HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
Osman Çeviksoy 4
KEMAL BOZOK 5
İdris Özler 6
UFUK TUZMAN 7
Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları Birliği (MATÜSİTEB), 27 Şubat 2021 tarihinde Üsküp’te düzenlenen törenle Tefeyyüz ilkokulu bahçesinde Yücel Şehitleri Anıtını dikti ve bu vesileyle 73 yıl önce idam edilen Yücel Şehitleri Nazmi Ömer, Abdurrahman Ali, Ali Adem ve Şuayip Aziz’in hatıralarını minnetle yad etti.
Programa T.C. Tarım ve Orman Bakanı Sn. Bekir Pakdemirli, T.C. Üsküp Büyükelçisi Sn. Hasan Mehmet Sekizkök, T.C. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sn. Sabri Demir, İHH İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Sn. Osman Atalay, MATUSİTEB Genel Başkanı Sn. Hüsrev Emin, TDP Genel Başkanı Sn. Beycan İlyas, TMBH Genel Başkanı Sn. Erdoğan Saraç, Çayır Belediye Başkanı Sn. Visar Ganiu, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakan Yardımcısı Sn. Enver Hüseyin, KTDP Başkanı ve Kosova Milletvekili Sn. Fikrim Damka, TİKA Üsküp Koordinatörü Sn. Ömer Halim Söğüt, Üsküp Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sn. Serhat Kula, MATTO Başkanı Sn. Aydoğan Ademovski, Kalkandelen Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü Öğretim Üyesi Sn. Prof. Dr. Süleyman Baki, siyasi parti temsilcileri, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları ve diğer davetliler katıldılar.
T.C. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, dedesi Hasan Çetin’in 28 Ekim 1923 tarihinde Türkiye’ye göç ettiğini söyleyerek, “Burada rahat olsalardı Türkiye’ye giderler miydi? 200-250 sene vatan toprağı bildiği yerden ayrılır mıydı? Ayrılmazdı diye düşünüyorum” diyerek Balkanlar’daki Türk toplumunun yaşadığı zor günlere dikkati çekti. “Osmanlı İmparatorluğu asimilasyon politikalarına her zaman karşıydı. 20. yüzyıl boyunca Türkler ve İslam coğrafyasında birçok toplum göçle karşı karşıya kaldı ve hakikatten ciddi bir zulme uğradılar. Bu çok fazla dile getirilmese de doğrusu budur. İnşallah bundan sonra böyle olaylar olmaz” diyen Pakdemirli konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Makedonya’da yaşayan Türklerin milli ve manevi değerlerini koruyan, haklarını savunan Yücel teşkilatı çalışanlarına bu faaliyetlerinden dolayı teşekkür ediyorum. 1941 yılında başlayan bu hareketin öncüleri, 73 yıl önce bugün Yugoslavya hükümeti tarafından kurşuna dizilerek idam edildiler. Şuayip Aziz İshak, Adem Ali Adem, Ali Abdurrahman Ali ve Nazmi Ömer Yakup. Hepsine Rabbimden rahmet diliyoruz. Yapmış oldukları gerçekten çok büyük bir davranış. Kendi canlarını hiçe sayarak zorba bir yönetime karşı da mücadele etmeyi doğru buldular. Bu anıtın açılışına katılmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyuyorum.”
Türk kimliğinin yaşatılması için yaşamlarını feda eden Yücelcileri hatırlamak için bir araya geldiklerini belirten T.C. Üsküp Büyükelçisi Hasan Mehmet Sekizkök, “Yücelciler, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki zorlu yıllarda Makedonya’da Türklüğün yaşatılması için büyük mücadele verdiler. Türk kimliğinin ecdad toprağı Balkanlar’dan sökülüp atılamayacağını kahramanca ortaya koydular. Makedonya Türklerinin, siyasi, ekonomik ve kültürel haklarını yılmadan savundular. Eğitim alanında Türk toplumuna büyük hizmetler verdiler. Her zaman barışsever oldular. Günümüzde Makedonya’da Türkleri toplumsal hayatın her alanında varlığını güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu noktada Yücelcilerin sergilediği kararlı duruşun büyük etkisi vardır. Aynı zamanda Üsküp Büyükşehir Belediyesi’nin caddelere dört Yücel şehit isminin verilmesi kararından da memnuniyet duyduğumuzu vurgulamak isterim” dedi.
Çayır Belediyesi Başkanı Visar Ganiu ise belediye olarak her toplumun önemli tarihi günlerini anmalarına önem verdiklerini dile getirirken, bu anlamlı günde Türkiye, Kosova ve Makedonya’dan gelen misafirlere iştirakları için teşekkürlerini iletti.
500 yıldır bu topraklarda varlığını sürdüren Müslüman Türk toplumunun geçmişte yaşadığı trajedileri unutmadıklarını vurgulayan İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Osman Atalay ise, “Bundan sonraki kuşaklara aktaracağımız bir şey var. O da vefalı olmak. Yücelci kardeşlerimizin verdiği tek bir mücadele vardı. Dört Yücelci aydın şehit kardeşlerimiz, buradaki toplumun kültürünü, milli, manevi değerlerini muhafaza etmek için fikri bir mücadele verdiler ve sonucunda hayatlarını feda ettiler” dedi.
Yücel hareketinin faaliyetleri hakkında bilgi sunan Kalkandelen Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Baki, Yücelciler olayı ile ilgili yürütülen düzmece yargı sürecinin tek hedefinin Türk ve Müslümanları korkutmak olduğunu söyledi.
MATÜSİTEB Başkanı Hüsrev Emin, “Yücelciler büyük fedakarlıklar yaparak kimliklerini korumaya çalıştılar. Dönemin rejimi, politikalarıyla teşkilat üyelerini sırf Türkçeyi öğretmek, İslam’ı daha iyi öğrenmek ve öğretmek, Türkçe radyo, Türkçe eğitim, Türkçe gazete, Türkçe kültür varlıklarını devam ettirmek için başlattıkları mücadelede bundan tam 73 yıl önce, düzmece bir mahkeme süreci neticesinde kurşuna dizerek idam etmiştir” şeklinde konuştu.[1]
Peki Yücelciler ve Yücel teşkilatı kimdi? Amaçları nelerdi?
1912 yılında Osmanlı idaresinin Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın bölgede devraldığı yönetim ve ona keza Bulgaristan’nın bölgeyi ele geçirme emelleri çerçevesinde yörede yaşan Müslüman – Türk ahalisi için her alanda sıkıntıların yaşadığı bir dönem oluşturur. İkinci Dünya Savaşı çanlarının çaldığı dönemde soydaşın başta siyasi olmak üzere, ekonomik, eğitim, dil, kültür gelenek-göreneklerinin yaşatılması doğrultusunda zorlu günleri oluşturur. O zorlu günlerde yöre soydaşları (Muhammed Cevahirci, Münir Ekrem Şahin, Salih Müftiç ve Muyaçiç) yaşadıkları zorlukları anavatana aktarıp yardım talep etmek Ankara’ya gider, dönemin idaresi başında bulunan İsmet İnönü’den bekledikleri cevabı ve desteği alamazlar.[2] Başlarının çaresine kendileri bakmak zorunda kalan Türkler, kendi aralarında teşkilatlanıp, bir şeyler yapabilmenin derdine düşerler.
Fahri Kaya “Şafak Şökerken” kitabında o dönemin havasını şöyle çizer:
“Yücelciler olayı tarih boyunca çetecilerin, komitacıların, kaçakların ve hırsızların mekik dokuduğu ve insan değerinin hiçe sayıldığı Makedonya denen ve barut fıçısı olarak adlandırılan bir ülkede olagelmişti. Zaman da, bu topraklarda büyük bir devrim olarak nitelendirilebilecek İkinci Dünya Savaşı sonunda her ne pahasına olursa olsun, yeni bir toplumsal siyasi düzenin uygulanması için kıyasıya mücadele edildiği bir dönemdi. O yıllarda Yugoslavya ile Türkiye arasında, tarihte en gergin günlerin yaşandığı gerçeği de göz önüne alınırsa, Yücelciler davası daha iyi anlaşılmış ve daha kolay yorumlanmış olabilir. Her nasılsa, Yücelciler bir terörist örgüt değildi.”[3]
Yücel Teşkilatı II. Dünya Savaşı döneminde, 1941 yılında Türklerin milli varlıklarını, manevi değerlerini, örf adet ve geleneklerini korumak ve yaşatmak üzere kurulmuştur. Teşkilatın kurulmasındaki en önemli sebep Vardar Makedonyası’nın, Almanya’nın müttefiki Bulgaristan’a bırakılmasıyla Bulgarların Türklere yaptıkları baskıya karşı Türk toplumu içerisinde doğan bir savunma hareketidir. Daha sonra bu hareket yeni Yugoslavya idaresinin bünyesindeki bütün halklara vaat ettiği kardeşlik birlik içerisinde eşit haklılığın aynı şekilde Türklere de iade edilmesi/sağlanması uğrunda verdiği bir sivil mücadeleye dönüşür.
Teşkilatın bir diğer önemli kurulma fikri, Yugoslavya topraklarındaki siyasi gelişmelerin neticesinde Türk tarihine, Türk kültür ve ananelerine daha sıkı sarılmak amacıyla gelişmiştir. Teşkilat etrafındaki Türk milliyetçisi gençler arasında Türkiye’den getirtilen eserler ile milli şuur uyandırılmaya çalışılır. Başta Atatürk’ün Nutku olmak üzere, Mehmet Akif’in Safahat’ı, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul; Namık Kemal ve Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleri en çok okunan eserlerdir. Gençler arasında adeta bir ayaklı kütüphane kurulur. Eserler elden ele gezer.
Gittikçe genişleyen teşkilat, 1943 yılında Üsküp’te bulunan Türk Konsolosluğu ve Konsolos vekili Emin Vefa Gerçek ile irtibata geçer. II. Dünya Savaşı’ndan gelen yeni düzenle birlikte Yücel mensupları devletin çeşitli makamlarında görev alır.
1944 yılında Teşkilata Yücel adı Şuayp Aziz tarafından verilir. 1945 yılında konsolosluk aracılığıyla Belgrad Büyükelçiliği ve Büyükelçi Kamil Koperler ile temasa geçilir. Yugoslavya’da yaşayan Türklerin haklarını korumak isteyen bu Türk gençlerinin danışma amacıyla Türkiye’nin Üsküp Büyükelçiliği ile yaptıkları bu görüşmeler sonraları başlarını yakmıştı.
Teşkilatın tüzük maddelerini ve iki sayfalık önsözünü bizzat Başkan Şuayb Aziz Efendi kaleme alır. Teşkilatın ilk çekirdeği Kemal Rasim Günsever’in evinde toplanır. Şuayb Aziz, Şerafeddin Ferid, Nazmi Ömer, Muzaffer Ahmed, Fettah Süleymanpasiç ve Mehmed Dalip adlı Türk gençleri kurucu üyelerdi. Kuruluş toplantısının yapılış maksadı TC. Üsküp Konsolos Vekili Emin Vefa Gerçek’in talep ve ricalarıdır.
Teşkilatın başkanı olan Şuayb Aziz 1930 yılına kadar Üsküp’te Ataullah Efendi medresesinde tahsil görmüş ve daha sonra Mısır El Ezher Üniversitesi’ne giderek Fıkıh, Kelam, Tasavvuf konularında dersler görmüş ve üniversiteyi ikincilik ile bitirmiştir. Ankara’ya gidip üniversitede hoca olarak görev yapmak üzere anlaşmış iken Üsküp’e gelmiş ve savaşın çıkıp sınırların kapanması üzerine bir daha Türkiye’ye geri dönememiştir. Çiftçilik yaparak hayatını idame ettirmiştir.
Kendisine birçok önemli devlet görevi teklif edildiyse de özellikle kabul etmeyerek teşkilat faaliyetlerine devam etmiştir. Teşkilatın diğer önemli ismi olan Nazmi Ömer, Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Üsküp’te Tefeyyüz ve Türk öğretmen okulunda öğretmenlik yapıyordu. Tito yönetimi sırasında Üsküp İdare Mahkemesi Genel Sekreterliği görevini yürüttü.
Teşkilatın Veznedarı Ali Abdurrahman Üsküp’te matbaacılık ile birlikte öğretmenlik yapıyordu. Birlik gazetesini ilk çıkaranlardandır. Ondan önce de onun matbasında “Hak” isimli gazete basılmıştır. Abdülkerim Sezer hukukçudur ve ağır ceza hakimidir. Teşkilatın genel sekreteri Şerafeddin Ferid Fransızca öğretmenidir. Refik Şerif Mehmed merkez komitesi üyesidir. Mesleği terzilik idi. Daha sonraları memurluk da yapmıştı. Türkiye’nin Belgrad Büyükelçiliği ile temasında yazışmalarını Şerafeddin Ferit ile birlikte hazırlıyorlardı. Ayrıca Hakkı Tevfik, Münir Süleyman, Burhanettin Haşim, Ahmet Halil Mustafa, Necati Recep, Halit Şükrü gibi birçok genç öğretmenler de teşkilatın en önemli üyelerindendi.
Teşkilatın eğitim seviyesi yüksek, münevver, ahlak ve fazilet sahibi Türk gençlerinden oluşuyordu. Doç. Dr. Halim Çavuşoğlu'nun “Yugoslavya-Makedonya Toplarından Türkiyeye Göçler ve Nedenleri”[4] adlı makalesinde Türkiye Dışişleri Bakanlığı belgelerine göre bir ara köylere kadar nüfuz eden Yücelcilerin sayısı 500 civarındaydı. Ancak elli kişi kadar faal üyesi vardı. Bir taraftan Arnavutlaşma, bir taraftan komünizme karşı Türkleri koruma hedefiyle faaliyetlerini sürdüren Yücelciler ne Türkiye ne de başka bir devletten hiçbir destek almamalarına rağmen faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.
Teşkilata girildiği zaman Kuran, Bayrak ve tabanca üstüne yemin edilirdi. Bu yeminde “Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti menfaatleri için gerekirse kanımın son damlasına kadar çarpışıp canımı vereceğim” ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Teşkilat yapısı olarak gizliliğe dikkat ettikleri ve genel katılımın olduğu zamanlarda içlerinde casusların da bulunabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak faaliyetleri hakkında konuşmama yoluna gittikleri bilinmektedir. Gerek düzenledikleri kurslarda ve gerekse piknik ve kır gezilerinde daha çok Türkçe kitaplardan kahramanlık yazıları, tarihi zaferler ve şiirleri okutma yoluna giderek muhtelif tehlikeler en aza indirgeniyordu.
1945 yılında Belgrad’daki Türk Büyükelçiliğiyle temas sağlandıktan sonra 7 kişiden ibaret olan Merkez Komitesi kurulmuştu. Buna göre Merkez komitesi Başkan Şuayb Aziz İshak, Veznedar Ali Abdurrahman Ali, Sekreter Şerafettin Ferit Süleyman, Üyeler Refik Şerif Mehmet, Kemal Rasim İlyas, Fettah Salih Süleymanpaşiç, Abdülkerim Ethem İbrahim adlı münevver gençlerden oluşmuştu.
Faaliyetleri Yücel mensupları yeni Türk harfleriyle ilk Türk gazetesi olan Birlik gazetesinin ilk sayısını 23 Aralık 1944 yılında Üsküp’ün Evkaf binasında çıkarmıştır. Gazetenin çıkması için devletin ya da o zamanın Halk Cephesi’nin bir kararı yoktur. Gazeteyi çıkarmaya başlayanlar böyle bir kararı beklemeden, okulların açılması olduğu gibi ASNOM’un, “her halkın kendi ana dilinde öğrenim görmeye ve haberleşmeye hakkı var” şeklindeki genel beyanından faydalanarak gazeteyi çıkarmaya başlarlar. Başlangıçta devletin gazeteye maddi yardımı yoktur. Redaksiyonun başında Şerafettin (Ferid) Yücelden, Refik (Şerif Mehmet) Özer ve Hüsamettin (Mehmet) Vardar bulunur. Fakat daha sonra Yücelciler Birlik gazetesinden uzaklaştırılır. Önceleri logosunun yanında minare sembolü olan gazete idaresi daha sonra yeni idarenin eline geçmiş ve Yücel mensuplarının gazete ile alakaları kesilmiştir.
Fahri Kaya özellikle Yücelcilerin Birlik Gazetesi’nden nasıl uzaklaştırıldıkları konusunu detaylıca şöyle açıklar: “Dördüncü sayıya kadar “Birlik” sözün tam anlamıyla Türk halkının gazetesiydi. Ama bundan sonra gazeteye Halk Cephesi el koyuyor ve devlet 1946 bütçesinde “Birlik” için ilk defa önemli bir para ayırıyor. Nurettin Davut’un gazeteyi idare edemeyeceğini gören yöneticiler, alelacele İştip’ten Şükrü Ramo’yu getiriyor ve on yedinci sayısından başyazar olduğu gösterilirse de, gazete yedinci sayısından itibaren Şükrü Ramo tarafından yönetilmeye başlıyor. Tabii, bu sırada Yücelciler birer birer gazeteden uzaklaşıyor ve böylece daha sonraki yıllarda mahkemelik olacak gazetenin ilk yazarları ile devlet arasında ilk siyasi gerginlik başlıyor.”
Üsküp Radyosu’nda ilk Türkçe yayını ve Türkçe eğlence programlarını Yücelciler düzenlemiştir. Teşkilat, ilk Türk öğretmen kurslarını organize etmiş, bu kurslarda Türkçe dersleri dahil birçok ders vermiş, sayısız öğretmen yetiştirmişti. Makedonya’nın en iyi öğretmenlerini teşkil eden birçok üyesi, içinde Türklerin bulunduğu en ücra köylere kadar giderek bu okullar için ilk Türk alfabesini, ilk okuma kitaplarını ve daha birçok kitapları da hazırlamıştır. Hatta cezaevinde tutuklu bulundukları süre içinde bile Üsküp Türk Tiyatrosu için Branislav Nuşiç’in “Şüpheli Şahıs” adlı tiyatro eserini Türkçe’ye çevirmişlerdir. Bütün bu faaliyetlerden öğretmenlik haricindekiler ücretsiz ve karşılıksız yaparlar. Bu sayılan somut ve yararlı faaliyetlerden daha da önemlisi Makedonya Türklerini, Komünizm ideolojisinden korumuş, onlar arasında Atatürkçülüğü yaymış ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sevgiyi arttırmaya çalışmışlardır.
Bu fedakar insanlar, Bulgarların Üsküp’ü işgal edip halka zulmettiği yıllarda Almanlar ile temasa geçerek gerçekleştirdikleri akıllı politika ile Almanların övgülerine mazhar olarak desteklerini almıştır. Bu yıllarda Üsküp’e Bulgar Belediye Başkanı olarak atanan Kitinçef, Almanlar tarafından ikaz edilmesine rağmen zulümlerine devam etmişti. Bunun üzerine Alman General Rudolph Grayger Yücel mensubu Kemal Salih Bey’in yanında Kitinçef’i çağırarak azarlamıştır. Ayrıca general ve Kitinçef tarafından imzalanan bir belgeyle Türk cemaatine karşı kötü davranılmayacağına dair imzalı bir belgeyi de Kemal Salih Bey’e verilmiştir.
Bulgarların Üsküp’ü işgal ettiği ve güvenliğin bulunmadığı karışık dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin Üsküp Konsolosluğu’nun güvenliğini Yücel Teşkilatı’na mensup gençler üstlenmişlerdi. Yıldırım Aganoğlu, Anadolu Ajansına verdiği bir röportajda, Yücelci Türklerin, o yıllarda işgalci Bulgarların Üsküp'teki Türk Konsolosluğu'nu basmalarını engellemek için gönüllü korumalık yaptıklarını ifade eder.
Avni Engüllü, Yücel Teşkilatı hakkında, “Yücel boş bir hareket değildi. Yücel Makedonya Türklerinin başına gelecek olanları görenlerin bir teşkilatlanmasıdır. Onların aradıkları, Makedonya’da Türklerin haklarının savunulmasıdır. Nereye varmak istediklerini anlamak için, Ohri Çerçeve Anlaşmasını okumak yeterdir. Onların savaşımlarının esası bu belgededir. Bu belgeyse onların kurşuna dizilmelerinden yıllar sonrası varılan bir durumdu. Her ne kadar Türklerin konumu, bu anlaşma ile Makedonlarla Arnavutlara tanınan haklardan uzak kaldıysa bile, Yücelciler, aslında Ohri Çerçeve Anlaşması’na götüren yolda ilk şehitlerdir!”, der.
Yıldırım Aganoğlu’na göre, “Yücelciler, 'Sosyalist bir devlet kuruluyor topraklarımızda. Halkların kardeşliği ve eşitliği savunuluyor. O zaman biz de yeni idarenin içinde yer alarak Türklerin devlette eşit olarak temsilini sağlayalım' maksadındaydılar. Ancak Yücelciler henüz ortada Yugoslavya Ceza Kanunu yazılmamışken, terörist ve casus teşkilat olarak suçlanıp yargılanıyorlar. Ancak silahlı hiçbir eylemleri yok. Türkiye casusu oldukları iddia ediliyor ama bunlar kurulduğunda ortada Yugoslavya devleti bile yok, Bulgar işgali var.”
Fahri Kaya ise Yücelciler’in amaçlarını, “Yücelciler terörist ve casus değil, milli kimlikleri çok güçlü, Atatürk’ün ilke ve devrimlerine son derece bağlı, Atatürkçü aydınlardı. Esas amaçları, yeni devlette yaratılan yeni imkanlardan tamamen yararlanarak Yugoslavya Türklerine eğitim, kültür, sosyal ve ekonomi bakımdan gelişmelerine yol açmak, bunları toplumdaki öteki milletlerle birlikte eşit bir duruma getirmekti. Aralarından önemli bir kısmı öğrenim görmüş, bilinçli kişilerdi. Üsküp’te soylu ailelerin çocuklarıydı. Ev eğitimleri düzenli, gelenek ve törelere son derece saygılıydılar.” olarak nitelendirir.
İlk okuma ders kitabı “Sevimli Kıraat”ı hazırlarlar. Okullarda dağıtılmak üzere on beş bin nüsha olarak basılır. Türkçe – Makedonca, Makedonca – Türkçe sözlük çalışmaları yaparlar.[5] Yugoslavya kurulduktan hemen sonra aktif bir şekilde hem kültürlerini geliştirmeye hem kitap yayınına hem de eğitime önem verir ve “Tefeyyüz” ile “İrfan” okullarının açılmasına da sebep olurlar.[6]
Ancak her geçen gün etkisi artarak genişleyen bu teşkilatlanma, Türk toplumu üzerinde söz sahibi olması, dikkatleri çeken ve bu durumdan endişe duyan dönemin idaresi tarafından iyi karşılanmaz, rahatsız olunur. Türk Toplumu içerisindeki varlıkları tehdit olarak görülür, fikir alışverişinde bulundukları Türkiye’nin Üsküp Başkonsolosuğuyla görüşmeleri ajanlık olarak nitelendirilir ve devletin bazı bilgilerini Türkiye ile paylaştıkları iddiasını öne sürerek terör örgütü olarak ilan edilirler. Yücelcilerin duruşmaları 19 Ocak 1948 tarihinde başlar ve her duruşma, hoparlörle Üsküp sokaklarında yayınlanıp, şehirde yaşayan Türklere psikolojik baskı olarak uygulanır.
1947 yılının Ağustos – Eylül aralığında Yücel Teşkilatı’ndan 17 kişi tutuklanır. Zaten verilmiş olan kararlara meşruiyet kazandırmak için mahkeme kurulur. Avukat tutmalarına izin verilmez, yönetimin uygun gördüğü avukatlar da gerektiği gibi savunma yapmazlar.
Savcı Blagoy Popovski Yücelcileri, “Bir dış temsilcinin yönlendirmesi ile terörist-istihbarat örgütü kurmak, Makedonya’da yaşayan Türkleri, Makedonya Halk Devletine karşı organize ederek devleti yıkmaya teşebbüs etmek; Makedonya’da yaşayan Türklerin istikbalinin olmadığı, mal mülklerinin ellerinden alınacağı, okullarının kapanacağı, mal ve mülklerine el konacağı, sürgünler yapılacağı, din ve vicdan özgürlüklerinin ortadan kaldırılacağı yönünde propaganda yaptıkları” ile suçlamıştı.[7] Mahkeme heyetinde Savcı Popovski[8] dışında Hakim Panta Marina, Türk asıllı Mehmet Şakir ve Remzi İsmail bulunmaktadır.
Üç ay boyunca hapishanelerde eziyet gördükten sonra 19 Ocak 1948'de mahkemeye çıkarılırlar. Mahkeme sadece 6 gün sürer. Tutuklanan 17 kişiden 4’ü idam cezasına, diğerleri ise hapis cezasına çarptırılır. Şuayb Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer Yakup, Adem Ali medeni ve siyasi haklarından mahrum ve mallarının müsadere edilmeleri suretiyle idama mahkûm edilirler. 27 Şubat 1948 tarihinde Şuayb Aziz, Ali Abdurrahman Ali, Nazmi Ömer Yakup ve Adem Ali Adem İdrizova hapishanesinden kamyona bindirilerek Suşitsa köyüne götürülür, köyün girişinde bir kayanın önünde bu 4 kahraman kurşuna dizilerek şehit edilir. Bu olaydan sonra Mayıs 1948’de ikinci ve üçüncü grup tutuklanmalar olur. Yücel davasında toplamda 60 kişi hüküm giyer. 20 ila 1 yıl arasında değişik yıllarda hapis cezasına çarptırılır. Toplam 195 sene ağır hapis cezasına çarptırılırlar. Bir kısmı da kurşun madenlerinde çalıştırılmak üzere sürgüne gönderilirler.[9]
Sorgulama sırasında akıl almaz işkencelere maruz kalan Yücelcilerin yaşadıklarını Mehmed Ardıcı’nın anılarında şöyle anlatır: “Galiz bir küfür sağanağından sonra yüzüme ve kafama inen darbelerin ancak dördüncüsüne kadar sayabildim… Kova ile su dökmüşler. Daha çabuk ayılmam için. Bacaklarıma tekme ile vuruyorlar. Her tarafım kan içinde. Enseme sıcak bir şey süzülüyor. Elimi götürüyorum; Kan… Şiş ve kanlı yüzümde vurulmadık santim yer bırakılmamıştı, şimdi de cilası geçiliyordu. Son olarak mideme bir tane yedim. Ya Rabb’im koru beni. Eşhedü en lailahe…”[10]
Bütün bu yaşananlar halk arasında korkuya neden olur ve 1953 yılında itibaren serbest göçlerle 15 yıl içerisinde 200.000 bin kişi Türkiye’ye göç eder.[11]
Altmış üç gencin tutuklanıp yargılanması Yugoslavya’da İkinci Dünya Savaşından sonra canlanmaya başlayan Türkçe eğitim ve kültür yaşaımına indirilmiş büyük ve ağır bir darbe oluşturur. Tutuklanmalarıyla Türkçe eğitimde büyük bir boşluk oluşur. Tutuklananların yerleri, yeterince eğitimi olmayan kişilerle doldurulur. 1948 yılından sonra yaz aylarındaki pedagoji kurslarında bir yıl önce kursiyer olanlar ders vermeye başlar. 1912 yılından sonra çok iyi başlayan eğitim ve kültürel kalkınmanın yolu kesilir.
Mahkeme kararından birkaç gün sonra 28 Ocak 1948 tarihli Yeni Asır gazetesinde Şevket Bilgin imzalı yazı konuyla alakalı Türk basınındaki ilk haberdir. Bu haberde Belgrad Radyosu’nun yanısıra Moskova ve Sofya radyolarında günlerce Yücel Mahkemesi konusunda yayın yapıldığı bildirilmektedir. Yücel Teşkilatı mahkemeleri ve idamdan sonra Türkiye basınında bir-iki haber dışında bir tepki görülmemişti. Bunlardan bir tanesi Trakya Postası idi. Trakya Postası, 9 Mart 1948 tarihli haberinde Yücelciler olayını “Bu haksızlıkları unutmıyacağız-Üsküp’te oynanan kanlı dramdan-Medeniyet utansın” başlığıyla duyurur. Gazete haberinde Yücelcilerin ölümüne Üsküp Adliye Nazırı Pavel Şatef’in sebep olduğunu yazar:
“...Üsküp’te yeni kurulan Makedonya komünist hükûmetinin Adliye Vekili Pavel Şatef Yoldaşı, biz gayet iyi tanıyanlardanız. Pavel Şatef Sultanhamit zamanındaki Selânik suikastlerinden ve birçok badirelerden sonra Todor Aleksandrob çeteleri tarafından öldürüleceğinden korkarak İstanbul’a, yani eski düşmanı olan biz Türklerin himaye ve şefkatine sığınmıştı. Aç ve sefil kaldığı günlerde Sofya’dan (Son Posta) gazetesine muhabirlik yapmış ve Sofya’da (Baço Kiro) sokağındaki (Deli Orman) matbaasının mürettiphanesinde örtüsüz yatıp kalktığı günler olmuştu. İşte bu nankör adamdır ki şimdi komünist çapulcular güruhu arasında temayüz etmiş ve Üsküp’te Adliye Nazırı sıfatıyle Türk kardeşlerimizi öldürmeğe başlamıştır...”[12]
Bu idam ve tutuklamalarla Türkiye’ye göz dağı verilir. Söz konusu iki gazetenin yayınladığı haber dışında olay Türkiye’nin basın-yayın ve siyasi kamuoyunda geniş yankı bulmaz. Dönemin iktidarı Yugoslavya’ya herhangi bir ikazda bulunmaz.
Şehit Nazmi Ömer ile aynı okuldan (Belgrad Ün. Hukuk Fak.) mezun olan Makedonya Türklerinden Avukat Salih Murat, mahkemenin hukuki çerçevesini araştırır. Vardığı sonuç çok ilgi çekicidir. Günümüzde 2.000 sayfa tutan Ceza vb. kanunları 1945 şartlarında 3 sayfalık bir kanuna sığdırılmıştır.
Yıldırım Aganoğlu’na göre, “İşte böyle haksız-hukuksuz ortamda yargılanmaların gerçekleştiği gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Mahkeme esnasında daha Yugoslayva SFC kurulmadığından bu insanların şuçlandığı konuların hukuki geçerliliği yoktur. Kendi ASNOM bildirgelerine göre de Yücel mensuplarının yapmak istediklerinin suç olmadığını belgelere dayanarak rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Yücelciler uluslararası hukuk kaideleri çerçevesinde suç oluşmadan, cezalandırılmıştır.”[13]
Toplumun kanamadan kabuk bağlanmak zorunda kalınmış yarası Yücel konusu, Yugoslavya Cumhuriyeti dağıldıktan sonra yeniden açılır. Yücelcilerle alakalı mevcut bilgi ve belgeler çok kısıtlıdır. 2012 yılında İstanbul Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği yayınlarından gün yüzünü gören Yıldırım Ağanoğlu imzasıyla “Yücelciler Teşkilatı” adlı kitapçığıyla irdelenmeye başlayan konuyu, bir Yücelci olarak Mehmet Şerif Ardıcı’nın kendi anılarını yazdığı kitap izler.[14] Devamında bazı gazete ve dergiler yayınlanadıkları değişik yazılarla konuyu ele alır. 1948 yılında Yücel davası hakkında Makedonya Halk Cephesi tarafından mahkeme kayıtlarını içeren, Makedonca-Türkçe dilide bir broşür yayınlanır. Lakin bu broşür içeriğindeki yanlı bilgiler davayı hazırlayanlar tarfından hazırlanır. Şerafettin (Ferid) Yücelden’in birkaç küçük yazısı[15], Yücelci Refik Özer’in mülakatı, Ercan Türksoylu’nun Yücelciler kitabı, Köprü Dergisi’nin 2006 yılın Mart sayısını Yücel dosyası olarak yayınlaması, K.Makedonya Anayasa Mahkemesi Başkanı Salih Murat’ın 90’lı yılların sonunda mahkeme sürecini takip edip incelemesiyle gün yüzüne çıkan tutanaklar ve özellikle mahkeme süreci video kaydı, Yücel şehidi ve teşkilat başkanı Şuayip Aziz’in son olarak eşine yazdığı mektubun Eren Atala tarafından gün yüzüne çıkarılmasından ibarettir. Bu konuya yazılarında değinenler arasında Fahri Kaya, Avni Engüllü, Suat Engüllü, Yaşar Aytek, Altan Deliorman da bulunmaktadır. Çoğunluğu eli kalem tutan aydın ve yazı yazan kişiler olmalarına rağmen, Yücelcilerin kendileri de başlarından geçenleri anlatmadan ve bildiklerini yazmadan hayatlarını kaybettiler.
Yücel Teşkilatı Başkanı Şuayp Aziz idamdan önce son kez ailesiyle görüşmüştür. İdamından sonra eşyaları ailesine teslim edilir. İade edilen paltosunun kolunda gizlice iliştirilmiş bir çikolata paketi kağıdına Osmanlıca yazılı küçük bir mektup bulunur. Bu aynı zamanda Şuayip Beyin eşine çok hüzünlü bir veda mektubudur:
“Hayat Arkadaşım Nigar, Evlatlarım Ülker, Turan, Ertan ve küçük yavrucuğum artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarına güvensin, bunları iki gözün gibi baksın, beni de hatırından çıkarma. Hakkını helal et, anne de hakkını helal etsin. Ağabeyinde hakkını helal etsin. Ellerinden öperim. Çocuklarımı her vakit benim için öpesin ve koklıyasın. Onları okutmağa çalış. O evde yaşatma, başka bir binada yaşatmağa çalış. Reşit Akşar yardımı ile belki yavrularıma bir selamet yolu bulursunuz. Bu günden sonra o yavrularımın babaları yok, yalnız bir anaları vardır. Hem kimsesiz bir anaları var. Ona güvensinler. Helal ediniz, helal ediniz, Milletimin kurbanıyım.
Şuayp Abdülaziz, 27 Şubat 1948, Fotoğraflarım çoçuklarıma, bekliyesiniz. Gözlerinizden öperim”[16]
Yücelciler, milletinin haklarının kazanılması için verdikleri mücadelede yaşamlarını dahi kurban etmişlerdir.
Tutuklandığında dokuz aylık evli olan Nazmi Ömer idam edildiğinde kızı dört aylıktır. Şehit Nazmi Ömer’in merhum eşi ise Hacer Yücel, eşiyle son görüşmesine dair anılarını şöyle paylaşır: “O, bir taraftaydı. Teller aşırı duruyoruz. İçeri alındıktan sonra sadece o an gördüm. Hepimiz ağlıyoruz. Kızımı göremiyor ki, yüzünü, gözünü. Elinde bir mendil vardı, onu verdi ona. Ağlamayın dedi, ne ağlıyorsunuz öyle. Ben gidiyorum ama sizi arkamdaki (Türkiye’yi kastederek) milyonlarca kız kardeş ve kardeşe emanet ediyorum. Yaşasın Atatürk Türkiyesi, yaşasın Türkiye, dedi. Derken hemen kolundan tutup götürdüler. Bir daha da göremedim. Mezarını da görmedim. Nereye gömüldüğünü bilmiyorum.”[17] Hacer Yücel, Türkiye’de verdiği bir röportajda, Türkiye destek verseydi, idamların olmayacağını ifade eder. Dolayısıyla Yücel yakınları olduğu gibi o dönem Türkiye’ye göçenlerin birçoğu o dönemin Türkiye idaresine bu yüzden içten içe kırgındır. Peki o dönem iktidarı bunu yapabilir miydi, husus siyasi bilimcilerin araştırmalarına açık.
Yücelcilerin idam edildikten sonra nereye gömüldükleri hala meçhul bir husustur.
Merhum Fahri Kaya’ya göre Yücelciler, “Amaçlarında ve davalarında haklı olduklarını göstermek için terörü hiçbir zaman bir araç olarak kullanmadılar. Tam tersine, Balkanların bu bölümünde eşkıya, çeteci ve terörist olanlardan çok zeval gördük. İki üç kişinin yabancı bir devletin temsilcisiyle görüşmesi, ya da buradaki Türk halkının durumu ve geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunması yüzünden, 63 kişinin casus olarak yargılanmaları da, akla sığar gibi değil. Yargılananların büyük bir kısmını çok iyi tanıdığım için, bunların terörist veya casus olduğuna hiçbir zaman inanmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Tanıdığım Yücelciler mert yürekli insanlar, ahlaklı, merhametli ve saf kişilerdi. Hakimler, öğretmenler, işçiler, aydınlardı. Milliyetçiydiler ama şoven değillerdi. Onlar kaygın bir zemin ve hatalı zamanın, kısıtlı ve adaletsiz bir dönemin kurbanı oldular. Yeni devlette yaratılan yeni imkânlardan tamamen yararlanarak Yugoslavya Türklerinin eğitim, kültür, sosyal ve ekonomi bakımdan gelişmelerine yol açmak, bunları toplumdaki öteki milletlerle birlikte eşit bir duruma getirmektir.” Yücelciler’in tutuklanıp yargılanmalarından sonra eğitim alanında büyük bir boşluk oluşur. Kaya, “Şafak Sökerken” kitabında, Yücelciler gibi nitelikli bir kadronun idam edilmesiyle, “Tutuklananların yerleri, yeterince eğitimi olmayan kişilerle dolduruldu” diye eklerken, aslında Yugoslavya Türklüğüne yapılmak istenenlerin resmini çizer.
Leyla Şerif Emin’e göre, “Yücelciler Türkçe çıkan kitapları Türkiye’den getirerek bu arada yaşanan boşluğu kapatmak istiyorlardı. Üsküp’te soylu ailelerin çocuklarıydı çoğu. Evlerinde Kuran – ı Kerim’den başka, hem Atatürk’ün “Nutuk”u, hem de Mehmet Akif’in “Safahat”ı vardı. Altmış üç gencin tutuklanıp yargılanması Makedonya’da filizlenmeye başlayan eğitim ve kültürümüze indirilmiş büyük ve ağır bir darbe olarak geçer tarihin sayfalarına. Yücelcilerin uğraşısını verdiği davaları aslında tamamen dillerini, Türkçeyi, milli ve manevi değerleri savunmaktı. Yücel kurulmadan önce burada yaşananlar aslında iç açıcı değildi. Bir bıçak gibi kesilmişti birçok şey. Göstermelik mahkemede, idam kararları esnasında videoda görülen silahlar 2. Dünya Savaşı sırasında toplatılan silahlardan ibaretti. Bulgarlar tarafından kuşatılan Üsküp’te ve savaş esnasında herkeste savunma amaçlı silah vardı. Türkleri savaş zengini olarak gösterip ellerinden malları ve topraklarını almak için de bir fırsat doğmuştu. Öyle ki Yücel olayı ile hem kültürel anlamda gelişmemiz kurşuna dizilmiş, hem sesimiz kısılmış, hem de bilet parasına satılan topraklarımızı geride bırakarak göçe zorlanarak sayımız azalmıştır.”
Yugoslavya’nın Kominform’dan (Milletlerarası Komünistler Birliği’nden) ayılmasından sonra 29.11.1950 tarihinde çıkan bir afla bütün siyasi mahkumların cezalarında 7 yıl indirim yapılır. Bu tarihten sonra Yugoslavya, Batı dünyası ve Türkiye ile ilişkilerini geliştirir. 1953 yılından sonra Türkiye’ye yönelik büyük bir göç süreci başlar. Toplumda Yücelciler olayı neticesinde yaratılan korku neticesinde göçe sebebiyet verir. Yugoslavya’da bir ayda Türk toplumunun aydın, öğretmen, öğrenci sayısı azalır, göç yoluna düşen birçok aristokrat soylu ailenin dükkânları, işletmeleri, malları ve toprakları satılarak, çok ucuz fiyata ellerinden alınır.
Yücel Teşkilatı’ndan Profesör Muzaffer Hocaoğlu yıllar sonra vereceği bir mülakatta şunları diyecektir: “Biz herhangi bir istihbarat servisine hizmet edecek, arada Yunanistan ve Bulgaristan var iken Türkiye ile birleşmenin imkansızlığını göremeyecek kadar ahmak değildik. Amacımız özellikle ahalinin, yüzde yetmişini bile Türklerin oluşturduğu, Makedonya’nın bazı bölgelerinde Türklere tam eşitliğin verilmesini, toplumun her hücresine katılımın, ahali sayısına orantılı olmasını sağlamaktı. Ancak aleyhte kimsenin ses çıkarmadığı monte edilmiş duruşmada, bize aklımızın bir köşesini bile işgal etmeyen büyük suçlamalar yüklendi”, der.
Yine yıllar sonra konuşan Yücel Teşkilatı mensuplarından Ahmet Yücel’e göre, “Davamızda haklı olduğumuzun bilinmesine rağmen, Yugoslavya’da yaşayan Türkler bizim ardımızda duramadılar. Bu da Balkan savaşlarından bu yana Türk ahalinin sürekli haksızlığa uğramış olmasının sonucu halkın içine güçlü bir endişenin, hatta korkunun da diyebilirim, işlemiş olmasından kaynaklanmıştır. Geniş halk kitleleri dışında, rahatına düşkün, yönetimin elinde kuklalık yapmaktan başka bir işe yaramayan üç-beş aydınımızdansa, bize karşı tavır takınmalarından başka bir şey beklenemezdi”.[18]
Yazımızı, yine merhum Fahri Kaya’nın konuyla alakalı düşünce ve izlenimleriyle noktalayalım: “Rumeli ve özel olarak Makedonya Türkleri, tarihte hiçbir zaman yıldırmacı, tehditçi ve terörist olarak görülmedi. Amaçlarında ve davalarında haklı olduklarını göstermek için terörü hiçbir zaman bir araç olarak kullanmadı. Tam tersine, Balkanların bu bölümünde eşkıya, çeteci ve terörist olanlardan çok zeval gördük. İki üç kişinin yabancı bir devletin temsilcisiyle görüşmesi, ya da buradaki Türk halkının durumu ve geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunması yüzünden, 63 kişinin casus olarak yargılanmaları da, akla sığar gibi değil. Yargılananların büyük bir kısmını çok iyi tanıdığım için, bunların terörist veya casus olduğuna hiçbir zaman inanmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Tanıdığım Yücelciler mert yürekli insanlar, ahlaklı, merhametli ve saf kişilerdi. Hakimler, öğretmenler, işçiler, aydınlardı. Milliyetçiydiler ama şoven değillerdi. Onlar kaygın bir zemin ve hatalı zamanın, kısıtlı ve adaletsiz bir dönemin kurbanı oldular.”
Sonuç olarak, Tito Yugoslavyası’nın daha sonra ki yıllarda tek taraflı ve ahde vefa olarak Yugoslavya Türklerine sağladığı haklar, Yücelcilerin de talep ettiği, etkinlikleriyle uğrunda çalıştıkları temel insani, diğer uluslarla birlikte eşit hak ve özgürlüklerden ibaretti. Yücelcilerin bu talepleri daha sonra Yugoslavya Türklerine sağlandıysa, o zaman “Yücelciler nasıl bir terörist teşkilatı olabilir?” sorusunun aynı zamanda kendi yanıtını da vermektedir.
İkinci Dünya Savaş’ının sıkıntılı ve puslu günlerinde bölgedeki Müslüman – Türk ahaliyi Bulgarların mezaliminden korumak için Üsküp’te ki Alman komutanının teminatını sağlayan Yücelciler, Partizanların mücadelesiyle iktidara yeni gelen idare tarafından Almanlarla irtibatta olunup mimlendikleri için mi öcleri alınmaya çalışıldı? Benzeri intikamlar bölgedeki Arnavut toplumunun Balist mensuplarına da uygulanmıştı.
Yoksa “Yücelciler olayı, idamlarından sonra Yugoslavya’yı Müslüman – Türk nüfustan boşaltmak ve kitlevi göçe sürmek için bilerek kurgulanmış daha büyük bir projeye zemin yaratmak için yeni gelen idarenin kullandığı işine gelen biçilmiş hazır bir kaftan mıydı?” sorularını da kafalarda ister istemez uyandırmaktadır.
KAYNAKÇA
AGANOĞLU, Yıldırım, Yücelciler, Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanısma Dernegi Yayınları, İstanbul, 2012.
ARDICI, Mehmet, Yücelciler 1947 / Makedonya’da Müslüman Direnişi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.
ÇAVUŞOĞLU, Halim, “Yugoslavya-Makedonya Toplarından Türkiyeye Göçler ve Nedenleri”, Bilig Dergisi, Sayı: 41, Bahar 07, Ahmet Yesevi Ün. Yay., s. 136-137.
EMİN, Seyyid, “Yücelcileri Anarken”, erişim tarihi: 19.03.2021 (https://timebalkan.com/yucelcileri-anarken/)
KAYA, Fahri, “Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yücelciler”, erişim tarihi: 22.03.2021, (http://www.yenibalkan.com/tr/makedonya/kultur-ve-egitim-tarihimizde-yucelciler)
ŞERİF, E. Leyla, “Varlığımız Türk Varlığına Armağan Olsun, Yücelciler...”, Timebalkan https://timebalkan.com/varligimiz-turk-varligina-armagan-olsun-yucelciler/, erişim tarihi: 19.03.2021
Yeni BALKAN Gazetesi (http://www.yenibalkan.com/tr/gundem/yucel-sehitleri-aniti-tefeyyuz-ilkokulunda-dikildi), erişim tarihi: 19.03.2021
[1] Yeni Balkan Gazetesi, “Yücel Şehitleri Anıtı Tefeyyüz ilkokulunda dikildi”, erişim tarihi: 19.03.2021
[2] Mehmet Ardıcı, Yücelciler 1947 / Makedonya’da Müslüman Direnişi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1991, s.16
[3] Fahri Kaya, “Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yücelciler”, (yenibalkan.com/tr/makedonya/kultur-ve-egitim-tarihimizde-yucelciler), erişim tarihi: 23.03.2021
[4] Halim ÇAVUŞOĞLU, “Yugoslavya-Makedonya Toplarından Türkiyeye Göçler ve Nedenleri”, Bilig Dergisi, sayı: 41, Bahar 07, Ahmet Yesevi Ün. Yay., s. 136-137
[5] Seyyid Emin, “Yücelcileri Anarken”, erişim tarihi: 19.03.2021 (https://timebalkan.com/yucelcileri-anarken/)
[6] ŞERİF, E. Leyla, “Varlığımız Türk Varlığına Armağan Olsun, Yücelciler...”, Timebalkan https://timebalkan.com/varligimiz-turk-varligina-armagan-olsun-yucelciler/, erişim tarihi: 19.03.2021
[7] Salih Murat, “Yücelcilere Nasıl Kıydılar”, Köprü Kültür, Sanat ve Eğitim Derneği “Yücelciler” Paneli, Üsküp, 03 Mart 2006 tarihli konuşmasından.
[8] İşin ilginç tarafı Popovski, daha sonraki yıllarda İstanbul Başkonsolosluğuna tayin edilir. Türkiye’ye ve Türklere büyük bir düşmanlık besleyen Popovski, uzun yıllar İstanbul’da çalışır.
[9] Özellikle sabah saatlerinde, dükkânlarını açarken gerçekleştirilen bu tutuklular, yaya olarak, etrafa ibret olsun diye dükkânların önünden geçirilirler. Polisler, Yücelcilerin kapısını çaldıklarında, aradıkları kişinin giyimi ne halde ise o şekilde gözaltına aldılar. Örneğin, kapıya çıkan Ekrem Ali Sakip (Saraçoğlu) ayakkabılarını giymesine dahi müsaade etmeksizin götürülür.
[10] Mehmet Ardıcı, Yücelciler 1947 / Makedonya’da Müslüman Direnişi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1991, sf. 74-85
[11] Aganoğlu’na göre, o dönem Türkiye Cumhuriyet hükümetlerinin Balkanlardan göçü durdurma yerine teşvik eden bir tavrı var. Çünkü ülkenin özellikle Demokrat Parti iktidarından sonra yetişkin vasıflı nüfusa ihtiyacı vardır.
[12] Yıldırım Aganoğlu, Yücelciler, Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanısma Dernegi Yayınları, İstanbul, 2012, sf.49
[13] Yıldırım Aganoğlu, a.g.e, sf.35
[14] Mehmet Ardınç'ın "Yücelciler" yada "Makedonya'da Müslüman Direnişi /1991/" ve "Yugoslavya'da Müslüman Türk'e Büyük Darbe /Boğaziçi yayınları 1973/" kitaplarında Yücel ile kimi bilgiler bulunmaktadır.
[15] Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonunun yayını olan Türk Dünyası dergisi.
[16] Mektubun orijinali konuyla ilgili tez hazırlayan, aile büyükleri Yücelci olan Eren Eriş'in elindedir.
[17] Yıldırım Aganoğlu, a.g.e., sf. 44
[18] Yıldırım Aganoğlu, a.g.e., s. 44