Kırgız Yazar Samsak Stanaliyev


 01 Ağustos 2024

2022 DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK TÜRK DÜNYASI EDEBİYAT (ROMAN) ÖDÜLÜ (KIRGIZİSTAN) SAHİBİ 

 

 

 

O zaman Sovyet dönemiydi. Tınıstanov hakkında böyle konuşmak imkansızdı. Bu konuda rejim çok titizdi. Rahat konuşmak mümkün değildi

 

 

Söyleşi: Ayşe Şener

 

Ayşe Şener: Merhabalar Samsak Agay. Yazarlar Birliği’ne ilk geldiğimde kız kardeşiniz Gülzada ece ile tanıştım. Nurlan Agay da sizden bahsetti. Samsak agayı tanıyor musunuz diye sorduğunda tabii ki tanıyorum dedim. Kerimbek agay da bu görüşmeyi ayarladı çok memnun oldum. Öncelikle  bu görüşmeyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. 

 

Samsak Stalaniyev: Rica ederim ben de teşekkür ederim. Hoş geldiniz. Ben ilk çalışmama Uçkun’da başladım. Yazarın kendini koruması lazım. İlim alması lazım. Ama yazarlar okumuyor. Çalışmıyor. Evet yeni yazarlar var ama kendilerini geliştirmiyorlar. Ben tarihî-biyografik, belgesel türde ve şiir türünde eser veriyordum. Fakat şimdilerde bu türde yazmıyorum. Çünkü onu kimse okumuyor. Kasım Tınıstanov hakkında tarihî roman yazdım. Toktogul hakkında da roman yazdım. Aytmatov hakkındaki kitap konusunda ise yazamayacak gibiydim, gözüm görmüyordu. Ama Melis[1] ısrar etti. Senden başkası bunu yazamaz dedi ve böylelikle Aytmatov hakkında trilogya yazdım. Hatta size de hediye olarak getirdim. 

 

A. Şener.: Teşekkür ederim çok naziksiniz. Çok memnun oldum. Aytmatov sizin için ne ifade ediyor?

 

S. Stanaliyev: Aymatov insan olarak bizim için çok önemli. O insan gibi bir insandı. Çok iyi biriydi. Onu yakından tanıma fırsatım olmadı ama o elçi olarak yurt dışında çalışırken son eserini çevirmemi istemişti. Ben de eseri Rusçadan Kırgızcaya çevirdim. Bunu duyunca Melis çok sevindi. Benim zaten çeviri yapmam konusunda çok ısrar ediyordu. Sonrasında “Kıyamat, Kılım Karıtar Bir Kün eserleri gibi miydi”diye sordu. Ben Gülsarat’ı çok sevdiğim için “onun gibiymiş” diye cevap verdim. Bana bilgisayarla eseri getirdiler. Bir aydan sonra çevirmeye karar verdim. Çevirmemin birinci nedeni Cengiz Aytmatov’dan dua almaktı; ikincisi ise kendi bireysel isteğimdi. Üçüncü nedeni ise Aşım Cakıpbekov Aymatov’un eserlerini çeviren çok iyi bir çevirmen ve yazardı. Onun çevirisi ile eserin aslı arasında hiçbir fark olmuyordu. Ayırmak mümkün değildi. Cakıpbekov ile birlikte 8 yıl çalıştım. O bana: “Neden proza (nesir) yazmıyorsun” diye sormuştu. Ben o dönemlerde sadece makale yazıyordum. Onun bu tavsiyesi üzerine prozaya giriş yaptım ve genç yazarlar onunla ilgilenmez diye Kasım Tınıstanov hakkında yazmaya karar verdim. Şimdi bu eserimin ikinci baskısı çıkıyor. Bu yıl Tınıstanov’un doğumunun 120. yılı. Bu baskı onun yıldönümü için çıkacak. O “halk düşmanı” olarak adlandırıldığı için akrabaları, yakınları da tören düzenlemek için çabalamıyor. Bu yüzden bu eseri yazmam insanlar tarafından çok iyi karşılandı. Bu tarz eserleri yazmamı istediler. Ben de  o zamandan itibaren tarihî-biyografik eser yazmaya başladım. 

 

 

A. Şener: Böyle bir eseri yazmak ne kadar zamanınızı alıyor?

 

S. Stanaliyev: Ben başkaları gibi cilt cilt yazıp tek tek çıkarmıyorum. Çünkü araya zaman girince yazma stili de değişiyor. Ben tek solukta hepsini yazıp hep birlikte yayımlıyorum. Bu şekilde okuyucunun da daha iyi anladığını düşünüyorum. Kitap insanın bir parçasıdır. Bana göre zaman geçtikten sonra onun anlamı kalmıyor. Mesela Gogol’da böyle oldu. Ben öyle yapmıyorum. Ben esere başlarken çok zorlanıyorum. 4-5 kere yazıyorum. Mesela Aytmatov’u 85. sayfaya kadar iki-üç defa yazdım. Romana başladıktan sonra eser beni kendisine çekiyor ve o şekilde devam ediyorum. Eserin içine girdikten sonra bitirmeden bırakamıyorum işte böylelikle ortaya trilogya çıkıyor. Ben de Melis Akmataliyev’e “Melis bu çok uzadı trilogya oldu” dedim. O ise bu duruma çok sevindiğini belirtti. Melis için kitabın uzun olması iyi bir şeydi. Ben bu eseri yazarken Aymatov’u hep rüyamda görüyordum. Kasım Tınıstanov’u yazarken ise eşi geldi bana “yaz” dedi. 

Ben başak burcuyum sabahları erken kalkarım. Uyandığımda rüyamda gördüklerimi, kafamdakileri yazmaya girişemedim oysaki rüyamda çok şey görmüştüm ama başlamak zor oldu. Kafanda çok şey var ama işte yazmaya girişemiyorsun. Kırgızlarda 1000 tiraj çok fazla bir tiraj demek. Çünkü kitap okuyucusu az. Şimdilerde 500 orta sayılır. Bu kitabı Kültür Bakanlığı 500, bir milletvekili 500 tirajla çıkardı ben ise 2000 çıkardım. 200 tirajla çıkan bazı kitapları bile Toktogul Devlet Ödülü’ne aday yapıyorlar. “Ama bu kişi Aytmatov, ona böyle yapamayız” dedim. Ben Allah’a inanıyorum. Aytmatov da benim için Tanrı niteliği taşıyor. Ona layık olsun diye 2000 tirajla çıkarttım. Kitabın tanıtımı İlimler Akademisi’nde yapıldı. Oraya biz 40-50 yazarı davet ettik ama salona insanlar sığmadı, çok fazla katılım oldu. Oraya gelen herkes kitapları aldı hatta kitap kalmadı diyebilirim. Bu yoğun ilginin sebebi tabii ki ben değildim. Aytmatov’du... Tanıtım günü herkes gelip sağdan soldan cebime para koyuyordu. Böylece 2.5 ayda ben 100 bin somdan fazla para kazandım. Böyle parayı bu kadar kısa zamanda votka satan dükkanlar bile kazanamadı (gülüyor). Böyle olduğu için de açıkçası çok duygulandım. Aymatov’u aslında Kırgızlar iyi tanımıyor. O yanına gelen, karşısına çıkan, toplantıdaki, yanındaki insanlarla çok konuşurdu çok girişken birisiydi. O yüzden herkes ona kıymet veriyordu. Bir insan sokakta onun karşısına çıkacağını bilirse çok heyecanlanırdı, sevinirdi. Kutsal bir insan gibiydi. Bu ilgi ve önemin benzerini Aalı Tokombayev, Tügölbay Sıdıkbekov gibi kişilere de gösterirlerdi. Biz onları göreceğiz diye titrerdik, çok  duygulanırdık, utanırdık. Şimdikiler ise bizimle öyle normal bir şekilde tokalaşıyor, bu heyecanı taşımıyor. İşte böyle büyük bir insanın kitabını yazdım... Hayatımdaki en iyi kitabım bence bu eserimdir. Tınıstanov’u yazdım ama o böyle okunmadı. Bu beni çok üzüyor. Onun için ağlayasım geliyor. Hiç okumuyorlar. Ama Aytmatov okunuyor. Gurur duyuyorum, seviniyorum. Çünkü bana göre Aytmatov peygamber gibi birisidir. 

 

A. Şener: Biz de sizle gurur duyuyoruz agay. Kırgız edebiyatı için emeğiniz büyük. Türkiye’de sizin bu kitabı çıkardığınızı duymuştum. Tekrar tebrik ederim. Aytmatov dediğiniz gibi tüm dünyada tanınan önemli bir şahsiyet. Ancak hem yazar hem de dilci yönü ile Kasım Tınıstanov’un da Kırgızlar için yeri apayrı. 

 

S. Stanaliyev: Bir hoca vardı şimdi ismini hatırlayamadım. Böyle sizin gibi Türkiye’den araştırma için gelmişti, kitabımı hediye etmiştim. Beni yemeğe götürdüler onlar da kitap hediye etti. Bir ece bana “Türkler seni seviyor” dedi ama tabii ben Türkler böyle eserleri sever mi okur mu, böyle eserler üzerine çalışıyor mu bilmiyorum. Türkiye’den Nookatlı bir Kırgız geldi, kendisi doktordu. Türkiye’de yaşıyormuş. Aytmatov hakkındaki kitabımı çevirmek için kız kardeşimden aldı fakat şuan çeviri ne durumda bilmiyorum. Kendisiyle henüz bir irtibatım olmadı.

 

A. Şener: Türkçe’ye aktarılırsa gerçekten çok iyi olur.[2] Türk dünyası araştırmaları için bu aktarma çalışmaları çok mühim. Peki eserlerinizi kim yazıya döküyor?


S. Stanaliyev: Kırgız Tuu’sunda çalışan bir kız var. Eskiden beri hep o yardımcı oluyor, eserlerimi bilgisayara o aktarıyor. Şimdiki gençler böyle iyi yapamıyor maalesef. Çünkü bana göre eserimi kendim yazdığımda yanlışlarımı farkedemem ama böyle olduğunda hatalar da daha çabuk ortaya çıkabiliyor. 

 

A. Şener: Kitabın girişindeki Aymatov biyografileri dikkatimi çekti. Kimler tarafından yazıldı

 

S. Stanaliyev: Kitabın girişinde Aytmatov’un hayatı anlatılıyor. Birinci yazı Rıskeldi Mombekov’a ait. Kendisi milletvekili, Aytmatov’la aynı köyden. Diğer yazı ise Melis diye bahsettiğim Abdıldacan Akmataliyev’e ait. Belki biliyorsunuzdur Aymatov denildiğinde akla araştırmacı olarak Abdıldacan Akmataliyev gelir. Ona biz Aytmatov’un oğlu diyoruz. Onun çoğu çalışması Aytmatov hakkında. 

 

A. Şener: Evet agay, elbette biliyorum, tanıyorum Abdıldacan Akmataliyev agayı. Peki agay hiç ödül aldınız mı?

 

S. Stanaliyev: Ben bu zamana kadar hiç ödül almamıştım.[3] Ama geçen sene, 2020 yılında “Kırgız El Cazuuçusu” ünvanına layık görüldüm. Fakat her bir eserim ödül aldı. 

 

A. Şener: Kırgızlar için bu unvanın önemli olduğunu biliyorum. Kırgız El Cazuuçusu olmak size ne hissettirdi?

 

S. Stanaliyev: Bence bu ödül yani halk yazarı olmak, tüm ödüllerin en üstünde yer alıyor.

 

A. Şener : Biraz da sizden hayatınızı dinlemek isterim. Kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? 

 

S. Stanaliyev: Ben Calalabad’da Toktogul şehrinin Cazı-Keçüü köyünde doğdum.Okuldayken küçüklüğümden beri hep Filoloji Fakültesi’nde okumak istiyordum çünkü hep yazıyla meşgul oluyordum. Başkaları hep doktor olursun diyordu fakat benim içimden geçen başkaydı. Şimdilerde bu köy yok. Orayı sel aldı, köy yok oldu. Bu köydekiler de Karaköl şehrine taşındı. Önceden şiir yazıyordum. Bence yazarın kendini koruması, geliştirmesi lazım. Okuması lazım. Şimdilerde böyle değil. Eskiden yazarların hayatı iyiydi zenginlerdi. Bu yüzden sadece yazıyla meşgul oluyorlardı. Ben hem okudum hem de yazdım. Hocalarım “yüksek lisansa devam et” dedi fakat ben “hayır” dedim. Sonrasında Kırgızstan Madaniyatı gazetesinin eleştiri bölümünde çalıştım. Orada çok şey öğrendim. İyi çalıştım. Ben orada çalışırken Aşım Cakıpbekov, C. Sadıkov gibi isimler de oradaydı. Biri redaktördü diğeri de müdür vekili. Bende eleştiri bölümünün müdürüydüm. Bu gazete şimdilerde basılmıyor. İşte böyle. Ben hem yazarlığı hem eleştirmenliği bir arada yürüttüm. Fakat herhangi bir yerde de benim için eleştirmen falan denmiyor. 

 

A. Şener: Eleştiri edebiyatın en başlıca türlerinden birisi. Bence edebî süreçte büyük önem arz ediyor agay.

 

S. Stanaliyev: Evet kesinlikle katılıyorum. Edebî süreçte eleştiri en önde geliyor. Kasım Tınıstanov hakkında yazmamın sebebini anlatacak olursam; onu ilk olarak keşfeden, el yazmalarını ilk inceleyen okuyan kişi Erkebayev’di. O dönemde Moskova’da Ruslar, Tınıstanov hakkındaki belgeleri Kırgızistan’a göndermedi. Gizli tutuldu. Erkebayev buraya döndükten sonra Tınıstanov’un el yazmalarını bastırdı. Kırgızistan’a gelip bir buçuk yıl içinde şiirlerini vs. bastırdı. Gazetede o dönemde Alım Toktomuşev diye akıllı, zeki bir genç vardı. İkimiz birlikte yayına hazırladık. Erkebayev’in bu çabası aslında Tınıstanov’un aklanması içindi. Bunun üzerine onun aklanması için büyük ve iyi yazarlar toplanıp imza attı. 1988 yılında ise benim Tınıstanov hakkındaki makalem yayımlandı. Bu makale iki sayfadan oluşuyordu. Onunla resmî belgeler de yayımlandı. Bundan sonra Kasım Tınıstanov’un eşi bana “Kasım Tınıstanov hakkında kim olumlu bir şey söylerse veya yazarsa o kişi sağ kalmaz” diyerek bana bir gömlek verdi “kaç” dedi. Ben kaçtım Balıkçı’ya karımın yanına gittim. Oradayken Alım Toktomuşev’le konuştum. “Durumlar nasıl” diye sordum. “Halk, millet bezdi” dedi. O zaman Sovyet dönemiydi. Tınıstanov hakkında böyle konuşmak imkansızdı. Bu konuda rejim çok titizdi. Rahat konuşmak mümkün değildi. 

Tınıstanov’un toplu eserlerini iyice sindirine kadar okudum. Aslını söylemek gerekirse Kırgız şairleri ve yazarları folklorden ortaya çıktı. Kasım Tınıstanov ise yazılı edebiyattan, şiirden ortaya çıktı. Çünkü Kazakların ünlü yazarı Mağcan Cumabayev’in öğrencisi oldu. O da rejimden ötürü hep kaçak yaşadı. Kazak, Tatar ve Rus yazarlarını ve onların kitaplarını okudu. Bilim sahibi insanlarla bir araya geldi. Onların yanında yetişti. Bu yüzden Tınıstanov’un yazarlık eylemi daha da gelişmiş şekilde ortaya çıktı. Maalesef onun hayatı çok ağır oldu. Oğlu yakınlarda vefat etti. O da bilim insanıydı. Mamakeyev’le okul arkadaşıdır kendisi. O da çok zorluk yaşamış. “Halk düşmanının oğlu” olarak anıldığı için yüksek öğrenime alınmamış. Yudahin’in yardımıyla yüksek lisansa girmiş. Yudahin onun soyismini değiştirmesini istemiş fakat o kabul etmemiş.  

Tınıstanov’un karısı ise benim annem gibi oldu. Bana oğlum diye hitap ediyordu beni bazen öğle yemeğine davet ediyordu. “Yemeğini ye de öyle gidersin” diyordu. O tek başına yaşıyordu çocukları torunları ona bakmıyordu onlar da Ruslaşmış gibiydi. Ben de ona annem diyordum. Onunla torunları vs. hakkında dedikodu yapardık (gülüyor). Torunları da akademisyen oldu. Slavyan Üniversitesi’nde okutman olarak çalışıyor birisi. Tınıstanov’un eşinin evi bana çok yakın değildi. Fakat gidip geliyordum. O da insanlardan çekiniyordu çünkü ona da “halk düşmanının karısı” diyorlardı. Törenlere vs. damadı ile gidiyordu. Halk asıl gerçeği bilmiyordu. Herkes ona bakıyordu. O bana hep bunları anlatıyordu. O geldiğinde bana da “Samsak senin annen geldi” diyerek ters ters bakıyorlardı. Tınıstanov’un aklanmasından sonra o da halkla daha çok bir araya gelmeye başladı. Eşinden onun hakkında daha detaylı bilgi aldım. Ben de böylelikle Tınıstanov hakkında rahatça yazmaya başladım. Daha sonra arşive gidip tek tek inceleme yaptım. O zaman kağıtlar şimdiki gibi değildi çam ağacından yapılıyordu. Mürekkebi insanın eline bulaşıyordu. O zamanlar ben gözlük kullanmıyordum. Okuduklarım sanırım bana yardım etti. Böylelikle romanı tamamladım. 9 ayın içinde roman 1000 tirajı geçti. 

 

A. Şener: Roman ilk kaç yılında basıldı?

 

S. Stanaliyev: Roman ilk olarak 2001 yılında basıldı. Şimdi de basılıyor biraz önce bahsetmiştim. Açıkçası halkın eseri böyle ilgiyle karşılaması beni çok mutlu etti. Bazen içimden diyorum sanırım ben iyi bir yazarım. Bu şekilde kendimle gurur duyuyorum (gülüyor). Tınıstanov’un akrabaları da kendisi gibi zorluklarla karşılaştı. O yüzden korkuyla gerçeği söyleyemiyorlardı. 

 

A. Şener: Her ne kadar bağımsızlık sonrasına denk gelse de siz de çekinmeden Tınıstanov’u böyle anlatabildiğiniz için cesur birisiniz agay. 

 

S. Stanaliyev: Teşekkür ederim Ayşe Hanım. Ben bir de Coomart Bökönbayev hakkında yazdım. Benim dedem onunla birlikte okumuş. Aytmatov’u yazmamı ise Melis istedi. “Ben yazamam” dedim çünkü Aytmatov hakkında yazmak çok zor. Tınıstanov’u yazarken zorlandığımda rüyamda apamı (Tınıstanov’un eşini) görüyordum. “Sen yaz bilmediklerini bize sor, biz sana yardım ederiz” diyordu. O vefat etmişti. Aytmatov’u yazarken de böyle zorlandım. Ama Bökönbayev de böyle zorlanmadım. Benim yaşadığım yerde sigara içmek için bir yer vardı oraya otururdum. Ben eseri yazmadan önce ya da bitirirken hep çok duygulanırım ve ağlarım. Eserimi yazarken kendimi yalnız hissederim. Çünkü yazdığında tıpkı bir yaratıcı gibi oluyorsun. Aytmatov’la ilgili romana üç kere başladım ama yazamadım. Ondan sonra başladığımda bir anda birinci bölümü bitirdim. Akmataliyev’in yanına gittim bu trilogya olacak galiba dedim o çok sevindi. Çünkü Aytmatov onun babası gibidir. Bastırdıktan sonra okuması için ona verdim. Kitabı eline aldı ve öptü. Ağladı. Ağladı.... Bu kitabın tanıtımı ise Layli Ece’nin[4] davetiyle Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nde yapıldı. 

 

A. Şener: Layli Ece’yi tanıyorum agay kendisi çok kıymetli bir hocamız. Aytmatovtanuuu denildiğinde akla gelen ilk isimlerden birisi

 

S. Stanaliyev: Evet, Layli ece aynı zamanda Sovyetler Birliği döneminde doktora yapan ikinci kadın akademisyendi. Ona kadar Sovyetler Birliği döneminde ilk akademisyen olan Bulgaristanlı bir erkek birisiydi. Ondan sonra ise Layli ece doktor olmuştur. 

 

A. ŞenerÖyle mi. Ne kadar güzel agay. Bu bilgiyi bilmiyordum. 

 

S. Stanaliyev: Aytmatov’u bir Kırgız yazdığı için razıyım ve bu kişi yazıp ikinci araştırmasını da savundu. Layli ece Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nde kitabın tanıtımı yapalım dediğinde Melis Akmataliyev siz Türksünüz orada yapmayız diye şakalaştı  (gülüyor). Ondan sonra kitabının tanıtımını yapalım dediğinde Cumhurbaşkanı: “Hangi salonu alırsınızİstediğinizi alın ve  tanıtımınızı yapın” dedi. Öylece salonu verdiler. Gelecek misafirleri biz 40-50 kişi olur diye düşündük ve ona göre hazırlandık, yemek ikramlarımızı da ona göre yaptık. Bir baktık ki o taraftan bu taraftan insanlar geliyor, geliyor, geliyor... Tanımıyorum senin adın ne diyorum, tanımıyorum. Çoğu gençti. Hatta salonun dışında programın başlamasını ayakta bekleyenler vardı. Öyle şaşırdım ve heyecanlandım ki. Onlara girin dedim. Ondan sonra Melis geldi ben de ona “bu kadar mı davet ettin” dedim o da “ben davet etmedim” dedi. Sonradan anladım ki önceden iki defa radyodan ve televizyondan reklam vermişler. Duyanlar da bu kitap basılmış diye gelmişler. Kitabı imzayla (autograph) alırız dediler. İmzayı atarken de kimseyi tanımıyordum. İmza attıranların da çoğu gençlerdi. Onlara bakarak bu büyük kişinin kitabını alıyorlar, okuyacaklar diye düşündüm ve onlardan çok razı oldum. 

 

A. Şener: Eseri yazan sizsiniz agay. Asıl bizler okur ve edebiyat bilimciler olarak size teşekkür ederiz. 

 

S. Stanaliyev: Beni değil bu büyük kişi hakkında yazdığım kitapları aldıkları için Kırgızlara razı oldum aslında. Özellikle gençlere razı oldum öyle duygulandım ki, ağlayasım geldi. Sakin kalmalıydım. Elbette duygularımı belli etmedim. Yayınevinde birlikte çalıştığım, bana abi-kardeş gibi yakın olan abim konuştu. Ondan sonra birkaç yazar ve araştırmacı konuştu.  Konuşma için sıra bana da geldi. Kendimi tutamadım. Konuşayım dediğimde duygulanarak ağlayasım geliyordu. O yüzden de herkese teşekkür ettim ve onlardan razı olduğumu anlatarak kısa bir konuşma yaptım. Yaklaşık bir beş dakika konuştum. O anda yanımda Akmataliyev duruyordu ve bana “çok konuşsaydın” dedi ben de ona “çok yazdım onu okusunlar” diye güldüm (gülüyor). Kırgızlar kitap okumada çok geride. Önceden çok okuyorlardı ama son zamanlarda çok daha az okuyorlar. Bu yüzden gençlerin Aytmatov’u bu denli okumaya istekli olmaları beni mutlu etti. Gerçekten gençler varmış ve Aytmatov’u unutmuyorlarmış, Aytmatov ilgilerini çekiyormuş dedim. Kendimi de kutladım aslında. Sanırım ben de iyi iş yapmışım dedim. 

 

A. Şener: Bence insanın kendi kendinden razı olması her şeyden çok daha önemli bir his olmalı.

 

S. Stanaliyev: Evet... Evet ... Kesinlikle öyle.

 

A.Şener: Bu kitabın ilk basımı mı?

 

S. Stanaliyev: Evet bu ilk basımı ama şimdi ikincisi de basıldı. İkincisi “Turar” yayınevinden basıldı. Onlar kitabın dış kapağını siyah renkle süslediler. Bu süsleme gayet güzel oldu. Yenisi bunun kadar büyük değil biraz daha büyük. 780 sayfaydı sanıyorum. Ben yazı boyutlarını bilmeden tipografiye gittiğimde normal yazı formatına koydum öyle koydurduğumda 996 sayfa oldu yani nerdeyse bin sayfa. Kültür Bakanlığı’na gittim. Orada Koreli bir kız çalışıyormuş. O da kitabı biraz düzenledi, küçültelim dedi. “Kitapçılara götürürseniz raflara da sığmaz” dedi. O yüzden “küçük basın” dediler. Öylece toplam 3000 tirajla basıldı. Ondan 100-120 tanesi kaldı. Bazen evden de kitap alanlar oluyor. 

Aytmatov’u yazan kişi olduğum için insanlar beni Aytmatov ile çok fazla bir araya geldi sanıyor. Ama ben onunla çok birlikte olmadım biz çok konuşamıyorduk. Benim yaşıtlarımdan onunla konuşan Osmonakun İbrahimov[5] vardı. Kendisi çok girişken ve Rus dili okulundan mezun olmuştu. Ondan başka Melis vardı. O da Aytmatov’u peygamber gibi görüyordu. Benim Tınıstanov hakkındaki kitabım ilk çıktığında Aytmatov eseri okumuş ve “bu kitabın yazarı kim” diye sormuş. Akmatov da (o Toktogullu, Tınıstanov’un yakını, akrabası değil ama onun hakkında herkesten çok şey biliyor) “kimsenin yazmadığını yazdı Samsak Stanaliyev yazdı” demiş. O da benimle görüşmek istemiş. Bir gün Kazat Akmatov beni aradı Aytmatov seninle görüşmek istiyor dedi. Ben tabii çok heyecanlandım “ben yokum buralarda” dedim (gülüyor). Sonra Akmatov “hadi gidelim” dedi beni aldı. Meğer Aytmatov’un babası Törökul Aymatov da, Tınıstov’la aynı kaderi paylaşıyormuş. Onun gibi “halk düşmanı” olarak suçlanıp repressiyaya kurban gitmiş. Aymatov’la görüştüğümde bana Tınıstanov’u sordu. Benimle görüşmek istemesinin sebebi buymuş. Bu görüşmeden sonra Törökul Aytmatov hakkında iki makale yazdım. Benim şöyle bir yaratılışım var: İlimli, bilimli kişileri iyi anlatabiliyorum. Çünkü kendim de böyle özelliğe sahibim. Cusup Abdırahmanov, Kasım Tınıstanov’un arkadaşıydı aynı okulda okudular. Onun hakkında herkes yazıyor ama mesela ben onun hakkında hiç yazamadım. Çünkü o bana benzemiyordu. Fakat Törökul Aytmatov’u yazarken böyle olmadı. Onun hakkında bir şeyler yazabildim. İyi yazmak için karakterin, huyun, konuştuğun, düşündüğün uyumlu olmalı bence. Böyle olursa güzel ve iyi yazarsın ama değilse yazamazsın. 

Abdırahmanov, cesur bir karaktere sahip o yüzden onu anlatamadım hiç. İkisi yatılı okulda birlikte okumuşlar. Ama buna rağmen ikisi hakkındaki belgelerde birbirlerinden bahseden hiç ifade yok ama Abdırahmanov günlüğünde Tınıstanov’dan bahsediyor. İkisi karakter olarak bakıldığında aslında zıt karakterlere sahip. Abdırahmanov kahraman, cesur bir karaktere sahipken Tınıstanov daha sakin, daha ılımlı bir karaktere sahipti. Pedagog gibiydi. O yüzden beni kendisine çekti. Cengiz Aymatov da sakin, kültürlü, bilimli bir insandı. Onu da bu sebeple daha rahat yazabildim. Kırgız mı Türk mü Kazak mı hiç milletine bakmadan insan seçmeden herkesle aynı düzeyde konuşuyordu. Kendisi çok zorluklar çekmiş. Babası sürgüne gönderildiğinde Aytmatov zor işlerde çalışmış. Mesela aç çalıştığı için de bir gün yere düşüp bayılmış. 

 

A. Şener: O günlerden biraz bahseder misiniz?

 

S. Stanaliyev: Zor günler yaşadı. Zor, güç işler yaptığı dönemde onu “sen bu işi yapamayacaksın gücün yetmiyor” diye göndermişler. Aytmatov Rusçayı çok iyi biliyordu. Okul döneminde iyi Rusça bildiği için köyden gelen kişilere çevirmenlik yapıyormuş. Tren istasyonuna arkadaşlarıyla gidip başka yerden gelen yükleri taşıyormuş. Böylelikle yokluk içinde okudu. Hiç kolay olmadı. Övünülecek bir hayat yaşamadı. Aslında onun kaderi kara talih gibiydi. 

 

A. Şener: İyi yazar da böyle zorluklardan, yokluktan doğmaz mı?

 

S. Stanaliyev: Evet aslında öyle. Aymatov böyle zorluklarla yaşadı işte. Onun kardeşleri de var ama ona pek benzemiyorlar. Kız kardeşi Roza Aymatova iyi birisi. Bir kitap fuarına Kasım Tınıstov hakkında yazdığım kitapla katılmıştım. Oraya Aytmatov da gelmiş. Kitabımı eline alıp okuduğunu gördüm. O an kendimi kaybettim. Birisi gelip beni kendime getirdi. Çünkü Aytmatov benim için peygamber gibiydi.  Onun bir gün gelip böyle benim kitabımı okuyacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Kırgızlar o vefat ettikten sonra uyandılar aslında. Ona daha çok değer vermeye başladılar. Tabii sevmeyenler, onu istemeyenler de var. Ala Too meydanına Aytmatov’un heykeli yapıldığında “Neden buraya koydunuz? Neden yaptırdınız?” diyenler de oldu. Dünya edebiyatına dahi katkısı bulunan bu insana böyle olumsuz konuşanların var olması ne kötü. Böyle insanlar, o insanın değerini de zedeliyor gibi. 

 

A. Şener: Tınıstanov hakkında bir şey daha sormak istiyorum. Tınıstanov, Mağcan Cumabayev’in öğrencisi olduğu dönemde Alaş Orda ile ilişkide olduğunu biliyoruz. Bu konu hakkında arşivde ne bilgiler var agay?

 

S. Stanaliyev: Kasım Tınıstanov da başkaları da Alaşla ilişkiliydi. Sıdık Karaçev, Cusup Abdırahmanov, Törökul Aytmatov gibi kişiler böyle suçlandı. Bu tarihî bir gerçek. O dönemde Kırgızlar ikiye bölündü. Bunları yurt dışındaki birileri için çalışan, onlarla ilişkileri olan kişiler olarak düşünenler oldu. Tınıstanov’un bu konuda mektubu var. “Ben Kırgız Dili Gramerini yazıp bitirdim. Mahkemeye verirseniz verin, soyadımı alırsanız alın. Ama Kırgız okusun” diyor. Tınıstanov’un verdiği kitabı başka iki kişi alıp kendileri yazmış gibi gösterip öyle yayınladılar. 

Bir seminerde Rus profesorü Türkolog N. Baskakov: “Tınıstanov’un bildirisini en önemli belgeler arasına koyun” dedi. Böylece Türkoloji gazetelerine koyuldu. Biz de Kırgızca olarak yayımladık. O doğuştan dilbilimciydi. Biz okuyarak filolog, dilbilimci oluyoruz ama o öyle değildi. Bizdeki dunganlar kendi dilini iyi bilmiyormuş. Ama Kazakistan’da Almatı’da yaşayan dunganlar öyle değilmiş böyle olduğunu görünce Tınıstanov buna şaşırıyor. O yüzden onlar için de dungan alfabesini düzenlemiş. Bana kalırsa Tınıstanov gibi bir dilci tekrar dünyaya gelmez. Bazıları yüz yılda ancak gelir diyorlar ama yüz yıl yaşar mıyız yaşamaz mıyız bilinmez.

 

A. Şener: Evet çok doğru söylediniz agay. Peki, onun “halk düşmanı” olarak suçlanmasında Aalı Tokombayev’in bir etkisi oldu mu? 

 

S. Stanaliyev: Evet. O dönemde yazarlar ikiye ayrılmıştı. 30. yıllardan bahsediyoruz.  İlk olarak Aalı Tokombayev’i hapse atmak istediler ama onun elinde belgeleri vardı. Bayali Sekeyev diye bir yetkili[6] vardı. Aalı Tokombayev’in bu sekreterle arası iyiydi. Onun yardımıyla Tınıstanov’u üç kez hapse gönderdi. Kızıl Profesör ünvanını almak için hapiste olmamak gerekliydi. Bu sebepten Tınıstanov’un bu ünvanı alması ancak 36. yıllarda oldu. Tınıstanov üç kez hapse atılıp üç kez aklandı sonra tekrar hapse atıldı. O zamanlarda yürüyemez olmuş meğer. Onunla birlikte olan kişilerle görüşmüştüm. Tınıstanov, Anti-Sovyet olarak adlandırıldı ve böyle kişilerle bağlantısı olmakla suçlandı. Bizde bununla ilgili bir birlik de vardı. 

 

A. Şener: Sosyal Turan Partisi’nden mi bahsediyorsunuz?

 

S. Stanaliyev: Evet ondan bahsediyorum. Tınıstanov burada İşenaalı Arabayev’le birlikteydi ama sonrasında Tınıstanov oradan çıktı. Arabayev orada kaldı. O ufak bişey yapmış olsa da onun üstüne ekleyip büyüttüler. Onu suçladılar. Şöyle söyledi, böyle söyledi dediler. O dönemde bizde sadece on iki yazar vardı ama Kazaklarda yaklaşık yüz yazar vardı. İnsanlar Kazakistan’ın batısında, doğusunda, Sibirya taraflarında Kazakça-Rusça okudular. Onlar hep bizden bilim yönünde ilerde oldular. Bizde mektep yoktu. Biz eğitimsisiz diye hep bizden şüphe duydular. İyi insanları, yazarları da hapse attılar. Kasım Tınıstanov’un babası 1916’daki Ürkün’e kadar çok zengin biriydi. Yazlık, kışlık evleri vardı. Buna bağlı olarak onun  diğer ülkelerden insanlarla hep bağlantısı var diye düşündüler. 

Tınıstanov’un “halk düşmanı” olarak suçlanmasında üç önemli etken var diye düşünüyorum:

1. Aalı Tokombayev’in etkisi

2. Bizim eğitimsiz oluşumuz 

3. Tınıstanov’un babasının dış ülkelerle bağlantısının olması 

Eskiden zenginler okuyabiliyordu. Tınıstanov da buna bağlı olarak iyi eğitim aldı. Ama Tınıstanov’un bu partiye katılması Kırgızlar için çok kötü oldu. Kırgızlar eğitimsiz kaldı. Gramer, ders kitapları eksik kaldı. 1937 yılında Kırgızlar, kendi kendini yok etti. 1 Eylül 1937’de Bayali Sekeyev (Stalin’in Merkezi Komitesinin İkinci Sekreteri. Moskova’nın en güvendiği kişiydi. Birinci eşi vefat etmiş. İkinci eşi Abay’ın soyundandı. Üçüncü eşi Rus’tu. Onunla birlikte yaşıyordu) Aalı Tokombayev ve başka herkes hapse atılmıştı. Suçu atanlar da suçlananlar da, herkes hapse atılmıştı. O dönem böyle bir dönemdi işte. 

 

A. Şener: Stalin repressiyası tüm Türk dünyası için çok ağır oldu agay. Peki sizin tarihî-romanlarınızdan başka hangi temalarda eserleriniz var? Yazarlığınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

 

S. Stanaliyev: İlk başta şiir yazıyordum. 3-4 kitabım çıktı. Başlıca üç romanım var. “Zalkarlar Süygön Suluular” adlı kitabım var. Bu kitabımda Toktogul, Avezov, Tokombayev gibi büyük yazarların aşklarından bahsettim. Tarihî kişiler hakkında 5-6 kitabım var. Povestim var. Ben kendi isteğime, karakterime göre yazan bir yazarım. Şunu da yazayım diye yazmıyorum. 

 

A.Şener : Şimdilerde yazdığınız bitmemiş eserleriniz var mı?

 

S. Stanaliyev: Ala-Too jurnalında çalışıyordum. Orada boş zamanım olmuyordu. Şimdi rahatsız olduğum için çalışmıyorum. Kendime gelirsem arşive gidip yazmak istediğim iki temam var: 

1. istediğim tema manasçılar hakkında. Manasçıları yazmak istiyorum. Balık Ooz hakkında, Sagımbay, Sayakbay hakkında bir eser yaratmayı hedefliyorum. Sayakbay ile Sagımbay’ın ilişkisi var. Sayakbay’ın çok iyi manas söylemesine Sagımbay’ın kabrinin etkisi var. Benim soyum ise Balık Ooz’a dayanıyor. O gece-gündüz manas söylüyordu. Sagımbay’ın onun hakkındaki “Balık’ı ben ustam gibi görüyorum” sözü var. Ama aslında ikisi hiç görüşmemiş. Biraz materyalim var. Daha da toplamam gerek. Onlar hakkında yazmak istiyorum. Bu konuda pek araştırma yapılmadı. Zaferbek Zakirov araştırdı. 

2. istediğim tema ise ise Abdıkerim Sıdıkov hakkında. Sıdıkov, Törekul Aytmatov, Cusup Abdırahmanov gibi bahsettiğim kişilerin hepsine öncü olan kişiydi. O Rusya’da okudu. Babasının Bişkek’te dükkanları vardı. İpek Yolu’ndan kaçtılar. O Dönemde Kazak-Kırgız bölgesinin ikinci sekreteri olarak çalışmış. Tınıstanov’u, Abdurahmanov’u o okuttu. Kırgızlar okusun diye onları “sen oraya git, buraya git” diye yönlendirdi. Bildiğim kadarıyla onun çocukları öldü. Sağlığım iyi olursa onun hakkında yazmak istiyorum. 

 

A. Şener: İnşallah sağlığınız iyi olur ve yazabilirsiniz agay. Kırgızstan Madaniyatı’ndan başka hangi gazetelerde çalıştınız?

 

S. Stanaliyev: Leninçil Caş’ta çalıştım. Kırgızstan Madaniyatı’nda eleştiri bölümünün müdürü olarak çalıştım. Yazarlar Birliği’nin çıkardığı Kırgız Adabiyatı gazetesinde redaktör olarak çalıştım. Şimdilerde bu gazete çıkarılmıyor. Adabiy Ala-Too gazetesinde 8-9 yıl çalıştım. Yakınlarda Ala Too dergisinde çalışıyordum bahsettiğim gibi sağlığım sebebiyle ayrıldım. Orada bir iki yıl çalıştım. Ben hep yazarlarla iç içe çalıştım. Siyasetle ilgilenmedim. Bu iyi bu kötü diye yazmadım. Yazsam da şair yazarları yazdım.

 

A. Şener: Edebiyat ile gazete/derginin ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

 

S. Stanaliyev: Benim çalıştığım yerlerde edebiyat ile gazete birdi. Sovettik Kırgızstan şimdiki “Kırgız-Tuusu”, “Leninçil Caş” komsomol gazeteleriydi. Bunlarla bağlantı iyi değildi. Onlar genelde Merkezî Komitelerin emriyle çalışırdı. Onların doğası başkaydı. Bizim yazarlar gazete çıktığında “öyle yap böyle yap” diye toplanırdı. Yazarlarla çalışmanın hem olumlu hem olumsuz yönleri var. Olumlu yönü kaliteli makale bilgileri verirler. Olumsuz tarafı ise çok dedikodu yapmaları. Yazarların doğası öyledir (gülüyor). Şimdi ise yazarlar da başkaları  da yazılarını yazarlar gazetesine götürüyorlar. Çünkü isimleri bilinmiyor, tanınmıyorlar.

 

A. Şener: Doğru diyorsunuz. Kırgız edebiyatının ortaya çıkışı ve gelişim sürecindeki önemli gördüğünüz aşamalar (olumlu-olumsuz) nelerdir?

 

S. Stanaliyev: Kırgız edebiyatının tarihini biz 1924 yılından yani ilk Kırgız gazetesinin çıktığı zamandan başlatıyoruz. Aalı Tokombayev’in “Öktöbürdün Kelgen Kezi” şiiriyle başlıyor. Bu şiiri başka Kazak gazetesine vermiş. Bazıları farklı fikirler ileri sürüyorlar ama gerçeği öyle. 

 

A.Şener: Ondan önce de yazanlar var diye biliyorum. Karaçevler, Tınıstanovlar...

 

S.Stanaliyev:  Evet. Baş sekreter Sıdık Karaçev ondan sonra “Erkin-Too” gazetesini çıkardı. O zamana kadar Tınıstanov, Karaçev, Şarip Kökönov adlı çok iyi yazarlar vardı. Onlar Kazak dilinde yazdılar. Tınıstanov’un da 1925 yılında Tataristan Kazan’da çıkan toplu şiirler kitabının baş kısmı Kazakça sonrakileri de Kırgızca. Biz Kazak ile Kırgız bir şekilde birleştik. Kendimize ait eserlerimiz yoktu. 

Kırgız edebiyatının tarihini incelediğimizde görüyoruz ki 1924 yılına kadar eserler Kazakça ve Tatarca çıktı. Sıdık Karaçev de piyeslerini şiirlerini Tatarca yayımlandı diğer eserleri Kazakça yayımlandı. Kırgızistan’ın kuzey tarafı ve Kazak bölgesi birleşmişti. Yarısı Kazaklar yarısı da Kırgızlar olduğu için kendi gazetemiz diye oraya verdiler. Sıdık Karaçev de o gazetede çalıştı. Sayakbay Karaleyev ile birlikteydi. Sonrasında askere gidip savaştı. Erkin Too’nun birinci sekreteri olarak görev yaptı. Tatarca, Rusça ve Kırgızca yazıyordu. Karaçev, Abdırahmanovlarla birlikte okumuştu. Sağlığından ötürü okuldan ayrılıp gazeteye geçti. 

 

A. Şener: Sovyet dönemindeki eserlerin olumlu ve olumsuz yönlerini  nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

S. Stanaliyev: O zamanki yazarların komünist olması gerekiyordu. Komunist hayatını anlatması gerekiyordu. İnsan hayatı anlatılmıyordu. Bunu ilk olarak yazan kişi Aytmatov’du. Onun dışında yazarlar kolhoz, emek gibi temaları yazıyordu. Ben bunu Kırgız edebiyatının eksiği değil ama özelliği olarak değerlendiriyorum. O zaman Rus edebiyatı başka tarzdaydı, Kazak edebiyatı başka. Kazak edebiyatında tarihî romanlar 1930’lu yıllarda başladı bizde ise Sıngan Kılıç ile 60’lı yıllarda başladı. Açıkça görünüyor ki biz geri kaldık. Onlar “şöyle yazılması gerekiyor” dediler. Bizde öyle yazdık. Kırgız edebiyatında aslında yetenek çoktu fakat bunu doğru kullanmak mümkün olmadı. 

 

A.Şener: Kırgız Edebiyatı’nda Rus tesiri açıkça görülüyor. Sizin üzerinizde kimlerin etkisi var. Dünya Edebiyatı’ndan kimleri kendinize örnek edindiniz?

 

S. Stanaliyev: Türk edebiyatını biz çeviriler yoluyla okuduk, öğrendik. Bu yüzden bilgimiz az. Çevirmenler yok denecek kadar az. Rus edebiyatından ise eserleri Rusça okuyoruz. Bana en çok tesir eden yazar diyebileceğim çok yazar var. Örneğin, Mihail Bulgakov. Onun dışında Gorki’yi çok beğeniyorum. Gorki’yi ilk başta okuyordum ama sosyalist realizmden sonra okumadım. Çehov’u beğeniyorum. Dünya edebiyatından yapılan çevirilerde Rusça olanları beğeniyorum çoğunlukla. Kırgızca olanlar stil bakımından sıkıntılı oluyor. Tolstoy’un I. Petro hakkındaki eseri Rus edebiyatı için çok önemli bir eser. Ama Kırgızca çevirisi çok kötü. Önceden eserler ilk Rusçaya sonra başka dillere çeviriliyordu. Şimdi İngilizce’den doğrudan Kırgızca’ya çevrilebiliniyor. Biz eskiden Almanca ve İngilizceyi çeviri yapacak kadar bilmiyorduk. Bu da bizim Dünya edebiyatıyla bağımızı engelliyordu. Şimdilerde Arabayev Üniversitesi’nde çalışan bir hoca Byron’un şiirlerini İngilizceden Kırgızcaya çeviriyor ama inceleyenler iki eserin birbirinden çok farklı olduğunu söylüyorlar. Çevirinin ne kadar kaliteli olduğu anlaşılmaz. Puşkin’in Yevgeni Onegin romanı Kırgızcaya üç kez çevrilmiş fakat üçü de birbirinden farklı. 

 

A.Şener: Sovyet Devri’nde beğendiğiniz yazarlar kimlerdi?

 

S. Stanaliyev: İlk olarak bahsetmem gereken kişi Mukay Elebayev olmalı. Kırgız Edebiyatı’nın ilk romanı Uzak Col’u yazdı. O bu eserde kendi başından geçenleri anlattı. İkinci olarak Alıkul Osmanov’u söylemek gerek. Üçüncü olarak Süyünbay Eraliyev olmalı. Eraliyev’in en önemli iki özelliği Kırgız şiirinin stilini, biçimini bozmamasıdır. Ak Möör poemasını yazdığında çok konuşuldu. İnsanlar tarafından çok beğenildi. Onun Kızgılt Bagımdat şiiri kafiye bakımından önemli yeniliklere sahiptir. Üç sesi birden kafiyeliydi. Aslında Kırgızlarda tek sesle kafiye yapılıyordu. Aytmatov’a gelince; onu anlamak için onun bütün eserlerini okumak gerek. Aytmatov’un özelliği bu şekilde açığa çıkar. Şimdiki araştırmacıların çoğu Aytmatov üzerine çalışıyor. Ama aslında boş çalışmalar. İlim pek de iyi bir yere gitmiyor açıkçası. Eskiden Kırgızlarda edebiyat alanında sadece dört doktor vardı. Şimdilerde elliye yaklaştı.

Kırgız şiirleri üzerine çalışan Kerez Rısaliyev, edebiyat teorisi alanında çalışan Muhtar Borbogulov ve Abdıkadır Sadıkov. Ondan sonra S. Cigitov, K. Asanaliyev... Daha sonra çok doktorlar yetişti. Melisler gibi. İlim doktoru Cigitov, Asanaliyev, Borbogulovlar gibi olmalı. Şimdikiler ise ben gibi. Onlar gibi değiller. 

 

A. Şener: Peki, günümüz Kırgız edebiyatını kısaca nasıl değerlendirirsiniz? Kırgız edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

 

S.Stanaliyev: Kırgız edebiyatını güçlendiren, tarihi sayfalara nakledecek çok insan yok. Benim kendi okuduklarımdan beğendiklerim de var elbette. Mesela Nurlan Kalıbekov. Sovyet devrinden beri, o edebî geleneği devam ettiriyor. Ben kendim görmedim ama Oşlu Moskova’da okumuş bir kadın yazar var. Turdubayeva soy ismi. Onu yazarların çoğu bilmiyor. Çünkü “ben şairim, şairim” diye söylemiyor. Gazetelerde de pek bahsedilmiyor. Ama bazıları da “ben iyi şairim” diye kitaplarını veriyor ama aslında iyi bir şair falan da değil. Eskisi gibi nesir yazan da yok. Şimdi biri varmış Çehov gibi yazıyormuş. Ona “kimi örnek alıyorsun” diye sorduğumda Murza Gaparov adını verdi. Ben de “ona iyi yazarları oku, kendisine yakın olan kişileri oku” dedim. Çünkü ben kendim öyle yapıyorum. Bizde Ramis Rıskulov’a iyi diyordum ama ne açıdan iyi diye sorsalar söyleyemem. Prozada Cusubaliyev var. İyi diyorsun, okuyorsun ama nesi iyi bilmiyorsun. Böyle yazarlar çok. 

 

A. Şener: Çok teşekkür ederim verdiğiniz kıymetli bilgiler için ve bana zaman ayırdığınız için. 

 

S. Stanaliyev: Rica ederim ben de teşekkür ederim. Ben Ayşa ismini çok severim. Bu kitabı[7] bu şekilde sizin için imzalayayım. 

 

A. Şener: Çok teşekkür ederim agay. Çok düşüncelisiniz. Kaleminiz daim olsun. Tanıştığıma ve sizinle röportaj yaptığıma çok memnun oldum. 

 

 

 

21.05.21 

Bişkek/Kırgızistan


 

[1] Melis, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev’in takma adı (aktaranın notu). 

[2] Yazarın adı geçen eseri başka bir kişi tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmaktadır (aktaranın notu). 

[3] Röportajdan sonraki yıl yazar TDK Roman Ödülü’ne layık görülmüştür (aktaranın notu).

[4] Prof. Dr. Layli Ükübayeva (Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi) (aktaranın notu).

[5] Prof. Dr. Osmanokun İbrahimov, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus-Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. 

[6] Stalin’din Borborduk Komitetinin Ekinçi Sekreteri (aktaranın notu). 

[7] Yazar, Aytmatov üzerine yazdığı romanını hediye ediyor (aktaranın notu). 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 212. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 212. Sayı