USTAMIN TENKİT VE TAVSİYERİ


 01 Temmuz 2021


Çıraklığı olmayan işin ustalığı olmaz.” atasözünü duymuşsunuzdur. Zanaat dallarında usta çırak ilişkisi önemlidir. Fakat yazarlıkta bu atasözü pek geçerli değil. Yazarlıkta usta çırak ilişkisi, yazarların usta eserlerini okumaları ve hisse alabildikleri kadardır. Ben, yazarlıkta bir ustanın tedrisinden geçmiş olmanın semeresini yaşamış, istisnalardan biriyim.

            Ablam Ustam Emine Işınsu, Denizli Eğitim Araçları Merkezi salonunda. (12 Mayıs 1990)

Ustam, romanları ile tanınan Emine Işınsu Öksüz… O Ankara’da yaşıyor, ben Denizli’de ikamet ediyordum. Ziyaretine giderek yüz yüze konuştuk. Mektuplaştık. Bazı hikâyelerimi ve bir tiyatro eserimi göndererek düşüncelerini aldım. Bıkmadan, usanmadan ilgilendi. Çok sayıda tenkit ve tavsiyesi, üzerimde emeği ve hakkı vardır. Mektuplarını, tenkit ve tavsiyelerini, hatıralarımızı “Ablam Ustam Emine Işınsu”[1] adlı kitapta topladım. Bu çalışma, sağlığında, hakkında yazılan tek armağan kitaptır. 2020 yılında da ustamın son romanı “Kendimden Kendime”[2] ile birlikte “Emine Işınsu Armağanı”[3] adıyla bir kitap daha yayımlandı. Fakat Alzheimer denen hastalığı yaşıyor olması sebebiyle eline alıp sevinemedi.

Ustamın eserlerimle ilgili edebî tavsiyeleri benim için değerlidir. Tekrar ediyorum bu tavsiyeler şahsımla ve eserlerimle ilgilidir. Fakat -şimdilerde klavyelerde ve bilgisayarda yazıyor olsak da- “eli kalem tutan” herkesi ilgilendirmektedir. Böyle konularda kıskançlık yapılmamalı. Bu düşünceyle, ustamın tavsiye ve tenkitlerinden birkaçını, Kardeş Kalemler dergisinde, siz Türk Dünyası yazarlarıyla paylaşıyorum.

“Mağduristan Yağması” adlı bir tiyatro oyunu yazmıştım. Ustam satır satır okumuş, kenarlarına notlar almış. Bir de uzunca mektup yazarak haklı tenkitler yapmıştı. İşte bu eserle ilgili yazdıklarından bazıları:

“Önce şunu söyleyeyim oyun için çok güzel konu bulup da bir hayli kötü yazmada ustasın. Düşünme Odası[4] nefisti, iyi işlenmemişti. Bu da öyle.”

“Sonra o iç konuşmalar nedir öyle, hangi adam kendi kendisiyle ve yüksek sesle bunca uzun konuşur? Film olsa, çeşitli sahneler geçer, adam düşünür, o lâfları ederken seyirci sıkılmaz amma piyeste olmaz.”

Soldan sağa: Ben, ustamın eşi Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ, oğlum İsmail TURAN, ustam Emine Işınsu Öksüz, kucağında kızım Feriştah Selcen, eşim Nevrisal. Denizli’de, evimdeyiz. (12 Mayıs 1990)

“Allah rızası için propaganda yapacağım diye mantıktan, gerçekten ayrılma. Acele yazma, yazarken mutlaka YAŞA. (Dikkatimi çekmek için yaşa kelimesini özellikle büyük harfle yazmış.) Ve diyalogları mutlaka, kendine yüksek sesle oku. (Bu cümlenin de altını, bu önemlidir anlamında çizmiş.)”

“Yani uzun boylu düşün, çaba harca ve şu piyesi bir güzel adam et kardeşim.”

Bir sonraki mektubunda “yazmaya, okumaya devam et!” tavsiyesinde bulunuyor ve şöyle diyor: “…oyununu tenkit etmiştim. Ne yaptın merak ediyorum, çok ilginç bir konu yakalamıştın çünkü.”. Ustam haklıydı. Basılmaya değer bulmadım. Üzerinde durmayı ve ustamın istediği gibi “adam etmeyi” canım istemedi. Yırtıp atmadım fakat üzerinde ustamın el yazıları bulunan değerli bir belge olarak, -mektupları ile birlikte- saklıyorum.

Malûmunuzdur, düğünler yarım yüzyıl içinde kültürümüzün bir parçası olmaktan çıktı. Bu gayrı millî gidişat içime dert olmuştu. Kendi düğünümü elimden geldiğince millî bir program şeklinde uyguladım. Örnek olsun, gençler de kendi düğünlerini benimki gibi, bize yakışan şekilde yapsın istedim. Eşimin gelinliğinin yakasına esir Türk yurtlarındaki kızlarımızın gözyaşlarını temsilen siyah gül taktırdım. Düğün programını baştan sona yürüten Türk Ocağı Denizli Şubesi Başkanı Erdoğan Çetin, siyah gülün anlamını beni mikrofona çağırarak davetlilere anlattırdı. Türk Ocağı’nın çaydaçıra ve zeybek ekipleri oyunlarını sergilediler. O ders yılı Denizli’nin Kale ilçesinde görevliydim. Kale halkından davetlilerim Tavas Zeybeği’ni oynadılar. Mahallî sanatçı Akif YAĞCI, bağlama ile türküler çalıp söyledi. Orkestraya ve dansa çok az yer verildi. Düğünümde hizmet eden Bozkurt resimli tişörtler giymiş gençler Kur’an-ı Kerim, Ay-Yıldızlı Bayrağımız ile bir hançer hediye ettiler; üçer defa öperek aldık. Çevremizden ve Başbuğ Alparslan Türkeş’ten gelen telgraflar okundu. Bu mutlu günümü, “Düğün” adıyla hikâyeleştirdim ve Töre dergisine gönderdim. Derginin sorumlusu Yalçın İZBUL, heyecanlanarak adını “Ülkücü Düğünü” yapmış ve o şekilde yayımlamış. Ustam Emine Işınsu beğenmemiş. Mektubunda şöyle diyor:

“…derginin neşriyatı benim elimde olsaydı, o hikâyeyi yayınlar mıydım öylece, yoksa üzerinde biraz oynar mıydım, bilemem. Galiba oynardım ve o telgraf bahislerini falan çıkarırdım. Tanrı aşkına, solcuların yaptığı gibi başa çivi çakar gibi propaganda yapma.”

Burada şunu ifade etmeliyim: Sonraki yıllarda birkaç arkadaşım düğünlerini benzer şekilde yaptı. Birkaç gelinin yakasına, damadın isteği üzerine, esir Türk yurtlarındaki kızlarımızı hatırlatan siyah gülü bizzat taktım. Gerisi gelmedi… Fakat düğünlerin kültürümüze ve anlayışımıza uygun yapılmamasını hâlâ kabullenmiş değilim.

Ustama, “Girdap” adlı bir hikâyemi göndermiştim. Karşılığında o da bana bir mektup göndermişti. “Baştan başa nutuk, kör gözü gördürecek propaganda!” dedikten sonra şunları yazmıştı:

“Gel sen şunu hatıra olarak yeniden ele al. Yahut hikâyeyi, hikâye yap, uzun uzun ders vermeğe kalkma... Bak Hacıeminoğlu da öyle yapar hikâyelerinde. Tartışırız. O, gençler için bu yolun çok faydalı olduğunu söyler. Kendince haklı. Fakat onun da Londra’dan yazıp gönderdiği bir hikâyeyi ben basmamış, Hisar’a yollamıştım, o da basmadı, Devlet’e verdik. Onlar da yüz vermediler. Hikâye kaynayıp gitti. Hacıeminoğlu dehşetli kızdı ama ne yapalım her yazının bir yeri var.[5] Girdap bu haliyle Töre’ye girmez. Ama kıyamıyorsan değiştirmeğe, başka bir yere yolla... Belki mahalli gazetede falan iyi gider, ne de olsa o mahallin hikâyesi, bu yüzden ilgi çeker.” Ustam, benimkinde olduğu gibi profesör arkadaşının hikâyesine de edebî ölçünün bulunması konusunda titiz davranmıştı.

“Bu insanlar” adlı hikâyemi şöyle değerlendirmişti:

“…fazla teferruata kaçıyorsun, dediydi, dedimdi... ıvırdı zıvırdı. Bunlar roman işi. Öyle uzun hikâye basan dergilerimiz olsa, neyse. Fakat biliyorsun, kısa hikâyeyi tercih ediyorlar. Az, öz... Çok güzel konular buluyorsun, dikkatle işlemiyorsun.”

“Dikkatli ol. Titiz ol... Bak, ilk hikâyende tenkit ettiğim nutuk faslını atmışsın burada, çok iyi... Şimdi lütfen çocuğum şu sözlerimi de ciddiye al... Cümleler hep tek düze gitmesin. Oyna üslûpla. … Aslında sen kendi üslûbunu bulup seçeceksin.”

“…elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Çünkü Allah şahidimdir, gerçekten senin çok iyi yetişmeni istiyorum.”

Mektuplarından birinde de şunları da yazmıştı: 

“…hikâyeye elin yatkın…”

“Mühim Not: Sait Faik’i okudun mu? Mutlaka oku. Adamın şusu busu bir tarafa gerçekten çok iyi bir hikâyeci! Tesir altında kalma ama faydalanacak şekilde oku”.

Emine Işınsu, bir taraftan tenkit ve tavsiyelerde bulunurken diğer taraftan da yazılarımı Töre ve Bozkurt dergilerinde yayımlıyor, yazmaya teşvik ederek kendime güven duymamı sağlıyordu. “Senden ricam, kendi kendinle bir mülâkat yapan Töre için. … Hayat hikâyen, neler yaptığın, neler yapmakta olduğun ve bol bol Taşer müsabakasında[6] kazanan romanın hakkında bilgi… Bir fotoğrafın, Töre için gerekli. Aslında -yarışmadan sonra- hemen yapılması lâzımdı röportaj, fakat gecikti.” Yazıp gönderdim. Töre’nin Ekim 1978 tarihli 89. sayısında yer aldı. Genç bir yazma heveslisi olarak ne kadar sevindiğimi tahmin edersiniz.

O yıllarda gençler ve üst yaşlardaki kişilere hitap eden iki romanımı göndermiştim. Beğenmiş olmalıydı. Kendisi gibi romancı olmamı istemiş, yüz yüze görüşmelerimizden birinde, “Roman yazsana.” demişti. Ben edebiyatın diğer dallarında da eserler üretsem de romandan vazgeçmedim. Romanları çocuklarımız için yazdım ve sayısı da 36’yı buldu. 

Sporcunun antrenman yapması gibidir yazmak… Yazar, edebî açıdan beslendikçe, yazılar da yazdıkça olgunlaşıyor. Bu anlayışla bugüne kadar, yerel ulusal demeden gazete ve dergilerde yüzlerce yazı yayımladım. Çocuklar için, seviyelerine göre çok sayıda, masal, hikâye, roman, piyes, şiir vd. dallarda kitaplar yayımladım. Gençlere ve kitap dostlarına hitap eden roman, hikâye ve araştırma tarzında eserlerim vitrinlerde yer aldı. Bugünkü durumuma gelmemin temelinde, abla yakınlığıyla ustalık yapan Emine Işınsu’nun tenkit ve tavsiyeleri, teşviği, elimden tutması vardır. Allah şahittir, ben de Ablam bana nasıl davrandıysa çevremdeki eli kalem tutan kişilere öyle davrandım. Şiirlerini, hikâyelerini, romanlarını, araştırmalarını “Hocam, ağabeyim bir bakar mısın?” diyerek gönderenleri hiç kırmadım. 

Ablam Ustam Emine Işınsu, 5 Mayıs 2021 tarihinde aramızdan ayrıldı. Acımız taze. Bu yazıyı, ardından, bir şükran ifadesi olarak kaleme alıyorum. Yaşadığı şehir olan Ankara’da son yolculuğuna uğurlandı. Helalleşemedik. İnşallah hakkını helâl etmiştir. Ben ondan razıyım. Romanlarıyla edebî açıdan gıdalanan ve millî şuurla donanan binlerce insan da razı olduklarını sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar ve dualarıyla gösterdiler. Kulların razı olduğuna Ulu Tanrı da razı olur diye düşünüyorum. Mekânı cennet olsun. (14.05.2021)  

 


 

[1] Ablam Ustam Emine Işınsu, Hasan KALLİMCİ, Hikmet Neşriyat, İstanbul 2006

[2] Kendimden Kendime, Emine Işınsu, Ihlamur Yayınları, İstanbul 2020

[3] Emine Işınsu Armağanı, Hakan SARI – Yusuf KOŞAR, Ihlamur Yayınları, İstanbul 2020.

[4] Düşünme Odası, Hasan KALLİMCİ, Töre Devlet Yayınevi, Ankara 1976

[5] Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Ocağı’nın davetlisi olarak Denizli’ye geldiğinde, “Hocam, dergilerde hikâyelerini görmez olduk.” demiştim. Meğer yarasını deşmişim. “Hikâyeleri edebî toplantılar için gittiğim yerlerde yazmaya ancak fırsat bulabiliyorum. Fakat bizimkiler benim hikâyelerimi basmıyorlar.” diye yakınmıştı. 

[6] Dündar Taşer merhum adına açılan roman yarışması.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 175. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 175. Sayı