Kıvılcım


 01 Temmuz 2021



Sekizinci sınıf öğrencisi olan Hurşit, satranç kutusunu elinden hiç bırakmazdı. Kutuyu kolunun altında gezdirir durur ve sadece satranç oynayan çocuklarla arkadaşlık ederdi. Okulda coğrafya öğretmeni olarak görev yapan Daler Hoca’ya ise herkes ayrı bir hürmet gösterirdi. Daler Hoca kendi derslerini oldukça ilginç bir şekilde anlatırdı. Bir memleket hakkında ders anlattığında, o memlekete özgü bir özelliği de verirdi; örneğin; Tanzanyalı yazar Hemingway’in avcılık yaptığını anlatır, bu yazarın “Francis Bokamber’in Emanet Bahtı” isimli hikâyesini bulup okuyun derdi. Öğrenciler de bu hikâyeyi bulup okurlar ve sonraki coğrafya dersinde tartışırlardı. Ders sadece coğrafya dersi gibi değil aynı zamanda edebiyat dersi gibi geçerdi. Dersler de derslerin yapılışı da çok ilginçti, bu ilginç ders işleyiş öğrencileri tuhaf bir şekilde daha fazla derse çekiyordu. Ev ödevi yapan çocuklar ödevlerine ilk olarak coğrafyadan başlıyorlardı. Coğrafya dersine ne olursa olsun katılmaya gayret ediyorlardı. Daler Hoca söze başladığında kimse çıt çıkarmazdı, koridordan geçen biri bu sınıfta ders yapıldığını fark etmezdi bile. 

            Daler Hoca derslerden birinde İngiltere’den bahsetmeye başladı, İngiliz Prens Edward’ın bir kadına âşık olduğunu, ancak parlamento üyelerinin bu ilişkiyi uygun bulmaması üzerine prens Edward’ın krallık tahtından vazgeçtiğini anlattı. Bu anlatılanların ardından derste sevgi konusu tartışılmaya başlandı. 

            Daler Hoca tarafından eğitilen öğrencilerin çoğu coğrafya, edebiyat, tarih, fakültelerine çok iyi derecelerle giriyorlardı. Okulun tarih öğretmeni ise bu başarıyı kendi başarısıymış gibi gösteriyordu. Tarih dersleri oldukça sıkıcı geçiyordu. Tarih öğretmeni Dursun Sabirov, kendi dersini sevmeyen, dersinden zevk almayan, sanki tesadüfen tarih öğretmeni olmuş biri gibiydi. Derslerinde genel olarak hanlar, krallar, emirler, sultanlardan bahseder, Emir Timur’u zalim, sömürücü ve istilacı olarak anlatırdı. Daha sonra ülke bağımsız olunca bu sefer de Timur’dan “büyük savaşçı, memleketimizin babası” diyerek bahseder olmuştu.

            Hurşit’in Daler Saidoviç ile hiçbir zaman satranç oynamamasının sebebiyse öğretmeninin bu oyunla ilgilenmediğini düşünmesiydi. Hurşit bir gün boş sınıflardan birinde arkadaşlarıyla satranç oynarken sınıfa Daler Hoca girdi. O, sınıfta düşürmüş olduğu evinin anahtarını aramaya başladı. Onu gören çocuklar da anahtarları aramaya katıldılar lakin bulamadılar. Daler Hoca, Hurşit’i görünce karşısına oturdu ve ikisi satranç oynamaya başladılar. Yarım saat geçmişti ki Hurşit mat oldu. Daler Hoca çok iyi satranç oynuyordu, hiç kimseye yenilmeyen Hurşit’i yendi. Herkes çok şaşırmıştı. Hurşit tekrar oynamak istedi. Daler Hoca saatine baktı. Kızını okuldan almalıydı ve eşi işten gelene kadar kapıyı açmış olması gerekiyordu; anahtarı bulamadığı için çilingir çağırmak zorundaydı; bu yüzden de ikinci oyunu oynamak istemedi. 

            Hurşit bazen derslere geç kalıyordu, tarih dersine de çoğunlukla girmiyordu. Bugün “5”, ertesi gün “2” alsa da onun için bunun hiçbir önemi yoktu. Nota itibarı yoktu. O, edebiyat derslerinde kahramanlarla ilgili düşüncelerini olumlu ya da olumsuz olsun hiçbir şekilde belli etmezdi. Bir gün “Kutlu Kan”[1] romanı üzerine bir deneme yazdı. Hurşit özgün bir konu seçmişti ama bu onu tatmin etmedi. Yazdığı sayfayı karaladı, sonra öfkeyle buruşturdu ve sınıftan çıkıp gitti. Edebiyat öğretmeni bir sonraki derste yazılanları okumaya başladı. Eline Hurşit’in buruşturup attığı kâğıt geçti. Öğrencilere doğru baktı lakin Hurşit bu derste de yoktu. Hurşit, sınıflardan birinde başka arkadaşlarıyla birlikte satranç oynuyordu. Edebiyat öğretmeni Adil Töreyev, Hurşit’in yazmış olduğu denemeyi sınıftaki öğrencilere okumaya başladı: 

            “Mansur şehre geldi ve enstitüye girdi. Amcasında kalmaya başladı. Amcası Dilşad karısı Tali ile birlikte yaşıyordu ve henüz çocukları yoktu. Onlar sık sık tartışıyorlar ve geçinemiyorlardı. Araları açıktı. Sadece Mansur geldiği için “konuşuyorlar”dı. Son kavgadan sonra amcası evden çıkıp gitti, bir hafta boyunca ortalıkta görünmedi. Bir gece geldi, kapıyı çaldı, kapıyı açmaya giden Tali, kocasını görünce umursamadan geri döndü. Mansur ortada öylece kalakaldı. Amcası kapı açılınca karısının duymasını istediği bir ses tonuyla Mansur’a:

-“Giyinmeye geldim, söyle elbiselerimi versin.” dedi. Mansur yengesine baktı. Tali öfkeyle bağırarak: 

-“Eşyalarını eskiciye verdim, yok. “dedi ve ardından ekledi:

-“Bu kavgayı metresiyle yapsın, bu kavgayı anca o kaldırabilir. “Mansur hiçbir şey anlamamıştı; “O da kim?” dedi. 

Tali daha da öfkelenerek; “metresi “dedi. Ardından ekledi: “İşte fotoğrafta yan yana oturuyorlar. Mansur: 

- “Yan yana oturmalarında ne var ki?” dedi.

Amcası öfkeyle:

- “Çalışanlardan biri” dedi. Tali cevap verdi: 

- “Çalışanlardan biriyse ona niçin bir böbreğini verdi, sor bakalım!” dedi. Kavga daha da kızıştı.

Amcası:

- “Kan grubum onunkiyle aynıydı. Hem bir tane böbrek ile yaşamak mümkünmüş, işte yaşıyorum, bir insanı kurtardım…” dedi. 

Mansur öylece ortada kalakaldı. Sonra odasına girdi. Onlar bir müddet daha bağrışıp sustular. Mansur tartışmanın bittiğini düşünerek çıkıp koridora baktı. Amcasıyla yengesi sarmaş dolaşlardı. Mansur onları böyle görünce tebessüm ederek odasına geri döndü. 

Adil Töreyev denemeyi okuduktan sonra onu dikkatle dinleyen öğrencilerine doğru baktı.

- “Nasıl?” dedi. Öğrenciler cevap vermedi:

- “Beş versem eder mi?” deyince öğrenciler hep bir ağızdan:

- “Eder, değer!” diye bağırdılar. 

Öğretmen bu cevabı memnuniyetle karşıladı. Ardından teneffüse çıktılar. Hurşit her zamanki gibi satranç masasında oturuyordu. Arkadaşlarının sınıfta olanlarla ilgili getirdiği haberi işitince bir süre sessizce bekledi. 

Ve rakibine:

- “Şahh!” dedi. 


 

[1] Aybek, Kutlu Kan. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 175. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 175. Sayı