Usman Azim: “Edebiyat fedailerin işidir” / Mülakat


 01 Mayıs 2025

Doğumunun 75. Yıldönümüne Özel Özbek şairi Usman Azim ile Mülakat

MÜLAKAT: FATİH SULTAN YILMAZ  

Üstat öncelikle hoş geldiniz. Hem edebiyat sahasındaki genç bir akademisyen hem de şiir sevdalısı bir yürek işçisi olarak sizinle bu sohbeti gerçekleştirmek benim için bir onur. Uzun bir sohbetimiz olacak, dilerseniz hızlıca sorularıma geçmek istiyorum.

– Bu yıl 75. yaşınıza girmektesiniz. Başarılarla ve değişimlerle dolu bir ömür geçirdiniz.  “İnsanı Anlamak” adlı ilk şiir kitabınız yayımlandığından bu yana edebiyat yolculuğunuz nasıl şekillendi? Bu süreçte karşılaştığınız en büyük zorluklar ve elde ettiğiniz en önemli başarılar nelerdi?

İlk kitabım kendi dönemi içerisinde çok başarılı bulunmuştu. Bu avuç içi kadar kitabın basılması bana tarifsiz bir sevinç vermişti. Yazdıklarının kitap hâlinde yayımlandığını görmek, tüm yazarlar için tanıdık bir mutluluk olsa gerek diye düşünüyorum. Ancak bu kitabın bir “ilk adım” olduğunu, ilerleyen süreçte okuma, öğrenme ve mükemmelliğin sonsuzluğunu her zaman hissettiğimi de ekleyeyim. Asıl önemli olan, bu işin kendi isteğim dışında, bilinçaltımda inanılmaz bir hızla gelişmesiydi. O süreçte ruhum ve yüreğim, edebiyatın kanatlarında sürekli uçuyordu. Dünyanın en büyük yazarlarının eserlerini okumayı hayal ediyordum. Onları okuyup derinden heyecanlanıyordum; eserlerindeki büyük hakikatlere ve güzelliklere hayret ediyordum. Dâhilerin ustalığındaki yüceliğe ve derinliğe imreniyordum. En mutlu günlerim; büyük yetenek sahibi yazarların eserlerini okurken yaşadığım o tarifsiz anlarla bağlantılıydı. Büyük edebiyatçı Şukur Holmirzayev evimize geldiğinde, okuduğum kitap ve dergilere gözü ilişmişti, yazarlarının kim olduğunu öğrendiğinde ise epey sevinmişti. “Vay be, durmadan okuyor” diyerek rahmetli bu konuyu sohbetlerde anlatırdı. Bana kalırsa, bir dâhinin ustalığı gökten inmez; okuyup öğrenmeyle, emekle, durmaksızın araştırmayla yazarın benliğine işlenir. Bunu çok erken fark etmiştim. Kendi yazdıklarımsa... Dünyada en zevkli, en tatlı iştir. Yazmayı başarmak, en büyük mutluluktur. Bana bu zevki, coşkuyu bahşeden Yaradan’a sonsuz hamd ve şükürler olsun. İlhamın gelmesini asla beklemedim. İlham her an bana eşlik etti. Hatta “bir yazar sürekli ilham hâlinde olmalı” diye bir bakış açım da var. Ben bu vecd hâlinde, türlü biçimlerde, türlü vezinlerde, türlü nağmelerde yazdım. Bu yazılar tamamen doğal bir şekilde, yüreğimden doğan nağmelerin eşliğinde kâğıda döküldü. Belki de edebiyatta tekdüzelik ve donup kalmak gibi durumlar içimi sıkıyordu…

Zorluklar da oldu… Yazdıklarıma ve kendime iki kez yasak konuldu. Başarılarıma gelince… Eğer bir başarım varsa, siz benden daha iyi biliyorsunuzdur.

– Şiir, destan, öykü, tiyatro ve sinema gibi çeşitli alanlarda eserler ürettiniz. Bu alanlar arasında geçiş yaparken nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz? Her birinin sizin için anlamı nedir?

Her yazarın yetenek kapsamı farklıdır. Tanrı, kimine daha çok, kimine daha az lütufta bulunmuştur. Kimi ömrü boyunca yalnız şiir yazar, kimiyse tek bir kulvara sığmaz. Bir başka nokta da şu: Büyük şairlerin eserlerine bakacak olursanız tuhaf bir yasa görürsünüz; lirik şiirlerinin yanı sıra epik – olay örgüsüne sahip şiirleri, destanları olduğunu, ardından nesir türlerinde kalem oynattıklarını ve belli bir birikimin ardından tiyatroya geçtiklerini görürsünüz. Mesela Byron, Puşkin, Nabokov, Lermontov, Garcia Lorca, Nazım Hikmet… Yazdıklarımı okuyan uzmanların söylediğine göre, öyküsel ve dramatik unsurlar şiirlerimde hep varmış. Ben de bunu hissediyordum…

Türden türe geçerken herhangi bir zorluk çekmedim. Bir örnek vereyim: Senaryo yazımına bir anda, hızlı bir şekilde başladım. Hayatımda tek bir senaryo okumadan işe girişmiştim. Ama neticede film seyretmiştim…

Sonuç olarak, edebiyattaki tür çeşitliliğini yeteneğin kapsamı belirler. Bir yazar, yeteneğini tüm boyutlarıyla göstermek için Tanrı’nın verdiği tüm imkânları kullanmalıdır. Şiirden başka türlere geçip başarısız olanlar da çoktur. Bana kalırsa, başka bir türe yönelirken cesur bir atılım da gerekli. Bende o cesaret fazlasıyla var…

– Eserlerinizde folklorik unsurları modern bir bakışla harmanladığınızı görüyoruz. Bu dengeyi nasıl koruyorsunuz? Folklorun modern edebiyattaki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Bir yazarın şekillenmesinde, onun biyografisi büyük rol oynar. Benim çocukluğum halkın sözlü yaratımlarıyla doymuş bir ortamda geçti. Masallar, rivayetler, destanlar… Özbeklerde halk destanları, destanlar (epos) çoktur. Sadece “Goroglu” destanlarının çeşidi kırktan fazladır. Alpomış’ın kayıt altına alınmış varyantları da kırktan çok. Bu destanların pek çoğuyla çocukluktan beri tanıştım, hayrete düştüm, içim ürperdi, ağladım… Bahşıların (destan anlatıcılarının) yürek yakan iniltilerine katılıp boğazım düğümlendi. Dombıra (bağlama benzeri çalgı) tınısının eşliğinde içim içime sığmadı… Otuzlu yaşlarımda çok büyük bahşıların ortamına denk geldim. Onların boğazları kesilmiş gibi hırıltılı, yanık sesi beni ruhen göklere çıkardı. Çok geçmeden Bahşiyona dizisi, işte o göklerden akarak şiirsel biçimiyle yüreğime indi. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, benden önce bu tarzda, bu biçimde, yazılı edebiyatta hiç kimse kalem oynatmamıştı. Bahşiyona’daki her şiir kendi içinde minik bir “balad”[1] gibidir.

Bu denge meselesine gelirsek, burada yine yetenek düzeyinden bahsetmem gerekecek. Yetenek, her çeşit şiiri modern kılmaya muktedirdir. En üst düzeyde gönülden okuyan bir şiir severi etkileyebilir. Zamanında bu tarz şiirlerim Özbekistan’da çok meşhur olmuştu.

Suniliği hissedilmedikçe, içeriği doluysa ve okurun kalbine ulaşıyorsa… Modern edebiyata daha ne gerek var? Bana göre gerçek şair, her türlü vezinde hatta folklordaki ritimde bile şiir yazabilir. Onun için sınır yoktur. Yazdıkları da daima moderndir.

– Türk, Fransız, Rus ve diğer halkların şairlerini Özbekçeye çevirdiniz. Bu çeviri süreçleri sizin edebî üslubunuza ve edebî dünya görüşünüze nasıl etki etti? Sizce bir dilden başka bir dile edebî çeviri yapılırken nelere dikkat edilmelidir?

– Hiçbir zaman “çeviri yapacağım” diye kendime hedef koymadım. Yabancı halkların şiirlerini okurken, hoşuma giden şiirleri yol üstü Özbekçeye aktarıverdim. Demek ki o şiirlerden aldığım lezzeti Özbek okurlarla da paylaşmak istemişim… Aslında, şiir çevirisinin bir avantajı var: Birinin yüksek perdeden duyurduğu heyecanın kendi içinde de alevlendiğini hissediyorsun ve kendi diline aktarmaya başlıyorsun. Zor yanına gelince, şiiri orijinal şairin düzeyinde çevirebilmek. Bu noktada çevirmenin yeteneği çok önemli. Özellikle şiir çevirisinde.

Çeviriler, şiirsel ustalığı artırmada büyük rol oynar. Sen özgür değilsin, başkasının şiirinin alanındasın. Onu karşılaştırılabilir bir düzeye getirmek için şiir kültürünün yüksek olması, şiirsel birikimin derinliği ve bir tür “disiplinli ilham” gerekir. Çeviri, şair için okuma-öğrenme sürecinin organik bir parçası gibidir. Her şiir, başka âlemlere açılan bir penceredir. O âlemdeki sancılar, şair-çevirmenin de derdi hâline gelir, şüphesiz. Büyük şairler, bu dünya işlerinden haberdar olan bilge ve dertli kişilerdir. Aynı zamanda ruhlarında bir mecnunluk hâli taşırlar.

Önemli olan, şiir çevirisinde orijinalin ruhunu korumaktır.

– Özbekistan’ın bağımsızlık süreci edebî eserlerinize nasıl yansıdı? Bu dönemde yazdığınız eserlerde hangi konuları öne çıkardınız?

– Bağımsızlık döneminde son derece çok yazdım. Bu dönemdeki her eserim, bir şekilde bağımsızlık ve içinde yaşadığımız zamanla bağlantılıdır. Bilhassa belli bir konuyu özellikle seçip ona tutunmadım. Bağımsızlıktan sonra, piyasa ekonomisi yeni yeni gelmeye başladığı dönemde toplumun, insanların değişimi beni hem sevindirdi hem de sersemletti. Para kazanmak, zengin olmak, sahte itibar elde etmek artık yüz kızartmayan bir şeymiş gibi yüzeye çıktı. Özbek dünyasının yüz akı olabilecek nice insanlar çaresiz kaldı. Dünya değişti. Kapitalizm yüzünü saklamadan, küstahça üzerimize gelmeye başladı… Her şeye rağmen bu dönemde milletimizin gurur kaynağı olabilecek işler de yapıldı. Yeni erdemli insanlar ortaya çıkmaya başladı. Tüm bu değişimler eserlerime yansıdı diye düşünüyorum.

– Tarihî süreç içinde kendi döneminize ait yazarlardan veya şairlerden eserlerini merakla okuduklarınız var mı? Kendi kuşağınızın edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugünün genç yazar ve şairlerine neler tavsiye edersiniz?

– Şanslıyım ki, merakla okuduğum birçok yazar var. Aralarında yetenekli yazar ve şair arkadaşlarım da var. Onların ortamında bulunduğum, dostluk ettiğim, eserlerini okuyup keyif aldığım için kendimle gurur duyuyorum.

“Yetmişler kuşağı” diye anılan, benim yaşıtlarım, kendi değer ve kıymetini bilen, vatan sevgisini iman olarak kabul eden, halkın özgürlüğü için kendini esirgemeyen, inatçı ve üst düzey eserler yazmış bir dönem olarak tarihe geçecektir.

Genç yazarlara ve şairlere tavsiyem: günlük yaşamda kendilerini ve yeteneklerini heba etmesinler. Edebiyat, ciddiyetle ele alınması gereken bir alan.

– Edebiyat dünyasında kalıcı olmak için sizce nelere dikkat etmek gerekir?

– Edebiyat ilahî bir iştir. Yaradan size yetenek bahşetmişse, onun kıymetini bilmek gerekir. Edebiyatı içten sevmek gerek. Onunla durmadan meşgul olmak şart.

– Şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni projeler ya da eserler var mı? Gelecekte hangi konuları işleyeceğinizi düşünüyorsunuz?

– Evet, var. Fakat onları açıklayamam. Özür dilerim. Çünkü hangi eserden bahsetsem, sonunda gerçekleşmiyor.

– Zaman geçtikçe teknoloji hızla ilerliyor. Bu da kitap, gazete ve dergi gibi basılı yayınların okunma oranının düşmesine etki eden etmenlerden biri. Böyle bir durumda edebiyatın yeniden canlanması ve atılım yapması için hangi adımlar atılmalı sizce?

– Bilmiyorum… Düşününce korkuyorum…

– Geçmiş yıllarda, özellikle sizinle aynı dönemde yetişen yazarlar aynı anda edebiyatın çeşitli alanlarında aktif olurdu. (Örneğin bir edebiyatçı hem şiirde hem nesirde hem de dramaturjide eser verir, hatta bazıları dünya edebiyatı ürünlerini çevirerek de uğraşırdı. Bunun yanı sıra hem toplum, hem de siyaset alanında aktif olan yazarlar vardı.) Fakat bugün kalem sahiplerimizin yalnızca tek bir sahada veya alanda etkin olduğunu görüyoruz. Sizce bunun sebepleri nelerdir?

– Bu soruyu yukarıda cevapladım sanırım… Eskiden (özellikle benim zamanımda) yazarlar şahsiyet olarak son derece “büyük” insanlardı. Şimdiki nesil ise kendilerini “küçük insan” olarak mı görüyor acaba? Onlarda “Dünya benim!” duygusu eksik gibi…

– Son zamanlarda yapay zekâ ile ilgili birçok yeniliğe şahit oluyoruz. Bu programların artık şiirler, öyküler yazdığına, hatta koca eserleri tercüme ettiğine tanık olmaktayız. Sizce bu süreç gelecekte edebiyata nasıl bir etki yapacak?

– Belki şöyle yüzeysel, “öylesine” eserler yazar. Ama duygu yüklü edebiyatçıların işini göreceğini sanmıyorum. Mesela Dostoyevski’nin eserlerini ele alın.

– “Cedit Edebiyatı Numayondaları” (Cedid Edebiyatının Öne Çıkan İsimleri) serisinde, Abdullah Kadiri’nin kitabına yazdığınız önsözde, onun kendi çağdaşlarını eleştirdiğinden bahsettiniz. Sizce bu eleştiriler neler üzerineydi?

– Kendi çağdaşlarını eleştirmek bende de var. Abdullah Kadiri, her bir Özbek’in, kusurlardan arınmış, vatanının kaderi için sorumluluk sahibi bireyler olmasını arzulamıştır. Câhilce hurafelere boğulmuş kimseleri milletin düşmanı olarak görmüştür, mesele bu.

– Dünya edebiyatından takip ettiğiniz yazar veya şairler var mı? Sizi en çok kimler etkiledi?

– Dünyada ismi duyulmuş yazarların hemen hemen hepsinin edebiyatına aşinayım diyebilirim. Güney Amerika, Avrupa, Amerika, Japonya, Hindistan ve daha pek çok bölgenin klasik ve modern eserlerini okudum. Her bir dâhiden ruhuma bir şeyler geçti. Bu yüzden “Hocaların kim?” diye sorulduğunda “Onlar sayısız” derim. Gerçekten de çocukluğumda dombırasıyla beni mest eden bahşılardan Lev Tolstoy’a, Lorca’dan Bulgakov’a, Nevaî’den Japon-Çin şiirindeki hassas şairlere, Marquez ve Borges’ten Bunin’e kadar hepsi benim hocalarım… Çok sayıda büyük yazarı okudum. Benden beş-on yaş büyük Abdullah Arif, Şukur Holmirzayev gibi ağabeylerimin eserleri de bana çok şey kattı. Onlardan bana mutlaka bir şeyler geçtiği kesin. Onlardan nasıl yazılacağını ve nasıl yazılmayacağını da öğrendim.

Evet, yetenek dediğimiz kişiye has bir ayrıcalık, Tanrı vergisi. Öğrencilik yıllarımda durmadan okurdum. Bir şeyler karalardım… O dönemde ufak bir olay gerçekleşti, farkında olmadan şiirlerimi başka bir ezgiyle okumaya başlamışım. İlk bunu çocukluk arkadaşım Erkin (şu anda büyük bir edebiyatçı, Özbekistan Halk Yazarı Erkin A’zam) fark etmişti. “Şiirlerini başka türlü okumaya başladın” demişti bir gün… Bu değişikliğin, edebiyat eleştirmenlerinin “kendi sesin” dediği şey olduğunu daha sonra öğrendim. Ben o hiç kimseye benzemeyen ezginin peşinden gittim. Okudum, öğrendim ancak kimseyi taklit etmedim…

Evet, ben iki büyük edebiyatçı, Nevaî ve Lev Tolstoy’u edebiyatın ölümsüz ustaları olarak görüyorum. Marquez’e “Yüzyıllık Yalnızlık adlı eseriniz, dünyanın en iyi romanı değil mi?” diye sorduklarında, “Lütfen, abartmayın,” demiş. “Tolstoy var… Savaş ve Barış var…” Mert Marquez! Tam ve kesin biçimde söylemiş.

– Türk dünyası yazar ve şairleri arasında kimleri okuyorsunuz veya takip ediyorsunuz? Türk Dünyası edebî ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Sovyetler Birliği döneminde birlik içinde yaşayan Türk halklarının edebiyatını iyi bildiğimi düşünüyorum: Muhtar Avezov, Semed Vurgun, Kaysın Kuliyev, Mirzo İbrahimov, Mustay Kerim, Olcas Süleymanov, Akram Aylisli, Bahtiyar Vahapzade, Tölepbergen Kayipbergenov, Anar… Saysam çok uzar. Olcas Süleymanov ve Ramiz Rövşen’in bazı eserlerini Özbekçeye de çevirmiştim. Cengiz Aytmatov’u ise “emsalsiz bir yazar” olarak görüyorum. Son yıllarda Kazak Uluğbek Esdevlet, Kırgız Sultan Rayev, Tatar Rakel Zaydulla gibi ilgi çekici edebiyatçıları keşfettim… Tüm dünyayı sarsan Fuzuli ve Nesimi şiirine de hayran kaldım.

– Türk edebiyatından kimleri tanıyorsunuz? İçlerinde sanatınıza veya yazar/şair kimliğinize etki eden isimler var mı?

– Türk edebiyatından ilk okuduğum kitap, Sabahattin Ali’nin toplu öyküleriydi. Sonra Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı elime geçti. Bunları okuldayken okumuştum. O yıllarda Maksud Şayhzade çevirisiyle Nazım Hikmet’in 865 Satır adlı kitabı Özbekçe yayımlanmıştı. Bu şiirler, bende “yeni bir şiirin soluğu” olarak derin etki bıraktı. Bir süre sonra şairin Bulgaristan’da Türkçe yayımlanmış iki ciltlik şiirlerini buldum… Derken, Yûnus Emre’nin eserleriyle tanıştım. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi Türk yazarlarının eserlerini de okudum. Türk şiirini az çok incelemeye başladım. Elbette bu şiiri baştan sona eksiksiz biliyorum diyemem, ama Batı şiirinin havasından da etkilenmiş bu edebiyat bana farklı bir âlem gibi geldi. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi şairlerin şiirinin ruhunu anlamaya çalıştım. Türk edebiyatıyla tanışıklığım hâlen devam ediyor…

– Sizce Türk Devletleri arasındaki kültürel ilişkilerin güçlenmesinde edebiyatın rolü nedir? Edebiyat bu alandaki görevini yerine getiriyor mu? Zamanın beklentilerine cevap verebiliyor mu?

– Rahmetli Dr. Yakup Ömeroğlu’nun yıllarca kurucu başkanlığını yaptığı, bugün ise Ufuk Tuzman’ın başkanlığında edebiyat, kültür, sanat alanında önemli çalışmalara imza atan “Avrasya Yazarlar Birliği” teşkilatı, edebî ilişkileri güçlendirme yönünde büyük işler yapıyor. “TÜRKSOY” adlı kurumun kurulması da çok iyi oldu. Genel Sekreteri Sultan Rayev’in yönettiği bu kuruluş da gayret ve şevkle çalışmakta. Türk devletlerinin yazar birlikleri de bu ilişkileri yükseltme yolunda çabalıyorlar. Özbekistan’da Türk halkları edebiyatının yüz ciltlik bir serisi yayımlandı. Daha geçen gün Kazak dostlarımız Taşkent’e geldi. Onlar, Özbek yazarların yaklaşık yirmi eserini Kazakçaya aktarmaya hazırlanıyor. Biz de Özbek yazarları olarak Azerbaycanlı meslektaşlarımızla iyi ilişkiler içindeyiz.

Burada, Türk devletlerinin aslında tek bir bahçenin ağaçları olduğunu fark edip birbirine yaklaştığını söylemek istiyorum. Bu, çok büyük bir iştir. Atalarımız, cedit (yenilikçi) edebiyatçıların hayalleri gerçek olmaya başladı.

– Türk Dünyasındaki süreli yayınlar (gazeteler, dergiler vb.) hakkında ne düşünüyorsunuz? Türk Dünyasında yayımlanan gazete ve dergilerin ortak hangi faaliyetlerde bulunmasını isterdiniz?

– Maalesef Türk halklarının süreli yayınlarını düzenli olarak takip etme imkânım yok. Bu yayınlarda Türk devletleri ve Türk halklarının toplumsal yaşamı, tarihi, bugünü hakkında derin makaleler yer alsa, halklarımızın birleşme süreci hızlanırdı. Elbette, kardeş yazarların eserlerini de düzenli biçimde yayımlamak gerek. Edebiyat, halklarımızın ruhunu bütünleştirir.

– Türk Dünyasında yeni yetişen genç yazar ve şairleri takip ediyor musunuz? Onlara hangi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

– Aslında yukarıda bu soruları cevapladım diyebilirim. Sadece, edebiyatın fedakârlık talep ettiğini vurgulamak istiyorum. Bu tavsiyemi yetenekli kardeşlerim için söyledim. Yeteneksizler ise zaten hiçbir şey yardımcı olamaz.
 

[1] Balad. Dört parçadan oluşan nakaratlı bir Fransız nazım şeklidir. Manzum, masal ya da efsane anlamlarına da gelmektedir.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 221. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 221. Sayı