Sevimli Sima


 01 Temmuz 2024


(Ünlü Yazar, Şair ve Araştırmacı Abdurahim Ötkür’ün Doğumunun 100. Yılına)

 

 

            Merhum, büyük şair, yazar ve âlim Abdurahim Ötkür bir rubaisinde:

Yurt için oynatsan kâğıtta kalem,

Dağların başına dikersin alem.

Velâkin su katsan mürekkebine,

İzin tez silinir, çekersin elem…

-diye tembih ediyor ve ediplere; kesinlikle mürekkebe su katmadan, hakikati, doğruluğu haykırmayı, böyle olduğunda eserin, milletin kalbinde yer edip ebedi yaşayacağını söylüyordu.

            Evet, Abdurahim Ötkür’ün bu rubaisinde belirttiği gibi mürekkebe su katmadan yazdığı eserleriyle; halkımızın edebiyatta kendisinin parlak, hakiki görünüşünü, tarihini öğrenme iştiyakını giderdiğini söylememiz gerek. Onun “İz”, “Uyanan Zemin” (İki Cilt) adlı romanları; “Kaşgar Gecesi”, “Ulu Ana Hakkında Hikâye”, “Şiir ve Şair”, “Turfan İntibaları” şiir ve destanları; “Ömür Menzilleri”, “Gazneler Kapısında” adlı gazete ve ilmî makaleleri ve daha birçok başka eserleri edebiyat dostlarının susuzluğunu giderip çok sayıdaki okurun takdirini kazandı. Abdurahim Ötkür, Uygur yaşamını tüm gerçekliğiyle aksettirdi. Hayatın, tarihî sürecin önemli, doğasına uygun tarafını aydınlatarak, her türlü insanda istek uyandıran, ruhi esaret peyda kılan eserleri ortaya koyduğu için onun eserleri günümüz Uygur edebiyatındaki en parlak eserler arasında yer almaya layıktır.

            Evet, Abdurahim Ötkür’ün eserlerinde hakiki vatanperverlik, halk severlik, kahramanlık, güzellik gibi insana özgü faziletler işleniyor ve bunların karşısındaki münafıklık, rezillik, hainlik, alçaklık, kötülük, vatansızlık, düşmanlık, yobazlık, mankurtluk, vefasızlık gibi olumsuz, insanî vasıflardan uzak konular sert bir biçimde eleştiriliyordu. Bu büyük ediple karşılaştığım dakikalar tıpkı şu an gibi gözümün önünde…

            Ben 1994 yılında akraba ziyareti için Doğu Türkistan’ın merkezi Urumçi’ye gitmiştim. Yaz aylarının bir gününde Urumçi Dönkörük’teki büyük kitapçıya uğrayıp alacağım kitaplara göz atıyordum. Birisi omzundan tutup:

            ̶  Yadigar, dedi. 

Baktım Cumahun Aka Tölegenov (Ünlü şarkıcı Seydekrem Tölegenov’un ağabeyi) gülümseyerek bakıyordu. İkimiz hâl hatır sorup sokağa çıktığımızda Camahun Aka:

            ̶ Yadigar, ünlü yazar Abdurahim Ötkür hastalanmış, hastanede tedavi görüyor. Ben Abdurahim ağabeyi iyi tanırım, onu ziyarete gidelim mi, ne dersin? dedi. 

Ben hiç tereddüt etmeden onun fikrini onayladım ve duyduğum memnuniyeti gizlemeden:

            ̶  Cumahun Aka, senin sayende bu büyük edibi görmüş olurum, dedim.

            Pazara varıp yazın iyice olgunlaşan şeftali, incir, üzüm gibi meyvelerden alıp yazarın tedavi gördüğü yakın mesafedeki hastaneye vardık. Onun nerede kaldığını öğrenip odasına vardığımızda Abdurahim ağabeyin ailesinin de onu ziyarete geldiğini gördük. Biz koridorda beklerken onlar da hastayla vedalaşıp odadan çıktı. Sonra Cumahun Aka’yla biz odaya girdik. Abdurahim Ötkür ağabey iki koluna dayanarak oturdu. Eski bir el yazma eseri gözden geçiriyormuş. Selamımızı alıp:

            ̶  Hey, Cumahun sen misin? Ne zaman geldiniz? İşte görüyorsunuz kardeşim, ihtiyarlık başa bela, sağlığım kalmadı, burada yatıp kaldım, dedikten sonra bizim halimizi hatırımızı sordu. Sonra bana bakıp:

            ̶ Bu kardeşimi tanıyamadım, diyerek Cumahun Aka’ya döndü. Cumahun Aka beni tanıştırıp:

            ̶ Bu, Yadigar Sabitov “Uygur Avazı”, “Yeni Hayat” gazetelerinde tercümanlık, muhabirlik yapıyor, dedi.

            Siz Yadigar’ın babasını tanırsınız, o, Tayip Hacı Sabitov’un oğludur, dedi. Abdurahim ağabey biraz düşünüp:

            ̶ Evet, ben Tayip Hacı ağabeyi iyi bilirim. Biz zalim Şéng Şisey’in Urumçi’deki 4. 

Hapishanesi’nde beraber yattık. O, büyük eğitimci, milliyetçi aydınlarımızdan birisiydi. Gomindang (Milliyetçi Çin Partisi) Dönemi’nde “vatan haini” diye suçlanarak hapse atıldı, Gunsendan (Komünist Parti) Devri’nde ise “Aşırı Yerli Milliyetçi Unsur” suçlamasıyla takibe alınmıştı. Evet, demek öyle. Ben de bir zamanlar “Şincan Gazetesi” redaksiyon biriminde tercüman olarak çalıştım. Evet kardeşim, biz aynı memleketteniz, diyerek şaka yaptı. Abdurahim ağabey bana:

            ̶ Almatı’daki aydınlarımızın sıhhati yerinde mi? Ziya Efendi’nin (Ziya Samedi) durumu nasıl? diye sordu. 

Bildiklerimi anlattım, Ziya Samedi’nin yakında 80 yaşına basacağını, bunun geniş bir çevrede kutlandığını, onun yaşlılığa aldırmadığını, hâlâ dinç olduğunu, elinden kutlu kalemini düşürmeden üretmeye devam ettiğini söyledim. Sonra Abdurahim Efendi bana bakıp:

            ̶ Ziya Efendi; çok gün görmüş, birçok vakanın şahidi olmuştur. 1944 yılındaki Şarkî Türkistan inkılâbına doğrudan katılan bir yazar olması sıfatıyla kaleme aldığı eserleri cefakâr, kahraman halkımızın kalbinde geniş yer buldu. Ziya ağabeye benden selam götürün, dedi. Abdurahim ağabey bizimle hayli konuştuktan sonra laf arasında “Uygur Avazı”, “Yeni Hayat” gazetelerinin özel sayılarını Şincan Üniversitesi’nin kütüphanesinde gördüğünü söyleyerek bazı durumlardan haberdar olduğunu vurgulamış ve aydınlarımıza iyi dileklerini beyan etmişti. Bir ara hemşire kız odaya girip:

            ̶ Hastanın iğne saati geldi, ayrıca dinlenmesi gerek, diyerek bizim odadan çıkmamız gerektiğini söyledi. Biz; ayrılmak istemesek de büyük ediple vedalaşıp onun tez zamanda iyileşmesi dileğinde bulunarak döndük.

            Yetenekli bir şair ve yazar, aynı zamanda velut bir âlim ve tercüman olan Abdurehim Ötkür halkının kederine ortak olan, milletinin ağır yükünü omzunda taşıyıp kalem oynatarak şöhret kazanan, Modern Uygur Edebiyatı’nın ünlü temsilcilerindendir. Abdurehim Ötkür (Tileşov) 1923 yılında Doğu Türkistan’ın Kumul şehrinde tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. O, anne babasından küçük yaşta ayrıldı. Babası Tileş, vefat etmeden önce henüz dört yaşında olan oğlunu yakın akrabası olan Osman Hacım’a emanet etmişti. Osman Hacım ticaret için Béyjing, Şanghay ve Çengdu gibi şehirleri, ayrıca SSCB, Türkiye, Arabistan, Hindistan gibi ülkelerin de çoğunu gören, aydın bir adammış. Onun oğlu olmadığı için Abdurehim’i okutup istediği gibi yetiştirmiş. Ona ilk eğitimi kendisi verip okuma yazma öğrettikten sonra dinî eğitim veren bir okula göndermiş. Muhtemelen yazar Abdurehim Ötkür, 1934 yılından itibaren üç yıl lisede öğrenim gördükten sonra Şincan Enstitüsüne kaydoldu. 1942 yılında enstitünün Pedagoji Fakültesini iyi bir dereceyle tamamladı. Abdurehim ağabey dostu meşhur inkılapçı şair Lütfulla Mutellip’le nasıl tanıştığını ve birbirlerine nasıl mahlas verdiklerini şöyle anlatıyordu: 

̶ Ben 1939 yılının sonlarında Lütfulla Mutellip’le tanıştım. O vakitler ‘Şincan Enstitüsünde’ okuyor ve şiirle de meşgul oluyordum. Bir gün edebiyat dersinin hocası Ayup Mensuri laf arasında:

            “Sen Lütfulla’nın ‘Dünya Kızıl Gül ile Doluncaya Kadar’ adlı şiirini okudun mu?” diye sordu. 

            “Okudum.” diye cevap verdim.

            “Onu tanıyorum, evimize sık sık gelir sizleri tanıştırayım.” dedi.

            Hocamızın bizi tanıştırmasından sonra ilişkilerimiz gittikçe sıkılaştı. Günlerden bir gün sohbetimiz mahlas meselesine geldi. Abdurehim Eysa’nın mahlası, “Dertmen”, Abdukadir Zunun’un “Zevkmen”, Ablikim Rahman’ın bilinen mahlası “Dilşat” gizli mahlası “Halis”, Kasımcan Kamberi’nin “Korkmaz”, Kasımcan Musaev’in “Kısmeti”, İmin Tursun’un “Devrani” dedi Lütfulla Muttelip. Ben de bildiğim şairlerin mahlaslarını söyledim. Bunların içinden İmin Tursun’un mahlası “Devrani”, Lütfulla’nın çok hoşuna gitti.

            “Anlaşılan mahlas kullanmayan yalnızca biz varız. Bu mesele hakkında düşünsek mi?” dedi o.

            “Olur, neden olmasın.” diye cevap verdim. Sonra:

            “Kendime nasıl bir mahlas seçsem.” diye sordum.

            “ ‘Ötkür’ü seç, bu sana çok uygun.” dedi Lütfulla fazla düşünmeden.

“Peki ben? Bana nasıl bir mahlas uygun olur?”

“Sen bir girdabı andırıyorsun, çok hareketlisin. Bu yüzden “Kaynam” (Girdap) mahlasını seç.” dedim.

Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden Lütfulla’nın mahlas kullandığı bir şiiri gazetede gün yüzü gördü. Fakat o benim dediğim gibi “Kaynam” değil “Kaynam Örkişi” diye yazılmıştı.

“Bu mahlasa ‘Örkeş’i neden ekledin?” diye sordum şaşkınlıkla. Bu sorum karşısında şair büyük bir heyecan ve sevinçle şöyle cevap vermişti:

“Evet, sen bilmiyorsun, memleketimde bir nehir var. O, müthiş bir coşkunlukla akar. Bunu hiçbir zaman aklımdan çıkaramıyorum. Ben de işte o nehir gibi coşmasam olmazdı. Köpürmeden, sessizce asla duramam. Bu yüzden kendime ‘Kaynam Örkişi’ diye mahlas seçtim…” (Tursun Erşidin, Lütfulla Mutellip ve Onun Yaşamı, 1998, Urumçi, s. 119-120.)

1940 yılından itibaren Abdurehim Ötkür Efendi’nin şiir, makale, sahne sanatları ve tercüme makaleleri “Şincan Gazetesi”nde, “Yeni Nur” adlı ilmî dergide “Ötkür” mahlasıyla devamlı olarak yayımlanmaya başladı. Müellif ilk şiirlerinde vatanseverlik fikrini öne çıkarmıştır. 1941 yılında yazılan “Bir Damla Kan” draması, dostu Lütfulla Mutellip’le birlikte yazdığı “Çin Moden” adlı operası ve “Vatan Gülistanına Tegdim” (Vatan Gülistanına Vardım), “Örkeşligen Hayat” (Coşkulu Hayat) gibi bir takım şiirleri halk tarafından ilgiyle karşılandı. 1943 yılında, Doğu Türkistan’ı yöneten Şéng Şisey “Marksist- Leninist”, “Terakkiperver”lik kisvesini atarak, yurdumuzda terör estirdi, ileri fikirli vatanseverleri takibe alıp onları ortadan kaldırmaya hız verdi. Şéng Şisey’in açıkça asimilasyon ve terör siyaseti yürütmesi kamuoyunda Guomindan Çin Hükümeti’ne karşı millî azatlık hareketinin ortaya çıkmasında muharrik unsur oldu.

Vatansever Abdurehim Ötkür de bu hareketin dışında kalmadı. O, öğretmen olarak çalıştığı Urumçi Kızlar Ortaokulunda öğrencileri vatan sevgisi ve özgürlük fikirleriyle yetiştirmeye önem vererek halk arasında azatlık, birlik, millî bağımsızlık fikirlerinin yayılmasını teşvik etti. İşte bunun için Abdurehim Ötkür, Şéng Şisey’in cellatları tarafından 1944 yılında hapse atıldı. Çok geçmeden İli bölgesinde patlayan millî azatlık inkılâbının baskısıyla Guomindan gericileri bir kısım günahsız aydını cezaevinden bırakmaya mecbur kaldı. Abdurehim Ötkür Efendi de bunların arasında 1945 yılında cezaevinden çıktı ve yayınevlerinde yazı işlerinde çalıştı. 1946 yılında onun ilk şiir kitabı “Yürek Munlari” (Yürek Bunları), 1948 yılında “Tarim Boyida” (Tarım Boyunda) isimli şiir kitabı neşredildi. 1950’li yıllardan sonra Abdurehim Ötkür Efendi tercümanlık, Uygur Klasik Edebiyatı araştırmaları ve yabancı diller öğrenmekle meşgul oldu.

Ancak Çin’de yürütülen her türlü siyasi kampanyada temelsiz “yerli milliyetçilikle” suçlanmış, yine takibe takılmıştı. Bu ters fırtına rüzgârının hız kazandığı ağır zamanlarda Abdurehim Ötkür’le birlikte çalışan gazeteci, etnograf ve ressam merhum Abliz Gopur, şairi hatırlayıp aşağıdakileri söylemiş: “Ben geçen asrın 50’li yıllarında Abdurehim Ötkür Efendi’yle “Şincan Geziti” yazı işlerinde birlikte çalıştım. Abdurehim ağabey çok usta bir tercüman olduğu için onu cezaevinden çıkartarak rejim güdümündeki gazetede çalıştırdılar. İkimiz aynı bölümde çalışıyorduk. Abdurehim ağabey Béyjing’de çıkan HKP Merkezî Komitesinin fikirlerini neşreden “Rénmin Ribao” (Halk Gazetesi) gazetesinin mühim baş makalelerini, HKP Merkezî Komitesinin mühim belgelerini vb. metinleri tercüme ediyordu. O, Çince materyalleri harfi harfine Uygur Türkçesine çeviriyordu, ben bazen ona yetişemiyordum. Onun tercümesi o kadar doğru, başarılı ve noksansız oluyordu ki tercümeye redaktörlük yapanlar onda ne bir hata ne de yanlış seçilmiş bir söz bulabiliyordu. Abdurehim ağabey gazete avlusunun dışına izinsiz çıkamıyordu. Ona ayda bir, istirahat gününde evine gidip çoluk çocuğunu görmesi için izin veriliyordu. İzinli olduğu gün personel bölümüne giderek çıkış ve dönüş saatini bildiriyordu. Hâlâ aklımda, Sovyetler Birliği’nin -60’lı yıllarda olsa gerek- aya yapay uydu (Sputnik) göndermesiyle ilgili bir TASS haberi geldi. Abdurehim ağabey SSCB âlimlerinin bu büyük keşfini tebrik ederek “Ayga Salam” (Aya Selam) adlı şiirini yazdı ve o şiir TASS haberiyle birlikte yayınlandı. Sonra bu şiir, Abdurehim ağabeyin başına bela oldu. “Sayrap- Eçiliş” (Ötüp Açılış) adlı müthiş siyasi kumpanyada bir nadan, yarı cahil bir üye, Abdurehim Ötkür’ün “Ayga Salam” (Aya Selam) isimli şiirini Pantürkistlik’le suçlayarak “Aya Selam”ı bu Pantürkistler Türkiye’ye selam anlamında okuyorlar. Çünkü Türkiye’nin bayrağında ay yıldız var.” gibi manasız sözler ederek şaire iftira atıyordu. İşte bu vakitte Abdurehim Ötkür Efendi eğitimsiz, cahil iftiracıların derdini çekerek, haftada, ayda bir kavga ediyordu…” İşte bu her türlü siyasi hareketler gibi matbuatta da onun eserlerinin basımı sınırlandırılıyordu. Eserlerini yayınlama imkânı bulamayan şair, bu süreçte yaşadıklarını şöyle açığa vuruyordu:

Kalem kırık, elem ezdi gönlümü,

Rüzgâr esti lal eyledi dilimi.

Elim tutmaz, ayak basmaz felçliyim,

Neyimle edeyim razı elimi!

 

Kara yıllar beşiğinde doğuldum,

Doğar doğmaz bir kafeste boğuldum.

Ömrüm benim hasretle mi geçecek,

Yurda hizmete adanmış oğuldum.

 

Evet, geçen asrın 80’li yıllarının başında Çin’de siyasi vaziyet değişince başkaları gibi Abdurehim Ötkür Efendi de yazabilme hürriyetine kavuştu. 1979 yılından 1984 yılına kadar Abdurehim Ötkür, esasen Uygur Klasik Edebiyatı araştırmaları ve Kaşgarlı Mahmut’un “Divânu Lügati’t Türk”, Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig” gibi şahane eserlerini yayına hazırlama, mukayeseli izahını hazırlama ve başkaca ilmî araştırmalarla meşgul oldu. O, “Kutadgu Bilig”in nazım nüshasını da Modern Uygur Edebiyatı’na kazandıran kişi oldu.

Yetenekli şair, millî mesuliyeti gereği halkının tarihini aksettiren romanlar yazmayı amaçladı. O, Timur Halife öncülüğünde Kumul’da patlayan Çiftçiler İsyanı’na ithaf edilen “İz” adlı romanını 1985 yılında yazdı. “İz” romanı Abdurehim Ötkür’ün ün kazanmasını sağlayan önemli bir eserdir. Yazar bu tarihî romanda 1912 yılında Doğu Türkistan’ın Kumul bölgesinde husule gelen Çiftçiler İsyanı’nın tarihini ortaya koymakla birlikte Uygur yakın zaman tarihindeki acıklı, kanlı bir sahneyi tasvir ederek ayrıntılı bir şekilde açığa çıkardı. Derin bir tarihî temele sahip bu eser, yeni devir Uygur edebiyatında büyük bir yankı uyandırdı. Belirli tarihî temele ve hususi öneme sahip olan bir takım büyük şahısların tasvir edildiği eserde, Timur Halife öncülüğündeki Çiftçiler Ayaklanması’nın bütün serencamını, bu devirdeki Doğu Türkistan’ın vaziyetini ayrıntılı bir vaziyette aksettirdi. Şairin “İz” romanı, tarihî sağlamlığı ve bedii değeri ile o yıllarda neşredilen tarihî romanlar içinde okuyucuyu fevkalade kendine çeken bir eser oldu. Okuyucu; “İz” sayesinde şairin, halkının ağır talihine bakarak hasretle iç çekme nidalarını, endişelerini, yurdunun geleceği hakkındaki uyarılarını esaslı bir şekilde hissediyordu. Romanın başkahramanı Timur Halife, Kumul Çiftçiler Ayaklanması’nın öncüsü ve geniş dairede kabul edilen ünlü rehberidir. Timur Halife, büyük bir cesarete ve cansiperane mücadele azmine sahip yiğit bir şahıstır. O, zalimlerin kanlı hükümranlığını, zalim Çinli işgalcilerin hâkimiyetini söküp atmaya karar vermiş, Uygur halkını zalimlerin esaretinden kurtarmak için azimle mücadele yürütmüştür.

Yazar, Timur Halife’nin karakterindeki olağanüstülükleri maharetle tasvir ederken onun normal yaşamında sıradan, mütevazı, yüce gönüllü, güzel huylu bir insan olduğunu son derece güzel vurguluyordu. Timur Halife, isyancıları doğru bir şekilde yönetip ustalıkla önderlik yaparak düşmana arka arkaya ölümcül, ezici darbeler indirdikten sonra onun kahramanlığı büyük bir kitle tarafından kabul edildi, onun yiğitliği dillere destan oldu ve o, yurt içinde büyük bir hürmet ve ihtiramla karşılandı. Ama o, hiçbir zaman büyüklenmedi, şan şöhrete itibar etmedi. Evet, o devirdeki Doğu Türkistan’ın hâkimi, tilki mizaçlı militarist Yan Zen Şin, Timur Halife idaresindeki ayaklanmayı askeri güçle alt edemeyerek hileye başvurmuş, yalan vaatlerle kandırarak onu Urumçi’ye getirtmiştir. Önemsiz bir makama oturttuğu Timur Halife’yi Çin hükümdarlarının “Aslanı Ormandan Çıkarma” hilesine başvurarak yok etmiştir. Lakin birlik, özgürlük, bağımsızlık ve halkının insanî bir hayat sürmesi için mücadele eden kahramanların izleri hiçbir zaman yok olmaz ve bu mukaddes izleri bize bırakan yiğit savaşçıların izlerini hiç kimse tarihten silemez…

1993- 1995 yıllarında meşhur yazar Abdurehim Ötkür’ün “Oygangan Zemin” (Uyanan Zemin) adlı romanının 1. ve 2. ciltleri neşredildi. Öncü yazarın keskin kaleminden çıkan “Oygangan Zemin” adlı bu roman çok sayıda okurun susuzluğunu gideren mükemmel bir eser oldu. Abdurehim Ötkür Efendi uzun yıllar süren çalışmaları sırasında topladığı tarihî materyallere dayanarak gerçeklikle kurguyu birleştirmiş, tarihî vakaları “mürekkebe su katmadan” canlı bir şekilde ele aldığı “Oygangan Zemin”de kahramanları olumlu veya olumsuz diye basit bir bakışla asılsız ve kuru kuruya övmemiş, aksine onları kendi zamanındaki büyük mücadele, şiddetli çatışma içinde ele alarak onların parlak karakterini ortaya koymuştur. Hoca Niyaz Hacı öncülüğündeki Kumul Çiftçiler Ayaklanması’na ithaf edilen mezkûr eserde yazar, başkahraman Hoca Niyaz Hacı, onun rakibi Ma Cunyin ve başka şahısların karakterlerini tarihî tutarlılık esasında oluşturmasıyla okuru kendisine ram etmiştir. Yazar, bilhassa Hoca Niyaz portresini oluştururken onun iyi niyetli, mütevazı, yiğit ve aynı zamanda sert, fevkalade özelliklerini hayran bırakacak bir maharetle ortaya koydu. Kısaca şair, halkımızın tarihî kaderi, sosyal hayatı, yaşamı, tarihî serüvenlerinin karmaşık taraflarını doğrulukla beyan ettiği eseriyle şöhret kazandı. Başkahraman Hoca Niyaz Hacı’nın rakibi Ma Cunyin’in düzenli askerî birlikleriyle defalarca savaşması, Japonya’da askerî akademide eğitim alan, hatta SSBC lideri J. V. Stalin gibi güçlü bir destekçiye sahip bu hilekâr zalim Şéng Şisey’in askerleriyle savaşıp birkaç yıl uğraştırdı. Bu düzenbaz, fırsatçı cellat Şéng Sisey, Hoca Niyaz Hacı’yı savaşarak yenemedi, birkaç kez hamisi Stalin’den silah, mühimmat alıp savaş uzmanları, asker talep etse de netice alamadı. Sonunda güya “Dostluk çanını” çalarak onu tuzağa düşürmek istedi. Çin tarihindeki eski imparator ve bürokratların rakiplerini yok etmek için başvurdukları en ünlü geleneksel usulü “Vazifeye atama”, “Çatıya çıkarıp merdiveni alma hilesi”ni uygulamaya koyarak onu aldatıp öldürmesi ve bu hilenin hedefe ulaşmasında SSCB özel hizmet birliklerinin mühim bir rol oynadığı kimse için sır değildir. Yazar, SSCB tarafının Hoca Niyaz Hacı’yı katil Şéng Şisey’le barıştırıp onu Şéng Şisey’in yardımcısı ve Şincan Hükümeti’nin başkan muavinliği gibi boş bir vazifeye getirdiğini, böylece Hoca Niyaz Hacı’yı kendi birliklerinden ayırdığını ve tıpkı “Aslanı ormandan ayırır gibi” bir hileye başvurarak uyguladıkları onu ortadan kaldırma planının bazı tafsilatlarını açıkça beyan etti. Gulca’dan Hoca Niyaz ve onun fedailerinin durumunu öğrenmek için gelen Circis Hacım’ın, Hoca Niyaz’a danışman olarak gönderilen SSCB NKVD ajanı Kasım Efendi ve Hoca Niyaz başkanlığında onun askerlerinin iştirak ettiği bir sohbet hatırasından aktardıkları konseyin, mezkûr millî azatlık hareketine karşı takındığı tavrı ve durduğu yeri gösteriyordu. “Circis Hacı: İslam bilginlerinden Şeyh Seidi Hazretleri: “Düşmanın, büyük hileleri işe yaramazsa dostluk zincirini kullanır. Dostluk suretiyle öyle işler yapar ki hiçbir düşman yapmaya kadir olamaz.” diyordu. Ne yazık ki hepsi Şéng Şisey’e itimat edip çok büyük hatalar yaptılar. Sovyetler Birliği’nin “Bütün ezilen milletlerin özgürlük mücadelesine yardım edelim.” şiarına hayran olan ve takdir edenlerden biri de bendim. Maalesef bize gelince bu şiarın kuru bir laftan ibaret olduğunu görerek Sovyetler Birliği’nin lideri Stalin denen kişiye güvenmez oldum. “Stalin” ismini duyunca Kasım Efendi tıpkı bir şeyden korkmuş gibi benzi attı, etrafına baktı ve derhal: “Bu sözünüzün dayanağı nedir?” diyerek onun gözüne baktı.

“Dayanak soruyorsunuz, tamam dinleyin anlatayım.” dedi Circis Hacı.

“Şéng Şisey denilen melunun nasıl bir mahlûk olduğunu, özellikle onun Kumul’da başlayan halk ayaklanmasını bastırmak için ırmak gibi kan akıtan bir katil olduğunu, son olarak da “Yangından mal kaçırır gibi” hâkimiyeti ele geçirdiğini Stalin bilmiyor mu? Elbette biliyor. Böyle olduğu halde neden Şéng Şisey’i koruyor yani Ma Conying adlı haydudu yetim bırakma bahanesiyle adı geçen Cimsar Anlaşması vasıtasıyla herkesi aldatıp Şéng Şisey hâkimiyetinin sağlamlaşmasına zemin hazırladı. Stalin, ezilen milletlerin özgürlük mücadelesine yardım eden bir kişi olsa Şéng Şisey’le Ma Congying gibilerin hiçbirini kollamazdı. Eğer söylendiği gibi olsa onun, buradaki ezilen halkların özgürlük mücadelesinin bayraktarı olan Hoca Niyaz Hacı’yı koruyup vatanımızın tam bağımsızlığına yardım etmesi gerekmez miydi? Hâlbuki böyle yapmaktan endişe duyuyor, yani korkuyor.”

“Bu ne demek, neden korkuyor?” diye sordu Hacım ciddiyetle.

“Şundan dolayı korkuyor ki bizim yurdumuz istiklalini kazanarak tam bağımsız bir devlet olsa ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ denildiği gibi Sovyetler Birliği’nin bize sınırdaş cumhuriyetlerinin de bağımsızlık davası gütmesi muhakkak. Peki, bu sözler asılsız mı?.. (Abdurehim Ötkür “Oygangan Zemin”, 2. C. s. 160-162).

            Yazar, işte bu yukardaki sohbet vasıtasıyla SSCB hükümetinin Doğu Türkistan’daki ezilen halkın, özgürlüğe, bağımsızlığa atılmak için verdiği hürriyet mücadelelerini desteklemek bir yana sömürgeci, katil Şéng Şisey’i kolladığını pek çok delille açıkladı.

            Abdurehim Ötkür Efendi, SSCB konsolosu ve daha başka NKVD görevlilerinin Hoca Niyaz Hacı’yı nasıl kandırıp Urumçi’ye götürerek “Kuru dereye sucu tayin etme” hilesini işlettiğini şöyle açığa çıkardı: “Kısa bir süre sonra Urumçi’den gelen özel bir ekip tantanalı bir merasim düzenleyerek Hacı’nın Şincan Eyalet Hükümeti’nin başkan yardımcılığına, Mahmut Muhiti’nin Güney Şincan Kamu Güvenliği Komutanlığı karargâh komutan yardımcılığı ve ek olarak 6. Tümen Komutanlığına tayin edildiğini resmî olarak ilan etti ve Hacı’yı Urumçi’ye giderek başkan yardımcılığı vazifesini üstlenmeye davet etti. Fakat Hacı, Urumçi’ye gitmeyi kabul etmemiş hatta Şéng Şisey’in peş peşe gönderdiği telgrafları da cevapsız bırakmıştı. Bu yüzden Konsolos Aprissov, Sovyetler Birliği’nin resmî temsilcisi sıfatıyla onu Urumçi’ye gitmeye razı etmek ve mümkünse kendisiyle beraber alıp götürmek için uçakla Aksu’ya geldi.

            Hacı Urumçi’ye varıp başkan yardımcılığı koltuğuna oturduğunda yalnız Güney Şincan’a değil Şincan’ın her yerinde hükmünü sürecekti. Şincan, ülke olarak kurulduğundan beri hangi bir Uygur’a bu denli büyük bir makam, yüksek bir hak nasip oldu? Hiç kimseye, öyle değil mi? Şincan’ın yakın zaman tarihinde Uygurlara devlet başkanı veya il valisi olmak, ilçe kaymakamlığı hatta en düşük dereceli hâkimiyet makamının yöneticiliği bile verilmemişti… Ben Uygurları düşünüyorum. Siz Uygurlar köklü tarihe, parlak bir medeniyete sahip, her işe uygun, akıllı ve uyanık bir milletsiniz. Siz bu milleti Çinlilerle eşit haklara sahip kılıp hür, bağımsız ve müreffeh yaşama imkânına kavuşturmak için kan döküp, can verip mücadele verdiniz. Şimdi sizin yurt isteme vaktiniz geldi. Bu fırsatı ganimet bilin. Bunun için Hacı hazretlerinin Şincan’ın merkezi, Urumçi’ye giderek eyalet hükümetinin başkan yardımcılığı koltuğuna oturarak hüküm sürmesi gerek.

            “Hayır, ben Urumçi’ye gitmem.” dedi Hacı. Yan Zen Şin denilen yaşlı tilki de bu laflarla Timur ağabeyimi Urumçi’ye alıp götürüp başını yedi. Bizim halkımız koyun eti yediği için mi koyun gibi uysal ve ahmak sanılıyor. Koyunun kurttan uzak durması iyidir.

            Şéng Şisey, Yan Zen Şin değil. Sizin yaşadığınız vakit de Timur Halife’nin vakti değil. General Mahmut Muhiti birkaç bin kişilik millî ordusuyla Güney Şincan’ı kendi elinde tutuyor. Güney Şincan idarî bürokratlarını da siz tayin ediyorsunuz. Sovyetler Birliği’nin nezaretinde düzenlenen Cimsar Anlaşması da böyle düzenlenmedi mi? Bu anlaşmanın icrasına da şimdi biz kefiliz (Oygangan Zemin, 2. C. s. 358, 360, 361).

            Evet, yalan vaatlerle kandırıp Hoca Niyaz Hacı’yı Urumçi’ye alıp getiren Şin Şi Sey kısa bir süre sonra onu kontrol altına aldı. Onun güya sözde, komünizme, Sovyetler Birliği’ne karşı suçları hakkındaki materyaller Moskova’ya gönderilmiş ve oradan hızlıca geri gelmiş. Bununla birlikte “O Moskova’nın onayı üzerine kementle boğulup öldürüldü. Cezayı icra edenler de Sovyetler Birliği’nden gönderilen Haşim Hacı yönetimindeki kişiler olup onlar Şin Şi Sey’in iradesini fiile getirdi…”(Oygangan Zemin, C. 2, s. 471).

            Evet, Abdurehim Ötkür Efendi bu eserinde Şéng Şisey’in Doğu Türkistan’da hâkimiyetini sağlamak için SSCB’den, doğrudan Stalin’den nasıl faydalandığını kanıtlarıyla ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. 

            Abdurehim Ötkür’ün “Keşker Keçesi” adlı destanının önceki baskısı düzenlenip 1980 yılında tekrar neşredildi. Mezkûr eser, 1981 yılında düzenlenen 1. Eyalet Azınlık Milletler Edebiyat Değerlendirme Toplantısında birincilik ödülü kazandı.

            1985 yılında şairin “Ömür Menzilleri” adlı şiir kitabı, “Uluk Ana Hakkında Çöçek” gibi şiir ve destanları Çinceye tercüme edildi.

            1986 yılında Abdurehim Ötkür Efendi, Edebiyat âlimi sıfatıyla Amerika’nın Los Angeles şehrinde açılan Dünya Milletlerinin Dili, Edebiyatı, Tarihi Hakkındaki Uluslararası ilmî toplantısına katılarak orada “Kutadgu Bilig’in Çin’deki Tetkikleri” konusu üzerinde bir konferans verdi. Onun bu ilmî konferansı genel olarak övgüyle karşılandı.

            Abdurehim Ötkür’ün rubaileri fikir ve keskinliği, mazmun bakımından derinliği yönleriyle farklılık gösterir. O, bir rubaisinde:

            Şöhret kemendine uzatma da kol,

            Oduncu babanın ip, urganı ol.

            Tacdarlar tacının gözü olma da

            Bahar yağmurunun bir damlası ol.

diye seslenerek şöhretperestleri eleştiriyor ve büyüklerin tacının gözü olmaktansa yağmurun bir damlası olmanın üstünlüğünü beyan ediyordu. Onun rubaileri vatana, halkına olan güçlü muhabbetle yoğurulmuştur.

            O şöyle diyordu:

            Daima yüksekte uçsa da kuşlar,

            Yemeği, yuvası yer üstündedir.

            Yedinci semaya değse de başın,

            Ayağın yine şu toprakta yürür.

 

            El gamı sevinci ilhama kaynak,

Onsuz bir şiirde olmaz hoş purak[1]

Kör, altın saksıda sulasa da gül

Kuruyup gider tez, olmasa toprak.

 

Şair Abdurehim Ötkür Efendi’nin meşhur “Keşker Keçisi” destanı Japoncaya tercüme edilip Japonya’da yayınlandı. (Çin Azınlık Milletler Edebiyatı) mecmuasının 2. sayısında yer aldı.

Yetmiş iki yıllık ömründe çok engebeli yollar aşan, birçok cefa ve meşakkate göğüs geren, uzun yıllar yazma hürriyetinden mahrum bırakılan şair ve âlim, sayısız engeli aşıp fırsat bulduğunda yazmaktan asla geri durmadı.

Abdurehim Ötkür Efendi, âlim sıfatıyla da büyük başarılar elde etti. Onun kaleminden çıkan eserlerin millî edebiyatımızın gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığını kaydetmek gerek.

Abdurehim Ötkür’ün ilmî araştırmalarında Uygur edebiyatının bütün devirlerindeki meşhur yazar, şairler ve onların ünlü eserlerini değerlendirmeyi esas alan makaleler de az değildir.

Ünlü şair, yazar ve âlim Abdurehim Ötkür’ün edebî faaliyeti toplumsal karaktere sahip büyük hacimdeki mevzuları esas alması, vatanseverliği ve Uygur şiir ananelerine varisliği bakımından kitapseverlerin ilgisini çekerek onların övgüsünü kazandı. O, milletin ağır yükünü omuzlayıp Modern Uygur Edebiyatı’nın yeniden canlanmasına büyük bir katkı sağladı.

1993 yılında, Abdurehim Ötkür’ün edebî faaliyet ve ilmî araştırmalarla meşgul olmasının 50. Yılı münasebetiyle Şincan Uygur Otonom Bölgesi (ŞUAR) Siyasî Danışma Konseyi, ŞUAR Sosyal Bilimler Akademisi ve ŞUAR Edebiyat- Sanatçılar Birliği görkemli bir tören düzenleyip şairin, bu yarım asırdaki edebî ve ilmî araştırma sahasında yaptıklarını takdir etti.

Kıymetli bir yazar ve değerli âlim Abdurehim Ötkür Efendinin çalışmaları “Bugünkü Zaman Çin Azınlık Milletler Meşhur Kişiler Kamusu” (Beycin, 1992), “Çin Edebiyat- Sanatçılar Tercümehali” (Siçiven Kamus Neşriyatı, 1993), “Çin Modern Yazarlarının Eserleri Kataloğu” (Şanhey, 1993) gibi sözlüklerde yer bulmuştur.

Abdurehim Ötkür Efendi Çin Yazarlar Birliğinin üyesi, Çin Azınlık Milletler Yazarları Birliğinin yönetim kurulu üyesi, Çin Orta Asya Medeniyet Araştırmaları Birliğinin yönetim kurulu üyesi, ŞUAR Edebiyat- Sanatçılar Birliğinin yönetim kurulu üyesi, ŞUAR “Kutadgu Bilig” Araştırmaları Birliğinin, ŞUAR On İki Mukam Araştırmaları Birliğinin başkan yardımcısı, ŞUAR Sosyal Bilimler Akademisi Milletler Edebiyatı Araştırma Enstitüsünün kıdemli öğretim üyesi gibi görevlerde bulundu. Abdurehim Ötkür Efendi uzun süren bir hastalık ardından 1995 yılında 72 yaşında bu âlemden göçtü. Meşhur şairin: 

Ömür menzili bir ak kâğıda benzer

Attığın her adımdan bir izin kalır

İster methet ister öv kendi işini,

En adil hükmünü sana el yazar.

rubaisinde, insanın, hayatında yaptıklarına başkalarının adil bir değer biçeceğini vurguluyordu.

            Evet, bugünkü nesil, halkının sevimli yazarı, şairi ve âliminin kısa hayat mesafesinde vatanının, halkının derdiyle yaşayıp her attığı adımdan bir iz bıraktığı için ona karşı sonsuz minnet duymaktadır.


 

[1] Purak: Hoş koku.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 211. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 211. Sayı