Nasıl Bir “Türk Birliği”


 01 Nisan 2022


1. Giriş 

SSCB’nin dağılma sürecinde, günümüzde “Türk Devletleri” olarak anılan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan bağımsızlığını kazandı. Onları resmen ilk tanıyan ülke Türkiye Cumhuriyeti oldu. Yıllarca önce, 15 Kasım 1983’te bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanıyan ilk ülke de Türkiye Cumhuriyeti olmuştu. KKTC, Türkiye Cumhuriyeti’nden sonra bağımsızlığını kazanan ikinci Türk devleti idi ama Türkiye Cumhuriyeti dışında onu tanıyan olmadı. Buna karşı SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan beş cumhuriyet sorun yaşamadı ve BM üyesi oldu.

SSCB’nin dağılma sürecinde bağımsızlığını ilan eden ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bile tanımadığı üç ülke (Türk ya da Türk dilli) daha var: Tataristan Cumhuriyeti, Çuvaşistan Cumhuriyeti ve Gökoğuz (Gagauz) Cumhuriyeti. Günümüzde Tataristan ile Çuvaşistan Rusya Federasyonu’na bağlıdır. Gagauzya ya da Gagauzyeri ise, Moldova Cumhuriyeti içinde özerk bölge/devlet olarak varlığını sürdürüyor. 

SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan beş cumhuriyet ile Türkiye Cumhuriyeti arasında ilk ortak oluşumlar, resmî adı “Türk Dili Konuşan Ülkeler” Zirveleri olan “Türk” zirveleriyle 1992’de başladı. 3 Ekim 2009’da imzalanan Nahcıvan Anlaşmasıyla dört devlet (Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan) tarafından “Türk Keneşi” kuruldu. Özbekistan Keneş’e on yıl sonra, 14 Eylül 2019’da katıldı. Türkmenistan, tarafsızlığını neden göstererek oluşumun dışında kaldı.

12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen 8. Zirvede, Türk Keneşi adı Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirildi ve Türkmenistan da oluşumda gözlemci üye olarak yer aldı. Macaristan daha 2019’da Keneş’e gözlemci olmuştu, yeni oluşumda da bu statüsü devam etti. 

KKTC hiçbir zirveye çağrılmadığı gibi, Türk Keneşi ile Türk Devletleri Teşkilatı dışında tutuldu. 

Bu çalışma bakımından, 1992’den başlayarak günümüzde Türk Devletleri Teşkilâtı aşamasına gelen ve gelmesi olası yapılanmalardan/oluşumlardan, bir bütün olarak “Türk Birliği” diye söz edilecektir.   

2.  Kuramsal Temel    

Türk Birliği’nin başlama sürecini kuramsal bir temele dayandırmaktan çok “su, yolunu bulur” atasözündeki anlama oturtmak daha doğru bir yaklaşım olur. Atasözü, kaçınılmaz bir sonucu işaret ederken bunun için yaşanacak bir süreç olduğunu da belirtir. Kişi olarak, Türk Birliği’nin de sona gelmemiş bir süreç olduğunu, daha açık bir anlatımla Türk Devletleri Teşkilatı’nı doğuran sürecin orada durmayacağını değerlendirmekteyiz. 

Türk Birliği sürecinin doğrudan kuramsal bir temele dayandığını söylemek pek olanaklı değil, ancak on dokuzuncu yüzyıl sonunda Azerbaycan’da ortaya çıkan Türkçülük akımının süreçte etkili olmadığını varsaymak da pek gerçekçi olmaz.   

Türkçülük akımının en önemli işlevi, Osmanlılar’a “Türk” geçmişlerini anımsatmaları ve Avrasya coğrafyasında kendileri gibi başka Türkler’in varlıklarını sürdürdüklerinin ayırımına varmaları yönünde olmuştu. “Türkçülük” diye dile getirdiğimiz akımın/hareketin, süreç içinde Turancılık, Pantürkizm gibi değişik yansımaları oldu ama bu çalışmada amaç bu akımı/hareketi anlatmak ve yorumlamak olmadığından, genel anlamda, ideolojik anlam yüklemeden olayı anlatacak bir kavram olarak kullanılacaktır.  

Türkçülüğün Osmanlı’daki yansıması, Batıcılık, Osmanlıcılık ve İslamcılığa seçenek olarak ortaya çıkmıştı. Ziya Gökalp bu akımı kendisine göre yorumlayıp somutlaştırdı. (Gökalp 2018) Enver Paşa bunu hayata geçirme denemesi yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir akım ve siyasal hareket olarak inişler çıkışlar yaşadı ama her zaman var oldu. 

Atatürk’ün, “SSCB’nin bir gün yıkılacağı ve o gün geldiğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kardeşlerine elini uzatmaya hazır olması gerektiği yönündeki” sözleri Türkçülüğün bir yansımasıydı. Bu sözü gerçekten Atatürk söylememiş olsa bile ve bu sözler ona yakıştırılmış da olsa bir gerçeği anlatır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin, SSCB’nin dağılmasını çok iyi ve çok hızlı biçimde  değerlendirerek bağımsızlığını kazanan Türk devletlerini derhal ve ilk tanıyan ülke olması, basiretli bir “devlet aklı”nı işaret eder. Bu devlet aklını Türkçülük kavramından tamamıyla ayrı ve ilişkisiz görmek pek mantıklı olmaz.  Beş Türk Cumhuriyeti’nden biner öğrencinin Türkiye’de burslu okutulması kararı da aynı devlet aklının sonucu olsa gerektir.[1]

 

3.  Neden/Güdü    

Türk Birliği oluşturma nedenini/güdüsünü belirtmeden önce değişik uluslararası kuruluşların kurulma nedenlerine bakmakta yarar vardır. 

BM (Birleşmiş Milletler), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, görünüşte dünya barışını sağlamak, aslında savaşı kazananların oluşturduğu yeni statükoyu (beş daimî Güvenlik Konseyi üyesinin veto hakkı) korumak için kuruldu. 

AB, ekonomik nedenlerle, önce Kömür Birliği olarak ortaya çıktı. Süreç içinde bu oluşum, Kömür Ve Çelik Birliği, Avrupa Topluluğu (AT) ve Avrupa Birliği’ne dönüştü. Afrika Birliği’nin kuruluş nedeni özünde AB’ninkine benzer yani ekonomik neden söz konusudur ama uygulamada AB benzeri bir varlık gösteremedi.     

NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasının iki kutuplu dünya düzeninden birini korumak için hayata geçirildi. Varşova Paktı bunun tam tersi amaçla kuruldu. “Mini NATO” olarak da söz edilen Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, bir anlamda dağılan Varşova Paktı’nın yerini aldı.

İslam İşbirliği Örgütü ile Arap Birliği daha çok dayanışmaya dayalı yapılanmalardır. Şanghay İşbirliği Örgütü, adı üstünde üyeleri arasında işbirliğini esas alır. 

Daha başka uluslararası kuruluşlar da var ama kurulma nedenleri, genellikle verdiğim örneklerden birine benzer.  

Türk Birliği sürecinin başlangıç nedeni/güdüsü, verdiğimiz örneklerin hiç birine benzemez. Örneklerin tümünde, dayanışma ya da bir biçimde “güç ve çıkar” söz konusu iken, Türk Birliği sürecinin nedeni/güdüsü “ortak geçmiş” ve bu ortak geçmişin ortak kazanımları,  dil, tarih, kültürdür. 

 

4.  İşlevi / “Dilde, Fikirde, Amelde Birlik”

“Türk Dünyası” gerçeği kadar, Dünya’da ve Avrasya’da artık bir “Türk Birliği” gerçeği de vardır. İkisinin değişik kavramlar olduğunu belirtmek gerekir: Öyle görülüyor ki günümüz Dünya gerçeğinin bir yansıması olarak, Türk Birliği dışında kalacak Türk varlığı da söz konusudur. Bu varlık Türk Birliği dışında kalsa da Türk Dünyası’nın bir parçasıdır. Konumuz Türk Birliği olduğundan tartışılması gereken Türk Birliği’nin işlevinin ne olacağı ve geleceği gibi konularıdır. 

Türk Birliği’nin işlevi konusunda, bir yüzyıldan da önce İsmail Gaspıralı’nın, artık simgeleşmiş önermeleri vardır: “Dilde, fikirde, amelde birlik!”    

1992’de başlayan Türk Birliği oluşturma sürecinin en somut ve işlevsel yapılanması, Türk Dünyası’nın UNESCO’su olarak da bilinen, Türk Birliği’nin yan kuruluşu TÜRKSOY’dur. 

TÜRKSOY, 1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kuruldu. Çalışma alanı, ortak geçmiş ve bu ortak geçmişten kaynaklanan ortak değerlerdir. Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’ın deyişiyle Türk Dünyası’nın dili, dini, tarihi, kültürel değerleri bir kaynaktandır.[2] Nitekim TÜRKSOY, “kurulduğu günden bu yana Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için yoğun çalışmalar yapmaktadır.”[3] Dahası, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu'na bağlı federe Tataristan, Başkurdistan, Altay, Saha, Tıva, Hakas Cumhuriyetleri ve Moldova'ya bağlı Gagauz Yeri TÜRKSOY'un gözlemci üyeleridir.

Uluslararası kuruluşların belirgin özelliklerinden biri, uluslararası topluluk içinde “dayanışma”yı öngörmesidir. Gaspıralı’nın önermelerinin özünde de, birlikte çalışma (yani işbirliği) ile eşgüdüm yanında -ve bunların doğal sonucu olarak- “dayanışma” da vardır. Buna karşı Türk Devletleri Teşkilatı’na kadarki Türk Birliği sürecinde bunun gerçekleştirildiğini söylemek pek de olanaklı değildir. KKTC, Karabağ gibi örnekler bunu kanıtıdır.

  Türk Birliği’nin, günümüze kadar olageldiği ve en somut biçimde TÜRKSOY örneğinde olduğu gibi, yalnız “ortak geçmiş” ve bu ortak geçmişten kaynaklanan ortak değerlerle sürdürülmesi en kolayıdır ama o durumda uluslararası topluluk içindeki etkisizliğinin süregideceği, hatta birlikteliğin simgesellikten öteye geçmeyeceği söylenebilir. 

İsmail Gaspıralı’nın, “dilde, fikirde, amelde birlik” önermeleri, doğrudan Türk Birliği’ne yönelik olup geçerliliğini günümüzde de korumaktadır. Türk Birliği, hiçbir çağdaş devlet işlevinin dışında tutulmamalı, süreç içinde her devlet işlevi için -en azından eşgüdüm bağlamında- devrede olmalıdır. Kuşkusuz bunun yaşam bulması, “Birlik” hukukunun oluşması, bu hukukun olanak vermesi ve üye devletlerin onayı, en önemlisi bunun kitleler tarafından içselleştirilmesi durumunda ve evrimsel bir süreçle olanaklı olacaktır ama önemli olan bu anlayışın ta baştan egemen olmasıdır. 

Tam da bu noktada AB’ye bakmak gerekir çünkü AB sözünü ettiğimiz anlayışın belirgin bir örneğidir. 

AB için, iki yönden (ekonomi ile insan hakları - hukuk) “dev,” iki yönden (uluslararası ilişkiler ve askerî güç) “cüce” nitelemesi yapmak gerçekçi bir yaklaşım olur.[4] Türk Birliği’nin kesinlikle öyle olmaması, bir yandan  “ortak geçmiş” ve bu ortak geçmişten kaynaklanan ortak değerlere dayanmasını sürdürürken, AB için belirtilen dört işlev bağlamında “dev” olması gerekmektedir. 

 

5. Nasıl Bir Gelecek?  

(Nasıl Bir Genişleme?)

12 Kasım 2021 tarihinde Türk Devletleri Teşkilatı olarak somutlaşan Türk Birliği’nin İstanbul’da gerçekleştirilen 8. Zirvesinde, Türk Keneşi adı Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirildi ve Türkmenistan da oluşumda gözlemci üye olarak yer aldı. KKTC hiçbir zirveye çağrılmadığı gibi, Türk Keneşi ile Türk Devletleri Teşkilatı dışında tutuldu. Macaristan daha 2019’da Keneş’e gözlemci olmuştu, yeni oluşumda da bu statüsü devam etti.  Türkmenistan 12 Kasım 2021’de gözlemci üye oldu. Ukrayna ile Afganistan’ın daha Türk Keneşi döneminde gözlemci üyelik istemleri olduğu biliniyor. 

Sürecin 12 Kasım 2021’de Türk Devletleri Teşkilatı aşamasına gelmesinden sonra Rusya, Çin ve İran’ın doğal üye olduğu yönünde beyanlar oldu ya da bu yönde algı yaratma çabası görüldü. Tartışılan bir konu da sürecin Avrasya Birliği’ne ya da Türk – İslam Birliği’ne dönüşmesi konusudur. Medya ile sosyal medyada da konu tartışılır durumdadır.

Bir bütün olarak Türk Birliği için nasıl bir gelecek söz konusudur ya da nasıl bir genişleme statejisi olmalıdır sorularının yanıtlarında işaret edilmesi gereken yaşamsallıklar vardır: 

*”Küresel güç” olarak nitelenen devletlerle ilişki “ayı ile yatağa girmeye” benzer.[5] Bunun sonucu olarak içinde herhangi bir küresel güç olan uluslararası örgüt, o gücün güdümünde olur. ABD, NATO’nun patronu gibidir. SSCB de Varşova Paktı için öyle idi, Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Rusya’nın güdümündedir. Almanya ile Fransa AB’nin belirleyici egemenleridir. Arap Birliği içinde Mısır - Suudi Arabistan üstünlüğü vardır. Rusya ile -daha ağırlıklı olarak- Çin, Şangay İşbirliği Örgütü’nün patronlarıdır. Örnekler öylece uzayıp gitmektedir. Rusya ile Çin’in, birlikte ya da ayrı ayrı Türk Birliği’ne asıl üye olması aynı sonucu doğuracak, işin özünü, yönünü, yöntemini allak bullak edecektir. Türkçe’deki “ev alma komşu al” atasözünü uluslararası ilişkilere uyarlamak pek olanaklı değildir ama Türk Birliği’nin iki küresel güç arasında olması, bir yandan ona önem ve değer katarken, diğer yandan -eğer bunu savacak durumda olmazsa-, onlardan gelebilecek olumsuzluklara karşı güçsüz kılabileceği gerçeğini de anımsatır.

* İran bir küresel güç değildir, yüksek oranda Türk nüfus da barındırır. Ülkede Türkçe yaygın biçimde konuşulur. Buna karşı İran Devleti, Türk dili ya da Türkçe’nin değişik lehçe ve şivelerini tanınmaz ve bunlarla eğitim yapılmaz. İran’ın bu durumuyla Türk Birliği’ne asıl üye olması, yaptığını onaylamak anlamına gelir. İran’ın Türk Birliği’ne üyeliği ancak Türkçeyi yasak olmaktan çıkarması durumunda ve daha çok gözlemci üye statüsü ile düşünülmelidir.   

* Sürecin Avrasya Birliği’ne dönüşmesi, kuruluş nedeni ile amacına kökten terstir. Türk Birliği bir gereksinimin sonucudur ve bunun Avrasya Birliği’ne dönüşmesi hem kuruluş nedeni ile amacına terstir, hem de yanıt verdiği gereksinimin yerini alamaz. Kuşkusuz ki Avrasya coğrafyasında işbirliği, barış ve istikrar önemli olup Türk Birliği bu yönde çalışmalıdır. Türk Birliği’nin bu konuda yetersiz kalacağı varsayılırsa bunu gidermenin yöntemi Türk Birliği’ni Avrasya Birliği’ne dönüştürme yerine ayrı bir Avrasya platformu oluşturmak olmalıdır.

* Türk Dünyası, salt bir “İslam Dünyası” değildir.  SSCB’nin dağılma sürecinde bağımsızlıklarını ilan eden ama tanınmadıkları için günümüzde şu ya da bu statüde varlıklarını Moldova ile Rusya Federasyonu içinde sürdüren Gagauzyeri ile Çuvaşistan halkları Gagauzlar’la Çuvaşlar Ortodoks Hristiyan, Rusya Federasyonu’na bağlı Saha (Yakutistan) Cumhuriyeti halkının çoğunluğu Ortodoks Hristiyan ve şamandır. Kırım’ın Kırımçak topluluğu Musevi, Karay toplumu İslamiyet-Hristiyanlık- Musevilik karışımı bir dine mensuptur.[6] Rusya Federasyonu’na bağlı Hakas ve Altay’daki Türkler’in çoğunluğu şamandır. Çin’in bazı bölgelerinde Budist Türkler olduğu da sır değildir. Bütün bu gerçekler varken Türk Birliği’nin, az nüfuslu da olsalar, (bazıları tanınmasa da bağımsızlık ilan edecek kadar kendine güvenen) bu Türk topluluklarını dışlayarak bir Türk - İslam örgütüne dönüşmesi çok büyük “stratejik hata” olur. Bu Türk topluluklarının yaşadığı coğrafyalara bakılırsa stratejik önemleri olduğu da açıkça görülebilir. Üstelik zaten bir İslam Örgütü vardır ve bir Türk vatandaşı da de uzun bir dönem örgütün Genel Sekreterliği’ni yürütmüştür.[7] İlle de bir Türk - İslam örgütü gereksinimi duyulursa bunun yolu Türk Birliği’ni buna dönüştürmek olmamalıdır. 

* Giriş’te de değindiğimiz gibi, Dünya’da varlığını sürdüren ikinci Türk devleti KKTC’dir ama Türkiye Cumhuriyeti dışında tanınmamakta, diğer Türk devletleri de bu yönde politikalar uygulamaktadır. Günümüze kadar da Türk Birliği sürecinin dışında tutulmuştur. Uluslararası örgütlerin en belirgin özelliklerinden biri “üyeler arasında dayanışma”dır. Türk Birliği de için iyi örnek olabilecek olan AB’de de “üye devletler arasında dayanışma” güçlüdür. İslam İşbirliği Örgütü’nde “gözlemci üye” olan KKTC’yi, Türk Birliği’nin  görmezlikten gelmeyi sürdürmesinin, Türk Birliği’nde dayanışma konusunda kuşku yaratacağı açıktır. Bu durum süregitmesinin uluslararası toplumdaki Türk Birliği algısında da kuşku verici etkisi olması büyük olasılıktır. Kaldı ki tüm dünyanın ve tüm küresel güçlerinin ilgi alanı içindeki, yalnız günümüzde değil tarih boyunca jeo stratejik önemdeki Kıbrıs Adası üzerindeki KKTC’nin Türk Birliği dışında tutulmasının pek de mantığı olamaz.     

 

6. Olumsuzluklar, Riskler

Türk Birliği, Dünya’da var olan uluslararası düzenin ve uluslararası hukukun bir parçası olacaktır. Uluslararası düzenle uluslararası hukuk ise güllük gülistanlık değildir. Göz önünde bulundurulması gereken olumsuzluklar, süreci zora sokacak riskler vardır. 

Eşitlik uluslararası ilişkilerde yalnızca protokol bağlamında, o da görünüşte olup özde eşitlik değil, eşitsizlik vardır.  Üstüne üstlük eşitsizliğe “meşruiyet” de kazandırılmıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin beş sürekli üyesi ve bu üyelerin veto hakkı, eşitsizliğin ete kemiğe bürünmüş biçimidir. Bu ülkeler ne yaparlarsa yapsınlar, hep yanlarına kalır. Üstüne üstlük beş BMGK daimi üyesinin bir tür koruma altına aldıkları ülkelerin de bir tür ayrıcalık ve dokunulmazlıkları vardır. İsrail ile Kıbrıs Rum Yönetimi örnek gösterilebilir. Bu durumu “uluslararası dayılık” olarak nitelemek olanaklıdır. Acı olan, dünya düzeninin giderek daha da ormanlaşıyor olmasıdır. Soğuk Savaş’ın yarattığı denge, caydırıcılık işlevi gördü. Günümüzde öyle olmadığı sır değildir. Onun döneminde, ABD Eski Başkanı Trump’ın o günkü ruhsal durumu bile belirleyici olabilmişti. Şaşırtıcı olan, küçük ve cılız istisnalar dışında, siyasal liderlerin,  devletlerin, (hatta BM Genel Sekreteri’nin bile) BM Güvenlik Konseyi’ne karşın, dayılık/kabadayılık gösterisine çıkan “dünya delilerinin” uluslararası hukuku çiğnediğini söylemez. Tersine yapılan dayılığa, üstelik yapılan idealize edilerek alkış yarışı var. 

Güç ve çıkara dayalı bu uluslararası düzen, Türk Birliği süreci için ciddi bir sıkıntı ve olumsuzluktur. TÜRKSOY örneğinde de çok açıkça görüldüğü gibi, uluslararası topluluğun, daha doğrusu uluslararası toplum egemenlerinin Türk Birliği sürecine ses çıkarmamasının nedeni, “ortak geçmiş” ve bu ortak geçmişten kaynaklanan değerlerden öteye pek geçmemiş olmasıdır.[8] Küresel ve hatta bölgesel güçlerin, bunun ötesine geçerek uluslararası ilişkilerin gerçeği olan “güç ve çıkar” mücadelesinde kendilerine rakip bir güç olarak ortaya çıkacak bir Türk Birliği’ne de ses çıkarmaması eşyanın doğasına terstir. 

Bu hususları dile getirdikten sonra, konunun Türk Birliği bağlamında üç önemli ve yaşamsal olumsuzluk ve tehlikeler ortaya çıkar:

* Türk Birliği için en büyük tehlike küresel güçlerin, yeni bir güç odağını kendileri için tehlike olarak görmeleridir. 

* Türk Birliği sürecinin çok da kolay olmadığı, hatta çok zor olması yalnız uluslararası ilişkilerden kaynaklanmıyor. Diğer bir sıkıntı, tüm Türk devletlerinin köklü devlet ve demokrasi geleneğine sahip olmaması ve Türk Birliği düşüncesinin kitlelerce içselleşmemesidir. 

* Türk Birliği için, gelecekteki olası büyük bir olumsuzluk da, Birlik içinde dayılık yapan bir ağabeydir. Uluslararası örgütlerin doğasında olan “dayı”lık, Türk Birliği için büyük tehlikedir. Doğallıkla ve kuşkusuz Türk Birliği içinde belirleyici ya da en güçlü aday ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye’nin bunu dayı tarzı ağabeylik değil, “rehber / sevecen ağabey” olarak yapması çok önemli ve yaşamsal bir konudur.

7. Sonuç

Gerek toplum, gerek ülke, gerekse dünya barışına giden yol, demokrasinin tüm dünyada yaygınlaşmasından geçer. Türk Birliği’nin temelinde de, ortak geçmiş ve bu ortak geçmişten kaynaklanan ortak değerler yanında hukuk ve demokrasi; bu bağlamda anayasal düzenler (anayasalı devlet yönetimleri), hukuk devletleri, hukukun üstünlüğü, çoğulcu demokrasi, temel hak ve özgürlükler, bireysel olarak eşitlik olmalı; Türk Birliği de bu konuda dünyanın bir “devi” olarak ortaya çıkmalıdır. 

         İsmail Gaspıralı’nın önermelerinin (dilde, fikirde, işte birlik) başında “dil”in gelmesi bir rastlantı değildir. Türk Birliği için ortak alfabe ve ortak iletişim dili konuları ciddidir.[9] Elbette ki çağımızda ve gelinen aşamada, tüm Türk ülkelerinin, kendi istek ve tercihleri olmadan Türkiye’de kullanılan alfabeye geçmesini ve edebiyat dili olarak Türkiye Türkçesi’nin kullanılmasını istemek gerçekçi değildir ancak ortak bir iletişim dili olarak kabul edilebilir olması gerekir. Tarihsel sürece ve günümüzdeki gerçeklere bakıldığında, ortak iletişim dilinin Türkiye Türkçesi olması en gerçekçi yol olarak görülüyor. Her ülke ve her Türk toplumu, kendi alfabesi ve kendi edebiyat diliyle varlığını sürdürürken, uzlaşılan ortak iletişim dilinde ortak bir edebiyat yaratmak; bu edebiyatı desteklemek, korumak, özendirmek, ödüllendirmek hedefe ulaşmaya ivme kazandıracaktır. Yerel alfabelerin, belirlenecek ortak alfabede yer alacak harflerin dışına çıkmadan düzenlenmesi de önemsenmesi gereken bir konudur.

Kazakistan’da 2022 başında yaşanan olaylar, ortak alfabe ve ortak iletişim dilinden bağımsız olarak, ciddi boyutta bir “iletişimsizlik” sorunu olduğunu ortaya koymuştur. Bu, algı yönetimi ile de doğrudan ilişkili olup önemsenmesi gereken bir konudur. Türk Birliği kendi öz iletişim kanallarını oluşturmalı, başka iletişim kaynaklarına bağımlı olmaktan kurtulmalıdır.

Türk Birliği için temel konulardan biri kitleler tarafından içselleşmesidir. İçselleşme ise bireylerin Türk Birliği’nin varlığını günlük yaşamlarında duyumsaması ile olanaklıdır. AB, Avrupa vatandaşlığı, ortak para örneklerinde olduğu gibi AB bunu başarmıştır. Türk Birliği’nin bir üst yapı olarak süregitmesi ve olayın kitleler tarafından içselleşememesi, düşünülebilecek en büyük olumsuzluktur. 

 

KAYNAK

-AYTMATOV, Cengiz (2004) “Türk Dünyası Yazarlarını Temsilen Cengiz Aytmatov’un Yaptığı Konuşma,” II. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı – Bildiriler 8-9-10 Aralık 2004 Ankara (Hazırlayanlar Yard. Doç. Dr. Zeki Gürel – Dr. Hasan Avni YÜKSEL), İLESAM Yayını, Ankara, s. 15 – 16.

-BOZKURT, İsmail – ARNAUT, Tudora (2001) IV. Uluslararası Halk Kültürü Sempozyumu, 17 -18 Kasım 1999, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi, Gazimağusa – KKTC. 

-BOZKURT, İsmail (2003) “The Current State of Crimean Karaites (Kırım Karaylarının Günümüzdeki Durumu),” Altaica Budapesetinesia MM11 – Proceedings of the 45th  Permanent International Altaistic Conference Budapest – Hungary June 28 , 2002, Budapest 2003 , p. 69 – 73.

-BOZKURT, İsmail (2007) “Kırımçakların Günümüzdeki Durumu, Uluslararası Sürekli Altayistik Konferansı Bildirileri 22 -27 Haziran 2003, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 65 – 59. 

-BOZKURT, İsmail (2012) “Bir Kıbrıslı Türk’ün Gözünden Balkanların Hristiyan Türk Halkı,” Motif Akademi Halkbilim Dergisi (Motif Academy Folklore Journal) 2012 Sayısı (Ed. Işıl ALTUN), İstanbul, s.215 -225.

-GÖKALP, Ziya (2018) Türkçülüğün Esasları, Ötüken Yayınları, İstanbul. (İlk baskı 1923) 

-Türk Devletleri Teşkilatı resmî sitesi: https://www.turkkon.org 

-TÜRKSOY resmî sitesi: https://www.turkkon.org

 


 

[1] Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, bağımsızlığı tanınan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan’dan biner öğrencinin Türkiye üniversitelerinde burslu olarak okumalarını sağladı.  

[2] Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, Türk Dünyası için “dilimiz, dinimiz, tarihimiz, kültürel değerlerimiz bir kaynaktandır” der. Bakınız: Cengiz AYTMATOV (2004) “Türk Dünyası Yazarlarını Temsilen Cengiz Aytmatov’un Yaptığı Konuşma,” II. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı – Bildiriler 8-9-10 Aralık 2004 Ankara (Hazırlayanlar Yard. Doç. Dr. Zeki Gürel – Dr. Hasan Avni YÜKSEL), İLESAM Yayını, Ankara, s. 15 – 16.

 

[3] Resmi TÜRKSOY web sitesinden.

[4] Bu nitelemeyi KKTC’li akademisyen Murat Tözünkan bir televizyon programında kullandı. İB

[5]Rahmetli İsmet İnönü’ye atfedilen bir sözdür.

[6] Bu Türk toplulukları her zaman ilgi alanım içinde yer almıştır. Gagauzlar, Kırımçaklar ve Karaylara yönelik çalışmalarım için bakınız: -(a) BOZKURT, İsmail – ARNAUT, Tudora (2001) IV. Uluslararası alk Kültürü Sempozyumu, 17 -18 Kasım 1999, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi, Gazimağusa – KKTC.  – (b) BOZKURT, İsmail (2003) “The Current State of Crimean Karaites (Kırım Karaylarının Günümüzdeki Durumu),” Altaica Budapesetinesia MM11 – Proceedings of the 45th  Permanent International Altaistic Conference Budapest – Hungary June 28 , 2002, Budapest 2003 , p. 69 – 73. – (c) BOZKURT, İsmail (2007) “Kırımçakların Günümüzdeki Durumu, Uluslararası Sürekli Altayistik Konferansı Bildirileri 22 -27 Haziran 2003, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 65 – 59. – (d) BOZKURT, İsmail (2012) “Bir Kıbrıslı Türk’ün Gözünden Balkanların Hristiyan Türk Halkı,” Motif Akademi Halkbilim Dergisi (Motif Academy Folklore Journal) 2012 Sayısı (Ed. Işıl ALTUN), İstanbul, s.215 -225.

 

[7] Ekmeleddin M. İhsanoğlu (d. 26 Aralık 1943, 2004 - 2014 yılları arasında İslam İşbirliği Örgütü’nün Genel Sekreterliği’ni yapmıştır.

[8] Bilindiği gibi KKTC, BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda ambargo altındadır. Uluslararası posta sistemine bile Türkiye üzerinden “Mersin 10 - Turkey” kodu üzerinden ulaşabiliyor. İnternet bağlantısı da Türkiye üzerindendir. Sporda bile dünyadan soyutlanmıştır. Bir Türk takımı KKTC’de bir takımla karşılaşma yapamaz. Örnekler öylece uzayıp gider. KKTC’ye yalnız kültür, sanat ve bilim alanlarında ambargo uygulanamıyor çünkü kültür, sanat ve bilimin, kesinlikle engellenemeyecek özellikleri vardır. Ne dağ, ne deniz, hatta ne de demir perde bunu başaramamıştır. Başkanı olduğum ve kısa adı KIBATEK olan Kıbrıs-Balkanlar-Avrasya Türk Edebiyatları yaklaşık otuz ülkede temsilciliği vardır ve çok sayıda ülkede etkinlik yapmıştır. Rum - Yunan ikilisinin engelleme çalışmaları oldu ama başaramadılar. Türk Birliği’nin özellikle TÜRKSOY örneğindeki çalışmalarının tepki görmemesi, hatta Rusya Federasyonu’na bağlı altı bölgenin gözlemci üye olması dile getirmeye çalıştığımız özelliğin sonucu olduğunu düşündürmektedir. 

[9]  TÜRKSOY’un Ufa, Bişkek ve Baku’daki üç toplantısında, gözlemci üye olan KKTC heyetinde yer aldım. Orada Türkiye dışındaki Türk cumhuriyetlerinin iletişim dilinin Rusça olmasını çok yadırgayıcı bir durumdu. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 184. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 184. Sayı