Nadir İbatlı ve Son Hastası Safçay’ın Beslediği Kızıl Elma Ağacı


 01 Nisan 2023


NADİR İBATLI VE SON HASTASI

SAFÇAY’IN BESLEDİĞİ KIZIL ELMA AĞACI

 

Metin Savaş

 

Elçin’in 13 Mayıs 2018’de kaleme aldığı “Nadir İbatlı ve Son Hastası[1] adlı hikâyesinin alt başlığı “Beyin cerrahı Nadir İbatlı’nın kendi mutluluğuna engel oluşunun hikâyesi” şeklindedir. Bu hikâyeyi okurken sembollerin peşini kolluyorsunuz. Hikâyenin kahramanı Nadir İbatlı’nın ilk hastası esas itibarıyla çocukluk sevgilisidir. Nadir İbatlı dünyaca meşhur bir beyin cerrahıdır. Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ne yakın bir kasabasında doğmuştur. Kasabanın içinden Safçay adındaki akarsu geçmektedir. Çocukluk aşkı Emine’nin doğduğu ev ise Safçay’ın kenarındadır. Safçay hayat pınarıdır. Emine’nin akarsu kıyısındaki evlerinin bahçesinde gülbahar cinsi bir elma ağacı vardır. Nadir ile Emine kasaba okulunda sınıf arkadaşıdırlar. Emine günlerden bir gün bahçelerindeki ağaçtan kopardığı kıpkırmızı bir elmayı Nadir’e uzatır ve şöyle der: “Elmayı yemezden önce dilek tutmayı unutma!”[2]

Ne var ki Nadir nasıl bir dilek tutacağını kestiremeden elmayı yemiştir. Mutluluğu, doğurganlığı, tâlihi ve kutluluğu temsil ettiğini hepimizin bildiği elmayı dilek tutmaksızın yemesiyle birlikte Nadir’in ömür boyu sürecek olan dramı başlamış olur. Yine günlerden bir günde Emine bahçelerindeki elma ağacına tırmandığında kafa üstü yere çakılır. Ne ölmüştür ne de felç olmuştur. Emine akli dengesini yitirmiştir. Artık yatağa bağımlıdır. Yattığı yerden sürekli olarak şuursuzca tavana bakmakta, tavanda belirlediği muayyen noktayı tebessümle seyretmektedir. Orada ne gördüğünü kimse bilemez. Belki kendisi de bilmiyordur. Ama belki de onun orada kendi dünyası vardır. Tavan herhalde sonsuzluğu sembolize eden kutsal gökyüzüdür. Emine’nin ölümünden çok sonraları kasabanın muallimi Şükür öğretmen şöyle demektedir: “Zavallı kızcağız! Allah’tan, kendi halinden kendisi habersizdi. İnsan aklını oynatınca, aklını oynattığının farkında olmaz ya. Biz kendisine acıyorduk, ama zavallı belki öyle mutluydu, belki kendi dünyasında güzel bir hayatı vardı…[3] 

Emine’nin ölümünü takip eden günlerde onun babası kendi bahçelerindeki gülbahar cinsi elma ağacını kesecektir lâkin ağacın kütüğü toprakta kalacaktır. Ağaçtan düşmesinin bir müddet sonrasında akli dengesini yitirmiş olarak vefat eden Emine her zaman Nadir’in hayatına karışacaktır. Nadir İbatlı yıllar geçse bile çok zaman nereye baksa Emine’nin kendisine kıpkırmızı bir elma uzatmakta olduğunu görecektir. Binaların çatılarındaki kiremitler, elektrik direklerinin ışıkları, batmakta yahut doğmakta olan güneşin kızıllığı ve daha başka ne varsa hepsi birden kırmızı elmayı hatırlatacaktır. Nadir İbatlı’nın katında Emine’nin masmavi gözleri dahi birer kızıl elmadır. Emine güya ölmüş olsa bile umutların ve beklentilerin, ıstırapların ve tutkuların kızıl elması hiç ölmemektedir. Peki ya Emine’yi öldüren neydi? Nadir İbatlı bunun katmerli hisleriyle bilincindedir. Suçlu kendisidir. Emine’nin uzattığı kırmızı elmayı dilek tutmadan yemiştir. Daha da vahimi, nasıl bir dilek tutacağını kestirememiş olmasıdır onun gerçek suçu! Tutması gereken dileğin ne olduğu en başından bellidir. Emine o elmayı Nadir’e ikisinin mutluluğu için uzatmıştır. Kızlarda cinsi hislerin daha erken uyandığını düşünürsek Nadir’in çocuk saflığı lâzım olan dileği tutmasını engellemiştir. Kasabanın içinden geçen Safçay’ın saflığı Nadir’de tecessüm etmiştir. Emine’yi ölüme sürükleyen Nadir İbatlı kendi mutluluğuna engel olmuştur. Nadir İbatlı bu büyük suçunun cezasına hayatı boyunca katlanacaktır. Ödenmesi gereken bedeller vardır. Emine’nin ağaçtan düşmesinin sonrasında Şükür öğretmen şöyle demiştir: “Yazık oldu kıza. İyi bir beyin cerrahı olsa, kızın kaderinin böylesine kırılmasına izin vermezdi…[4] 

Şükür öğretmenin bu sözü Nadir İbatlı’ya dokunmuştur ve Tıp Üniversitesi’ne yazılarak beyin cerrahı olacaktır. Hem de dünyaca meşhur bir beyin cerrahı olacaktır. Natalya adında bir çocuk doktoruyla evlenmiştir. Çoluk çocuğa karışmışlarsa da Natalya’nın hiç büyümeyen çocuğu Nadir İbatlı’dır. Dünyaca meşhur beyin cerrahı Nadir İbatlı hep Emine’nin öldüğü yaştadır. Safçay durup dinlenmeksizin akarak Hazar Denizi’ne dökülüyor görünse de Emine’nin öldüğü günde hayat donup kalmış gibidir. Emine her yerdedir. Bahçelerde, çatılarda, şehirlerdedir. Nadir İbatlı biteviye alıp durduğu tıp davetleriyle dünyanın neresine giderse gitsin Emine peşindedir. Emine’nin kâh uzanan elleri kâh masmavi gözleri Nadir’e kırmızı elma uzatmaktadır. Elmadan kaçış yoktur. Bir anlamda Emine yaşamaya devam etmektedir. Çünkü aşkları yarım kalmıştır ve çünkü bir elmanın iki yarısı dünyevi hayatta bütünleşmemiştir. Nadir İbatlı yarım adamdır. Sözüm ona vefat etmiş olan Emine’yse yarım ruhtur. Onları kavuşturacak olansa Safçay’ın sonsuzluğa akış çığırıdır.

Kasabadaki muallim Şükür öğretmenin kılık kıyafeti de semboliktir. Dört mevsim sırtından düşürmediği eskimiş ceketi, fazla ütülenmekten ötürü parlayan siyah pantolonu ve yıllar yılı boynuna düğümleyip durduğu kravatı çok şeyler söylemektedir ama Nadir İbatlı bunu anlamaktan acizdir. Beyin cerrahımız son ameliyatına girdiğinde Şükür öğretmenin kılık kıyafetini gözlerinin önüne getirince o kravatın bağlanış şekline büsbütün takılıp kalacaktır. Şükür öğretmenin bizatihi kendisi düğümdür. Emine ile Nadir’i bu öğretmen düğümlemiştir. Nadir İbatlı’nın aklına da keza beyin cerrahlığı düşüncesini sokan bu öğretmendir. Nadir İbatlı kendi başına kalsaydı beyin cerrahı olmayı akıl edemeyecekti. Beyin cerrahımız meslek hayatında çok kimselerin aklını ve hayatını kurtarmıştır. Dilek tutmayı ihmal etmek yoluyla Emine’nin aklını ve hayatını çalan Nadir İbatlı beyin cerrahı olmaya yazgılıydı. Şükür öğretmenin kravatındaki düğüm Nadir’e atılmış düğümdür. Şükür öğretmen burada şeksiz şüphesiz arketiptir. Öğretmen yol çizendir. Nadir İbatlı müstakil bir kişi olmaktan uzaktır. Safçay’ın iki ucunu birbirine bağlayansa o kravattır. Emine ağaçtan düşerek ölmüştür fakat Nadir İbatlı da hiç büyümemiştir. Nadir İbatlı o kırmızı elmanın kendisine uzatıldığı dakikaya saplanıp kalmıştır. Safçay biteviye akıp dururken Nadir’in hayatı durgunlaşmıştır.

Nadir İbatlı neden dilek tutmayı becerememiştir? Çünkü kızıl elmayla birlikte Emine’nin varlığı Nadir İbatlı’yı büyülemiştir: “Emine’nin avucundaki kırmızı elmanın parlaklığı aynı gün, gece uyuyacağı vakte kadar Nadir’in içini şişirilmiş bir balon misali doldurdu ve Nadir’in içinde o güne kadar hiç tanımadığı bir yerçekimsizlik duygusu yarattı.[5]

Uzun yıllar sonrasında Nadir İbatlı ile zevcesi Natalya kasabayı ziyarete giderler. Emine’nin doğduğu eve uğrayacaklardır. Emine’nin acılı babasının kestiği elma ağacının topraktaki kütüğünden bir filiz patlak vermiştir. Elma ağacı Emine’nin bahçesinde yeniden bitmiştir. Kızıl elmadan kaçış yoktur demiştik. Nadir İbatlı o fevkalade başarılı ameliyatlarında pek çok hastasını kurtarmaktadır. Gelgelelim onları gerçekten kurtarmakta mıdır? Ağaçtan düşmesinin ardı sıra akli dengesini yitirmiş olarak yatağa bağımlı kalan Emine boş gözlerle tavanı seyrederken mutludur. Hep tebessüm etmektedir. Nadir İbatlı’nın içine her ameliyatında kurtlar düşmektedir. Nadir İbatlı, iyileştirdiği insanları yine dünyanın bitimsiz dertleriyle, tasalarıyla, duygu ve düşünceleriyle, heyecanlarıyla dolu bir dünyaya geri döndürmektedir: “Ve bu insanların hiçbiri Emine gibi tavanda aradığını bulunca mutlu bir tebessümle gülümsemeyecektir.[6] Nadir İbatlı acaba iyilik mi etmektedir yoksa kötülük mü? Nadir İbatlı hünerli parmaklarıyla pek çok insanın hayatlarını kurtaran bir beyin cerrahı olmakla birlikte çocukluğunda kendi ipini çekmiş bir zavallıdır.

Natalya ile beraber kasabayı ziyarete gittiklerinde Safçay’ın üstündeki köprüden geçerler. Eskiden burada tahta köprü vardır. Şimdiyse taş köprü dikilmiştir. “(Nadir İbatlı) Safçay’ın akıp giden berrak sularını seyrediyordu. Şafak söktükçe tuğlaların kırmızısı suya yansıyor ve berrak su köprüyü geçince hafif bir kırmızılık kazanıyordu, yıllar da aynen bu su gibi akıp gitmişti.[7] Kırmızı elmayla su Nadir İbatlı’nın iç dünyasında birleşiktir. Gülbahar cinsi elma ağacı hem sembolik boyutuyla hem de fiilen hayat ağacıdır. Nadir İbatlı’nın bilip bilmeden işlediği bir günah daha vardır. Yıllar öncesinde Emine yatalak iken Nadir o kızın penceresinden içeriye bakmıştır. Akli dengesini yitirmiş durumdaki Emine’nin ağzından sular akmaktadır. Gündelik yaşantılarımızdan biliyoruz ki zekâ engelliler ağız sularını tutamazlar. Emine’nin sırtındaki gecelik kaymıştır ve memeleri görünmektedir. Zavallı kızın ağzından akıp duran su memelerine sızmaktadır. Emine sağlıklı kalabilseydi Nadir’den doğuracağı çocuklarını o memelerle emzirecekti. Memenin içindeki süt de zaten hayat sıvısıdır. Gördüğü manzaradan irkilen Nadir rüzgâr gibi koşturarak Safçay’a gider. Ne yaptığının farkında olmaksızın simsiyah bir hırsla Safçay’a tükürür. Böyle yaptığında azıcık sükûnet bulmuştur. Öfkeli ve üzgündür. Dilek tutmayı boşlamakla Emine’nin katili olduğunun ayırdındadır. Emine’nin ağız suyuyla Nadir’in tükürüğü Safçay’da buluşmuştur. Hiçbir zaman birbirlerinden kopmayacaklardır çünkü Şükür öğretmenin kravatı onları düğümlemiştir.

Beyin cerrahı Nadir İbatlı’nın bir huyu vardır ki ameliyathaneye girdiğinde hiçbir hastasının çehresine bakmaz. Ne var ki işte o son ameliyatında Şükür öğretmenin kravatını gözlerinin önüne getirdiğinde hemşireleri şaşırtan bir tepkiyle ameliyat masasındaki hastanın örtüsünü çekerek yüzüne dikkatle bakar. Nadir İbatlı’nın ameliyat ettiği kişi bizatihi kendisidir. Emine ise masmavi gözleriyle muhtemelen ameliyathanenin tavanına bakarak tebessüm etmektedir. İşte yine bir kırmızı elma uzatıyor. Peki ama kime uzatıyor? Cerrah Nadir İbatlı’ya mı yoksa ameliyat sonrasında yoğun bakımda yatmakta olan Nadir İbatlı’ya mı uzatıyor?

Yazımızın başlangıcında hikâye kahramanı Nadir İbatlı’nın ilk hastası esas itibarıyla çocukluk sevgilisidir demiştik. Görüldüğü üzere beyin cerrahının son hastası ise kendisidir. “Nadir İbatlı ve Son Hastası” adlı hikâyenin üç temel kahramanı vardır. Şükür öğretmen, Emine ve Nadir İbatlı yarı gerçek yarı büyülü bir dünyanın üç parçaya ayrılmış tek kişisine benziyorlar. Şükür öğretmen biyolojik baba değildir ama sınıf arkadaşı iki öğrencisinin mistik babasıdır. Safçay’ın suladığı kasabadaki aşkların bekçisidir. Umduğu dileğin tutulmaması yüzünden Emine’nin intihar ettiğini düşünebilir miyiz? İki sevgiliyi içlerinde bulundukları büyülü ortam savurmuştur. Emine dolaylı bir intiharın kurbanı olmuşken Nadir de dolaylı bir cinayetin işleyicisi olmuştur. Buradaki arabulucu bir arketip olarak kasabanın mistik öğretmenidir. Savruk kıyafetiyle dervişleri andırır. Kaldı ki zaten masallarda kırmızı elmayı uzatanlar hep dervişlerdir. Emine’nin o kırmızı elmayı Nadir’e uzatan avuçları kendi avuçları mıydı? Şükür öğretmen uzattırmıştır Emine’ye kırmızı elmayı. Emine’nin ağaçtan düşmesinin sonrasında Şükür öğretmenin “İyi bir beyin cerrahı olsa, kızın kaderinin böylesine kırılmasına izin vermezdi[8] demesi anlamlıdır. Onun burada söylemeye çalıştığı şey bambaşkadır. Nadir’in sağlam bir aklı, çocuk saflığına rağmen feraseti olsaydı Emine’nin kaderi böylesine kırılmayacaktı. Nadir İbatlı’ya beyin cerrahlığı değil aşkları tutuşturan akıl lâzımdı. Çocuk yaşta olmuş olsa bile Emine’nin sevgilisiydi.

Büyülü gerçekçilik metinlerinde olağanüstü dünya ile sıradan dünya karmakarışıktır. Gerçeklik ile rüyalar harmanlanmıştır. Bu tarz metinlerde neyin gerçek neyin düş olduğunu kavramak zordur. Sınırlar geçişkendir. Olaylar ve karakterler büyülü gerçekçilik metinlerinde kaplarına sığamazlar. Düşler gerçeğe dönüştürülürken gerçekler de düşlere dönüştürülür. Elçin’in hikâyesinde gerçeklik ile rüyalar arasında bağlantı kuran bir köprü arayacaksak o köprü Safçay’dır. Köprünün başında dikilmiş olansa Şükür öğretmendir. “Nadir İbatlı ve Son Hastası” adlı hikâyenin en fazla acı çeken kişisi acaba Şükür öğretmendir diyebilir miyiz? Bunu kısmen söyleyebiliriz çünkü Emine ile Nadir o talihsizliklerin başlangıcında sadece birer çocuktular. Gerçi hiç büyüyemediler. Emine çocukken öldü ve Nadir hep çocuksu kaldı. Fakat kasabada hayat tecrübesine sahip birisi vardı. Şükür öğretmen vardı. Olup bitenin farkındaydı. Elçin’in hikâyesini büyülü gerçekçilik kapsamına soksak da sokmasak da metnimiz bir kurmacadır. Umberto Eco’ya soracak olursak kurmacalar gerçeklikten daha rahat görünürler. Hayat gerçeklikleri biz insanlar katında çok ağırdır. Kurmaca metinler bu ağırlığı hafifletiyorlar. Kurmaca metinler gerçeklikten daha rahat göründükleri içindir ki gerçekliğe kurmaca anlatıymış süsü vererek yorumluyoruz. Umberto Eco kurmaca ile gerçekliği birbirine karıştırma eğilimi gösterdiğimizden söz eder.

 


 

[1] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, Akt. Azad Ağaoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2022.

[2] Sayfa sayısı belirtilmemiş.

[3] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 6.

[4] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 3. 

[5] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 3. 

[6] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 12.

[7] Elçin, Cengiz Han’ın Taşları, s. 9.

[8] Sayfa sayısı belirtilmemiş.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 196. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 196. Sayı