HaftanınÇok Okunanları
Ayşe Solmaz 1
ONUR BELLI 2
OĞUZ ALPARSLAN ÇATAL 3
HATİRA Guliyeva 4
PAUL BADY 5
EDUARD MİJİT 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
Türk halklarının edebi ilişkileri üzerine yapılan az sayıdaki araştırma arasında Türk-Azerbaycan sosyo-kültürel ve edebi ilişkileri konusu özel bir yere sahiptir. Bin nefes, bir ses gibi birbirlerine etno-psikolojik, dini-tarihsel köklerle bağlı olan halklarımızın edebi ilişkileri, karşılıklı etkileşimleri asırların karmaşık sınavından geçerek anlam kazanmıştır.
Türk edebiyatı’nın ister folklor ve yazılı örnekleri, isterse dini - felsefi görüşleri başta Azerbaycan halkı olmak üzere, farklı halkların bilimsel düşünce tarzı’nın, sanatsal kendini ifade etme biçimi’nin, estetik bakış açısı’nın oluşumunda önemli etkiye sahip olmuştur.
Türk ve İslam dünyasının büyük düşünür ve şairleri Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Veysel ve diğerlerinin mirasını incelerken, Nizami, Nesimi, Fuzuli, Hasanoğlu, Hatayi, Vagif, Vazeh’in şiirsel-felsefi dünyasıyla sanal ve edebi ilişkilerin ortak faaliyyeti ortaya çıkmaktadır. 2021 yılının Azerbaycan’da Nizami Yılı, Türkiye’deyse Yunus Emre Yılı ilan edilmesi tesadüf değildir. Türk dünyasının altın çağının yetiştirdiği Yunus Emre’nin ister divanı, ister “Risâletün-Nushıyye” mesnevisi tasavvuf felsefesinin zenginliği, irfan ve ahlâk şiirinin manzum sırlarının incelenmesi açısından oldukça önemlidir.
Yazıldığı dönemde Fars dilinin şiir alanında mutlak hakimiyeti göz önüne alındığında, Yunus Emre’nin tatlı ve anlaşılır bir Türkçe ile kaleme aldığı bu eserin milli ve tarihi değerinin de oldukça yüksek olduğunu belirtmek gerekir. 1307 yılında yazılmış, on üç beyitlik bir girişten oluşan 537 beyitlik bu didaktik eser klasik mesnevi düzenine göre farklılık arz eder. Onun klasik mesnevi’lerden farkı, hikaye dizisinin olmamasındadır. Yunus Emre’nin aruz ölçüsünde ve mesnevi formunda kaleme aldığı bu eser, kendisinden öncekilere has geleneksel başlıkları da içermemektedir. Araştırma konusu olan eser incelendiğinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin etkisi açıkça duyulmaktadır. Ve bu da oldukça doğaldır, çünkü bir çalışmada belirtilmiş olduğu üzere, “Mevlana ve Yunus Emre yaratıcılığı yakından bağlantılıdır. Bu bağlantı, her iki tasavvuf şeyhinin eserlerinin aynı kaynaktan gelmiş olmasından ötürüdür”.[1] Şunu da eklemek gerekir ki, buradaki mesele sadece yaratıcılık kelimesi ile ifade edilemez. Çünkü bizim kuşağımıza aktarılan bu edebi ve felsefi miras, yalnızca yaratıcı gerçeklik değildir, manevi boyutla temas halinde olan iki düşünürün yaşam ve düşünce biçimlerinin şiirsel bifurkasyonu’nun eşsiz tezahürdür. Sadelikteki deha, dehadaki sadelik örneğidir.
Çiçeğe bir gülümseme ver
Kalbini sevene ver
Aşk güzel bir şey
Değerini bilene ver,
−diyor Celaleddin Rumi. Bundan ilham almışçasına Yunus Emre de
Şekeri sevme ki Mısır’da biter,
Kim neyi severse orda yeter.
Neyi seversen çok gözlersin onu,
Görünmedi sana şeker cihanı.[2]
−diye cevap veriyor. Bu sanal diyalogda Yunus Emre’nin dünyanın ve insanın, varlığın ve mahlûkun manasına dair şiirsel düşünceleri, Mevlânâ'nın tasavvufi görüşleriyle bazı noktalarda örtüşmektedir. Bu durumda mesele herhangi bir tekrarda değil, felsefi düşüncenin anlam katmanlarının yüzyıllardır esen yönlü bir rüzgar gibi var olmasındadır.
Allah ve Kuran-ı Kerim’le, sûre ve ayetlerle, özel bilişsel anlayış’la aydınlanmış ilâhî hakikatler Yunus Emre’nin eserlerinde önemli bir yere sahiptir.
Yunus Emre, İslâm peygamberi Muhammed ile ilgili şiirsel düşüncelerinde, Allah’ın emrettiği “Sen olmasaydın bu dünyayı yaratmazdım” ilâhî hikmet’ine sığınmış, İslâm peygamberi’ni Allah’ın en sevgili kulu olarak nitelendirmiştir. Bu noktada Yunus Emre’nin dünya görüşünün Mevlana’ninkiyle aynı olması tesadüf değildir. Nitekim, Mevlana’nın “Yetmiş iki millet sırrı bizden dinler.” düşüncesine Yunus Emre “Yetmiş iki millete kurban ol aşık isen” hikmetiyle karşılık vermektedir.
Risaletü'n-Nushıyye Mesnevisi’nin içeriği’ni Yunus Emre’nin Allah’ın varlığına, tekliğine, tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığına ve O’ndan başka ilâh bulunmadığına olan sarsılmaz inancı, yeryüzünün ve mahlûkatın en şereflisi, kâinatın hülâsası olan insan’ın yaratılışındaki kutsal anlam ile ilgili düşünceleri oluşturmaktadır. Onun dünyayı oluşturan dört element üzerine şiirsel ve felsefi sunumları, şairin zamanında ve gelecek yüzyıllar boyunca bilim adamları, filozoflar, fizikçiler, kimyagerler, gökbilimciler ve mikrobiyologlar arasında ciddi tartışmaların ana konusu olmuştur.
Toprak ile bile geldi dört sıfat
Sabr ü eyü hû tevekkül mekrümet.
Su ile geldi bile dört dürlü hâl
Ol safâdır hem sehâ lutf u visâl.
Yel ile geldi bile bil dört heves
Ol durur kizb ü riyâ tîzlik nefes.
Od ile geldi bile dört dürlü dad
Şehvet ü kibr ü tama‘ birle hased.
Cân ile geldi bile uş dört hisâl
İzzet ü vahdet hayâ âdâb-ı hâl [3]
Yunus Emre Mesnevisinde lirik bir anlatımla dile getirdiği dinî ve felsefî görüşlerini açıklayarak, sanki bağlamaları yorumlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken farklı devirlerde yaşamış Sokrates, Platon, Aristoteles, Demosthenes gibi filosofların bu hususdaki düşüncelerini Kuranla bağdaştırarak değerlendirmiştir. Belirtilmesi gereken hususlardan birisi de şudur ki, Yunus Emre‘nin Mevlana Celaleddin Rumi dehasından beslenen felsefi görüşleri, daha sonraki yüzyıllarda yaşamış olan Konfüçyüs, Hegel, Kant, Schopenhauer ve Nietzsche gibi aydınların görüşlerine de yansımıştır.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, Allah‘ın birliğini ve tevhid dünya görüşünü benimseyip, onu dini ve tasavvufi düşünceleri ile bütünleştirmiş olan Yunus Emre, İslam Peygamberi’nin „Allah‘ın ilk yarattığı şey akıldır.“ hadisine atıfta bulunuyor. Şaire göre: „Akıl üç türlüdür: Biri akl-ı ma’âştır, dünya hayatının dirlik ve düzenini bildirir. Biri akl-ı ma’âdtır âhiret ahvalini bildirir. Birisi de akl-ı küllîdir, yüce Allah’ın marifetini bildirir. Padişah'ın hidayet nurundan olan iman üç türlüdür: Biri ilmelyakîn, biri aynelyakîn, biri de Hakkelyakîndir. İlmelyakîn olan imanın yeri akıl, aynelyakîn olan imanın yeri gönül ve Hakkelyakîn olan imanın yeri de candır. Canla gelen iman canla gider”.[4]
Dini görüşlerinin yanı sıra konuyla ilgili felsefi düşüncelerini de dile getiren Yunus Emre, duruşunda ısrarlı ve yenilmez görünmekte, hiçbir şekilde ihtilafa mahal bırakmamaktadır. Esasında burada tartışmayı gerektirecek bir durumun olmadığını da söylemekte fayda vardır. Şair, bu felsefi mülahazalarında sadece İslami görüşlerinin bir kısmını açıklamakla kalma, yeri geldiğinde konu ile ilgili kendi yorumunu ve düşüncelerini de ifade eder. Örneğin, yukarıda bahsi geçen dünyanın yaratılışında temel etkenler olarak kabul edilen dört unsuru yorumlayan Yunus Emre, eşsiz bir şiirsel üslupla şöyle yazar:
Toprak nur sıfatından tecelli etmiştir.
Su hayat sıfatından tecelli etmiştir.
Yel heybet sıfatından tecelli etmiştir.
Od hışm sıfatından tecelli etmiştir.
Toprak ve suyun yeri Uçmak'tır.
Od ve yelin yeri Tamu'dur[5]
Görünen o ki Yunus Emre, bu dört elementin doğası, kutsal gücü ve ilahi bir enerji olarak önemi konusundaki görüşlerinde mantıklı ve tutarlıdır.
Burada Nizami Gencevi’nin “İskendername” şiirini de hatırlamamız gerekmektedir. Bu şiirde, antik filozofların dünyanın yaratılışı ile ilgili düşünceleri yer almaktadır. İskender’in de katılmış olduğu bu tartışmada Aristoteles’in görüşleri özel bir öneme sahiptir. Aristoteles’e göre dört element oluştuktan sonra, onların her biri kendi merkezinde, yani toprak ve su aşağıda, ateş ve hava yukarıda karar kılmış, daha sonra bu dört unsur hareket yoluyla birbirine karışmış ve dünyanın yaratılışının ana nedeni haline gelmiştir. Nizami’nin “İskendername” şiirinden örneklediğimiz felsefi dünya görüşü ile Yunus Emre’nin görüşleri arasında yorum farkı olsa da, dört unsurun yaratılış olarak ilk olduğu fikri aynıdır.
Hikmet pınarından tatmış olan ve akıl yolunu seçen Yunus Emre, bir tasavvuf dervişi örneği olarak Allah’ın ayetlerine misafir olmaya çalışır.[6] İman kamilliğine ulaşmış şair’in bütün hayatı başından sonuna kadar oldukça anlamlıdır. Yunus Emre, bilgelerin akıl hocası, “dervişi feyzi-süxen“ (Fuzûlî) ahlakına ve dönemin bilimlerine vakıf, eşsiz biridir.
Yunus Emre’nin mesnevisiyle ilgili diğer araştırmaların sonuçlarına katılarak, Risalatun-Nuşiyye eserinin insan varlığının anlaşılmasına adandığını söyleyebiliriz. O, bu mesnevisi ile insan doğasını tanımayı, onu İslami kurallar temelinde eğitmeyi hedeflemiş ve bunun yollarını göstermiştir”.[7]
Yunus Emre, Risalatün-Nuşiyye‘de Allah‘ın mükemmel bir canlı eser olarak yarattığı insanın tabiatında zaman zaman ortaya çıkan kusurlara karşı da açık bir tavır sergilemektedir.
Aman ha aman, bunlardan uzak dur!
Yazılmasın nefs defterine kusur.
Nefsin isteklerini geç, cana bak,
Söz dinlersen olur canın nura gark.
Nefs kibirlidir sultanı bilmez,
Emrine erzak ve asker verilmez.
Şu nefs, ezelden beri Hakk’a âsî,
İdamdır aslında onun cezası.
Büyük çocuk hırstır, öğüt işitmez,
Cihan mülkü verilse yine yetmez.[8]
Yukarıda örnek gösterilen şiir parçasının içeriği ister istemez, eski Türk kültür anıtlarının içeriğini bize hatırlatmaktadır.
Risaletü’n-Nushıyye’ninsatır satır incelediğimiz beyitleri, onların sözlerinde ifade edilen, kulağa bir masal kadar basit, ve bir masal kadar tatlı gelen kelimelerin manalarını düşündüğümüzde türk dünyasının kültürel mirası olan Dede Korkut Destanı’nı hatırlıyoruz. Yüzyıllara, hatta binyıllara tanıklık etmiş Dede Korkut’un ahlaki öğütleri ve bilge rehberliği ile Yunus Emre arasında aşılmaz zamansal engeller olmasına rağmen, sarsılmaz tefekkür bağı vardır. Yani Yunus Emre’nin mesnevisinde karşımıza çıkan değerli fikirleri, bizi büyüsünde tutan maneviyatıyla, gaipten haberler veren Dede Korkut hikmeti arasında görünmez bir bağ vardır. Bunun elbette, mantıklı bir açıklaması yok değildir, fakat daha önemlisi, yüzyıllardır her Türk toplumunun belleğine kazınmış olan bu eşsiz mirasa Yunus Emre’nin de ortak olması oldukça doğaldır.
[1] Yunus Əmrə. Risalətün-Nüshiyyə. Bakı, Elm və təhsil, 2013, s.18
[2] Nasihatler Kitabı (Risâletü’n Nushiyye) Yunus Emre, Ankara: Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı, s. 124
[3]Dr. Mustafa Tatcı. Yunus Emre’den Yolcuya Öğütler (Risâletü'n-Nushiyye) s. 10
[4] Nasihatler Kitabı (Risâletü’n Nushiyye) Yunus Emre, Ankara: Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı, s. 25
[5]Dr. Mustafa Tatcı. Yunus Emre’den Yolcuya Öğütler (Risâletü'n-Nushiyye) s. 11
[6] Bax: Əhmədov Ə. Allahın hüccətləri. Bakı, 1999
[7] Yunus Əmrə. Risalətün-Nüshiyyə. Bakı, Elm və təhsil, 2013, s.18
[8] Nasihatler Kitabı (Risâletü’n Nushiyye) Yunus Emre, Ankara: Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı, s. 31