HaftanınÇok Okunanları
HUDAYBERDİ HALLI 1
MEHMET ÖMER KAZANCI 2
Ayşe Solmaz 3
Süleyman Abdulla 4
FATİH SULTAN YILMAZ 5
KEMAL BOZOK 6
MUHİTTİN GÜMÜŞ 7
Kadim bir zamanda, İli diyarında büyük bir padişah varmış. O padişahın iki hatunu olsa da çocuğu olmuyormuş. Bu yüzden onun yüreği daima kederliymiş. O, kederini bastırmak maksadıyla sürekli ava çıkıyor, gezinti yapıyormuş. Aylar günler sonra padişahın küçük hatunu hamile kalmış. Bunu duyan padişah ava daha bir şevkle çıkmaya başlamış.
Bir gün padişah vezirleriyle ava gittiğinde küçük hatunu bir erkek çocuk doğurmuş. Fakat padişahın büyük hatunu bu durumu çok kıskanmış ve çocuğu göle atmış. Yerine ise bir köpek yavrusu koymuş.
Padişah avdan döndüğünde büyük hatunu huzuruna çıkıp:
-Ey Padişahım, küçük hatununuz enik doğurdu, diye haber getirmiş. Öfkelenen padişah küçük hatunu öldürmek istemiş. O çağda büyük hatun hilekârlıkla:
-Öldürmeyiniz efendimiz. Canını benim için bağışlayınız diye yalvarmış. Böylece padişah bir kereliğine küçük hatunun canını bağışlamış.
Aradan yine bir hayli vakit geçmiş. Padişahın küçük hatunu yine hamile kalmış. Padişah yine eski âdeti olduğu üzere ava çıkmış. Bu defa küçük hatun bir kız doğurmuş. Büyük hatun bunu da göle atıp, yerine bir kedi yavrusu getirip koymuş. Padişah avdan dönüp geldiğinde büyük hatun padişahın huzuruna kedinin yavrusunu çıkarıp:
-Ey Padişahım, bu kez küçük hatununuz kedi yavrusu doğurdu. Ele güne karşı yüzümüzü yere düşürdü. Bu nasıl bir rezalet, diye yalandan ağlayıp evi başına toplamış. Öfkelenen padişah küçük hatuna ağır bir ceza verilmesini buyurmuş.
Gelelim çocukların ahvaline:
Büyük hatunun göle attığı çocukları bir ayı sudan çıkartıp ormana götürerek bakıp beslemiş. Çocuklar gelişip büyümüşler. Akılları ermeye başlayınca birbirlerine ad koymuşlar. Oğlanın adı Tömür, kızın adı Mehtumsula olmuş. Bu çocuklar sahranın temiz havasında sağlam ve güçlü yetişmişler. Onlar çok güzellermiş. Sonraları onlar ayıdan ayrılarak ormanın bir yakasına ev yaparak o evde yaşamaya başlamışlar.
Tömür Batur küçük yaştan beri avlanmayı öğrendiği için türlü türlü canavarları avlayan yiğit bir delikanlı olmuş. O, her ava çıktığında yedi gün av yapıyormuş. Mısrî kılıcı belinden, alıcı kartalı kolundan, soylu atı altından, asil köpeği yanından ayrılmıyormuş.
Günlerden bir gün Tömür Batur yine ava çıkacakmış. Kız kardeşi Mehtumsula’ya şöyle söylemiş:
-Kardeşim Mehtumsula, ben avdan dönüp gelene kadar çatıya çıkma, ateşi söndürme, su taşıma, tavuğa “kış” deme, ateş sönse tütün çıkan yere ateş almaya gitme.
Bu sözlerden sonra Tömür Batur mısrî kılıcını kuşanıp soylu atına binip asil köpeğini yanına alıp alıcı kartalını omzuna kondurup ava çıkmış.
Aradan bir iki gün geçtikten sonra Mehtumsula yalnızlıktan sıkılarak çatıya çıkmış ve saçını tarayarak oturmaya başlamış. Kedi ve tavuğu da peşine takılıp çatıya çıkmış. Kedi miyavlayıp tavuk gıdaklayıp Mehtumsula’nın canını sıkıyormuş. Mehtumsula kediyi “pist”, tavuğu “kış” diye kovalamış. Kedisiyle tavuğu çatıdan inip eve girmişler. Kedi ocağın yanına gelip ibriği devirivermiş. Tavuk külü eşelemiş. Bu sebeple ocağın ateşi sönmüş. Mehtumsula eve girince ateşin söndüğünü görmüş. Kaygıyla tekrar çatıya çıkmış ve “Şimdi ne yapacağım?” diye ağlayarak otururken sağ taraftan bir köpek sesi duyuluyor, sol tarafta duman görünüyormuş. Mehtumsula’ya ateş bulma kaygısı düşmüş. “Ne olursa olsun, alnıma yazılanı göreyim” diye duman çıkan tarafa doğru yürümüş. Uzunca bir süre yürüdükten sonra bacasından duman çıkan eski bir toprak eve varmış. Bakmış ki, evin içinde yaşlı bir nine oturuyor. Mehtumsula “Selam” diyerek onun karşısına geçmiş. Nine onun kim olduğunu, ne için geldiğini sormuş. Mehtumsula her şeyi bir bir anlatıvermiş. Nine, Mehtumsula’nın iki eline kül ile darı vermiş ve bir tezeği tutuşturarak onu ağaca koyup dişleriyle ısırtmış. Sonra Mehtumsula’ya:
-İki elindeki külle darıyı evine varana kadar saçarak git, arkana dönüp bakma, demiş.
Mehtumsula ninenin dediğini yapmış. Bundan sonra ninenin evinden Mehtumsula’nın evine kadar az önceki darılar filizlenip işaret olmuş.
O nine aslında yedi başlı yalmavuzmuş[1]. Mehtumsula onu bilmiyormuş. Mehtumsula ateşi alıp gelerek hemen ocağı yakıp bir kazan et pişirmeye başlamış. Güneş batıp karanlık çökmüş. Gece olunca az önceki yedi başlı yalmavuz nine kapıya gelip:
Tömür Batur evde mi?
Soylu atı ağılda mı?
Mısrî kılıcı kınında mı?
Alıcı kartalı yerinde mi?
Asil köpeği kapıda mı?
diye sormuş. Mehtumsula ninenin sesini işitip evden çıkmadan:
Tömür Batur evde değil,
Soylu atı ağılda değil,
Mısrî kılıcı kınında değil,
Alıcı kartalı yerinde değil,
Asil köpeği kapıda değil.
diye cevap vermiş. Bundan sonra nine yedi başlı yalmavuz suretinde eve girmiş, önce kazandaki etin hepsini yemiş. Sonra Mehtumsula’yı uzun saçından tavana asıp tabanını delerek kanını içmiş. Giderken Mehtumsula’ya:
-Benim buraya geldiğimi kimseye söyleme, eğer söylersen benden hiç kurtulamazsın, diye tehdit etmiş. Mehtumsula korkusundan hiçbir şey söyleyememiş, ağabeyi Tömür Batur’un dönüşünü dört gözle beklemiş.
Ertesi gün gece olunca yalmavuz nine yine gelmiş. Evde olan şeyleri yiyip önceki gibi Mehtumsula’nın kanını içmiş. Bu durum birkaç gün böyle devam etmiş. Benzi nar gibi, güzelliği gül gibi olan Mehtumsula günden güne gücünü kaybederek safran gibi sararmış.
Yedinci gün Tömür Batur avdan döndüğünde kız kardeşinin durumunu görerek şaşırmış. Gönlünü şüphe kaplamış. Çünkü kız kardeşi Mehtumsula bir yıldır hasta yatan insan gibi sararıp solmuş.
-Hey Mehtumsula, yedi günün içinde nasıl bu kadar zayıfladın, sararıp güçten düştün, ne oldu? Sana kimin kötülüğü dokundu? diye sormuş Tömür Batur. Mehtumsula ağlayarak yalmavuz ninenin yapıp ettiklerini bir bir ağabeyine anlatmış. Bunu duyan Tömür Batur çok öfkelenmiş: “Eğer ben o yedi başlı yalmavuzu öldürmezsem, bana Tömür Batur demesinler” diye ant içmiş ve Mehtumsula’ya bakarak:
-Hey kardeşim, benim geldiğimi kimse bilmesin. Ben kapının arkasına kuyu kazıp saklanacağım. Eğer yalmavuz gelip beni sorarsa her günkü gibi “gelmedi” diye cevap ver, demiş. Sonra atına, kartalına ve köpeğine bakıp:
-Hey vefalı hayvanlarım, eğer yalmavuz nine gelirse ses çıkarmayın, bir çare bulup onu ele geçirelim, demiş. Bu hayvanlar Tömür Batur’un sözünü anlamışlar.
-Böylece Tömür Batur göğsüne yedi kat zırhını giymiş, başına miğferini geçirip mısrî kılıcı elinde, kuyuya girip saklanmış.
Bir süre sonra yalmavuz nine gelip kapının önünde durmuş. Onun yüreği güp güp atıyor, bedeni titreyip duruyormuş. O: “Bugün Tömür Batur gelmişe benziyor, dönüp gitsem iyi olacak” diye düşünmüş lakin nefsi dönüp gitmesine razı olmamış. Nine: “Tömür Batur’un gelip gelmediğini sorup öğreneyim. Eğer geldiyse dönüp giderim, gelmediyse bahtım yaver derim” diye düşünerek, kapıya yaklaşıp:
Tömür Batur evde mi?
Soylu atı ağılda mı?
Mısrî kılıcı kınında mı?
Alıcı kartalı yerinde mi?
Asil köpeği kapıda mı?
diye sormuş. Mehtumsula:
Tömür Batur evde değil,
Soylu atı ağılda değil,
Mısrî kılıcı kınında değil,
Alıcı kartalı yerinde değil,
Asil köpeği kapıda değil.
diye cevap vermiş. Ninenin yüreği ferahlamış. Yedi başının her birinden türlü sedalar çıkarıp gök gürülder gibi eve dalmış. Lakin içeri eve girmeden:
-Hey Mehtumsula, ağabeyin Tömür Batur gelmişe benziyor, evinde insan kokusu mu var? demiş. Mehtumsula temkinle:
-Ağabeyim henüz gelmedi. Gelmiş olsa soylu atı ağılda, mısrî kılıcı kınında, alıcı kartalı yerinde, asil köpeği kapıda olmaz mıydı, demiş.
-Sen yalan söylüyorsun, Tömür Batur kesin gelmişe benziyor, insan kokusu alıyorum, o saklanmış gibi geliyor, demiş yalmavuz nine.
-Bugün ağabeyimin gömleğini, fanilasını yıkamıştım. Suyunu eve dökmüştüm, onun kokusu olsa gerek, demiş Mehtumsula.
Bu sözü duyan yalmavuz nine içeri eve girmiş. Her zamanki gibi Mehtumsula’yı uzun saçından tavana asıp, şimdi kanını içeceğim derken Tömür Batur kuyudan çıkıp mısrî kılıcını çalmış, yalmavuz ninenin başı kesilip düşmüş. Yalmavuz nine “ah” demiş ve Tömür Batur’a bakıp:
-Bir başımı aldın, kalan altı başımla nasıl mücadele edeceksin? diyerek hiddetle saldırmış.
Mücadele bir gece ve bir gündüz devam etmiş. Tömür Batur yine bir başını kesip düşürmüş. Yalmavuz nine evden kaçıp kurtulmanın çaresini bulamayınca Tömür Batur’a tekrar saldırmış. Mücadele yine bir gece ve bir gündüz devam etmiş. Tömür Batur yalmavuz ninenin yine bir başını kesip düşürmüş. Üç başından ayrılan yalmavuz daha da öfkelenmiş. Tömür Batur onun yine bir başını vurup düşürmüş. Yalmavuz nine o yana bu yana kaçmaya başlamış. Tömür Batur onun beşinci başını kesip düşürmüş. Yalmavuz nine gücünü kaybedip gözleri fal taşı gibi açılmış. Kapıdan kaçıp çıkayım dese Mehtumsula kılıç şakırdatıp çıkmasına izin vermiyormuş. Sonunda Tömür Batur yalmavuz ninenin altıncı başını da kesip düşürmüş. Şimdi yalmavuz ninenin “yel boynuz” diye adlanan tek bir başı kalmış. O, çaresizlikten kasırgaya dönüşmüş ve evin bacasından çıkıp giderken:
Hey Mehtumsula, bekle, bekle! diyerek bitkin bir vaziyette kaçmış.
Tömür Batur soylu atına binip bir başı kalan yalmavuz ninenin arkasından kovalamış. Mehtumsula bağlı asil köpeği salmış. Tömür Batur yalmavuza yetişmiş. Yalmavuz nine çaresiz Tömür Batur’a saldırmış. Onlar gece oluncaya kadar mücedele etmişler. O arada Tömür Batur’un asil köpeği yetişip gelmiş, yalmavuz ninenin bacağını ısırıp çekmiş. Biraz sonra yalmavuz nine halsiz düşüp yıkılmış. Asil köpek onu boğup öldürmüş. Tömür Batur yalmavuz ninenin yedinci başını da kesip eve keyifle dönmüş.
Böylece onlar bir süre keyifli bir yaşam sürmüşler. Mehtumsula’nın yüzünün rengi yavaş yavaş yerine gelmiş. O, ay yüzlü, güzel gözlü, şirin sözlü, sümbül saçlı, kara kaşlı, gümüş tenli bir güzel olmuş ki onu gören herkes akıl ve ihtiyarını kaybediyormuş.
Günlerden bir gün Tömür Batur sıkılıp yine ava çıkmak istemiş ve Mehtumsula’ya:
-Hey kardeşim, ben yine ava çıkıyorum. Sen kesinlikle evden dışarıya çıkmayasın, su boyunda oturup saçını taramayasın, demiş.
Tömür Batur kardeşiyle vedalaşıp ava gitmiş. Mehtumsula ağabeyinin nasihatini aklında tutup bir nice gün evden dışarıya çıkmamış. Lakin günler geçtikçe usanmaya başlamış. Sonunda dışarıya çıkıp kapının önündeki derenin berrak suyunun akışını keyifle izleyerek saçını taramaya başlamış. Onun uzun, sümbül saçlarından birkaç tel suya düşmüş. Bu saçlar Sancu Padişahlığının[2] başkentindeki göle akıp varmış. Bu çağda Sancu padişahının oğlu Ozmuh nökerleriyle göl boyunda oturuyormuş. Şehzade Ozmuh göl boyuna gelip elini yüzünü yıkarken onun eline az önceki saçlar gelmiş. Bu saçların uzunluğu ve sümbül gibi güzelliği şehzadeyi hayran bırakmış. Ozmuh nökerlerine:
-Bu ne kadar uzun saç? Kimin saçı? diye sormuş. Nökerler:
-Hey şehzadem, bu İli diyarının güzeli Mehtumsula’nın saçına benziyor. Onun Tömür Batur diye bir ağabeyi var, ona denk bir yiğit henüz doğmuş değil, diye cevap vermişler.
Ozmuh Mehtumsula’yı görmeden ona âşık olmuş. Derhal elinin altındaki beylerini toplayıp danışmış. Çok sayıda asker toplayıp Mehtumsula’yı bulmak için yola revan olmuşlar. Onlar bir nice gün sonra Tömür Batur’un evine varıp etrafını kuşatmışlar. Mehtumsula onlara karşılık gösterip çatıya çıkarak şöyle söylemiş:
-Hey askerler, bu nasıl utanmazlık! Yalnız ve aciz bir kıza şunca askerin gelişi namertliktir! Ağabeyim Tömür Batur gelince ne cevap vereceksiniz?
Ozmuh Mehtumsula’yı görüp ateş gibi tutuşmuş ve şöyle demiş:
-Hey Mehtumsula, Ya beni kabul et ya da seni zorla alırım!
Mehtumsula bu sözleri işitince gazapla çatıdan yere atlamış. Ağabeyi Tömür Batur ava gitmeden önce: Olur da başına bir iş gelirse bu kuşu serbest bırak, ben nerede olursam olayım oraya haber ulaştırır” diyerek alıcı kartalını bırakıp gitmişmiş. Mehtumsula karınca gibi etrafı kuşatan askerleri görünce kuşu salmış, kendisi de kılıcını eline alıp haydutlarla savaşmaya başlamış. Onların çok sayıda askerini yok etmiş. O arada Tömür Batur haber alıp yetişip gelmiş. O mısrî kılıcını oynatıp tek başına binlerce askerle cenk ediyormuş. Onunla baş edemeyen askerler ölmeyi yaşamayı düşünmeden kaçmaya başlamışlar. Ozmuh kaçıp giden askerlerine:
-Sizler iki kişiden mi böyle kaçıyorsunuz? Kaçarsanız benden iyilik göremezsiniz! diyerek, dağılıp giden askerleri kendisi kumanda ederek tekrar savaşa tutuşmuş.
Ozmuh Tömür Batur’a onlarca bahadırıyla birlikte hücum etmiş. Mızrak, kılıçların bir birine çarpmasıyla çakmak çakarcasına kıvılcımlar saçılıyormuş. Fakat her iki taraf bir birini yenememiş. Mehtumsula bu vaziyet karşısında endişeye kapılmış. O: “Ağabeyim yaralanmasın, onun yaralanmasından benim yok olup gitmem daha iyidir” diye düşünüp ağabeyine şöyle söylemiş:
-Canım ağabey, düşman çok kalabalık ve acımasız, bu yüzden sen cenkten çekil, ölürsem ben öleyim, sen sağ kal!
O çağda Tömür Batur Mehtumsula’ya bakıp:
-Kardeşim, beni aşağılama, Tömür diye adım var, bana düşman önünde baş eğmek ölümden beter. Sen, can ciğer kardeşimden ayrılamam, bu yüzden cenkten çekilmiyorum! diye savaşa devam etmiş.
Ozmuh’un askerleri ölüp bitmeye az kalmışken yardıma gönderilen Sancu askerleri nara atarak yetişip gelmiş. Onlar mızrak, kılıçlarını çekmiş; ok ve yaylarını germiş, Tömür Batur’a kara kargalar gibi üşüşmüşler. Ozmuh fırsatı ganimet bilip Mehtumsula’yı yakalayıp elini ayağını sıkıca bağlamış ve kaçırmış. Tömür Batur öfke ve gazapla dolup yedi gece ve gündüz mücadele ederek bütün haydutları tepelemiş. Sonra bakmış ki Mehtumsula hiçbir yerde görünmüyor. Tömür Batur daha da öfkelenmiş. Soylu atına atlamış, Mehtumsula’yı arayarak çöllerde dolaşmaya başlamış. Araya araya sonunda İli Nehri’ni geçerek Tekes Dağı’nın Köktepe denilen yerine gelmiş. İnsanlar ünü dillere destan bu yiğidi çok büyük bir hürmetle karşılamışlar. Tömür Batur oraya yerleşmiş. Hayvancılık yaparak kısa zamanda zengin olmuş. Böyle olduğu halde bu mal mülk onun gözüne hiç görünmemiş. Bütün aklı hayali kız kardeşi Mehtumsula’da kalmış. Gözünün yaşı gece gündüz kurumamış. Tömür Batur öyle çok ağlamış ki sonunda iki gözü de görmez olmuş.
Şimdi gelelim Mehtumsula’ya:
Ozmuh güzellik sahibi Mehtumsula’yı ele geçirdikten sonra başkentine alıp götürmüş. Kırk gece kırk gündüz toy düğün yapmış. Onu zorla hatunu yapmış. Aradan nice yıllar geçmiş, Mehtumsula hayduttan iki oğul doğurmuş. Buna rağmen o gece gündüz ağabeyini görmeyi hayal edip, bir yolunu bulup haydutların elinden kurtulmanın çarelerini arıyormuş.
Günlerin birinde Mehtumsula padişahın huzuruna çıkıp nehir boyunda gezinti yapmak için izin istemiş. Padişah kendi kendine: “Artık iki çocuğu var bize boyun eğdi” diye düşünerek izin vermiş. Sancu padişahlığının bir tulparı varmış. O tulpara padişahtan başka kimsenin binmesi yasakmış. Mehtumsula o tulpara binerek kırk cariye ve kırk nökerin gözetiminde nehir boyuna doğru yol almış. Onlar İli Nehri boyuna ulaşmışlar. Katar katar çadırlar dikilmiş. Her tür yemekler pişirilmiş. Sütten yapılan içecekleri tulum tulum dizilmiş. Büyük ziyafet başlamış. Mehtumsula kendi eliyle ağaç kâselere süt ve içecekleri doldurup cariye ve nökerlere sunmuş ve bir anda hepsini sarhoş etmiş. Mehtumsula onların sarhoşluğundan faydalanıp çeviklikle tulpara binmiş ve İli Nehri’ni aşarak diğer tarafa geçmiş. Padişah huzurunda başını kaybetmekten korkan nökerler derhal onun arkasına düşüp nehir ağzına gelmiş. Fakat hiçbirisinin atı nehre girememiş. Aslında padişahın tulparından başka hiçbir hayvan bu nehirden yüzüp geçemezmiş. Çaresiz kalan nökerler Mehtumsula’ya bakıp:
-Hey Mehtumsula! İki çocuğunu öksüz koyma, geri dön! demişler. Mehtumsula:
-İki oğlumu alıp gelirseniz geri dönerim! demiş.
Nökerler derhal padişahın başkentine varıp iki oğlanı alıp getirmiş. Bu iki oğlanın büyüğünün adı Akar, küçüğünün adı Çöker’miş. Mehtumsula nökerlere bakıp:
-Büyük oğlumu nehre atın, onun hasretine dayanamaz o tarafa geçer gelirim! demiş.
Nökerler Akar’ı nehre atmışlar, fakat Mehtumsula onu dikkate almamış. Nökerler: “Mehtumsula küçük oğlunu daha çok seviyor, onu nehre atsak oğlunu kurtarmak için nehre atlar” diyerek Çöker’i nehre atmışlar. Çocuk o anda suya gömülmüş. Mehtumsula’ya bu çok ağır gelmiş. Öyle olsa da, o sevgili ağabeyi Tömür Batur’u bulma arzusundan vazgeçmemiş. O nökerlere bakıp:
-Hey insafsız haydutlar! Sizlere neslimi de bırakmadım, şimdi muradım hâsıl oldu! demiş ve atı koşturup gitmiş. Haydutlar nehri geçemeyip çaresiz dönmüşler.
Mehtumsula bu yürüyüşünde çölleri gezip dağlardan aşarak güzel bir yaylaya gelmiş. Bakmış ki çok sayıda deve yaylada dolaşıyor. Mehtumsula devecilere:
-Bunlar kimin develeri? diye sormuş. Deveciler:
-Âmâ Tömür’ün develeri, diye cevap vermişler.
-O neden âmâ oldu? diye sormuş Mehtumsula. Deveciler:
Onun kız kardeşini haydutlar kaçırmış, onun derdiyle öyle çok ağladı ki âmâ oldu, demişler. Mehtumsula yine:
-Şimdi o nerede? diye sormuş. Deveciler:
-Nerede olduğunu bilmiyoruz, demiş.
Mehtumsula yine binmiş atına. Biraz yürüdükten sonra büyük bir yılkıyla karşılaşmış. Yılkıcılardan sorduğunda onlar da aynı cevabı vermiş. Yine biraz yürüdükten sonra büyük sığır, koyun sürülerini görmüş. Çobanlara sormuş, onlar da benzer cevap vermişler. Sonunda Mehtumsula en kıyıda buzağıları otlatan bir çocuk çobana:
-Canım kardeşim, Tömür Batur şimdi nerede? Söyler misin, diye yalvarır gibi sormuş. Çoban çocuk zorla:
-Âmâ Tömür şimdi Altın Arşan denilen yerde, demiş. Mehtumsula ona yalvarıp:
-Ben Tömür Batur’un kız kardeşiyim. Beni ağabeyimin yanına alıp götür, demiş. Çoban çocuk:
-Sürünün yanından ayrılamam, buzağılar kaybolsa ne ederim? diyerek kabul etmemiş. Mehtumsula:
-Öyleyse sürülerine ben bakayım. Eline bu elmayı al, eğer Tömür Batur sözüne inanmazsa elmayı gözüne sürtsen gözü açılır, diye eline bir elma vermiş.
Çoban çocuk elmayı alıp yola revan olmuş. O, varıp Tömür Batur’a Mehtumsula’nın haberini vermiş. Tömür Batur hiç inanmamış. O zaman çoban çocuk:
Almutiyar’ın elması
Mehtumsula’nın torbası
Mehtumsula değilse
Nerden gelmiş torbası?
deyip, elmayı Tömür Batur’un gözüne sürmüş. Onun gözleri anında açılmış. Tömür Batur çoban çocuğa teşekkür etmiş ve onunla birlikte Mehtumsula’nın yanına gitmiş. Ağabey kardeş birbirini görüp ağlaşmışlar. Hal hatır sorup dertleşmişler. Bundan sonra onlar keyifli, sağlıklı bir ömür geçirmişler.
[1] Yalmavuz: Canavar, Ejderha.
[2] Sancu Padişahlığı: Moğol Padişahlığı.