikle, sanatsal aktiviteyi hayal etmek hiç mümkün değildir. Millî ıstırabın kutsallığını “kaygısız” okul çağında bile anlayan Rkail, doğal olarak Kazan Devlet Üniversitesi’nde kendisinin mesleğine yakışır bir şekilde yeni bir bilgi ufku açar. Kuvvetli bir şekilde ciddiyet kokusu yayılan şiirsel eserlerini günlük Cumhuriyet basınında devamlı olarak bastırıp yayınlamaya da imkân bulur. O, Sibgat Hekim, Nuri Arslanov gibi büyük şairlerden üstatlık dersleri almayı da başarır. Hatta çok zorluklardan geçmiş klasik şair Hasan Tufan’ın evinde çay içip oturur, bir süre sonra hastaneye kaldırılan Aksakal’ın durumunu öğrenmeye de gider. Görüşmede Tufan, öğrenci ile “ Es selam, Çuvaşistan!” diyerek selamlaşır. Bu isimlerin hepsine yetişmek hiç şüphesiz onda iz bırakıyor. 17 yaşında  “Kazan Utları”  dergisinde ilk şiir buketini tanıtan delikanlı şimdi, şiirin oldukça karmaşık liro-epik türüne giren şiirler yazmaya çoktan başlamıştı. Tataristan’ın halk şairi İldar Yuzeyev de onun “hızla büyüme”sine sonsuz hayranlığını dile getirir ve Rkail Zeydulla’nın “Kŭyaşlı Küzler (Güneşli Gözler)” kitabındaki giriş makalesinde içtenlikle bu görüşünü ifade eder: “Yirmi iki yaşındaki bir üniversite öğrencisinin söylediği sözler zamana göre kısa, kuvvetli, etkili”

Tecrübeli öncülerimizin tekrar tekrar hatırlattığı gibi şair olarak doğmamış bir insan bu seviyeye ulaşamaz. Hiçbir zaman… Karşılaştırıldığında, odak noktamızda bulunan kahramanımız Rkail Zeydulla’nın vücuduna şairliğin ilah mayası yeterli miktarda yerleşmiştir.  Özellikle bu husus önemlidir. Daha önce de belirtildiği gibi şiir, diğer sanat türlerinin her bir unsurunu bünyesinde toplamıştır. Demek ki, Allah’ın izniyle böyle yeteneği ruhuna kök salmış biri, yaratıcılık alanının tüm branşlarında da gücünü deneyecektir. “Ruh şövalyesi”ne eşdeğer bir zatın içsel yetenekleri muazzamdır. Kural olduğu üzere, çoğu ilham taraftarları yere sağlam basar ve iyi bir şair ise sonsuz yüceliğe ulaşmak zorundadır. Bu daha başka bir vazifedir. Aslında Rkail Zeydulla’ya da bu nimet nasip olmuş. Doğru, “Terkeder mi ruhu…” diye başlayan şiirinde inançlı delikanlı alçakgönüllülük gösterir: “Çok basit ya benim, toprağın oğlu…” ama “Kalem hakkındaki balad”ında şairimiz bu azametli görevi kabul ediyor. Bizim elimize yazma aracı boşuna verilmedi ya!

Sana dokunmak, büyük sorumluluk!

Hayat kanıtlıyor ki, sakin karakterli kişiler arasından nadiren yazar çıkar. Canını pamuklara saran kul, millet derdiyle yanıp yaşamaktan tamamen yoksundur. Bunu hakikat kesinlikle kanıtlıyor. Herhangi birine sıradan görünen mütevazılık bile, gerçek şairlerin doğasına hiçbir şekilde uymuyor. Fakat işte her zaman huzursuz eden bu kaygı, Rkail Zeydulla’da fazlasıyla var. O, hiç durmadan endişeli olan tabiatını yaratıcılığında da hissettiriyor. Mesela, “Ağlamak mümkün değil” isimli şiirinde çocukluk yıllarını hatırlatıyor. Altı yaşında bir çocuk, cesur bir adım atıyor. “Ben eyerdeyim” diye haykırıyor bu küçük süvari. At üstünde ilk defa. / Sakince akan kanım, uyan!” Görüyor musunuz, bacak kadar oğlan bile milletinin uyanmasını istiyor. Spartalı gibi davranıyor. O, bir süre geçtikten sonra öncülerine münasebetini bildiriyor. Onu “Nigı̇̆z (Temel)” isimli eserinde “Ah, coşkulu nesil… / O soydan, tuhaf nesildenim ben, / Kan da aynı, aynı, gözü kara!” genç, farklı psikolojik durumlara eğilimli olduğunu samimiyetle anlatıyor. 

Kayıtsız idim dünyaya;

Sakindi ruhum,

Yüreğim de böyle çarpmıyor,

Isınmıyordu kanım.

Çok yürüyemedim ama

Gamsızca izleyip ayı…

(“Kayıtsız idim”)

 

Huzursuzluk... Genellikle böyle bir durumdan çıkmayan kişi ne kendisine ne de başkalarına huzur verir “Seviyorum ben bu oğlanın şiirlerini, ondan çok umutluyum” diye yazdı Tataristan Halk yazarı Tufan Minnulin.  “Ben onda yaratıcılar için en gerekli sıfatı, yani huzursuzluğu görüyorum.” Ruhu huzursuz onun. Hala akılda, çok aktif bir öğrenci olan Rkail Zeydulla’nın “Kazan Utları” dergisinde kuvvetli içeriği basılınca yazarı tanıyan meslektaşları arasında genç şairin bu özelliğine dikkat çekenlerin olması. Gençliğe has, asi karaktere de sahip. Çok iyi!

Daima tekrarlanan hakikat: yazarın ustalığı nihayetinde onun tarzı ile anlaşılır. Kalem ehlinin edebî üslubu ise doğrudan bu şahsın tabiatına bağlıdır. Evet, antik Yunan dilbilimcisi Demetrius’un söylediği gibi söz sanatının hangi dalı olursa olsun hepsinde yaratıcının zihinsel özellikleri yansıtılır. Aslında Tatarların meşhur şairi Tukay da bu konuda kendi üslubuyla düşünmüş. O, “Eser bir “iz” olsa, ben onun aslan izi mi yoksa tavşan izi mi olduğunu açıkça anlayabilirim” demiş. Şanlı öncülerimizin varisi Rkail Zeydulla’nın eserlerinde ise onun diğerlerine benzemeyen karakteri açıkça ortadadır. Onlardaki mantıksal yansımalara “tavşan izi” denemez. 

Yeni döneme kadar düşünürler kati surette sürekli hatırlattı: Eğer gönlünde ateş yanmıyorsa senden iyi şair olmaz. Gönlündeki ateş deyince elbette gam keder göz önünde tutulmaktadır. Bence, yeteneği gökten verilen Rkail, böyle bir ihtiyacı gençken anlıyor, çünkü o, bu ateş düşüncesini sıklıkla kullanılır. “Yanmak için geldim dünyaya…”; “Kıvılcım var kalemin ucunda, / İçi dolu isyan ateşi…”; “Ben yanıyorum, seviniyorum, kederleniyorum, / Garip değil, dünya bu!” Yazar, “Kil, Sǚyı̇̆klı̇̆m (Gel Sevgilim)”, “Yul (Yol)”, “Min Yanam (Ben Yanıyorum)” isimli eserlerinde, okuyucusuna kendisinin “Yüreği ateşli” bir yaratıcı olduğunu hissettiriyor. Epeyce sınavlardan geçmiş delikanlı, “Küz Yeşı̇̆ (Göz Yaşı)” şiirini yazıp, işte böyle zorlanıp of çekiyor. Amma velakin Rkail Zeydulla, tamamen teslim olmuyor. Onun “Yanıyor yürek…” diye başlayan kıtası ömür boyu sadık kalmaktan bahsediyor:  Yürekten hiddetleniyorum, / Yürekten yanıyorum. / Rahat vermiyor bana hiç / Geçmişten gelen yaram. 

            Kendi kendine “Ben Kimim?” gibi sorular sormayı seven Rkail Zeydulla, milletimizin yolunun yüzyıllardır zorlu sınavlar aşarak geçtiğini açıkça görüyor. 

Sözleri dizip kâğıda,

Sanki ordu girmiş sıraya,

Çekişerek yaşıyoruz daima,

Hakkımız var yaşamaya bizim de.

Kesiliyor ömür, bu yolda

Hüzünden yürek yanıyor…

(«Yol»)

            Bizim huzursuz şairlerimizin ruhlarını daima acıtan sosyal meseleler hakkında düşünülen çağda, manevi sembolümüz haline gelen Abdullah Tukay’ın son nefesine kadar debelenmesi göz önüne geliyor. Ömrünü sevgili halkımız için yanarak geçiren zat, kendi fikirlerini programlı olarak ifade etmek için çabalıyor: “Gitti Kazan... Ne Devlet Kaldı…”; “Zamanında yeryüzünü titrettik… Nereye bakarsanız bakın, orada biz fakir milletimizin bir yere varamadığı anlaşılıyor!”; “okulları düzeltmeden, “terakki!” diye haykırmamalısınız”; “Yaşasın anadil! Yaşasın millet!”; “Siz kendi durumunuzu düzeltmek isterseniz, işte şimdi sizin için çalışmanın vakti geldi çattı… Bu halkın mı hukuka hakkı yok?”

            Allah’ın hikmeti, geçen yüzyılın başında ortaya çıkan bu sorun günümüzde de önemini yitirmemiştir. Kendilerini milletin oğlu sayan kalem ehillerinin hepsi ve onlardan biri olan Rkail Zeydulla da şüphesiz ki bu konuda kaygılı: eserlerinde de makalelerinde de konuşmalarında da... Ancak devletçiliği güçlendirmek, millî maarifi canlandırmak, anadili koruma işi gibi temel meseleler, tüm ömürlerini bu ulu amaca adayan öncülerin ruhu da endişe verici düzeyde karmaşıklaşıyor. Çoğu sözünü “sert üslupta” iletmeye çalışan Rkail Zeydulla haklı, çünkü milletinin egemenlik haklarını genişletmedeki ilerleme tatmin edici değildi. Bu ana stratejik yönelimden sapmalar olduğu da açıktır. Olanaklardan gerektiğince faydalanılmıyor. Bizim yüreğimize girip yuvalanan endişe kurdu, çiçek tozunda kazınmamalıdır. “Düşümde bir düş gördüm…” diye başlayan şiirde Rkail Zeydulla, ara sıra umutsuzluğa kapılmış gibi: “Kimler sezdi benim sözümden / Dünyanın biraz değiştiğini?” Ancak inatçı tabiatlı yaratıcı, yine de düşüncelerinde ısrarcı oluyor. Bize verilen zaruri hakları, yabancılar çiçekli teknelerle alıp gelmez. Adı konulmamış bir rubaide şairimiz de cehaleti eleştiriyor: Şaşırıyor görüp tarihî (fikrî) darlığı… / sonsuza dek köleliğe mahkûm muyuz? Bütün memleketler kendi dilinde okurken / Moskova hanından ferman bekliyor.

            Hayatta daha önce ispat edildiği gibi, bazen kalbin sesini iktidarın kulağına sokmak için sadece basit bir halk figürü olmak yeterli değildir. Milletin hizmetkârının devlet organlarının yüksek kürsülerinde ayak direyip konuşma yapma olanağına ihtiyaç var. Bu bağlamda Rkail Zeydulla’nın Tataristan parlamentosunun milletvekili olarak seçilmesi ve daha sonra Tataristan Yazarlar Birliği başkanı olarak görev yapması mantıklıdır. Halkın manevi ve kültürel ihtiyaçlarını ince bir şekilde bilen bu şahıslar, toplum hayatındaki eksiklikleri etkili bir şekilde anlatır. Aynı zamanda meclis toplantılarında bir an evvel gündeme getirilmesi gereken konular, günümüzde giderek artıyor gibi görünüyor. Bu şartlarda gafil olmak anlaşılmıyor. Hadiste belirtildiği gibi “Hakikati savunmak yerine tek kelime etmeyip susan kul, dilsiz şeytandır.”

            Tatar meşe ağacı kadar sıradan,

            Köklerine balta değince,

            Gururlanıp sesleniyor ağacın gövdesi:

            - Gövdesi bizimdir, deyip, meşe ağacından!

“Yavaşça karlar düşüyor üstümüze…”

            Gerçekten de ağır sınavlar kavmimize birbiri ardına artarak gelip çatıyor.    Şairimizin hatırlattığı gibi Tatarlar böyle çetrefilli bir zamanda biraz çocukça bir tavır gösterebilir. Sınavlar günümüzde de çok çaba gerektirir. Bunlar arasından halkımızın manevi yaşantısına, etnokültürel gerekliliklere bakanlar ayrıca endişelenir. Her şahit, bu devirde milletimizin kaderiyle doğrudan bağlı olan anadilin, millî eğitimin korunması meseleleri bu zamana kadar benzeri görülmemiş derecede keskinleşti. Sabit bir eğitim sistemini yok etmek için memleketin yeni döneminde neler yapılmadı ki: Eğitim öğretim müfredatından millî bölge bileşenini çıkarıp atmak, el birliğiyle devlet sınavını Rusça vermeye mecbur bırakmak… Sonrasında okullarda resmî statüye sahip olan Tatar dilinin öğretiminde, Rusya ve Tataristan anayasalarına, bu konudaki kanunlara karşı gelip, türlü türlü kısıtlama yöntemlerini hayata geçirmeye başladı. BM tarafından dünyanın hangi kıtasında olursa olsun anlaşılabilen 14 dil listesinde yer alan paha biçilmez yazılı mirasın temelini oluşturan dili, böyle aşağılamak olur mu! “Köleyiz biz, kendi aramızda han gibi davranıyoruz, / Kendimiz yabancılardan dilimizi dilenyoruz…” Evet “Koparılan Tesbih” isimli şiir buketinin içindeki bu şiirinde Rkail Zeydulla, sert ironisini dürüstçe ifade ediyor. Bu, gerçek invektiva[1] örneğidir.

            Görüyoruz ki Rkail Zeydulla, milletin “eksik taraflar”ını sadece manzum eserinde değil, aynı zamanda keskin gazeteci kalemi ile de cesurca gösterir. Şairin bu makaleleri “İl (Memleket) 2000”, “Taşḳa Ŭrdım  Başnı (Taşa Vurdum Başımı)  2008”, “Sunar (Ağ) 2021” vb. kitaplarda toplanarak yayınlanmıştır. Onun sosyal meseleleri merkeze alan kaygılı eserleri günlük Cumhuriyet basınında da çıkıyor. Doğru söylüyorlar, o, kalem ehlinin millîliği daha güçlü oldukça aziz milletinin ihtiyaçlarını daha derinden anlıyor. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarda, Rkail Zeydulla’nın düşünce ufukları daha da genişliyor, sanki tabii zekâsı,  çok yönlü uzmanlığa has yeni anlayışların olasılıklarını açıyor. Tecrübeli ediplerin dikkat çekerek hatırlattığı gibi bazı yazarlar bu edebî türde sıradan bir kâtip büyüklüğünde kalır. Hayır, huzursuz karakterini çeşitli işlerinde hissettirmeye başlayan Rkail Zeydulla, gazetecilik alanında da kendini halk hizmetkârı olarak göstermiştir.

Böylece bir gün Alexander Blok’un alışıldık tarzında yazmayı bırakıyor, çünkü bu işi büyük bir ustalıkla başardığı konusunu günlüğüne de yazmış. Tanıdık hisler. Belki de tecrübe kazanmayı başaran yetenekli şairler tam da böyle bir vaziyette edebiyatın başka türlerinde de güçlerini denemeye niyet ederler. İşi bu olaya dayanarak söylersek, öyle çabalayan kalemler nesri (düz yazıyı) daha yakın bulurlar. “Branş” değiştirmek dünya çapında görülür. Mesela Fransız nesrini dünyaya tanıtan ilham ehillerinin çoğu yaratıcılığının zirvesini işgal etmeye Parnasizm akımından başlar. Tatar edebiyatında da bu listeye girenler sınırsızdır. Nesirdeki şiirsel başlangıcın son derece önemli bir parçasını teşkil edişini Japon yazarlar da nesnel bir zorunluluk olarak kabul ederek değerlendiriyor. Nesirde hem nazmın devamını görenler hem de farklı bir metamorfoz yaşayanlar mevcuttur. En azından, edebî türler arasında Çin setti yoktur. Bunu Rkail Zeydulla da kendi örnekleriyle doğrular, çünkü o nesir alanına çıkmanın sırlarını iyi anlıyor. Tataristan Halk Yazarı Rabit Batulla da şairin bir dönem anlatıya yönelmesi söz lügat sanatı için paha biçilemez bir eylemdir, diye düşünüyor:  “Rkail Zeydulla, büyük bir potansiyele sahip, hem harika bir şair, hem de harika bir yazar… Sözcüksel hazinenin kıymetini bilen şairler düz yazıda da kısalık ve imge için gayret eder. Onlar nesri şiir derecesine ulaştırır. Düz yazıdan dizeye geçen birini tarih henüz görmedi. Şiirden nesre geçmek ise doğal olarak görülür.”

Gerçekten de Rkail Zeydulla’nın nesir çalışmalarında da onun orijinal dil ve üslubu açıkça görülüyor. Hayır, “İḫlaslık (Samimiyet)” eserinde belirttiği gibi “Saw Bulıġız şiġırlerı̇̆m! (Elveda şiirlerim)”, deyip şiirden tamamen kaçmadı. Klasiklerin deyimiyle söyleyince kalem sahibinin gönlünde hayat nesrinden hayatın şiirini çıkarma isteği doğmuş. Böyle ulu bir amaca hizmet etmek için en az iki yeteneğe sahip olmanız gerekir. Muhtemelen Rkail Zeydulla şunu düşünmüş: şairin sıradan gibi görünen manzaranın en ilginç yönlerini açığa çıkarması mümkün; aynı zamanda nesirlerinde de fikir derinliği çok gerekli; yere sağlam basarak yazılan düzyazı örnekleri, yaşamak için gerekli şeyleri daha fazla aydınlatarak gösterir. Nesir çalışmak daha ağır, diyorlar ve bu söz muhtemelen hakikati konuşanların iddialarına karşılık gelir.

            Rkail Zeydulla, işte bu gerçeği aklında tutarak birbiri ardına hikâyeler, tarihî povestler, romanlar yazmaya başlıyor. Bizim milletimizin edibinin çok yönlü olması gerek. Bu millî zihniyetten, kaderimizin ihtiyacından geliyor. Kalem hürriyetini tam anlamıyla hisseden şairimiz, manzum nesir kısıtlaması olmadan, drama okulunu da bitirmek istiyor. Diğer sanat dallarına da yoğun bir şekilde yönelen yazarın “Kazan Utları” dergisinde 2001 yılında “Ḫan hem Şaġıyr (Han ve Şair)” trajedisini yayınlandı. Rkail Zeydulla’nın “Sataşan Sanduġaç (Sersemleşen Bülbül)” oyunu ise ünlü yönetmen Marsel Selimcanov’un dikkatini çekiyor ve bu piyes G. Kamal Tatar Devlet Akademi Tiyatrosunda başarılı bir şekilde sahneleniyor. Sonra “Ülı̇̆p Yarattı (Ölüp Sevdi)” draması da aynı sanat ekibi tarafından sahnelendi. Genelde, şairlikten “sapan” dramaturgun çeşitli temalarda yazılmış bir desteye yakın piyesini Kazan, Tüben Kama, Bua, Orenburg şehirlerindeki diğer tiyatrolar da izleyicilerin beğenisine sundu. Görünüşe göre o, sahne sanatına da demir atmış. Dahası, Rkail Zeydulla çeviri sahasında da bu “politeknizm” büyüklüğünü korumaya çalışıyor. 

            Şimdi güvenle söylenebilir ki, Rkail Zeydulla her yönden kendi amacına maharetle ulaşmaya çalışıyor. Öfkeli kalbinde kaynayan düşünceleri bir kalıba sığmıyor. “Yaralġı (Oğulcuk)” eserinde açıkça belirtildiği gibi “Büyük bir mana arıyor… şair”. Bu büyük mana kutsal bir gama bağlanır. “Seyı̇̆r Uyın (Tuhaf Oyun)” isimli şiirdeki bu satırları yazarın kendisi de çok beğeniyor. “Asırlardan gelen Tatar Gamı /  Onun yüreğine sığındı…” Yaratıcının kâğıdına akan metotların çoğunda bu kutsal kaygı ortaya konulur.

Şairin çok yönlü çalışkanlığı çok da takdir edildi. Mesela, Rkail Zeydulla’ya farklı yıllarda “Tataristan’ın Halk Şairi”, “Tataristan’ın tanınmış sanat adamı” ismindeki onursal unvanlar, Tataristan’ın G. Tukay Devlet Ödülü verilmesi, onun aynı zamanda cumhuriyetimizin M. Celil Tataristan Yazarlar Birliği ve Kültür Bakanlığı’nın F. Hösni ödüllerine layık oluşundan da bahsediliyor. O, defalarca “Yeni Tatar Oyunu” yarışmasını ve aynı zamanda prestijli D. Siraciyev tiyatro ödülünü kazandı.

Aslında hayat şefkatli,  insanoğlunun seçtiği yol, onu yeni zirvelere taşır. “Göbek özünü sıkıştırıp gidiyorum avcuma, / Ebediyete bağlanasım var benim…” Görüyoruz ki “Kı̇̆ndı̇̆k (Göbek)” ismi ile adlandırılan dörtlükte şairimiz bu hırslarını dile getiriyor. Çok iyi sanat ehli, zamanın ötesinde durmalı ve aynı zamanda sonsuzluğu da hissetmelidir. O maceralı parça yine hatırlanıyor. Çaresiz kalan çocuğu görünce aksakallı Hızır İlyas seslenir: “Yolun uzun ve dolambaçlı, atla ve atla!”

Amin! uzağa gitmek nasip olsun. 

Zinnur MANSUROV

Tataristan Halk Şairi

 


 

[1] Bir şahıs veya vakaya karşı bakılan kesin karalayıcı nutuk.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 184. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 184. Sayı